Pages

12 Mart 2023

Abderalılar ve Yeni-k Türkiye


Depremle depreşen fenalıklar depremden önce yok muydu sanki?” şeklindeki soru, herkesin fenalıklara bir şekilde zaten katılmış olduğunu ortaya koyuyor. Tıpkı spor kulüplerinin borçlarında iyileştirilmeye gidilmesi ve vergilerinin silinmesi karşısında takındığı tavırda veya neyi öğrendikleri belli olmayan öğrencilerin hep bir ağızdan kredi borçlarının silinmesi için yaygara koparmalarında olduğu gibi.

Halkın hesap sormak gibi bir derdi olmadığından, o, fenalıkta ve habasette katılım göstermek için birbirlerini eziyor.

Çok değil, seksenlere kadar her türlü fenalığı, habaseti işleyenlerin karşısında kendisini bundan beride tutmaya çalışan insanlar vardı. Bunlar, yiyicilerin ve kan emicilerin her türlü maske altında parsayı götürdüklerini bilseler de örgütlü direniş ihtimali çok öncelerde küresel sistem ve onun devlet içindeki tabak altlıklarıyla budandığı için kendisini en azından çamurlu su sıçramasından korur gibi uzakta tutmaya çalışan insanlardı. Şimdi ise Platon’un iyisine iştirak etme çözümlemesi yerini, kötülüğe katılıma bırakmış hâlde. Tıpkı “katılım” sözcüğünün bütünüyle bir finans sistemi üzerinden dilimizde yerleşiklik kazanması gibi.

Kötüye katılan katılımcılar, onları bir iç yapışkanlık marifetiyle tutacak aygıtın maddi temerküz ve teraküm olduğunun bilincindeler. “İyi”, kimi batı dillerinde “mülk, servet” ile ortak anlamlı. “İyi olma, en büyük servettir” şeklindeki bir iddianın, “en büyük servet sahibi olmaklık iyidir” diyenlere söyleyebileceği bir şey kalmamış denilebilir. Çünkü iyi birdir ve tektir; o nedenle iyi olmak, ancak ona iştirak etmek ile mümkündür. Münferit bir iyi, -nasıl olacaksa- asli iyi olanla iştirak etmedikçe ‘öğsüz’ kalacaktır. Ama kötünün bağı yoktur, başı baştan bağlı da değildir, o nedenle bireysel olarak kötü, en kötü hâline azami bireysellikte ulaşacaktır. O nedenle siz saygıdeğer kötülük katılımcılarının örgütlülükleri de gizlice saklıca olmak zorundadır. Liberalin bireycilik tutkusunu körüklemesi bu nedenle çok inatçıdır. Bundan ötürü de bir liberal çoğu cümlesinde bu eksikliği ve öğsüzlüğü gidermek için “küresel” sözcüğünü kullanmak zorunda kalır; her ne kadar son zamanlarda bunu açıktan kullandıklarını göstermemeye çalışsalar da.

Türkiye, yılda bilmem kaç bin ton ekmeği çöpe atan bir ülkeymiş. Yazık, milli servet dedikoduları bir yana, Tanrı’ya kırgın olan Mehmet Görmez de israf üzerine konuşma metnini bize sunmak için koltuğunun arkasına yaslanıyor. (Hayrettin Karaman, doksanların sonunda “devlet, depremde enkaz altında kalacak insanlar için zamanında önlem almadıysa cinayete katılımda suçludur” derken şimdi ne düşünür acaba?) Peki ekmeğin alındığı günden sonra saatler içinde yenilebilir olmaktan çıkmasından kim sorumlu? Yenecek ekmek bulamaz oluşumuz, ekmeğin ederinin parayla karşılanamadığı bir döneme doğru geçildiğini bize neden hiç kimse anlatmıyor? Fırıncılar odasının ekmeğin yenilecek hâlde üretilmemesinde hiç mi suç payı yok? Nedir çöpe atılan ekmekteki suçu halkı yüklemenizdeki sebep? Fırıncılar odasındaki yozlaşma ve çürüme Kızılay’dakinden çok mu masum? Gürbüzce yetişecek yerlere bilinçli devlet politikasıyla ev dikilen ovalara buğday dikmemizi engelleyen egemen zihniyet, “siz ekmek mekmekle uğraşmayın Yunanistandan ithal ediverin, olsun bitsin” dese; bu biti haddinden fazla kanlanmış ekmek ve fırıncılar odası ilk yürüyüş yapan olur ülke sathında.

Sanki istediği hamlenin ve şartların oluşması için AKP düzeneğinin söz konusu bu şartlar ve hamlenin tersi yahut tartışma uyandıran zıddını dile getirmesi kâfi. Muhalif düzeneği, mikrofonun kendisine geldiğini anladığı an bunların tam tersini dillendirmek, yahut ölçüsüz ve bağnaz taraftarlığını yapmak suretiyle AKP’ye kendi lehlerine bir ortam oluşturma fırsatını yaratıp sırasını savmakla muvazzaf. Bu, ekseriyetle ayranı hemen kabartılmaya hazır ve kutuplaşmaya müsait konular için cari. Çok daha incelikli ve üstü örtülü alçaklıklarda ise sanki yedi göbekten kardeşlermiş gibi ağız birliği yapabiliyorlar; o hususlar öyle kritik ki; egemenler, hiçbir şekilde sahte-pseuda muhalefetin bir seçenek olarak dahi görülmesine müsaade etmiyorlar: kentsel dönüşüm; HDP içindeki bazı kliklere tanınan vakıf kurma, para toplama türünden hak ve imtiyazlar gibi nazik konularda. Dolayısıyla Ahbap ile Kızılay arasında bir takım akçeli işler olması zorunludur. Öyle olmasa, birtakım mahfiller tarafından borç ve ceza davalarıyla tasmalanan Haluk Levent, bu akçeli satışı defaten yaygara ile ortaya çıkartırdı. Bu düzenek ve tertibat dâhilinde kimin kör, kimin ise tutulan olduğu belli değil. Bellenen ise halkın ta kendisi. Haluk tasmalanmasaydı Atilla Taş olurdu Ahbap önderimiz. Buna aymak çok mu zor yani?

Neyse, biraz da Uğur Dündar, Ufuk Uras, Ataol Behramoğlu, Erkan Baş ve Nurullah Ankut’u aynı çizgide buluşturabilmiş bir siyasi manevrayı izleyelim. Bu manevra öyle ki, AKP’ye ihale ettiği başkanlık sisteminin köklerini Kenan Evren cuntasına yol vermişliğiyle tutarlılık içerisinde sağlamlaştırıyor. Tam ve dört dörtlük rampant kapitalizmin can alıcı ve boğaz yakıcı soluğunu her daim ensemizde hissediyoruz. Başkanlık sayesinde egemenlerin tüm hoyratça deneyleri ve sömürü sadmeleri halka artık rahatlıkla uygulanabiliyor. Güçbela ayak direyebilecek her türlü oluşum, rahatlıkla bertaraf edilebiliyor.

Sermaye sahiplerinin günümüz Türkiyesi dışında elini kolunu sallayarak atını dört nala koşturarak böylesine gaddarca hükmünü icra edebildiği hiçbir dönem olmamıştı geçmişte, işgal yıllarının İstanbulu da dâhil olmak üzere. Neredeyse her bir bakanın özel sektör girişimcisi ve sermayedarı, yahut o sahanın küresel bir yönetim kurulu üyesi olduğu bu ülkede samanın ithal edilmesi, otel bölgelerindeki hoyrat kan emicilikler, devlet hastanelerinden faydalanamayıp özel sağlık sigortalarına geçenlerin artması; devlet okullarında öğrencilerin değil öğretmenlerin dahi canının tehlikede olduğu şartların hâkim olması ve çaresiz insanların özel okullara çocuklarını yazdırmaya çalışması… tüm bunlar boşuna mı oluyor?

Demek ki turizmi teşvik için ve para karşılığı vatandaşlık satmak için gitmişiz zamanında Yemen çöllerine. Ve bırakın tebessümü, kahkahayla gavur döllerine karşılık vermekte ve Çanakkale’nin geçilebildiğini söyleyebilmekte beis görmemekteler. Peki bu azgın kapitalizm, böylesine bir başkanlık sisteminde hangi umduğunu bulamadı da bizi farklı ittifaklarla, yahut Altılı Masa nevinden oluşumlarla neden baş başa bırakabiliyor? Daha yakıcı ve daha azgın bir planı da mı var bu sistemin?

Federal yapı 2008’den beri ilmek ilmek işlenerek geldi. Nedir size ayak bağı olan ey egemenler, sermaye sahipleri? Ya da alternatif ittifaklar size daha nasıl bir pamuk yatak sunacak olabilir ki? Kanımızı satmak organlarımızı bağışlatmak, eee geriye ne kaldı? Bunları zaten Kızılay’la yapmıyor muyduk?

99 depremi sonrasında Turgut Cansever öncülüğünde planlanan yeni mimari ve şehir düzenleme toplantılarının sonuç bildirgesi ve teklifi, yine AKP şürekası tarafından reddedilmiş ve sumen altı edilmişti. Şimdi bu şüreka, pabucun gayet pahalı olacağı bir halk mahkemesinde yaptıklarının cinayete azmettirme suçu olduğu iddiasıyla yargılanacak olsalar, ilk savunmaları elbette “kandırıldık” olacak ve müteahhit şebekesini ateşe atmakta hiç vakit kaybetmeyecektir. Kalın enseleri ve kırmızı yanaklarıyla karşılarında önlerimizi ilikleyecek değiliz. Elbet hesaplaşacağız…

Coltius
11 Mart 2023

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder