Klasik
Marksizm, kapitalist toplumun çelişkilerini analiz ediyor, bu toplumun devrimle
yıkılışı için gerekli araçları ortaya koyuyor. Sömürge dünyası konusunda ise
Marx ve Engels, bazen çelişkili şeyler söylüyor, Britanya İmparatorluğu’nun
“tarihin bilinçsiz aleti” olduğuna dair, farklı yönlere çekiştirilebilecek
laflar ediyor. Marx ve Engels’in analizinde işçi sınıfı hareketi, merkez
ülkelerle sömürgeler arasında kurulan bağları dikkate almak zorunda olan bir
güç olarak takdim ediliyor, ama gene de bu analizin kısmi ve eksik kaldığını
görmek gerekiyor.[1]
Marksizmin
millet ve sömürge meselesiyle ilgili mirasını geliştirmek, Lenin’e düştü.
Özelde Lenin, sömürge ve yarı sömürge ülkelerde gerçekleşecek devrimle gelişmiş
kapitalist toplumda gerçekleşecek devrim arasındaki bağın niteliği üzerinde
durdu. Sosyalistlerin yüzleştikleri görevleri ise şu şiar ile özetliyordu: “Tüm
ülkeleri ve ezilen halkları, birleşin!”
Lenin,
Marx’ın yazılarında bu bağla ilgili bir formülün bulunmadığının farkındaydı,
fakat gene de Komünist Manifesto ve orada geçen “tümüyle farklı
koşullarda” ifadesi üzerinde durma gereği duyuyordu. Devrim biliminin görevi,
kendisini bulunduğu ortamdaki bu türden değişikliklere uyarlamaktı.[2]
Yeni
Sovyet devleti içinde yer alacak doğulu ülkelerde bu ilkeleri uygulamaya koymak,
Sovyet hükümetinin, özelde de Halkın Milliyetler Komiserliği’nin
sorumluluğundaydı.[3] Sovyetler’in kontrolü dışındaki ülkelerde ise sorumluluk,
sömürge devriminin stratejisi ve taktiğinin formüle edilmesinde önemli bir rol
üstlenmiş olan Komintern’deydi. 1919-1924 arası dönemi kapsayan ilk döneminde
Sovyet idaresinin ortaya koyduğu çabalar, bir dizi tartışmayı da tetikledi.
Burada
öncelikle Komintern’in sömürge dünyası için geçerli bir devrim stratejisi
geliştirirken yüzleştiği açmazlar ve sorunlar ele alınacak. Daha başta
Komintern’in geliştirdiği politikalar, ne tür kusurlar içeriyor olursa olsun,
onun eşi benzeri görülmemiş bir çalışma ortaya koyduğunu söylemek lazım.
Komintern’in liderlerine göre, kendisini önceleyen İkinci Enternasyonal, ya
sömürgeler dünyasını göz ardı etmişti ya da emperyalizmden yana saf
tutmuştu.[4]
Bugün
Komintern’in yüzleştiği sorunların niteliği, onun yaptığı yanlışlar ve elde ettiği
başarılar ışığında ele alınmalı.
I
Yeni
kurulmuş olan enternasyonalin başına bela olan en ağır sorunlardan biri de
örgütlenme sorunu idi. Enternasyonal’in Sovyet hükümeti içerisinde dış
ilişkileri yürütme işinden sorumlu dışişleri bakanlığı (Narkomindel) ile
ilişkileri önemli bir meseleydi. Bu ilişki dâhilinde Bolşevikler, politik bir
açmazla yüzleştiler ve bu açmazı yürütülecek faaliyetlerde hesaba katmak
zorunda kaldılar. Bu açmaz, esasen şu soruyla ilgiliydi: Dışişleri bakanlığının
batılı kapitalist devletlerle kitaba uygun bir biçimde yürüttüğü diplomatik
ilişkileri, Komintern’in aynı anda teşvik edip desteklediği, o devletleri
yıkmak için verilen mücadeleyle uzlaştırmak mümkün mü?
Devrimi
takip eden yıllarda Sovyet devletinin yürüttüğü dış politika ile Komintern’in
devrimci faaliyetleri arasında ayrım yapmak, gereksiz bir pratik olarak
görülüyordu. Kamenev bir yazısında, iki yapı arasında güçlü bir bağ bulunduğunu
söylüyordu. Ona göre, biri olmazsa diğeri de olmazdı.[5] Dışişleri Bakanı
Çiçerin de bu görüşteydi. Tespitine göre, “Sovyet devletinin dış politikası,
gayet basit ve açıktı: dünya proletaryası ile tüm kapitalist iktidarlara karşı
giderek sertleşen düşmanlık arasında güçlü bağlar kurmak. Çiçerin devamında,
“Komintern’in kuruluşunun en önemli tarihsel olay olduğunu ve onun o yıl
yürütülen tüm dış politikayı etkilediğini” söylüyordu.[6]
İlk
başta Komintern, Rus Komünist Partisi’nin ve Sovyet devlet idaresinin tabi
olması gereken üst yönetim olarak tasavvur edilmişti. O dönemde RKP, İşçi
Muhalefeti grubunun “Komintern adıyla teşkil edilmiş olan, sınıfa ait komünist
teşkilâtın üst organı”na başvurma hakkı olduğunu açıktan dile getirmişti.
Zinovyev, sosyalist hareketin Batı Avrupa’da başarı kazanması durumunda,
Komintern’in faaliyetlerini yürüteceği ana merkezin oraya taşınmasını
önerdi.[7] Teşkilât, işlerini ilk başta “beynelmilel sosyalizmin dili” olarak
Rusçadan ziyade Almanca olarak belirledi.
Fakat
ilgili dönemde sosyalizm nüfuz alanını Sovyet Rusya devletinin sınırları
ötesine doğru genişletemedi. Kısa süre içerisinde Zinovyev’in de tespit ettiği
biçimiyle, “Rus Komünist Partisi’nin Komintern içerisinde daha çok çıkması”
gibi bir durumla karşılaşıldı. Ona göre, Birinci Enternasyonal’i kuran ana ülke
olarak Fransa’nın yolundan giden Rusya, Üçüncü Enternasyonal’in ana ülkesiydi.[8]
Kısa süre içerisinde Bolşevik liderlerin içinde yer aldığı konseylerde asıl
nüfuz sahibi güç dışişleri bakanlığı değil, başkanı önemli bir politik sima
olan Komintern olduğu görüldü.[9]
Bir
devrimci durumda iki kurum arasındaki ilişkinin muğlâk oluşunun pek bir önemi
yoktu. Fakat Avrupa’nın giderek istikrara kavuşup kapitalist güçlerle diplomatik
ilişkiler kuruldukça ikisi arasında ayrım yapma ihtiyacı gündeme geldi. Sovyet
hükümeti, diplomatik ilişkileri olağan seyri içerisinde yürüttü. Gelgelelim,
Komintern’le Sovyet hükümeti arasında herhangi bir bağ yoktu, ayrıca Sovyet
hükümeti, Komintern’in her türden eyleminin sorumluluğunu üstleniyordu.
Teşkilâtın merkezinin Moskova’da olmasının sebebi, komünist propagandaya ve
propagandacılara izin veren tek ülkenin Rusya olmasıydı. Merkezi Brüksel’de
bulunan İkinci Enternasyonal, Belçika hükümetiyle tanımlanamazdı, ama aynı
durum, Komintern ve Sovyet hükümeti arasındaki ilişki için geçerli değildi.[10]
Doğal
olarak büyük kapitalist güçler, kendilerine yönelik samimiyetten uzak tepkiyi
hoş karşılamadılar ve Sovyet hükümetini Komintern üzerinden, kendi çıkarları
aleyhine yürütülen propaganda yanında, hükümet eliyle, olağan seyir içerisinde
yürütülen propagandaya da son vermesini istediler. Sadece ticaretle ilgili
meselelerin görüşüldüğü, 1920 yılının yaz aylarında Sovyet hükümeti ile İngiliz
hükümeti arasında gerçekleşen müzakerelerde en önemli yeri, propaganda ve
ajitasyon meselesi işgal etti. Mart 1921’de anlaşmaya varıldı, anlaşmanın imza
edildiği günlerde İngiliz hükümetinin anlaşma hükümleri uyarınca Sovyetler’in
alması gereken tedbirlerin aktarıldığı bir mektup Sovyet makamlarına teslim
edildi. Bu mektubun ticaretle hiç alakası yoktu. Asıl derdi, Asya’da İngiliz
karşıtı propaganda idi. Çok farklı konuları içeren anlaşma hükümlerini
Sovyetler bir bir yerine getirdi: Taşkent’te açılmış olan propaganda okulu
kapatıldı, merkezi Bakû’de bulunan Propaganda ve Eylem Konseyi’nin kapısına
kilit vuruldu, ayrıca Asya ülkelerinde bulunan Sovyet diplomatlarına yeni
anlaşmanın hükümlerini ihlal etmemeye özel özen göstermeleri talimatı
iletildi.[11]
Bu
süreçte sömürge devrimi, Sovyet devletinin çıkarlarına açıktan feda edildi. Bu
gelişme, Asyalı radikaller arasında bir miktar ümitsizliğe yol açtı. İngiliz
istihbaratının eline geçen bir mektupta Bakû Konseyi’nin iki üyesi, ticaret
anlaşmasının çalışmalara ağır bir darbe indirdiğinden ve Doğulu komünistleri
tuhaf bir konuma sürüklediğinden söz edilmekteydi. O günlerde özellikle genç
Müslüman nesil, şu soruyu soruyordu: “Madem İngiltere savaşılması gereken en
önemli emperyalist güç, Sovyet Rusya onunla nasıl anlaşır?” Bu gençler,
İngiltere’ye verilen, Doğu’da propaganda yürütülmeyeceğine dair sözün kurgu mu
yoksa ciddiyetle kabul edilmiş politik bir adım mı olduğunu merak
ediyorlardı.[12] Bu sorunun cevabı yoktu. Zira İngilizlerin sert bir dille
kaleme aldıkları notanın ardından, Eylül ayında propagandanın dozu iyice
düşürüldü. 1923 baharında alınan “Curzon notası”ndan sonra ise Sovyetler bir
dizi tavizde bulundu. O günlerde bir grup doğulu Komintern emekçisi,
rahatsızlıklarını şu şekilde dile getiriyordu:
“Emperyalist ve kapitalist
güçler önünde diz çöküldü. Bu teslimiyet, son beş yıl içerisinde, bilhassa
bugün dahi elde edilen konumun tatmin edici olmaktan uzak olduğu Doğu’da
yürütülen tüm çalışmalara, toplamda beynelmilel komünizme büyük bir darbe
indirdi.”[13]
Neticede
kapitalist hükümetlerle kitaba uygun diplomatik ilişkiler kurmanın, bir yandan
da onları yıkma çağrısı yapmanın bir bedeli vardı. Sorun, sadece büyük Batılı
devletlerle ilişki kurmada değildi. Bağımsız, hatta kendisini “antiemperyalist”
addeden Asya devletlerini yöneten hükümetler de Sovyet hükümetiyle imza
ettikleri anlaşmalarda Sovyet destekli ajitasyon ve propaganda faaliyetlerinin
kendi ülkelerinde yürütülmesi konusuna pek sıcak yaklaşmıyorlardı.
Sovyetler,
Doğu’yla diplomatik ilişkilerini Ocak 1918 gibi erken bir tarihte kurmaya
başlamıştı, ama tümüyle teknik gerekçelere bağlı olmayan bir dizi sebebe bağlı
olarak İran, Türkiye ve Afganistan, Sovyetler’le anlaşmasını ancak 1921
baharında imzaladı.[14] Anlaşmalar ve onu önceleyen müzakere sürecine genelde
ortak düşman olarak görülen İngiliz emperyalizmine karşı dostluk ve dayanışma
duygularının dile döküldüğü açıklamalar eşlik ediyordu. Doğu’dan gelen elçiler,
kendi ülkeleri söz konusu olduğunda, Sovyetler’deki toplumsal düzene ait
ilkeleri kabule yanaşmıyor, bu ilkelerin gerektirdiği hususlardan kaçınmak için
titiz bir çalışma yürütüyorlardı. Oysa aslında imza edilen anlaşmalar, tersten,
genelde “her iki tarafı bağımsızlık temelinde Doğulu halkların özgürlüğünü
gözetmeyi”, “halkların genel arzuları uyarınca hareket etmeyi” (Afganistan),
“politik kaderini özgürce ve kısıtlama olmaksızın yaşama hakkını tüm milletlere
bahşetmeyi, tarafların diğer ülkenin içişlerine müdahaleden kaçınmasını” (İran)
ve “Doğulu halklarla Rus halkının özgürlük ve bağımsızlık hakkını, kendi istekleri
uyarınca kendi yönetim biçimini seçme hakkını tanımayı” (Türkiye) şart
koşuyordu.[15]
Bunlar,
hiç de sırf laf olsun diye verilmiş güvenceler de değildi. Sovyetler’in
Afganistan’da ve İran’da bulunan temsilcilerine Çiçerin, “komünizmin inşasıyla
ilgili suni girişimler”den uzak durulması ve “içişlerine hiçbir şekilde
müdahale edilmemesi” talimatını verdi.[16]
Bir
temsilcinin aktardığına göre Sovyet politikası, “ülkenin kural ve geleneklerini
tanıma ve onlara saygı gösterme, ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını
tanıma anlayışı üzerine kurulu”ydu. Bu temsilcinin ısrarla dile getirdiği
biçimiyle, “Sovyet hükümetinin politik veya toplumsal bir devrimin fitilini ateşlemek
gibi bir niyeti yoktu, asıl, dostluğumuza düşman olanlar, Sovyet kaynaklı kızıl
tehlikeye dair o dedikoduları kasıtlı olarak yayıyorlar”dı.[17]
Doğulu
hükümetler, Sovyet temsilcilerinin adımlarını dikkatle takip ettiler ve karşı
tarafı diplomatik ilişkilerin sürdürülmesinin tümüyle bahsi edilen türden
ilkelere pratikte riayet edilmesine bağlı olduğu konusunda uyardılar.
O
dönemde Doğu ülkelerinin içişlerine müdahale etmeyeceklerine dair taahhütte
bulunan Komintern liderleri, Türkiye gibi ülkelerle yapılan anlaşmaların “hem
Müslüman Doğu’da hem de Türkiye’de toplumsal devrimin olgunlaşma sürecini
hızlandıracağını” düşünüyorlardı.[18] Genel kanaate göre, Sovyet Rusya’nın
Doğu’daki nüfuzu, sosyalist propagandadan ve İngiliz karşıtı propagandadan geri
durulsa bile, gene de artmaktaydı. Bu, Sovyet Rusya’nın emperyalist bir güç
olarak hareket etmeyi öngören anlayışa karşı çıkması ve yürüttüğü dış
politikasının aydınlatıcı bir özelliğe sahip olmasının bir sonucuydu. Türkiye
ve İran’la imzalanan anlaşmalarda görülen izah etmeye yönelik çaba, bu
aydınlatıcılığın kanıtıydı. Ama zaman geçtikçe Doğulu hükümetlerin
antiemperyalist yönlerini büyük bir tutkuyla beyan etmek istedikleri, bu konuda
epey hevesli oldukları görüldü. Gelgelelim, süreç içerisinde bu hükümetlerin
emperyalist devletlerle kurdukları ilişkiler, bu kıymetli duyguların özüyle
kimi noktalarda çelişti. Bir yandan da Sovyet hükümetiyle imzalanan anlaşma
hükümlerine uyum gösterme konusunda da sorun yaşamadılar.[20]
Doğrudan
veya dolaylı olarak yürütülen devrimci ajitasyon ve propaganda çalışmalarını
yasaklayan anlaşmalar, böylelikle Bolşevik liderlerin elinden sosyalizm
davasının mevzi kazanmasını sağlayacak tüm imkânları alıyordu. Bu, kendisini
yabancı ülkelerde toplumsal düzeni devrim yoluyla dönüştürme davasına bağlamış,
ama bir yandan da o yabancı devletlerin hükümetleriyle resmi ilişkiler kuran
bir devlet, ilk açmazıyla yüzleşti. Ne var ki bu, son açmaz olmayacaktı.[21]
II
1920’de
düzenlenen İkinci Komintern Kongresi’nde gerçekleştirilen tartışmaların en
önemli başlıklarından biri de kapitalist olmayan ülkelerde Sovyet hareketinin
örgütlenmesi meselesiydi. Lenin, bu ülkelerde sovyetlerin kurulabileceğini
söylüyordu. Bunların doğrudan işçi sovyeti olmasa bile köylü veya emekçi
sovyeti olması mümkündü. Ayrıca Lenin’e göre, Sovyet yardımı alan, etkili bir
propaganda faaliyetinin sürdüğü sömürge ülkelerde kapitalist gelişme aşamasının
üzerinden atlanabilirdi.[22] Zinovyev, bu değerlendirmeyi şu cümlelerle
yorumlamaktaydı:
“Uzun zamandır ‘her bir
ülke, önce kapitalizm aşamasından geçmeli, büyük fabrikalar kurulmalı, işçiler
şehirlerde toplaşmalı, ancak o zaman sosyalizm meselesi gündeme gelebilir’ diye
düşünüldü. Artık bu şekilde düşünmüyoruz. Şu andan itibaren, yani Rusya gibi
bir ülke, kapitalizmin zincirinden koptuğu, işçiler, proleter devrim meselesini
gündeme aldığı andan itibaren, Çin, Hindistan, Türkiye, İran, Ermenistan,
doğrudan sosyalist düzen için mücadeleye başlayabilir, başlamalıdır da.”[23]
Bunlar,
esasen iyimser görüşlerdi. Zamanla bunun böyle olduğu görüldü. Yerli halkların
toplumsal ve kültürel geleneklerinin güçlenmesine hiç izin vermediler. Eylül
1920’de Bakû’de toplanan Birinci Doğu Halkları Kurultayı, bu hususun önemli
olduğunu ortaya koydu. Bir raporda dile getirildiği biçimiyle, “Ateşli
konuşmalara tanıklık edilen kurultayın genel etkisini en çok da çok sayıda
Müslüman temsilcisinin namaz için salon dışına çıkması kırdı.”[24] İngiliz ve
Fransız emperyalizmine açıktan saldıran birçok konuşma yapıldı, ama salona daha
çok ilk elden dikkati çekecek güce sahip olan milliyetçilik hâkimdi. Delegeler,
sık sık Sovyetler’e ait motiflere ve düşüncelere dair şüphelerini dile
getiriyor, politik ve kültürel meselelere dışarıdan kimsenin müdahale
etmemesini istiyorlardı.[25] Birçoğu, aslında Bakû’ye ticaret yapmak ve kâr
peşinde koşmak için gelmişti. Şüpheli görülen, açıktan spekülatörlük yapan bazı
delegeler şehirden kovuldular.[26]
Radikal
partilerin doğrudan sosyalist düzenin inşası aşamasına geçmek için uğraş
verdikleri Doğu ülkelerinde yüzleşilebilecek güçlüklerin en net kanıtlarından
biri de Gilan olayı idi.
18
Mayıs 1920 günü kızıl güçler, Hazar Denizi’ne kıyısı bulunan Enzeli şehrinin
limanını ele geçirdiler. Gilan eyaletinde, Reşt kentinin yakınlarında bulunan
Enzeli, İngiliz-Hint garnizonunun kaçması ardından, tümüyle kızıl güçlerin
eline geçti. 4 Temmuz günü cumhuriyet ilân edildi. İranlı demokrat Küçük Han
liderliğinde geçici devrimci hükümet kuruldu. Hükümet üyeleri, Sovyetler’de
olduğu gibi “komiser” unvanını kullanmaya başladılar.[27] Ancak, Halkın
Dışişleri Komiserliği (dışişleri bakanlığı) raporunda da dile getirildiği
biçimiyle, eyalet genelinde komünizmi inşa etme teşebbüsü başarılı olmadı. Din
karşıtı propaganda ve toprak ağalarının mallarına el konulmasına dönük adımlar
sebebiyle hükümet, kitlelerden gerekli desteği göremedi. Din karşıtı
propagandaya öfkelenen halk, kendisine verilen toprakları almayı reddetti.[28]
Sonrasında
İran Komünist Partisi, yeni merkez komitesini seçti. “Parti, Gilan’da yürütülen
komünist politikanın başarısız olduğu gerçeği netlik kazanınca, İran’da
devrimin burjuva aşamasından geçmesinin zaruri olduğuna dair bir karar
aldı.”[29] Ocak 1921’de Adalet Partisi ismini taşıyan İran Komünist Partisi’nin
görevlerini ve sosyo-ekonomik durumu ele alan tezler benimsendi. Tezlerde
ısrarla partinin komünist tedbirleri hemen almaktan kaçınması gerektiği
üzerinde duruldu ve aynı zamanda İran’da komünizmin erken bir dönemde sahneye
çıkışının imkânsız olduğu kabul edildi. Tezlerde ayrıca kültürel ve dini
önyargıların sahip olduğu güç üzerinde durulmaktaydı. Partinin
değerlendirmesine göre, ayrıca Gilan olayı Rus hâkimiyeti tehdidini yeniden
gündeme getirdi ve bu hâliyle İngiliz karşıtı hareketi zayıflattı. Genel kabule
göre, Rusya’nın yapacağı her türden silâhlı müdahale, devrimci harekete zarar
vermekten başka bir sonuç üretmeyecekti. Parti, bu düzlemde proletaryadan orta
burjuvaziye dek uzanan tüm sınıfların desteğini güvence altına alma işine
yoğunlaşmalı, küçük burjuvazinin ve aydınların çıkarlarını temsil eden
partilerle işbirliği kurmak için uğraşmalıydı.[30]
Safarov’un
yorumuna göre, Küçük Han’ın sunduğu desteğe verilen önem, “esasında sadece
dünya emperyalizminin lehine olacak şekilde işleyen gerçek güç ilişkilerine
dair abartılı değerlendirmelerin bir sonucuydu.” İşçi sınıfı örgütünün zayıf
olduğu yerde “devrimci maceracılık”tan uzak durulmalıydı. Dini, kabilevi ve
kültürel önyargıların güçlü olduğu Doğu ülkelerinde uzun bir geçiş aşamasından
veya bir NEP döneminden geçilmesi zaruriydi.[31]
10
Ekim 1920’de Pravda için yazdığı yazısında Stalin de geri kalmış
bölgelerde faaliyet yürüten komünistlere aynı uyarıyı yapıyordu. Stalin’e göre,
bu komünistler, bu geri kalmış halk kitlelerini hızla komünist harekete bağlama
hedefiyle “süvari baskınları” düzenleyip halkı kendilerinden
uzaklaştırmamalılardı.
Stalin,
bu uyarı bağlamında şu türden gelişmeleri anımsatmaktaydı: iç savaş döneminde
kapalı olan pazarların yeniden açılmasına izin verildi. Özel ticaret teşvik
edildi. Mülkiyet haklarına, hatta zenginlerinkine bile, saygı gösterildi.
Devletin el koyduğu camiler cemaatlerine teslim edildi. İslam şeriatına ait
yargı usullerine ve Müslüman okullarına izin verildi.[32]
Devamında
Stalin, “zor ama imkânsız olmayan sosyalizme geçiş görevini ifa edebilmek için,
bu halkların içinde bulundukları özel ekonomik koşullar, tarihsel geçmiş, yaşam
tarzı ve kültürleri dikkate alınmalı” diyordu.
Roy
ise ikinci kongrenin yapıldığı dönemde bu genel “sömürge ve yarı-sömürge
ülkeler” kapsamına giren bölgelerin ve halkların birbirlerinden ne kadar farklı
olduklarını anlayan insan sayısının bir elin parmaklarını geçmediğini
söylüyordu. Zinovyev ise bu bölgelerde kapsamlı bir aydınlatma çalışması
yürütülmesi görüşünü savunuyor[34], işçi sınıfı hareketinin ve yerelliklerdeki
komünist partilerin geliştirilmesine daha fazla ağırlık verilmesi üzerinde
duruyordu.
Komintern’in
üçüncü kongresinde bu dile getirilen görevler, ulusal demokratik hareketin
gelişiminin önüne konuldu. İlk elden edilen başarılı ve çarpıcı sonuçların altı
çizildi. Ama bu yeni ve gerçekçi bir şekilde ele alınan hedefe ulaşma konusunda
yerelliklerdeki kültürel geleneklerin sahip olduğu gücün sürece mani olan
niteliği üzerinde duruldu.
Bazı
çevrelerde Sovyet liderlerinin politikaları konusunda güçlü bir şüphe açığa
çıktı. Bu insanlara göre Sovyet liderlerinin asıl amacı, Doğu halklarını kendi
taktiksel amaçları doğrultusunda kullanmaktı. Bunlar, esasında biraz da
bilinçsiz bir biçimde eskinin Çar’a bağlı sömürgecileri gibi hareket
ediyorlardı. Bakû Kurultayı’na katılmış olan bir delege o günlerde şu sitemini
aktarıyordu: “Biz Türkistan halkı olarak Yoldaş Zinovyev’i hiç görmedik, Yoldaş
Radek’i hiç görmedik, devrimin diğer liderlerini de görmedik.” Bu liderlerin
gelip yerelliklerde faaliyet yürüten ve kitleleri Sovyet iktidarından kopartan
ajanların yapıp ettiklerini görmeleri gerektiğini söyleyen delege, sözlerine şu
şekilde devam ediyordu: “Karşı-devrimcilerinizi alın başımızdan… Bugün komünizm
maskesi ardında iş tutan sömürgecilerinizi alın gidin.” Bu talebi, delegelerin
koparttığı alkış tufanı ile karşılanıyordu. Bunlar, esasında ciddiye alınması
gereken görüşlerdi.
Zinovyev
konuşmasının sonunda, “komünist adını taşıyacak kıymette olmayan temsilcilerin
görevlerinden uzaklaştırılacağına” dair güvence verdi. Onun kanaatine göre, “büyük
güçlere eskiden beri duyulan güvensizlik, bazen farkında olmayarak, bazen de
yarı bilinçli bir biçimde yeni kurulan Sovyet devletiyle kurulan ilişkilere de
yönelebilmekteydi.”[35]
Orta
Asya Müslüman Komünistleri Birinci Kongresi’ne katılan bir delege, halkın
“hâlen daha imtiyazlı sınıfların kitlelere eskiden beri gösterdiği onları hakir
gören tutumlarına tahammül etmek zorunda kaldığından” şikâyet ediyordu.
Safarov’un Rusya Komünist Partisi’nin onuncu kongresinde yaptığı konuşmada
kabul ettiği biçimiyle, eskiden kalma, zalimlere ait olan ve Müslümanları kendi
tebaası olarak gören yaklaşımı komünistler de benimsemişlerdi. Safarov’un
tespitine göre, proletarya diktatörlüğünden yana olan komünistlerin
“diktatörlüğe ait kurumlar, sanayi proletaryasından yoksun olan Kırgız ve Özbek
gibi halklara değil, Ruslara ait olmalı” diye düşünüyorlardı. Safarov, aynı
konuşmasında “yerelliklerde böyle düşünen ve bize yabancı olan bir ideolojinin
gücüne teslim olmuş olan çok sayıda yoldaş var” yorumunda bulunuyordu.[36]
Sovyetler’in
kontrolündeki bölgelere uzak diyarlarda asıl sorun, yereldeki radikallerin Ekim
Devrimi’ni despotizme ve ecnebi kontrolüne karşı elde edilmiş bir zafer
karşılamaları, ama öte yandan devrimin sosyalist niteliğini göz ardı etmeleriydi.
Örneğin Hintli devrimcilerde “Rus devriminin ideallerine veya Marksizm
ilkelerine dair net bir anlayıştan eser yoktu. Onlar, her şeyden önce devrime
milliyetçi bir zeminde bağlandılar.”[37] Hintli milliyetçiler, Sovyet Rusya’ya
olumlu yaklaştılar, ona destek verdiler, ama bu yaklaşıma ve desteğe bakıp,
“aynı insanların Sovyetler’deki hükümet sisteminin ideolojik yönüne ilgi
göstermeye başladığı sonucu çıkartılamazdı.”[38] Hintli radikaller, genelde
artık emperyalist hâkimiyetten kurtulup hızla gelişme kaydeden Asya’daki Çar
idaresi ile Hindistan’daki İngiliz idaresi arasında benzerliklerin olduğunu
düşünüyorlardı.[39] Devrim ve sosyalizm ise bu “Hintli liderlere “ülkelerine
yabancı bir şey olarak görünüyordu.”
İlk
Hintli sosyalistler, bu aşamada Marksizme yüzeysel olarak aşina olan isimlerdi.
Lenin, devrimcilerin “Tanrı’nın iradesine aracılık eden” babası olarak
görülüyordu. Ellerinde tek bir Marksist kitap bile yoktu. Bolşeviklerse genelde
“uzlaşma bilmez antiemperyalistler” olarak değerlendiriliyorlardı. Sonraki
süreçte Hindistan’da yargılanan komünistlerin davasında görüldüğü üzere, bazı
Hintli sosyalistler öğretiye aslında şeklen bağlılardı.[40]
Sovyet
Rusya ve Marksist öğretiye dair bu türden algılar, doğalında işçi hareketinin
ve komünist partilerin gelişimini sekteye uğrattı. Zinovyev’in Komintern’in
dördüncü kongresinde dile getirdiği biçimiyle, “Hindistan’da önemli sonuçlar
elde edildi. Bu ülkede yoldaşlarımızın yürüttükleri çalışmalar başarıyla
neticelendi. Buna ek olarak, Türkiye, Çin ve Mısır’da az da olsa güce sahip
komünist nüveler meydana getirildi.[41] Ama artık ikinci kongrede olduğu gibi
Doğu meselesine teorik değil, pratik bir yaklaşım sergilenmeye başlandı.”[42]
Ayrıca genel kabule göre, Doğu’da Moskova’yla bağlantılı olarak kurulan
partilerin gücü tatmin edici bir seviyeye gelemedi. Radek’in dördüncü kongrede
dile getirdiği biçimiyle, “Gerçekler oldukları gibi ele alınmak zorundaydı.”
Örneğin Türk komünistlere “boş beklentiler içine girmemeleri veya kendi
güçlerini abartmamaları gerektiği söylenmeli”ydi. “Hindistan’da ise komünistler,
pratikte faaliyet yürütecek işçi partisini kurup ilk adımları atabilmiş bile
değildi.” Neticede “pratikte örgütsel düzeyde elde edilecek başarıları bugünden
güvence altına almak için pratik düzeyde yapılacak daha çok iş var”dı.[43]
London
Times gazetesi yazarları, Hindistan’da İngilizlerle işbirliği
içerisinde hareket etmemeyi savunan hareketin politik yöneliminin üzerine
şüphenin kara gölgesinin düşmüş olması karşısında ellerini ovuşturuyordu. 1
Ocak 1923 günü yayımlanan ve gizli dağıtılan bir Bolşevik bildirisinde,
“gidişatın hiç de tatmin edici düzeyde olmadığı” kabul edilmekteydi. Bildirinin
tespitine göre, komünist propaganda okulları “pratikte hiçbir işe yaramıyordu,
ajanların yürüttüğü çalışmalar, beklenen hiçbir sonucu elde edemiyordu. Taşkent’teki
propaganda okulundan mezun olan isimlerden biri, Hindistan’a orada yürütülecek
parti çalışması için gerekli yüklü miktarda parayı sokmayı nihayet başarmıştı.
Ama bu kişi, bu parayı kendisine ev inşa etmek için kullanmıştı. Hintli
radikallere ilk dönemde Bolşeviklerce sağlanan finansal yardım hep aynı kaderle
yüzleşti. 1926’da partinin sadece on beş ilâ yirmi civarında üyesi vardı ve bu
üyelerin bazılarının sosyalizme bağlılığı şüpheliydi. Örneğin İngiltere’deki
komünist partiden gelen bir temsilcinin aktardığına göre, Lahor’daki parti
üyelerinin tamamı da alımlı insanlardı, ama hiçbir şeye meyilleri yoktu.”[44]
Komintern’e
bağlı partilerin üye sayıları 1923’te yayımlanan bir raporda paylaşıldı. Rapora
göre, İran’daki partinin iki bin üyesi ve bir gazetesi vardı; Mısır’daki
partinin bin beş yüz üyesi varken, tek bir gazetesi bile yoktu. Çin ve Kore’de
ne üye ne de gazete vardı. Raporda Hindistan ve Afganistan’dan
bahsedilmemekteydi. Çünkü iki ülkede de henüz komünist parti kurulmamıştı.[45]
1924
yılına gelindiğinde İran KP’sinin beşinci Komintern kongresine gönderdiği
delegenin aktardığına göre, “üye sayısı epey düştü. Hatta delege konuşmasında,
“partinin ülkedeki sanayi proletaryasının büyümesiyle birlikte güçleneceği güne
dek Moskova’da kalabileceğini” söylüyordu.[46]
Enternasyonal’in
ilk beş yılında elde ettiği deneyime dair yorumlarını aktaran Zinovyev,
konuşmasında “sömürgelerde ve yarı-sömürgelerde ciddiyet arz eden devrimci
çalışmanın henüz daha başlangıç aşamasında olduğunu” söylüyordu. Zinovyev,
sömürge ve yarı-sömürge ülkelere, genelde Doğu’ya daha fazla ilgi gösterilmesi
çağrısında bulundu.[47] Ama öte yandan, ona göre, Doğu’da yaşama ihtimali
bulunan devrimci bir hareketin gelişimini, sadece Komintern’in bu amaç
doğrultusunda adım atma konusunda sergilediği isteksizlik veya gösterdiği
direnç sekteye uğratmıyordu. O gelişime başka faktörler de mani oluyordu ve bu
faktörlerin önemli bir kısmı, sosyo-kültürel yapıyla ilişkiliydi.
III
En
temel mesele, sömürge dünyasının o değişmekte olan sosyo-ekonomik ortamında
sınıflarla ittifak kurmakla ilgiliydi. Diğer bir mesele de milliyetçi liderlere
ve hareketlere nasıl yaklaşılacağı idi.
İkinci
Komintern Kongresi’nin ana meselesi, “milli burjuvazi” meselesiydi. Lenin’in
“burjuva demokratik” unsurlar denilen kesimlere Komintern’in destek vermesini
söyleyen ilk teklifi, kabul gördü ve bu kabul üzerinden “milli devrimci”
ifadesi kullanılmaya başlandı. Lenin, aslında sömürge dünyasındaki milliyetçi
hareketin ancak burjuva demokratik bir nitelik arz edebileceğini düşünüyordu,
zira bu ülkelerde kitlelerin büyük bir kısmı, küçük burjuva kapitalist
ilişkilerin temsilcisi olan köylülerden oluşmaktaydı.
Gerici
unsurların desteklenmemesi görüşüne herkes onay verdi.[48] Ama formülde gene de
temel bir belirsizlik söz konusuydu. Komintern’in stratejisinin ana belgesi
hâline gelen bu rapordaki belirsizlik, hem Lenin’in tezlerinin hem de Roy’un
önerdiği ek tezlerin benimsenmesiyle iyice açığa çıktı. Oysa Roy, milli
burjuvazinin görüşlerine şüpheyle yaklaşan, daha çok Doğu ülkelerinde komünist
partilerin kurulmasını öncelikli ve zaruri görev olarak gören bir tutum
içerisindeydi.[49]
Süreç
içerisinde yaşanan olaylar, kısa bir süre sonra zemini sağlam olmayan ve iki
görüşü kendi içinde dengeleyen formülü savunanları böldü. Yılın sonunda
Sultanzade, Komintern’in yürütme kurulunun düzenlediği bir toplantıda, “geri
kalmış ülkelerdeki burjuvazinin milli demokratik devrim safında dövüşebileceği
görüşünün derhal terk edilmesi gerektiğini” söyledi. Kuzey İran’da herkesi
hayal kırıklığına uğratan gelişmelerin bilinciyle konuşan Sultanzade, milliyetçilerin
“ya karşı-devrimci safa geçtiği ya da Türkiye’de olduğu gibi, ilk fırsatta
kapitalist Avrupa’yla anlaştığı” görüşündeydi. Ona göre, Doğulu komünistler, tüm
çabalarını yereldeki burjuvazi yanında, beynelmilel burjuvazinin iktidarını
yıkmak için teksif etmelilerdi.[50] Sokolnikov ise daha ılımlı bir yaklaşım
dâhilinde, “Doğu’daki askeri müttefiklerin Sovyetler’in askeri düşmanı İtilaf
Kuvvetleri ile anlaşma yaptıklarını” dile getirdi. Ona göre, artık komünistlerin
her bir ülkenin tekil özelliklerini dikkate alıp alışkanlık hâlini almış eylem
kalıplarından uzak durması gerekmekteydi.[51]
Zinovyev’in
aktardığı resmi görüşe göre, emperyalist hükümetlerin onca çabasına rağmen,
kurtuluş mücadelesi gelişmeye devam etmekteydi. “Sosyalist ve komünist bir
niteliği olmasa bile, bu mücadelenin gene de nesnel planda kapitalist rejimine
karşı verilen bir mücadele olmadığını kimse söyleyemezdi”.
Stalin
ise meseleyi tam da kendisine has bir biçimde, daha cesurca ve doğrudan dile
getiriyordu. Bir yazısında, “Afganistan Emiri’nin verdiği bağımsızlık
mücadelesinin nesnel planda devrimci bir mücadele” olduğunu, zira bu
mücadelenin emperyalizmi zayıflattığını, onun altındaki toprağı kaydırdığını
söylüyordu. Aynı tespit, Mısırlı tüccarların ve burjuva aydınların verdikleri
milli bağımsızlık mücadelesi için de geçerliydi. “Bu insanların burjuva kökenli
olmalarının ve burjuvaziye mensup olmalarının, hatta sosyalizme karşı
olmalarının da bir önemi yoktu.”[52] Bir hareket, proleter tabandan, işçi
sınıfından, hatta orta sınıf liderliğinden veya devrimci, hatta demokratik bir
programdan yoksun olsa bile “nesnel planda devrimci” olabilirdi. Komünist
hareketin pratikte edineceği deneyim, kısa bir süre sonra bu uzlaşmacı teorinin
sınırlarını ortaya koyacaktı.
Örneğin
1922’de Sosyalist Akademi dergisinde yazan bir yazar, “tüm Doğu ülkeleri
içerisinde devrime en çok Hindistan’ın yakın olduğunu” söylüyordu. Başka bir
yazar ise Hindistan’ın geniş işçi ve köylü kitlelerinin katılımıyla toplumsal
mücadelenin yeni bir aşamaya girdiği tespitinde bulunuyordu. Milli bağımsızlık
sloganları “burjuva devrimi aşamasından toplumsal devrim aşamasına geçiş yapan
gelişme sürecindeki eğilimleri tam olarak yansıtmamaktaydı. Hint devrimi, artık
gündeme alınması gereken, eli kulağında olan bir devrimdi.”[53] Oysa bu,
herkesin ümit verici gelişme olarak gördüğü hareketin lideri olan Gandi, iflah
olmaz bir barışçı ve ecdadını, geçmişini yücelten milliyetçi görüşe sahip bir
isimdi. Buna karşın Gandi, “Hint halkının kurtuluş mücadelesinde önemli bir
aşama olarak görülen, İngiliz hâkimiyetine karşı Hint halkının birleşmesi ve
dayanışma ilişkisi geliştirmesi için zaruri kabul edilen bir isimdi.”[54]
Gandi,
sivil itaatsizlik çağrısı yapınca bu türden görüşler gözden geçirilmek zorunda
kalındı. Roy, o süreçte Dördüncü Komintern Kongresi’nde Hindistan gibi Doğu
ülkelerinde kapitalizmin önemli ölçüde geliştiği, burjuvazinin üst kesiminin artık
mevcut sisteme önemli oranda yatırımlar yaptığı konusunda uyarılarda bulundu.
Artık bu burjuvalara göre, “emperyalistlerin koruması altında olmak daha
avantajlıydı, çünkü savaşın sonunda yaşanacak büyük bir toplumsal karışıklığın
devrimci bir nitelik kazanması durumunda, devrimin sadece ecnebi
emperyalistleri değil, yerli burjuvaziyi de ortadan kaldırması ihtimali
mevcuttu.”
Roy’un
tespitine göre, Doğu’nun hiçbir ülkesinde yerli burjuvazi, emperyalistlerin
ülkeleri terk etmesi ardından kamusal düzeni kurma konusunda sorumluluk
üstlenebilecek düzeyde değildi. Burjuvalar, emperyalistler gittikten sonra anarşi,
kaos ve iç savaşa tanıklık edecek bir dönemin geleceğinden korkuyorlar, bu
sebeple emperyalist efendileriyle uzlaşma yolu bulmak istiyorlardı. Bu görüşe
uygun olarak, önceden emperyalizme karşı ciddi bir tehdit hâline gelmiş olan
Mısır ve Hindistan’daki o “büyük devrimci hareket”, artık “ona zarar
veremeyecek düzeye gerilemişti.” Roy, bu düzlemde, burjuva milliyetçi
örgütlerin kaçınılmaz olarak harekete ihanet edeceği ve karşı-devrimci birer
güç hâline gelecekleri uyarısında bulunuyordu.[55]
Resmiyette
yeni bağımsız olmuş hükümetlerin başta olduğu devletlerde de durum bundan iyi
değildi. Beşinci kongreye sunulan bir raporda, Mısır’da Zağlul Paşa’nın “devrimci
ifadeler”e başvurmak suretiyle ön plana çıktığından, Mısır halkının onu bu sebeple
lider kabul ettiğinden söz edilmekteydi. Fakat Paşa iktidara gelir gelmez,
Mısır Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin tüm üyelerini hapse attı, bu üyeler
hapiste korkunç muamelelerle yüzleştiler. Partinin 1924’te örgütlediği bir
oturma eylemi askerlerce bastırıldı. Ertesi yıl polis ajanlarının sızdığı partinin
tüm liderleri tutuklandı, üye sayısı giderek azaldı.[56]
İran
ve Afganistan’da Sovyetler’in öncülük ettiği dava, tüccarlar ve zanaatkârlar arasında
önemli bir başarı elde etti. Sovyetler’le ticari bağların geliştirilmesinden
yana olan bu kesimler, Sovyet hükümetinin diplomatik düzeyde tanınması için
çalışma bile yürüttüler. Sovyet dışişleri bakanlığı açısından bu yeni ortaya
çıkan burjuvazi, “bir bütün olarak ilerici bir unsur”du. Fakat Sovyet hükümetiyle
güçlü ticari bağlar kurulması fikrine verdikleri destek, onların sosyalizme
örgütlendikleri anlamına gelmiyordu. Bilâkis, İran’da komünist parti
yasaklandı, üyeleri yeraltına çekilmek zorunda kaldı.[57]
En dikkat çekici örnekse Türkiye’ydi. Burada bağımsızlık mücadelesinin başarıyla sonlandırılması ardından, artık Sovyetler’in diplomatik desteğine ihtiyacı kalmayan Kemal, ülkedeki komünistleri büyük bir gayret ve tesiri yüksek bir çaba ile ezdi.
O
günlerde Komintern’in üçüncü kongresinde Kemal’in İtilaf Kuvvetleri’ne karşı
olduğu söyleniyor, “ama bir yandan da tüm komünist hareketle mücadele ediyor,
komünistlerin nüfuzunu kırmak için verdiği yoğun mücadele dâhilinde
tutuklamaların ve idamların altına imza atıyor” deniliyordu.[58] En rahatsız
edici hamlesi ise devrimci olmayan amaçlara sahip resmi bir “komünist partisi”
kurmasıydı. Safarov’un ifadesiyle bu hamle, gerçek komünistlerin ezilmesinde
çok daha fazla etkili oldu. Buna karşın, Radek 1922’de şunları söylüyordu:
“Maruz kaldıkları zulme
rağmen Türk komünistlerine şunu söylüyoruz: ‘Devrim için hayli önemli olan
Türkiye’nin bağımsızlığını müdafaa göreviniz henüz bitmedi. Zulmü protesto edin,
ancak şunu da unutmayın ki burjuva devrimcileri ile işbirliği içinde kat edeceğiniz
daha çok uzun bir yolunuz vardır.”[59]
IV
O
dönemde Çiçerin’in tespitiyle, komünistlerin politikası, esas olarak “İngilizlerin
ve diğer kapitalistlerin emperyalist kurgularına karşı güçlü bir bariyer inşa
edebilmeleri konusunda Doğu ülkelerinin burjuvazisine yardım etme” üzerine
kuruluydu. Çiçerin’e göre, gelişmekte olan burjuvazinin önü açılmalı, “ne tür
bir biçim alırsa alsın” verdiği mücadele desteklenmeliydi. “Diyalektik tartışma
becerisinden yoksun kişilere İşçi-Köylü Hükümeti’nin burjuvaziye sıcak bakan
yaklaşımı komünist ilkelere ihanetmiş gibi görünebilir”[60] diyen Çiçerin gibi
Komintern ve Sovyet sözcüleri, bu süreçte antiemperyalist mücadelenin, tek
hedefi Sovyet hükümetinin diplomatik konumunu güçlendirmek olan kullanışlı bir
taktik olarak devreye sokulduğuyla ilgili şüpheleri ortadan kaldırma konusunda
pek başarılı olamadılar.
Rusya
Komünist Partisi Sekizinci Kongresi’nde yaptığı konuşmada Buharin, bu düşünceyi
daha net bir ifadeye kavuşturmaktaydı: “Milliyetçi olduğu aleni olan bir
harekete bile fayda açısından yaklaşıyoruz, çünkü biz, bu tür hareketlerin İngiliz
emperyalizminin yıkılmasına katkıda bulunduğuna inanıyoruz.”[61]
Bu
argüman, zamanla dünya komünist hareketinin o güne dek elde ettiği toprak
parçası ve ana üs olarak Sovyetler Birliği’nin savunulmasını o hareketin ana
görevi olarak belirleyen, kapsamı geniş diğer bir argümanla iç içe geçti.
Kirov, Nisan 1923’te Bakû Propaganda Konseyi’nde yaptığı konuşmada tam da bu
tespiti yineliyordu. Konsey, İngilizlerin baskılarına karşı Sovyet hükümetinin
sömürgeler düzleminde verdiği tavizlerin önemine dair tespitlerini dile
getiriyor, bu konuyla ilgili şikâyetlerini aktarıyordu. Bunun üzerine Kirov,
kürsüye çıkıp şu cevabı verdi:
“Sovyet Rusya, dünya
devriminin merkezidir, dolayısıyla, eğer dünya devriminin başarılı olmasını
istiyorsak, Sovyet Rusya’nın konumu iyice belirginleşmelidir. Sovyet Rusya
başarısız olursa, dünya devrimi de başarısız olur, devrim birkaç kuşak
ötelenir.”[62]
Bu
türden argümanlar, ilerleyen yıllarda daha fazla işitildi. Tüm bu argümanları kolaya
kaçıp “Stalinizm” üzerinden izah edersek, alabildiğine karmaşık ve çok kapsamlı
olan tartışmanın arka planına körleşiriz.
Komintern,
sömürgelerin toplumsal yapısını analiz ederken çözümü zor bir dizi sorunla
yüzleşti. Sovyetler’in etkisi altında olmayan Doğu’daki toplumsal ve ekonomik
faaliyetleri ele alacak Marksist sayısı çok azdı. Sonuç itibarıyla Marksist-Leninist
teori, sadece “uygulanacak” bir şey değildi. Onun geliştirilmesi de gerekmekteydi.[63]
Zamanla belirli bir sömürgenin durumunun özgül yanlarını belirleme imkânı
bulunamadı, teori bu yönde gelişme kaydedemedi. Süreç içerisinde sömürge
ülkelerin sadece merkezi emperyalist ülkelerden değil, birbirlerinden de çok
farklı oldukları görüldü. Sokolnikov’un da tespit ettiği biçimiyle, tüm
ülkeleri kapsayan şablonlarla düşünme yanlışından uzak durulmalıydı.
En
azından Lenin, kısa bir süre içerisinde “genel komünist teori ve pratiğin Doğu
ülkelerinin ayrıksı koşullarına tatbikinin sıra dışı ve zor bir iş olduğu
sonucuna ulaşmış, bu işin “o güne dek dünya komünistlerinin yüzleşmedikleri
türden bir iş olduğunu” görmüştü. Lenin’in kanaatine göre, çözüm “komünist
broşürlerde değil, ancak mücadele süreci içerisinde bulunabilir”di.[64] Sömürge
ülkelerde hükümetler, zannedilenden daha bağımsızdı, yereldeki toplumsal ve
kültürel gelenekler sanılandan daha köklü, toplumsal yapılar daha karmaşık ve
heterojendi. Komintern’in edindiği deneyim, herkese şu gerçeği öğretti: bu
faktörleri yeterince dikkate almayan bir sömürge devrimi stratejisi inşa etme
girişimi, asla başarılı olamaz.
Stephen White
Yaz
1976
[Kaynak:
Science & Society, Cilt 40, Sayı 2, s. 173-193.]
Dipnotlar:
[1] Konuyla ilgili en faydalı derleme eser için bkz.: Yayına Hz.: S. Avineri, Karl
Marx on Colonialism (New York, 1968). Ayrıca bkz.: V. G. Kiernan, “Marx and
India,” Socialist Register 1967 (Londra, 1967), s. 159-89; H. Carrère
d'Encausse ve S. Schräm, Le Marxisme et l'Asie (Paris, 1965).
[2]
V. I. Lenin, Polnoe Sobranie Sochinenii (“Toplu Eserler”) (Moskova,
1958-65), Cilt. 42, s. 71-72.
[3]
Komiserliğin ilk dönem faaliyetlerinin bir özeti şurada sunuluyor: Narodnyi
Komissariat po Delam Natsional'nostei, Politika Sovetskoi Vlasti po
National'nomu Voprosu za Tri Goda, 1917-1920 (“1917-1920 Arası Üç Yıllık
Dönemde Sovyet İktidarının Millet Meselesiyle İlgili Politikası”) (Moskova,
1920).
[4]
İkinci Enternasyonal’in sömürge politikası şu çalışmada ele alınıyor: Yayına
Hz.: G. Haupt, La Deuxième Internationale et l'Orient (Paris, 1965). Komintern’in
sömürge meselesi düzleminde ortaya koyduğu faaliyetler konusunda yürütülen
genel tartışmalar için bkz.: R. Schlesinger, Die Kolonialfrage in der
Kommunistische Internationale (Frankfurt, 1970); B. Lazitch ve M.
Drachkovitch, Lenin and the Comintern, Cilt. 1 (Stanford, 1972); X. Y.
Eudin ve R. C. North, Soviet Russia and the East, 1920-27 (Stanford,
1957); Yayına Hz.: R. A. Ul'yanovsky, Komintern i Vostok (“Komintern ve
Doğu”) (Moskova, 1969); H. Kapur, Soviet Russia and Asia, 1917-27 (Londra,
1966); S. Sechi, “II Comintern e la questione coloniale,” Studi Storici,
Temmuz-Eylül 1973; ve D. Boersner, The Bolsheviks and the National Colonial
Question (Cenevre, 1957).
[5]
L. Kamenev, Tretyi Internatsional (“Üçüncü Enternasyonal”) (Prag, 1920),
s. 27.
[6]
G. V. Chicherin, Vestnik NKID, Sayı. 2 (13 Ağustos 1919), s. 15; Vneshnyaya
Politika Sovetskoi Rossii za Dva Goda (“Sovyet Rusya Dış Politikasının İki
Yılı”) (Moskova, 1920), s. 29.
[7]
R.K.P.(B), Odinnadtsatyi S"ezd: stenograficheskii otchet (“On
Birinci Kongre: Stenografi Raporu”) (Moskova, 1922), s. 532; G. Zinoviev, Report
to the Second World Congress (Amsterdam, 1920), s. 376.
[8]
Odinnadtsatyi S"ezd, s. 186; G. Zinoviev, Tretyi
Kommunisticheskii Internatsional (“Üçüncü Komünist Enternasyonal”)
(Petrograd, 1921), s. 17.
[9]
İngiliz istihbaratının hazırladığı “Sovyet Rusya’da Kim Kimdir?” başlıklı
raporda Çiçerin, “oldukça çalışkan, işine bağlı ve Ruslara has özellikleri tüm
yönleriyle ortaya koyan biri” olarak takdim ediliyor, ama bir yandan da onun
“utangaç, gergin ve liderlik vasıflarından yoksun bir kişi” olduğu
söyleniyordu. “Komünist Parti’nin merkezi konseylerinde yer almayan bir isim
olarak Çiçerin dış politikaya ait temel meseleler konusunda gerekli kararları
alan Politbüro’nun üyesi de değil.” (N3 179/3 179/38, 9 Nisan 1923, Rusya ile
ilgili yazışmaların içinde, Cilt. 7, F.O. 418/59, Devlet Arşivleri Kurumu, Londra).
[10]
Dokumenty Vneshnei Politiki SSSR (“SSCB Dış Politikasıyla İlgili
Belgeler”), Cilt. 4 (Moskova, 1960), Sayı. 240, s. 375.
[11]
Sör Robert Home imzalı mektup şu çalışmada yer alıyor: Anglo-Sovetskie
Otnosheniya: 1921-27: noty i dokumenty (“1921-1927 Arası Dönem
İngiliz-Sovyet İlişkileri: Notlar ve Belgeler”) (Moskova, 1927), s. 8-11; Sovyet
diplomatlarına iletilen talimatlar için bkz.: Dokumenty Vneshnei Politiki,
Cilt. 4, s. 166, ve Kommunist (Moskova), Sayı. 18, 1956, s. 111.
[12]
Gizli İstihbarat Raporu, Sayı. 233, 2 Haziran 1921, F.O. 371/6844/N6733.
[13]
Gizli İstihbarat Raporu, Sayı. 1189, 27 Haziran 1923, F.O. 37 1/9369/N5849. Raporda
aktarıldığına göre Zinovyev Ocak 1923’te Bakû Konseyi’ni “Batı’da yürütülen
çalışmalar konusunda harcanan ve yüksek tutarları bulan harcamalar sebebiyle
“Doğu’daki harcamaları kesmek zorunda kaldıkları” konusunda bilgilendiriyor.
Bölgeye tahsis edilen iki milyon rublenin ancak yarısı gönderiliyor (Gizli
İstihbarat Raporu, Misc/27, 27 Mart 1923, F.O. 371/9332/N3426).
[14]
Anlaşma metinleri için bkz.: Dokumenty Vneshnei Politiki SSSR, Cilt. 3
(Moskova, 1959), Sayı. 305, 309 ve 342.
[15]
A.g.e., sırasıyla madde 7, 4 ve 4.
[16]
Dokumenty Vneshnei Politiki SSSR, Cilt. 4, s. 168, 167, 394.
[17]
A.g.e., Sayı. 166, s. 247-48.
[18]
M. N. Pavlovich, Revolyutsionnaya Turtsiya (“Devrimci Türkiye”) (Moskova,
1921), s. 90.
[19]
Mezhdunarodnaya Zhizn', Sayı. 15 (133), 7 Kasım 1922, s. 15.
[20]
A. N. Kheifets, Sovetskaya Diplomatiya i Strany Vostoha, 1921-1927 (“1921-1927
Arası Dönemde Sovyet Diplomasisi ve Doğulu Ülkeler”) (Moskova, 1968), a.g.e.
[21]
Sovyet akademisyeni Burlatski’nin de kısa süre önce dile getirdiği biçimiyle,
“Deneyimler, bu tür bir bağlantının alabildiğine karmaşık politik sorunlara yol
açtığını ortaya koyuyor. On binlerce komünist Endonezya’da katledildiğinde
sosyalist ülkeler, ağır ve kaçınılması mümkün olmayan sorunlar yumağı ile
yüzleşme mecburiyeti dâhilinde, proleter kardeşlerini savunma mecburiyetini kölelikten
yeni kurtulmuş ülkeyle ilişkileri bozmama mecburiyeti ile birlikte ele almak
zorunda kalıyorlar. Sosyalist ülkeler, bir yandan sömürge ülkelerdeki komünist
hareketlere destek sunmak, bir yandan da bu ülkelerin başındaki hükümetlerin
ekonomik ve politik bağımsızlığı elde etmeye dönük çabalarında onlara yardım
etmek gibi bir gerçek sorunla yüzleşiyorlar, bu da ilkelerin netleştirilmesini,
bu ilkelerin uygulanmasında ise esnek olunmasını gerekli kılıyor.” (F. M. Burlatsky,
Lenin, Gosudarstvo, Politika (“Lenin, Devlet, Politika”) [Moskova,
1970], s. 165).
[22]
Kommunisticheskii Internatsional, V tor ox Kongress: stenografichesm otchet (“Komünist
Enternasyonal İkinci Kongresi: Stenografi Raporu” (İkinci Basım, Moskova,
1934), s. 28, 103.
[23]
Pervyi S"ezd Narodov Vostoha: stenograficheskie otchety (“Birinci
Doğu Halkları Kurultayı: Stenografi Raporu”) (Petrograd, 1920), s. 40.
[24]
Secret Political Report, 25 Ekim 1920, F.O. 371/5178/E13412.
[25]
Pervyi S"ezd Narodov Vostoha, a.g.e.; Bu makalenin yazarının
diğer bir yazısına da bakılabilir: “Communism and the East: Baku 1920,” Slavic
Review, Cilt. 33, Sayı. 3 (Eylül 1974), s. 492-514. Türkçesi: İştiraki.
[26]
E. D. Stasova, Stranüsy Zhizni i Bor'by (“Hayatın ve Mücadelenin
Sayfaları”) (Moskova, 1957), s. 109-10.
[27]
M. N. Ivanova, NatsionaVno-OsvoboditeVnoe Dvizhenie v Irane v 1918-1922 gg. (“1918-1922
Arası Dönemde İran’da Ulusal Kurtuluş Hareketi”) (Moskova, 1961), s. 85. Ayrıca
bkz.: “Natsionarno-Osvoboditel'noe Dvizhenie v Gilyanskoi Provintsii Irana v
1921-22 gg.,” Sovetskoe Vostokavedenie, Sayı. 3 (1955), s. 46-55 ve A.
N. Kheifets, Sovetshaya Rossiya i SopredeVnye Strany Vostoha, 1918-1920
(“1918-1920 Arası Dönemde Sovyet Rusya ve Doğu’daki Komşu Ülkeler”) (Moskova,
1964).
[28]
NKID, Godovoi Otchet k Vili S"ezdu Sovetov za 1919-20 gg. (“1919-1920
Sekizinci Sovyet Kongresi Yıllık Raporu”) (Moskova, 1921), s. 72; M. N.
Pavlovich, Ekonomicheskoe Razvitie i Agrarnyi Vopros v Persii XX Veha (“Yirminci
Yüzyıl İran’ında Ekonomik Gelişme ve Tarım Sorunu”) (Moskova, 1921), s. 30.
[29]
NKID, Godovoi Otchet k VIII S"ezdu Sovetov, s. 73 (hem bu kısım hem
de 28. dipnotta aktarılan pasaj şu çalışmada yer almıyor: Dokumenty Vneshnei
Polititi SSSR, Cilt. 2, App. 7).
[30]
Zhizn' Natsional'nostei, Sayı. 7 (105), 17 Mart 1921; Ivanova, a.g.e.,
s. 101 ve sonrası.
[31]
G. Safarov, Problemy Vostoha (“Doğu’nun Sorunları”) (Petrograd, 1922), s.
171, 176.
[32]
Novyi Vostok, Sayı. 2 (1927), s. 286; A. G. Park, Bolshevism
in Turkestan, 1917-27 (New York, 1957), s. 53, 54.
[33]
J. V. Stalin, Sochineniya (“Eserler”), Cilt. 5 (Moskova, 1947), s. 41.
[34]
Kommunisticheskii Internatsional, IV Vsemirnyi Kongress: Izbrannye Doklady,
Rech'i i Rezolyutsii (“Dördüncü Kongre: Seçme Raporlar, Konuşmalar ve
Kararlar”) (Moskova, 1923), s. 262; G. Zinoviev, Mirovaya Revolyutsiya i
Kommunisticheskii Internatsional (“Dünya Devrimi ve Komünist Enternasyonal”)
(Petrograd, 1920), s. 48.
[35]
Pervyi S"ezd Narodov Vostoka, s. 88, 90, 227-29. Bakû Kurultayı’na
katılan yirmi yedi delege, 13 Ekim 1920 günü Moskova’da bir araya gelir. Bu
toplantı ardından RKP(B) bu türden aşırılıkların ortadan kaldırılmasına yönelik
bir karar alır (Lenin’in kararla ilgili kaleme aldığı taslak şu çalışmada yer
alıyor: Leninskii Sbornik, Cilt. 36 [Moskova, 1959], s. 133-34).
[36]
G. Safarov, KolmiaVnaya Revolyutsiya (“Sömürge Devrimi”) (Moskova,
1921), s. 97; R.K.P.(B), Desyatyi S"ezd:stenografichesMi otchet (“Onuncu
Kongre: Stenografi Raporu) (Moskova, 1921), s. 105. “Buharin, On İkinci Parti
Kongresi’ne katılan bir delegeye ‘sende yeni bir şeyler var mı?’ diye sorar. Delege,
‘pek bir şey ok. Milliyetçileri gırtlaklamaya devam ediyoruz’ diye cevap
verir.” (R.K.P.(B), Dvenadtsatyi S"ezd stenograficheskii otchet [“On
İkinci Kongre: Stenografi Raporu”] [Moskova, 1923], s. 169).
[37]
L. P. Sinha, The Left-wing in India (1919-1947) (Muzafferpur, 1965), s.
58.
[38]
Z. Imam’dan aktaran: Yayına Hz.: B. R. Nanda, Socialism in India (Delhi,
1972), s. 54.
[39]
Asya’da Çar idaresiyle İngiliz idaresi arasındaki benzerliği dile getiren
çalışmalar konusunda bkz.: J. Nehru, Autobiography (Londra, 1942), s.
362; ayrıca Soviet Russia isimli çalışması, [Allahabad, 1928]. Bunun
dışında: S. Usmani, From Peshawar to Moscow [Benares, 1927], s. 168. Z.
Imam, “The Effects of the Russian Revolution on India, 1917-20,” St.
Antony's Papers, Cilt. 18 (Londra, 1966), s. 96; M. Ahmed, The Communist
Party of India: Years of Formation, 1921-23 (Kalküta, 1959), s. 8.
[40]
Yayına Hz.: A. Gupta, India and Lenin (Delhi, 1960), s. 28, 29, 30. Ayrıca
bkz.: D. Kaushik ve L. Mitroalum, Lenin: His Image in India (Delhi,
1970).
[41]
G. Zinoviev, Kommunisticheskii Internatsional za Rabotoi (“Komünist
Enternasyonal İş Başında”) (Moskova-Petrograd, 1922), s. 66.
[42]
Kommunisticheskii Internatsional, Tretyi Vsemirnyi Kongress:
stenograficheskii otchet (“Üçüncü Dünya Kongresi: Stenografi Raporu”)
(Petrograd, 1922), s. 6. Benzer kararlar dördüncü ve beşinci kongrelerde de
alındı.
[43]
Communist International, Fourth Congress (Londra, 1923), s. 222, 224.
[44]
P. Spratt, Blowing Up India (Kalküta, 1955), s. 34, 37.
[45]
Ezhegodnik Kominterna (“Komintern Yıllığı”) (Petrograd- Moskova, 1923), s.
54-55.
[46]
S. Zabih, The Communist Movement in Iran (Berkeley, 1966), s. 52.
[47]
Kommunisücheskii Internatsional, Sayı. 1 (1924), Sütunlar: 158, 174.
[48]
Kommunisticheskii Internatsional, Vtoroi Kongress, s. 99.
[49]
A.g.e., s. 498.
[50]
Tezleri konusunda bkz.: Zhizn' Natsional'nostei, Sayı. 41(97), 24 Aralık
1920; tartışmanın kısa bir özeti için bkz.: Kommunisticheskii Internatsional,
Sayı. 15 (1920), Col. 3368. Bir yıl sonra, günümüzde Maoizmde gördüğümüz kimi
unsurları dile döken açıklamasında Sultanzade Doğu ülkelerini “proleter
devletler” olarak tarif ediyor. Ëkonomiha i Problemy NatsionaVnykh
Revolyutsii v Stranakh Bhzhnego i Dal'nego Vostoha (“Yakın ve Uzakdoğu
Ülkelerinde Milli Devrimlerin Ekonomisi ve Sorunları” (Petrograd, 1922), s.
181.
[51]
Akt.: Lazitch ve Drachkovitch, Lenin and the Comintern, Cilt. 1, s. 411.
[52]
G. Zinoviev, Kommunisûcheskii Internatsional za Rabotoi, s. 74; J. V.
Stalin, Sochineniya, Cilt. 6 (Moskova, 1947), s. 144.
[53]
Vestnik SotsialistichesM Akademii, Cilt. 1 (1922), s. 163; Mezhdunarodnaya
Zhizn', Sayı. 15(133), 7 Kasım 1922, s. 35, 36; Novyi Vostok, Sayı.
1 (1922), s. 118.
[54]
Mezhdunarodnaya Zhizin', Sayı. 6 (124), 10 Mayıs 1922, s. 12.
[55]
Kommunisticheskii Internatsional, IV Vsemirnyi Kongress, s. 263-64, 266,
267.
[56]
Kommunisticheskii Internatsional, Pyatyi Vsemirnyi Kongress:
stenograficheskii otchet (“Beşinci Dünya Kongresi: Stenografi Raporu”) (Moskova-Leningrad,
1925), s. 615; H. Seton-Watson, From Lenin to Malenkov (New York, 1956),
s. 130.
[57]
NKID, Mezhdunarodnaya Politika v 1922 godu (“1922’de Uluslararası
Politika”) (Moskova, 1923), s. 65.
[58]
Kommunisticheskii Internatsional, Tretyi Kongress, s. 464.
[59]
G. Safarov, Natsional'nyi Vopros i Proletariat (“Millet Meselesi ve
Proletarya”) (Petrograd, 1922), s. 196; Bericht über den IV Kongress der
Kommunistischen Internationale (Hamburg, 1923), s. 140-41. Bu görüş, Surits’in
Türkiye’de görev süresi dolduktan sonra ülkeye dönüşünde yaptığı açıklamada (Izvestiya’ya
25 Aralık 1923’te verdiği mülâkatta) da yineleniyor.
[60]
Politicus (Chicherin), “My i Vostok” (“Biz ve Doğu”). Kommunisticheshaya
Revolyut-siya, Sayı. 13-14, Temmuz-Ağustos 1923, s. 28.
[61]
VIII S"ezd R.K.P.(B): Stenograf icheskii otchet (“Sekizinci RKP
Kongresi Tutanakları”) (Moskova ve Petrograd, 1919), s. 128.
[62]
Gizli İstihbarat Raporu Sayı 1189, 27 Haziran 1923, F.O. 371/9369/N5849.
[63]
Yayına Hz.: R. A. Ul'yanovsky, Komintern i Vostok, s. 193.
[64] V. I. Lenin, Pol. Sob. Soch., Cilt. 39, s. 329-30.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder