1879’da
Amerika’nın Cumhuriyetçilere epey yakın olan gazetelerinden Chicago
Tribune’ün bir muhabiri, Karl Marx’ın Londra’daki evine gelip kendisiyle bir
mülâkat yaptı. Bu gazete, yıllarca yeni kurulan sendikaları ve sosyalizmi yoğun
bir biçimde eleştiriye tabi tuttu (hatta sendikacılıkla sosyalizmi bir gören gazete,
her bir makalesinde dünya genelinde yürürlükte olduğunu iddia ettiği komplonun
ardındaki fikir babasının Marx olduğunu söyleyip durdu.)[1] Bu türden
bir muhafazakâr gazeteye Marx’ın bu kadar uzun bir mülâkat vermiş olması gerçekten
ilginç, ama asıl ilginç olan, bu mülâkatın 1964 yılına dek Marx’ı ve Marksizmin
tarihini inceleyen akademisyenler ve araştırmacılar tarafından bilinmemiş
olması.
Mülâkat, ilkin Tribune gazetesinin 5 Ocak 1879 Pazar günkü sabah baskısında
yer aldı.[2] 33.000’in üzerinde okura ulaşan gazetede çıkan makale, bir
hafta içerisinde Almanca-İngilizce olarak yayınlanan işçi gazeteleri New
York Volkszeitung[3] ve Chicago Vorbote[4] gazetelerinde de
yayımlandı. Her iki gazete de mülâkatın eksik ve yanlış olan Almanca çevirisine
yer verdi. Gazetelerde çıkan hâlini hazırlayanlar, kendi örgütsel amaçları
doğrultusunda mülâkatı yeniden düzenleyip kaleme almışlardı.
11
Ocak günü, Sosyalist İşçi Partisi’nin Şikago’da çıkarttığı haftalık Socialist
isimli gazete, mülâkatın son paragrafını paylaştı.[5] Son olarak, Nisan
ayı içerisinde Danca olarak çıkan Social Democrat gazetesi, Chicago
Vorbote gazetesinde çıkmış olan makalenin bir çevirisini yayımladı.[6]
Marx’ın
bu türden bir muhafazakâr gazeteye bu mülâkatı neden verdiğini kimse bilmiyor. Mülâkatta
Marx’ın ve Engels’in çıkarttığı gazetelerden ve yaptıkları yazışmalardan hiç
bahsedilmiyor.[7] Marx, mülâkat yoluyla Amerikalı işçileri
Alman sosyalistlerinin mücadelesi konusunda bilgilendirmek istemiş olabilir.[8]
Marx, bir hususu dile getirmek istediğinde lafını doğrudan, hiç esirgemeden söyleyen
biri. ABD’de bir dizi temas kurmuş olan Marx, burada işçi gazeteleriyle de
doğrudan temas kuruyor.[9] Dolayısıyla, istese dilediği gazeteye
makalesini yayımlatabilecek durumda. Muhtemelen Chicago Tribune gazetesiyle
kurulan teması bir fırsat ve şans olarak görüyor. Kafası Almanya’daki meselelerle
meşgul olan Marx[10] belki de Amerikan kamuoyuna seslenmek için gazetenin
geniş dağıtım ağından istifade etmek istiyor.
1879’dan
ta 1964 yılına kadar uzanan dönem boyunca bu mülâkat hiç ortaya çıkmıyor. Ta ki
mülâkatı birbirlerinden habersiz olan ve farklı bir çalışma yürüten Karl Obermann
ve Louis Lazarus bulana kadar. Obermann, mülâkattaki bir paragrafın Socialist
gazetesinde alıntılandığını görüyor[11], Lazarus ise Marx ve Engels’in
Amerika ile ilgili yazılarını derlediği çalışmada mülâkattan bahsediyor.[12]
Lazarus’un sunduğu bilgilerden istifade eden Bert Andréas, mülâkatın tam hâlini
1965 yılında bir Alman dergisinde paylaşıyor.[13] Ben, metnin orijinaline
rastladığımda[14] onun dar bir çevre tarafından biliniyor olması
sebebiyle oldukça kıymetli olduğunu düşündüm. Herbert Aptheker’ın dikkatimi
çektiği Bay Andréas’a ait makale sayesinde bu yayını hazırlayıp çevirdim ve bu
çeviriyi Werke dergisinde yeniden yayımladım.[15]
Mülâkat,
ilginç birçok yöne sahip. Bu hâliyle mülâkat, şiddetin rolü, Lassalle ve Gotha
programı, Marx’ın ABD’yi bilip tanıma konusunda hevesli oluşu ve Bismarck’ın
siyasetine dair değerlendirmesi gibi bir dizi konuyu içeriyor. Mülâkatın diğer
bir ilginç özelliği de Marx’ın fikirlerine aşina olmayan, hatta onlara düşman
olan, burjuva Amerika’ya özgü geri kafalılığı her yönüyle ortaya koyan bir
muhabire verilmiş olması. Metindeki yanlışlar, üstünkörü gazetecilik üslubu,
büyük olasılıkla muhabirin bu özellikleriyle alakalı. Her ne kadar Marx’ın
yorumları, Marx’ın kendi ifadesi olarak aktarılmıyor olsa da muhabir, gene de
Karl Marx’ın ruhunu ve mesajını aktarıyor.[16] Eklenen açıklayıcı
notlar haricinde, burada metin, içerik ve biçimde herhangi bir değişiklik
yapılmadan, özgün hâliyle aktarıldı.[17]
* * *
Londra,
18 Aralık [1878] — Karl Marx, modern sosyalizmin köşe taşı. Londra’nın
kuzeybatı kesiminde, Haverstock Hill'deki küçük bir evde yaşıyor. 1844’te anayurdu
Almanya’dan devrimci teorileri yaymaktan dolayı sürüldü. 1848’de ülkesine geri
döndü, ama birkaç ay içinde yeniden sürgün edildi. Sonra Paris’e yerleşti, ama
siyasal teorileri, 1849’da bu kentten çıkarılmasına neden oldu ve bu yıldan
sonra Marx, Londra’yı karargâh hâline getirdi. Başından beri, inançları yüzünden
başı derde girmiş bir isim olan Karl Marx, evinin görünüşüne bakılırsa, refah
içinde yaşamadığı aşikâr olan biri. Bütün bu yıllar boyunca düşüncelerini bu
düşüncelere olan sağlam inancından kaynaklanan bir içtenlikle savunmuş. Dolayısıyla,
düşüncelerine ve yürüttüğü propagandaya ne kadar karşı çıkarsak çıkalım, bu
saygın sürgünün özverisine bir ölçüde de olsa saygı duymazlık edemeyiz.
Muhabirimiz,
kendisine iki ya da üç kez uğradı ve her defasında Doktor’u kütüphanesinde bir
elinde bir kitap, diğerinde sigarayla buldu. Yetmişinin üzerinde olmalı.[18]
Vücudu iyi yapılı, cüsseli ve dimdik. Zeki bir adamın kafasına ve eğitimli bir
Yahudi’nin çehresine sahip. Saçı ve sakalı uzun, metalik gri renkte. Bir çift
gür kaşın gölgelediği gözleri siyah ve ışıl ışıl. Tanımadığı kişilere karşı
aşırı bir ihtiyatla yaklaşıyor. Yabancı biri, kendisinden görüşme için izin
alsa bile, gene de ziyaretçileri karşılayan, eski zamanlardan kalmış biri gibi
görünen o Alman kadına [Helene Demuth], anavatandan gelen hiç kimseyi, tanıtma
mektubu getirmedikleri sürece, kabul etmeme talimatı verilmiş. Ama bir kez
kütüphanesine girdikten sonra ve entelektüel genişliğinizi ve derinliğinizi
anlayabilmek için monoklünü gözünün köşesine sabitledikten sonra, o ihtiyatlı
hâl yitip gidiyor ve hemen birisinin ilgisini çekebilecek şeyler ve insanlar
üzerine bilgisini gözler önüne seriyor. Konuşması tek bir koldan ilerlemiyor, bilâkis,
kitaplığının raflarındaki ciltler kadar çeşitlilik arz ediyor. Bir kişi
hakkında genellikle okuduğu kitaplara bakılarak karar verilebilir.
Kitaplığındaki şu isimleri sıraladığımda, siz de belirli bir sonuca
ulaşacaksınız: Shakespeare, Dickens, Thackeray, Moliere, Racine, Montaigne,
Bacon, Goethe, Voltaire, Paine; İngiliz, Amerikan ve Fransız resmî raporları;
Rusça, Almanca, İspanyolca, İtalyanca politik ve felsefi eserler vs...
Karl
Marx, Amerika’nın sorunlarıyla yakından ilgileniyor. Amerika’nın son yirmi
yılda yüzleştiği önemli sorunlara ilgisi beni çok etkiledi. Bu konudaki bilgisi,
hukukumuzu ve eyalet yasalarımızı eleştirirken sergilediği o şaşırtıcı
kesinliği, bende bilgisini ülke içerisindeki kaynaklardan almış olduğu
izlenimini uyandırdı.[19] Ama, aslında bu bilgi, Amerika ile sınırlı değil,
Avrupa’yı da kucaklıyor. Asıl ilgi alanı olan sosyalizm hakkında konuşurken,
genellikle kendisine yakıştırılan aşırı duygusallığın tuzağına düşmüyor, ama “insan
ırkının özgürleşmesi” için geliştirdiği ütopik planları konusunda, teorilerinin
bu yüzyıl içinde olmazsa en azından gelecek yüzyılda gerçekleşmesi konusunda
kesin bir inanca işaret eden bir vakar ve içtenlikle kafa patlatıyor.
Muhtemelen
Dr. Karl Marx, Amerika’da, daha çok Kapital’in yazarı ve Uluslararası İşçi
Birliği’nin kurucusu ya da en azından onu ayakta tutan en önemli sütun olarak biliniyor.
Aşağıdaki mülâkatta, onun bu birliğin şu anki durumuna ilişkin neler
söylediğini göreceksiniz.
Bununla
birlikte, bu arada size, 1871’de Genel Konsey’in kararıyla yayımlanan
Uluslararası İşçi Birliği’nin basılı genel tüzüğünden, onun amaçları ve
hedefleri üzerine tarafsız bir yargıya varabileceğiniz birkaç parça sunacağım.
Önsözde “işçi sınıfının kurtuluşunun işçi sınıfının kendi eseri olacağı; işçi
sınıfının kurtuluş için savaşımının, sınıfsal ayrıcalıklar ve tekeller için bir
savaşım anlamına gelmediği, ama eşit hak ve görevler yanında tüm sınıf
egemenliğinin ortadan kaldırılması anlamına geldiği; emekçi insanın emek
araçlarının, yani yaşamın kaynaklarını tekelinde bulunduranlara iktisadi açıdan
boyun eğmişliğinin, tüm biçimleriyle köleliğin, tüm toplumsal sefaletin,
zihinsel düşkünlüğün ve politik bağımlılığın temelinde yattığı”; işçi sınıfının
“evrensel kurtuluşunu amaçlayan tüm çabaların, bugüne değin, her ülkede emeğin
çeşitli bölümleri arasındaki dayanışma yokluğundan dolayı başarısızlığa uğramış
olduğu” öne sürülüyor ve “hâlâ birbirleriyle bağlantısız olan hareketlerin
hemen birleşmesi” çağrısında bulunuyor. Uluslararası İşçi Birliği’nin “görevler
ifa edilmeden hak diye bir şeyden söz edilemeyeceği, haklar olmadan da
görevlerin olmayacağı” hususunu kabul ettiğini söyleyerek devam ediyor, böylece
her bir üye işçi yapılıyor.
Birlik,
Londra’da aynı hedefi, yani “işçi sınıfının korunması, ilerlemesi ve tamamen
özgürleşmesi”ni amaçlayan “farklı ülkelerin işçi dernekleri arasındaki iletişim
ve işbirliğinin bir merkezini oluşturmak için” kuruldu. Devamında şu
söyleniyor: “Uluslararası İşçi Birliği’nin her üyesi, evini bir ülkeden
diğerine taşıdığında, birleşmiş işçilerin kardeşçe desteğini görecektir.”
Birlik,
yılda bir toplanan bir genel kongreden ve “bir ülkedeki işçinin, tüm diğer
ülkelerdeki sınıf hareketlerinden sürekli olarak haberdar olabileceği, birliğin
değişik ulusal ve yerel grupları arasında bir uluslararası acente meydana
getiren bir genel konseyden oluşuyor. Bu konsey, Enternasyonal’e yeni
seksiyonların ve şubelerin başvurularını kabul ediyor ve karara bağlıyor,
seksiyonlar arasında ortaya çıkan ayrılıklar konusunda karara varıyor ve
gerçekte, Amerika’da kullanılan tabirle, “makineyi işletiyor”. Genel konseyin
harcamaları, üye başına bir kuruş olan yıllık aidattan karşılanıyor. Çeşitli
ülkelerdeki federal konsey ya da komitelere ve yerel seksiyonlara gelince:
Federal konseyler, genel konseye en geç ayda bir rapor ve her üç ayda bir
kendilerine ait kolların yönetim ve mali durumu üzerine bir rapor göndermekle
yükümlüler. Basında Enternasyonal’e karşı bir saldırı olduğunda, en yakın şube
ya da komitenin bu yayının bir kopyasını hemen genel konseye göndermesi
gerekiyor. İşçi sınıfı içinde kadın kollarının kurulması öneriliyor.
Genel
konsey, şu kişilerden oluşuyor: R. Applegarth, M. T. Boon, Frederick Bradnick,
G. H. Buttery, E. Delahaye, Eugene Dupont (görevde), William Hales, G. Harris,
Hurliman, Jules Johannard, Harriet Law, Frederick Lessner, Lochner, Charles
Longuet, C. Martin, Zevy Maurice, Henry Mayo, George Milner, Charles Murray,
Pfander, John Pach, Ruhl Sadler, Cowell Stepney, Alfred Taylor, W. Townshend,
E. Vaillant, John Weston. Çeşitli ülkelerin irtibat sekreterleri: Leo Frankel (Avusturya
ve Macaristan); A. Herman (Belçika); T. Mottershead (Danimarka); A. Serrailler
(Fransa); Karl Marx (Almanya ve Rusya); Charles Rochat (Hollanda); J. P.
McDonell (İrlanda); Frederick Engels (İtalya ve İspanya); Walery Wroblewski (Polonya);
Hermann Jung (İsviçre); J. G. Eccarius (ABD); Le Moussu (ABD’deki Fransız
şubeleri).
Dr.
Marx’ı ziyaretim esnasında yaptığımız sohbette kendisine J. C. Bancroft Davis’in
1877 tarihli resmî raporunda sosyalizmin gördüğüm en açık ve en özlü hâline
rastladığımı söyledim.[20] Bunun üzerine Marx, bu metnin 1875 Mayıs’ında Gotha’da
düzenlenen sosyalist birlik kongresi raporundan alındığını söyledi. Çevirinin
yanlış olduğunu dile getirdi ve seve seve düzelteceğini ekledi. Burada birebir
söylediklerini aktarıyorum[21]:
1.
Yerel ve genel tüm seçimlerde, yirmi yaş üzerindeki tüm erkeklere genel,
doğrudan ve gizli oy hakkı.
2.
Halk tarafından doğrudan yasama.[22] Savaş ve barışın doğrudan halkın oyuyla
yapılması.
3.
Genel askerlik yükümlülüğü. Düzenli ordunun kaldırılması.
4.
Basına ve toplanmaya ilişkin tüm özel yasaların kaldırılması.
5.
Yasal işlemlerde harcın kaldırılması. Yasal işlemlerin halk tarafından
düzenlenmesi.
6.
Devlet tarafından genel, zorunlu ve parasız eğitim. Bilim ve din özgürlüğü.[23]
7.
Tüm dolaylı vergilerin kaldırılması. Devlet ve belediye harcamalarının,
doğrudan artan oranlı vergiden karşılanması.
8.
İşçilere birlik kurma özgürlüğü.
9.
İşçiler için yasal işgününün belirlenmesi. Kadınların çalışmasının sınırlanması
ve çocukların çalışmasının kaldırılması.
10.
Emekçilerin yaşamının ve sağlığının korunması için sağlık yasaları, işçi
meskenlerinin ve yerlerinin kendileri tarafından seçilen kişilerce denetiminin
düzenlenmesi.
11.
Mahkûm emeğiyle ilgili gerekli düzenlemelerin yapılması.
Bay
Bancroft Davis’in raporunda, bir de on ikinci madde var[24] ve bu madde,
hepsinden daha önemli: “Demokratik yönlendirme altında sınai birliklere devlet
yardımı ve kredi.” Doktora bunu neden çıkardığını sordum, şu cevabı verdi:
“1875'te,
Gotha’da birlik gerçekleştiği zaman, sosyal demokratlar arasında bir ayrışma
mevcuttu. Bir kanat Lassalle yandaşlarıydı, diğerleri, genel olarak
Enternasyonal’in programını kabul edenlerdi ve ‘Eisenach partisi’ olarak
adlandırılıyorlardı. On ikinci madde tasarıda yer almıyordu, ama Lasalcılara
verilen bir ödün olarak genel giriş bölümüne kondu. Sonrasında bundan hiç söz
edilmedi. Bay Davis, onun hiçbir önemi olmayan bir taviz olarak programa
alındığını söylemiyor, ama onu ciddi bir biçimde programın belli başlı
ilkelerinden biri olarak kabul ediyor.”[25]
“Ama"
dedim, “sosyalistler genellikle, emek araçlarının toplumun ortak mülkiyetine
dönüşümüne hareketin doruğu olarak bakıyorlar.”
"Evet,
biz, bunun hareketin sonucu olacağını söylüyoruz, ama bu, bir zaman, eğitim ve
daha yüksek bir toplumsal durumun kurulması sorunudur.”
“Bu
tasarı” dedim, “yalnızca Almanya’ya ve başka bir iki ülkeyle alakalı.”
“Eğer
bu türden bir tespit üzerinden kendinizce belirli sonuçlara ulaşıyorsanız,
demek ki siz, partinin faaliyetleri konusunda hiçbir şey bilmiyorsunuz. Bu
maddelerden birçoğunun Almanya dışında hiçbir önemi yok. İspanya, Rusya,
İngiltere ve Amerika’nın kendi özgül farklılıklarına uygun tasarıları var.
Bunların tek benzerlikleri, ulaşılacak olan hedeftir.”
“Yani
emeğin egemenliği mi?”
“Emeğin
özgürleşmesi.”
“Avrupalı
sosyalistler, Amerika'daki hareketi ciddi bir hareket olarak görüyorlar mı?”
“Evet:
bu, ülkenin gelişmesinin doğal sonucudur. Hareketin yabancılar tarafından
geliştirildiği söyleniyor. Elli yıl önce İngiltere’de işçi hareketleri rahatsız
etmeye başladığında aynı şey söylenmişti; sosyalizmden söz edilmesinden uzun
zaman önceydi. Amerika’da, ancak 1857’den beri, işçi hareketi dikkate değer bir
güç hâline geldi.[26] Ardından sendikalar filizlenmeye başladı; sonra farklı
sanayilerdeki işçilerin birleştiği sendika meclisleri kuruldu; daha sonra
ulusal işçi birliklerine sıra geldi. Bu kronolojik ilerlemeyi düşünürseniz, bu
ülkede sosyalizmin yabancıların yardımı olmadan ortaya çıktığını ve buna ancak
sermayenin yoğunlaşmasının ve işçi ile işveren arasındaki değişen ilişkilerin neden
olduğunu görürsünüz.”
“Peki
sosyalizm şimdiye dek ne yaptı?”
“İki
şey” diye cevapladı: “Sosyalistler, sermaye ile emek arasındaki genel evrensel,
tüm ülkeleri kapsayan mücadeleyi ortaya koydular. Neticede kapitalistler, emeği
kiralama noktasında daha kozmopolit hâle geldikçe ve sadece Amerika’da değil,
İngiltere, Fransa ve Almanya’da da yerli emeğin karşısına yabancı emeği
çıkardıkça daha da kaçınılmaz hâle gelen, farklı ülkelerin işçileri arasında
bir anlayış birliğini oluşturmaya çalıştı. Uluslararası ilişkiler, üç farklı
ülkenin işçileri arasında birden ortaya çıkarak, sosyalizmin yalnızca yerel
değil, uluslararası bir sorun da olduğunu, işçilerin uluslararası eylemiyle
çözülmesi gerektiğini gözler önüne serdi. Emekçi sınıflar, hareketin
sonuçlarının ne olacağını bilmeden, kendiliğinden hareket ederler. Sosyalistler,
herhangi bir hareket icat etmezler, ama yalnızca işçilere o hareketin niteliğinin
ve amaçlarının ne olacağını anlatırlar.”
“Ki
bu da varolan toplumsal sistemin yıkılması galiba” diyerek sözünü kestim.
“Bir
yanda, işverenlerin ellerindeki bu toprak ve sermaye sistemi ve öte yanda,
işçilerin ellerindeki satacakları tek meta olan emek-gücü; biz, yalnızca bunun
yıkılıp gidecek ve daha yüksek bir toplumsal duruma yer açacak bir tarihsel
aşama olduğunu iddia ediyoruz.
Biz,
her yerde toplumdaki fiili ayrışmayı görüyoruz. İki sınıf arasındaki uzlaşmaz
karşıtlık, modern ülkelerin sınai kaynaklarının gelişmesiyle at başı gidiyor.
Sosyalist bakış açısından, varolan tarihsel aşamayı altüst edecek araçlar, hâlihazırda
mevcut. Sendikalar üzerinden birçok ülkede siyasal örgütlenmeler kuruldu.
Amerika’da bir bağımsız işçi partisi gereksinimi kendisini ortaya koydu. İşçiler,
artık politikacılara güvenemezler. Çıkar çevreleri ve klikleri, yasa koyucuları
emirleri altına almışlardır ve politika bir ticaret hâline getirilmiştir. Ama
Amerika bu konuda tek değil, yalnızca Amerikan halkı, Avrupalılardan daha
kararlı. Gerçekler su yüzüne daha çabuk çıkıyor. Orada, okyanusun bu tarafında
olduğundan daha az samimiyetsizlik ve riyakârlık var.”
Ona,
Almanya’da sosyalist partinin hızla büyümesinin nedenini sordum, şu cevabı
verdi:
“Varolan
sosyalist parti, en son kurulan partidir. Onların programı, Fransa’da ve
İngiltere’de ilerleme kaydetmiş olan ütopyacı programdan farklı. Alman aklı,
başkalarına kıyasla teorizasyona daha fazla meyilli. Almanlar, önceki
deneyimlerden pratik kimi sonuçlar çıkardılar. Sizin de bildiğiniz gibi, bu
modern kapitalist sistem, diğer devletlerle kıyaslandığında Almanya’da oldukça
yenidir. Fransa’da ve İngiltere'de neredeyse modası geçmiş sorunlar, burada yeni
gündeme getirildi ve bu devletlerin yol açtığı politik sonuçlar, Almanya’nın
emekçi sınıfları sosyalist teorileri kuşandığı vakit yaşama imkânı buldu.
Böylece, neredeyse modern sınai gelişmenin başlangıcında, bağımsız bir siyasal
parti kurmuş oldular.
Alman
parlamentosuna kendi temsilcilerini gönderdiler. Hükümetin politikasına
muhalefet edecek hiçbir parti yoktu, bu muhalefet onlara kaldı. Partinin izini
sürmek uzun bir zaman alır; ama şunu söyleyebilirim: eğer Alman orta sınıfları,
Amerika ve İngiltere orta sınıflarından farklı olarak, bu kadar korkak
olmasalardı, hükümete karşı tüm siyasal çalışma, onlar tarafından yürütülmüş
olacaktı.”
Ona
Enternasyonal saflarındaki Lasalcıların sayısal gücünü sordum. Şu cevabı verdi:
“Lassalle’ın
partisi yok. Ona inanan birileri tabii ki var bizim içimizde, fakat sayıları
az. Lassalle, genel ilkelerimizi önceden görüp dile getirdi. 1848
gericiliğinden sonra harekete geçtiğinde, sınai işletmelerde işçiler arasında
tesis edilecek işbirliği fikrini savunmak suretiyle hareketi başarıyla
canlandıracağı hayaline kapıldı. Ona göre, bu işbirliği, işçileri harekete
geçirecekti. Buna yalnızca hareketin gerçek hedefinin bir aracı olarak baktı.
Ondan bu konuda mektuplar aldım.”[27]
“Siz,
buna onun kocakarı ilâcı mı diyorsunuz?”[28]
“Aynen
öyle. Bismarck’ı ziyaret etti, ona ne tasarladığını anlattı, Bismarck da Lassalle’ın
girişimini elindeki tüm imkânlarla teşvik etti.”
“Amacı
neydi?”
“1848
olaylarını kışkırtan orta sınıflara karşı emekçi sınıfları bir set olarak kullanmayı
umuyordu.”
"Doktor,
sizin sosyalizmin başı olduğunuz ve şu anda süregelen birliklerin, devrimlerin,
vb. iplerini buradaki evinizden elinizde tuttuğunuz söyleniyor. Bu konuda ne
diyeceksiniz?”
Yaşlı
adam gülümseyip şunları söyledi:
“Bunu
biliyorum. Bu çok saçma, gene de gülünç bir yanı var. Hoedel’e suikast
girişiminden iki ay önce, Bismarck, kendisine ait North German Gazette
isimli gazetesinde, Cizvit hareketinin önderi Peder Beck’le birlik içinde hareket
ettiğime ve sosyalist hareketi, birlikte kendisinin hiçbir şey yapamayacağı bir
durum dâhilinde yönettiğimize dair şikâyetlerini dile getiriyordu.”
“Oysa
hareketi, sizin başında bulunduğunuz Londra’da faal olan Uluslararası İşçi
Birliği yönetiyor, öyle değil mi?”
"Uluslararası
Birlik, işlerini tamamlamıştır ve artık yoktur.[29] Vardı ve hareketi yönetti;
ama son yılların sosyalist gelişimi öyle büyük oldu ki onun varlığı artık
gereksiz hâle geldi. Çeşitli ülkelerde gazeteler kuruldu. Bu ülkeler,
çıkarttıkları gazeteleri birbirleriyle takas ettiler. Farklı ülkelerdeki
partilerin birbirleriyle tek bağlantısı bu. Uluslararası Birlik, öncelikle,
işçileri bir araya getirmek ve değişik milliyetler arasında etkin örgütlenmenin
uygunluğunu göstermek için kurulmuştu. Farklı ülkelerdeki tek tek partilerin
çıkarları birbirlerine asla benzemez. ‘Londra’da oturan enternasyonalist
liderler’ hayaleti, uydurmadan başka bir şey değil. Enternasyonalist örgütlenme
ilk tamamlandığında dışarıdaki şubelere dayatmada bulunduğumuz doğrudur. New
York’taki bazı şubeleri dışlamak zorunda kaldık, bunların arasında Madam
Woodhull'in öne çıktığı şube de vardı.[30] 1871 yılıydı. Hareketi kötüye
kullanmak isteyen, isimlerini vermeyeceğim birkaç Amerikalı politikacı var.
Onlar, Amerikalı sosyalistler tarafından iyi biliniyorlar.”
“Sizin
ve yandaşlarınızın, dine karşı tahrik edici demeçler verdiğiniz söyleniyor. Muhtemelen
sistemin tepeden aşağıya kökünden yıkıldığını görmek istersiniz.”
“Biz
şunu biliyoruz” dedi, biraz duraksayıp şu şekilde devam etti: “Dinin karşısına
şiddete başvuran tedbirlerle çıkmak anlamsız. Bir yandan da şu türden bir görüşe
sahibiz: sosyalizm geliştikçe din de ortadan kaybolacaktır.
Onu
eğitimin belirli bir role sahip olacağı toplumsal gelişme yok etmeli.”
“Boston’lı
vaiz Joseph Cook’u[31] tanıyor musunuz?”
“Adını
işittim, sosyalizm konusunda pek bir şey bilmeyen biri.”
“Kısa
süre önce sosyalizm konusunda verdiği bir vaazda şunu söyledi: ‘Bugün Karl Marx
itibarını, ABD’de, İngiltere’de, muhtemelen Fransa’da çalışma hayatındaki reformların
kansız bir devrimle gerçekleşeceğine, ama Almanya, Rusya, İtalya ve Avusturya’da
kan dökülmesinin gerekli olduğuna dair tespitine borçlu.’”
Doktor
gülümsedi ve şunu söyledi: “Hiçbir sosyalistin, Rusya’da, Almanya’da, Avusturya’da
ve eğer İtalyanlar şimdi izledikleri politikayı sürdürürlerse muhtemelen İtalya’da
kanlı bir devrim olacağı öngörüsünde bulunmasına gerek yok. Fransız Devrimi’nde
ortaya konulan eylemler, bu ülkelerde yinelenebilir. Bu, her siyaset
öğrencisinin görebildiği bir şey. Gelgelelim bu devrimler, çoğunluk tarafından
yapılacaktır. Bir devrim, bir parti değil, ancak bir ulus tarafından yapılabilir.”
Bunun
üzerine ben, “Adı geçen vaiz, sizin 1871’de Paris Komüncülerine yazdığınızı
söylediği bir mektuptan alıntı yaptı. Orada şunlar söyleniyormuş: ‘Henüz en
fazla 3.000.000 kişiyiz. Yirmi yılda 50.000.000, belki 100.000.000 olacağız. O
zaman dünya bizim olacak, çünkü iğrenç sermayeye karşı sadece Paris, Lyon, Marsilya
değil, Berlin, Münih, Dresden, Londra, Liverpool, Manchester, Brüksel, St.
Petersburg, New York, kısacası tüm dünya ayaklanacak. Tarihte eşi benzeri görülmemiş
bu yeni ayaklanma karşısında geçmiş, korkunç bir kâbus gibi yok olacak; aynı
anda yüz ayrı noktada alevlenen bu halk yangını, onun belleğini bile yok
edecek!’
Doktor,
bu alıntının size ait olduğunu kabul ediyorsunuz sanırım?”
“Asla
kabul etmiyorum, tek kelimesi bile bana ait değil. Hiçbir zaman böylesine fazla
duygusal saçmalıklar yazmam ben. Neyi yazdığım konusunda çok dikkatliyimdir.
Bu, o sıralarda Le Figaro’da benim imzamla yayımlandı. Ortalıkta uçuşup
duran buna benzer yüzlerce mektup vardı. London Times’a yazdım ve bu
yazıların altındaki imzaların sahte olduğunu söyledim. Neticede benim adıma
söylenen ve yazılan her şeyi tekzip edecek olsaydım, yirmi tane sekretere
gereksinimim olurdu.”
“Ama
Paris Komüncülerinden sempatiyle söz eden yazılar yazdınız, öyle değil mi?”
“Onlar
hakkında başyazılarda yazılanları göz önüne alacak olursanız, hiç şüphe yok ki
bu türden yazılar kaleme aldım, ama İngiliz gazetelerinde yayımlanan Paris
kaynaklı haberler, yazı işlerinde yapılan gafları çürütmek için oldukça yeterli
olacaktır. Komün, yalnızca altmış kadar insan öldürdü, cumhuriyetin emriyle
Komün’ü ezen Mareşal MacMahon ve onun kana susamış ordusu ise 60.000’in üzerinde
insan öldürdü. Hiçbir hareket, Komün kadar iftiraya uğramamıştır.”
“Peki,
o zaman, sosyalizmin ilkelerini yerine getirmek için, ona inananlar suikast ve
kan dökmeyi savunuyorlar mı?”
“Hiçbir
büyük hareket, şimdiye kadar kan dökmeden yola koyulmamıştır. Amerika’nın
bağımsızlığı kan dökülerek kazanıldı, Napolyon, Fransa’yı kanlı bir süreç
sonunda ele geçirdi ve aynı araçlarla devrildi. İtalya, İngiltere, Almanya ve
tüm diğer ülkeler bu tespitin kanıtlarıyla dolu. Suikast konusuna gelince… bu
mevzu, yeni bir şey değil. Orsini, Napolyon’u öldürmeye kalkıştı; krallar, herkesten daha fazla kişiyi öldürdüler; Cizvitler öldürdü; Cromwell döneminde Püritenler
öldürdü. Tüm bu olaylar, sosyalizmin doğumundan önce yaşandı. Ancak şimdi bir
krallık ya da devlet mensubuna karşı yapılan her suikast girişimi sosyalizme isnat
ediliyor. Sosyalistler, günümüzde Alman İmparatorunun ölümüne çok
üzüleceklerdir. O, varolan hâliyle çok yararlı. Bismarck, olayları uç noktalara
götürmekle davaya herhangi bir devlet adamından daha fazla hizmet etmiştir.”
Dr.
Marx’a Bismarck hakkında ne düşündüğünü sordum. Şu cevabı verdi:
“Napolyon
düşene kadar bir deha olarak görüldü; sonra ona ‘aptal’ dendi. Bismarck, onun
izinden gidecektir. O, birleşme bahanesiyle uygulamaya koyduğu despotizmle
koyuldu yola. Bu gidişin sonu bellidir. Son hamle, darbeyi andıran bir
hamledir, gelgelelim başarısızlığa uğrayacaktır. Fransız sosyalistleri gibi
Alman sosyalistleri de 1870 savaşını sadece hanedan savaşı olduğu için protesto
ettiler. Alman halkına, eğer savunma savaşı gibi gözüken bu savaşın bir fetih
savaşına dönüşmesine izin verirlerse, askerî despotizmin kurulmasıyla ve
üretici yığınların acımasızca bastırılmasıyla cezalandırılacaklarını önceden
haber veren manifestolar yayımladılar. Fransa’yla onurlu bir barış için
toplantılar düzenleyen ve manifestolar yayımlayan Almanya’daki Sosyal Demokrat
parti, Prusya hükümeti tarafından hemen kovuşturmaya uğradı ve önderlerinin
çoğu tutuklandı. Bununla birlikte, Alman meclisindeki temsilcileri, Fransız
topraklarının zorla ilhakını protesto etmeye tek başlarına ve çok gayretli bir
biçimde cesaret ettiler. Ancak Bismarck, politikasını zor yoluyla sürdürdü ve
insanlar, Bismarck’ın dehasından söz ettiler. Savaş yapıldı. Artık fetih
yapamadığında ondan orijinal fikirler bulması istendi, ama bu konuda açık bir
biçimde başarısızlığa uğradı. Halk, ona inancını yitirmeye başladı. Popülerliği
zayıfladı. Onun paraya gereksinimi var ve bu, devletin de paraya gereksinimi
olduğu anlamına geliyor. Yalandan bir anayasa altında, askerî planları ve
birlik planları için, halkı artık daha fazla vergilendiremeyeceği noktaya kadar
vergilendirdi ve şimdi bunu bir anayasa bile olmadan yapmaya çalışıyor.
Dilediği gibi para toplamak amacıyla, sosyalizm hayaletini canlandırdı[32],
kendi iktidarı döneminde bir ayaklanmayı meydana getirmek için elinden gelen
her şeyi yaptı.”
“Berlin’den
sürekli haberler alıyor musunuz?”
“Evet,
dostlarım beni sürekli haberdar ediyorlar. Berlin tümüyle sakin. Bismarck, bu
anlamda hayal kırıklığına uğradı. Aralarında milletvekilleri Hasselman,
Fritsche ve Rackow’un, Bauman’ın ve Frei Presse’ten [“Özgür Basın”]
Adler’in de bulunduğu önde gelen kırk sekiz kişiyi[33] sürgüne gönderdi. Bu
adamlar, Berlin işçilerini sakin tuttular. Bismarck bunu biliyordu. Bu kentte
açlık sınırında 75.000 işçinin olduğunu da biliyordu. Bu önderler gittiğinde,
düzensiz kalabalığın ayaklanacağından emindi ve bu bir katliam karnavalı için
başlangıç işareti olacaktı. O zaman tüm Alman İmparatorluğu’nda bütün vidalar
sıkıştırılacaktı; onun küçük kan ve balyoz teorisi geniş kabul görecekti, böylelikle
istenildiği kadar vergi toplanabilecekti. Şimdiye kadar hiçbir ayaklanma yaşanmadı,
dolayısıyla Bismarck şaşkına dönmüş durumda. O, artık tüm devlet adamlarının
alay konusu.”
Dipnotlar:
[1] İşsizlere yönelik yürüttüğü ajitasyon faaliyeti dâhilinde, 25 Aralık
1873 günü gazete birinci sayfasındaki dört sütunu Avrupa ve Amerika’daki
komünist hareketin tarihine ayırdı. Burada Marx kurucu isim olarak
anılmaktaydı. Makale, şu tespitlere yer vermekteydi: “Bu adamların dile
getirdiği talepler ve ilkeler yabani, topluma zararlı ve yıkıcı. Ülkemiz bizi
bir süreliğine bu düşüncelerden kurtaracaktır, ama gene de şehirlerimiz
enternasyonalizmin yol açacağı tehlikelerle mücadele edecek şekilde hazırlanmalıdır.”
Ardından, 5 Ocak 1874 günü gazete şunu yazdı: “Her bir eyaletin sadece Paris ve
Berlin’de değil, New York ve Şikago’da da çalışma yürütecek olan Karl Marx’a
bağlı isimlerin eylemlerine karşı büyük bir ciddiyetle hazırlanması gerekiyor.”
Philip Kinsley, The Chicago Tribune: Its First Hundred Years. Cilt.
2 s. 190-91, (Şikago, 1945).
[2]
Bahsi geçen dönemde Tribune’ün günlük sabah baskı adedi 25.000’ti. buna
bazen ek baskılar dâhil oluyordu. Pazar baskısının adedi ise 33.000’ti. bazen
bu sayı 50.000’in üzerine çıkıyordu. Haftalık çıkan gazetenin sayfa adedi 12’ydi,
Pazar baskısı ise 16 sayfaydı. Belirli makaleler sonradan başka baskılarda
yeniden paylaşılsa da Marx’ın mülâkatına sadece bir kez yer verildi. Tribune’ün
tahminine göre satılan her bir nüsha dört kişi tarafından okunmaktaydı.
[3]
10 Ocak 1879, Cilt. II, Sayı 10, s. 2, sütun 4-6.
[4]
11 Ocak 1879, Cilt. II, Sayı 8, s. 8, sütun 2-6.
[5]
11 Ocak 1879, Cilt. I, Sayı 18.
[6]
Social Democrat günlük çıkıyordu. 9 ve 10 Nisan 1879 tarihli nüshalarında “Karl
Marx’la Amerikalı Bir Muhabirin Sohbeti” başlığı altında mülâkatın çevirisine
yer verildi: Cilt. V, Sayı 84, s. 1, sütun 1-4, ve Sayı 85, s. 1, sütun 4 ve s.
2, sütun 4.
[7]
28 Kasım 1878-10 Nisan 1879 arası dönemde Marx ve Engels arasındaki yazışmalar
dâhilinde sadece altı mektubun yazıldığını biliyoruz. Fakat bu mektuplardan mülâkatta
hiç söz edilmiyor.
[8]
Karl Obermann, bu fikri mülâkatın “o dönemde Şikago’da hissedilmeye başlanan
anarşist sapma” ile ilgili tespiti üzerinden dile getiriyor. (11. dipnotta belirtilen
makalenin 67. sayfasına bakınız.) Anarşist hareket, ilkin Şikago’da 1879
yazında Amerikalı Sosyal Demokratlar arasında gelişti. Sonra bu hareket
kendisini Aralık 1879’da Allegheny’de düzenlenen Sosyalist İşçi Partisi Ulusal
Kongresi’nde hissettirdi.
[9]
1876-1878 arası dönemde ABD’de bir dizi Almanca-İngilizce yayın yapan gazete çıkmaya
başladı. 1879 yılında faaliyetlerine devam eden günlük gazeteler şunlardı: Philadelphia
Tageblatt, New York Volkszeitunq ve Chicago Vorbote. Bir de
İngilizce yayımlanan ve haftalık çıkan gazeteler vardı: New York’ta Labor
Standard, Şikago’da Socialist.
[10]
Mülâkatın son paragrafında Marx, bazı önemli isimlerin Almanya’dan kovulması ve
yol açtığı sonuçlar üzerinde duruyor. Bu kişilerin ülkeden kovulduklarını
insanlar 30 Kasım 1878 günü öğreniyorlar. O dönemde Londra’dan Şikago’ya bir
mektubun gitmesi yaklaşık üç hafta sürüyor. Dolayısıyla, bu mülâkat Aralık 1878’in
ilk haftasında yapılmış olmalı, aksi takdirde makale son tarih olan 5 Ocak’ta
okumaya hazır hâle getirilemezdi.
[11]
Karl Obermann, “Die Beziehungen von Marx und Engels zur Amerikanischen Arbeiter
bewegung in der Zeit Zwischen der I. und II. Internationale, s. 62-71, Zeitschrift
fur Geschichtswissen-Geschichtswissen Berlin, 1964 Sayı 1. Obermann,
Socialist gazetesinin 66. sayfasında çıkan makalesinden bir paragraf aktarıyor.
Yayımlandıktan sonra bu paragraf şu çalışmanın Rusya’da çıkan ikinci baskısında
yer alıyor: The Complete Works of !DOCTYPE, (Socineniya, Cilt. 34, s.
404).
[12]
Louis Lazarus, Second supplement to “Marx and Engels: American manuscripts and
imprints, 1846 to 1898,” #E 33c, Library Bulletin of the Tamiment Institute
Library of New York, Sayı 40, Mayıs 1964.
[13]
Bert Andréas, “Marx fiber die SPD, Bismarck und das Sozialistengesetz, Archiv
Fur Sozialgeschichte içinde, Band S(1965), Hannover, s. 363-76.
[14]
1969 yılında başka bir gazetenin yayın yönetmenliğini yaparken Profesör Albert Reiss
bu mülâkattan beni haberdar etti. Orijinal gazetenin fotokopisini temin
ettikten sonra mülâkattan bazı bölümleri seçip şu çalışmada yayımladım: News
From Nowhere, DeKalb, Illinois, Cilt. 1, Sayı 6, Mart 1969, s. 15.
[15]
“Interview mit dem Grundleger des modernen Sozialismus Besondere Korrespondenz
der ‘Tribune’” Karl Marx. Friedrich Engels. Werke, Band 34, Berlin,
1966, metin: s. 508-516, notlar: s. 619-20, (Andréas’ın giriş yazısı ve notları
sonradan eklendi).
[16]
Andréas, giriş yazısında ve eklediği dipnotlarda mülâkatın hakiki olduğunu ispatlamak
için uğraşıyor. Marx ve Engels yazışmalarında bu mülâkattan söz etmiyorlar. Ama
bu ikili, aynı malzemeyi kullanarak kaleme alıyorlar mektupları ve makaleleri. Yorumları
birebir örtüşüyor. Bu durum, mülâkatın ardından yazılan makale ve mektuplar
için de geçerli. Bu anlamda, muhabirin Marx’ın ilk çalışmalarını temel alarak
bu mülâkatı kafasından uydurmuş olamaz.
[17]
The Chicago Tribune, 5 Ocak 1879 Pazar, Cilt. VI, Sayı 6, s. 7.
[18]
5 Mayıs 1818 doğumlu olan Marx o günlerde 61 yaşındaydı.
[19]
Marx, ABD’de geniş bir arkadaş çevresine sahipti. Bunların büyük bir kısmıyla
düzenli olarak mektuplaşıyordu. Enternasyonal’in eski genel sekreteri F. A.
Sorge ve Çartist hareketin eski lideri G. J. Harney, Marx’ı Amerika’daki
gelişmeler konusunda bilgilendiriyor, kendisine hükümete ait belgeleri ve hukuki
metinleri gönderiyordu. Marx’a aynı zamanda Massachusetts Çalışma
İstatistikleri Bürosu Başkanı Carroll D. Wright da kimi önemli resmi belgeleri temin
ediyordu. Marx bu belgeleri Kapital’in ikinci cildi üzerine yürüttüğü
çalışma esnasında kullandı. Bkz.: Marx’tan Sorge’ye 19 Ekim 1877 Tarihli ve 19 Eylül
1879 Tarihli Mektuplar, aynı zamanda Marx’ın Engels’e Gönderdiği 25 Ağustos
1879 Tarihli Mektup.
[20]
John Chandler Bancroft Davis, 1874-1877 arası dönemde Amerika’nın Berlin
Büyükelçiliği’ni yaptı. Dışişleri Bakanı Hamilton Fish’e sunduğu 10 Şubat 1877
tarihli resmi raporun bir bölümünde Alman sosyalizmi ele alınmaktaydı. Rapora
şuradan ulaşılabilir: ABD Dışişleri Bakanlığı, ABD’nin Dış İlişkileriyle
Bağlantılı Evrak, Washington, 1877, #111, s. 175-180.
[21]
Alman Sosyalist Partisi Programı’nın programı ilkin 1875’te kaleme alındı. Metin
sonrasında, 5 Mayıs günü Gotha Programı’nın Eleştirisi isimli çalışmasında Marx
tarafından eleştirildi. Program, 25 Mayıs 1875 günü Gotha’da Eisenachçı ve Lasalcı
partilerin birlik kongresince benimsendi. Üç kısımdan oluşan metne iki bölümden
oluşan sosyalist talepler de eklendi. Birinci kısımda “devletin kuruluşu” ile
ilgili altı talep sıralanmaktaydı. 2. Kısım ise “mevcut toplumda” gerçekleştirilecek
sekiz husus aktarılmaktaydı. Marx’ın özetlediği, işte bu 14 talepti.
[22]
Bu cümle, “öneriler sunma ve veto etme hakkı” ifadesini de içermekteydi.
[23]
Nihai baskısında altıncı maddede geçen “Vicdan Hürriyeti” ifadesinin yerine “Din
özel bir meseledir” ibaresi kullanıldı. Program eleştirisinde Marx, “işçi
partisinin burjuva ‘vicdan hürriyeti’ anlayışının her türden din temelli vicdan
hürriyetine hoş görü göstermekten başka bir şeyi ifade etmediğini, kendisinin vicdanı
din denilen vesveseden kurtarmak için gayret ettiğini söylemesi gerektiğini”
söylüyordu. Ona göre, kimse “burjuva düzey”i aşma arzusunda değildi.
[24]
Orijinal programa başka bir talep daha dâhil edildi, ama bu talep yukarıda
aktarılmıyor. Bu talepte “Tüm işçi yardım kuruluşlarının ve işçiye dost
derneklerin tam anlamıyla özyönetime tabi olması gerektiği” üzerinde
durulmaktaydı. Orijinal programı olduğu gibi aktarmaya çalışan makalesinde Andréas
mülâkattaki bazı kelimeleri değiştirmiş ve 11 yerine 13 talep sıralamış.
[25]
Berlin Büyükelçisi Davis’in raporu hatalı, çünkü on ikinci maddeyi ekliyor ve
orada “demokratik idare altında olan sanayileşmiş toplumlara devlet yardımı ve
kredisi verilmesi” önerisine yer veriliyor. Ardından Davis, bu maddeyi neden bir
gerekçe değil de bir madde olarak metne eklediğini izah ediyor. “Şubat 1875’te
mecliste yaptığı konuşmada İçişleri Bakanı Kont Count Eulenburg, kredi ve
yardım meselesi üzerinde durdu. Sosyalistlerin emek araçlarını devlet
mülkiyetine geçirmeyi, emeğin ortaya koyduğu sonuçların kamu yararına olacak
şekilde, bizatihi toplum tarafından düzenlenmesini talep ettiklerini söyledi.”
[26]
1850-1851’de Kaliforniya’da altının bulunması ve demiryolu inşaatının
hızlanması ile birlikte enflasyon hızla arttı. Bunun sonucunda işçileri
örgütleme çalışmaları yoğunlaştı, ücret artışları talep eden hareket güçlendi. 1854-1855’teki
buhran döneminde, bilhassa 1857’deki yoğun işsizlik döneminde sendikalar büyük
bir darbe aldı ve birçoğunun kapısına kilit vuruldu. Hayatta kalanlar ücretleri
artırma konusunda önemli başarılar elde ettiler. İç savaşa rağmen ülke genelinde
sendikalar ve federasyonlar faaliyetlerini sürdürdü, sendikalaşma, ekonomik
canlanmaya tanıklık eden savaş yıllarında epey yaygınlaştı.
[27]
Marx ve Lassalle arasındaki yazışma 1862 yılında sona eriyor. Bu mektuplarda
Lassalle’a atfedilen taktikten hiç bahsedilmiyor. Andréas’a göre: “Lassalle’ın
işçilere yönelik ajitasyon faaliyetleri 12 Nisan 1862’de verdiği dersle
başladı. Bir hafta sonra, Pazartesi günü işçi programı basıldı, ancak orada
bile kooperatif birliklere devletin yardım etmesi fikrini savunmuyordu. Lassalle
bu fikrini kamuoyuna ilk kez 1 Mart 1863 tarihli Offnes Antwortschreiben
[“Açık Cevap Mektubu”] isimli çalışmasında duyurdu.
[28]
Gotha Programı’nın Eleştirisi isimli çalışmasında Marx, işbirliğini her
derde deva olarak sunan sahte doktor önerisini “peygamber ilâcı” olarak nitelendirdi.
[29]
Eylül 1872 tarihli Lahey Kongresi Birinci Enternasyonal’in eksiksiz tamamlanan
son toplantısıydı. Kongrenin odağında, genel konseydeki iktidar mücadelesi
duruyordu. Marksistler, örgütü bir arada tutmak için mücadele ederken, Bakuninciler
merkezsiz kılmak derdindeydiler. Bu mücadeleyle birlikte örgüt dağılma
tehlikesiyle yüzleşti. Neticede 1876 yılında kendi içinde tutarlı ve bütünlüklü
bir yapı olan Enternasyonal dağıldı. Anarşist bir ekip 1881 yılına dek
mücadelesini sürdürdü.
[30]
Victoria Woodhull (1838-1927): Amerikalı burjuva feministi, iş kadını ve sırf
kendi zevklerini ve hazzını düşünen biri. Marx onu “bankacı karısı, özgür aşk
sevdalısı ve bir şarlatan” olarak tarif ediyor. Cornelius Vanderbilt’in desteğiyle
bir komisyoncu firmasını işleten Woodhull, bir de Woodhull ve Claflin’s
Weekly isminde bir gazete çıkartıyor. 1871’de New York’taki 12. Seksiyon’daki
gücünü kullanarak, Enternasyonal’e bağlı Kuzey Amerika Federasyonu’nun
yönetimini ele geçirmeye çalışıyor. Genel konsey, Mayıs 1872’deki Lahey
Kongresi’nde anarşizme karşı verilen mücadele kapsamında 12. Seksiyon’u Enternasyonal’dan
kovuyor. Marx konuyla ilgili açıklamasını Mayıs 1872’de yapıyor. Bu açıklama
için bkz.: Documents of the 1st International (Moskova, 1964), V, s. 323.
[31]
Joseph Cook (1838-1901) profesyonel bir vaiz ve evanjelist. 1874 yılından
itibaren Boston Monday Vaizliği’nde yaklaşık yirmi yıl çalıştı. Bir yandan da
hem ABD’yi hem de dünyayı dolaştı. Cook, din ve bilimle ilgili her türden konuya
dair konuşmalar yapan bir isimdi. Amacı, Kitab-ı Mukaddes dâhil tüm
Hristiyanlığın modern bilgi ve bilimle eksiksiz bir uyum içinde olduğunu
ispatlamaktı. Cook’un vaazları, onu emek ve sosyalizm konusunda uzman biri
olarak gören orta sınıf içerisinde epey destek buldu. Görüşleri ülke genelinde
birçok gazetede yayımlandı. Bkz.: Boston Monday Lectures, 11 Cilt.
Houghton, Osgood, & Co., Boston, 1877-1888.
[32]
Metnin geri kalan kısmı, şu yayında bir miktar değiştirilmiş: The Socialist,
Şikago, 11 Ocak 1879, Cilt. I, Sayı 18, Karl Marx Well-Informed [“Bilgili
Karl Marx”] adıyla yayımlandı. Obermann, bu İngilizce metni 11. dipnotta bahsi
edilen makalesinin 66. sayfasında bir alıntı olarak, Almanca tercümesiyle
birlikte yeniden paylaştı.
[33] Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin kurucusu August Bebel, otobiyografisinde “48 saat içinde hepimizin iyi tanıdığı 67 partilinin kovulduğunu” söylüyor (Aus Meinem Leber, Stuttgart, 1914, Cilt 3, s. 24). İki sayıyı ya Marx ya da muhabir karıştırmış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder