Otuzlarda KUTV öğrencileri. V. K. Şahbazova’nın şahsi arşivinden.
Aşağıda
sunulan, Moskova’da 1921-1938 arasında faaliyet yürütmüş olan Doğu Emekçileri
Komünist Üniversitesi ile ilgili değerlendirmenin amacı, dünyanın güneyinde
çalışma yürüten ve bu okulun tarihini önemsememe eğilimi içerisinde olan
akademisyenlerdeki hâkim yönelime itiraz etmektir.
Uzun
zamandır postkolonyal düşüncenin çıkış noktası olarak Edward Said’in Şarkiyatçılık
(1978) isimli, sözünü hâkim kılmayı bilmiş çalışması kabul edilmiştir. Ama genel
kabule göre, yakın dönemde yapılan değerlendirmelerde artık çıkış noktası
olarak, 1955’te Bandung’da düzenlenen Afrika-Asya Konferansı’na işaret
edilmektedir. Bu momentleri önerenler, kendi açılarından haklıdırlar: İngiliz-Amerikan
üniversitelerindeki beşeri bilimler ve sosyal bilimler bölümlerinde postkolonyalizm
çalışan tüm bir akademisyenler kuşağı, Said’in kitabı sayesinde ortaya
çıkmıştır.
Bandung
Konferansı denilen taşın denizde yol açtığı dalgalar ise daha geniş bir alana
yayılmıştır. Bu konferansta sömürgelikten yeni çıkmış, dünya nüfusunun yarısını
temsil eden yirmi dokuz ülkeden gelen siyasetçiler, sömürgecilik karşıtı
mücadele dâhilinde birleştiklerini ve dünyayı emperyalist hâkimiyetten, ırkçı
zulümden ve küresel eşitsizlikten kurtarma arzusunda olduklarını beyan
etmişlerdir. Konferansı takip eden yirmi beş yıl boyunca dünyanın dört bir
yanında “Bandung” ruhu”yla, Bağlantısızlar Hareketi ve G77 gibi devletlerarası
birlikler ile dünyanın güneyinde kültürel üretimde bulunanların meydana
getirdikleri Afrikalı-Asyalı Yazarlar Birliği ve Üçüncü Dünyalı Yönetmenler
gibi oluşumlar türünden ulusötesi yapılar teşkil edilmiştir.
Oysa
sömürgecilik karşıtı enternasyonalizmin tarihi Bandung momentini önceler. Bu hareketin
ilk döneminin tarihi, Vijay Prashad (2007, 2017), Robert J. C. Young (2001) ve Timothy
Brennan’ın (2002) öncü çalışmalarında aktarılmaktadır. Bu değerlendirmelerin
merkezinde yirminci yüzyılın ilk yirmi-otuz yıllık kesitinde küresel
kapitalizmin işleyiş biçimlerindeki temel mantık olarak emperyalizme dair güçlü
bir analiz ortaya koymuş olan uluslararası Marksist hareket (Karl Kautsky, Rosa
Luxemburg, Rudolf Hilferding, Nikolai Buharin, Vladimir Lenin ve Lev Trotskiy)
durur. 1917 Bolşevik Devrimi, bu sömürgecilik karşıtı düşünce geleneğini yeni
kurulan Sovyet devletinin Doğu’ya yönelik olarak uyguladığı politikalara yedirmiştir.
“Doğu”,
Bolşevikler tarafından, bilhassa 1917’yi takip eden ve Doğu’da devrim
umutlarının güçlü olduğu yıllarda önemli bir kategori olarak benimsenmiştir. Fakat
buradaki Doğu’nun, Batılı oryantalistlerin teorik zemine kavuşturdukları kültürel
coğrafyayla bir alakası bulunmamaktadır. Bolşeviklerin Doğu’su, daha çok bir
tür zulüm sahasını ve özgürleşme ihtiyacını ifade etmektedir (Kirasirova 2017).
İlk
planda Bolşevikler, Doğu’nun iç kesimleriyle, eski Rus imparatorluğuna ait
sömürge topraklarıyla, bilhassa milliyetler komiserliğinin yetki alanına giren
ve Sovyetler’in milliyetlerle ilgili politikalarındaki iniş çıkışlara tabi olan
Kafkasya ve Orta Asya ile ilgilenmişlerdir. Ayrıca SSCB, dünyada genelinde faal
olan emperyalizmi samimiyetle mahkûm etmekle kalmamış, ayrıca antiemperyalist
mücadelelere ciddi kaynak aktarmıştır. Bu yardımlar, daha çok Komintern’e bağlı
yapılar ile giderek Sovyet hâkimiyetine giren komünist partilere ait
teşkilâtlar aracılığıyla gönderilmiştir.
Sonrasında
Stalin döneminde bu tür çabalar konusunda kimi tavizlerde bulunulmuştur. 1925’te
Stalin’in “tek ülkede sosyalizm” fikrini dile getirmesi ve Trotskiy’nin “sürekli
devrim”e dair ümidinin suya düşmesi sonrası, otuzlarda Sovyetler, İngiltere ve
Fransa’daki emperyalist güçlerle Halk Cephesi kurmaya dönük adım karşılığında
sömürgecilik karşıtı harekete desteğini kısmen azaltmış, zamanla Komintern
araçsallaştırılmış ve nihayetinde de yok edilmiştir. Ama gene de bu dönemde
bile Sovyetler ve Komintern, sömürgecilik karşıtı güçler arasında birliği
sağlama ve ortak zemin bulma konusunda kimi çalışmalar yürütmüştür. Endonezya’da
devlet başkanlığı yapan Ahmed Şükrani, Bandung Konferansı’nın açılışında işte bu
çalışmalara atıfta bulunmaktadır:
“Burada otuz yıl önce
Brüksel’de düzenlenen Emperyalizm ve Sömürgecilik Karşıtı Birlik Konferansı’nı hatırlatmak
isterim. O konferansta bugün burada da bulunan birçok kıymetli delege, bir
araya gelip bağımsızlık mücadeleleri dâhilinde yeni bir güce kavuşmuşlardı.”[1]
Komintern’e
bağlı bir cephe örgütlenmesi olarak Emperyalizm Karşıtı Birlik, hızla, 1927’de
Brüksel’de düzenlenen kongre sonrası sömürgecilik karşıtı ulus ötesi yapıların
ana merkezi hâline geldi, ama ne yazık ki aynı hızla da Komintern’in üçüncü
dönemine (1928-1934) has sekterlik sebebiyle, vaatlerine sırt döndü. Birlik, 1933’te
Naziler iktidara gelince, merkez binasının bulunduğu Berlin’den ayrılmak
zorunda kaldı (Petersson 2013).
Komintern’in
ilk attığı adımlardan biri de 1920 tarihli Bakû Doğu Halkları Kurultayı idi.
Kurultay, binin üzerinde katılımcısına emperyalizm karşıtı “cihad”a öncülük
etme çağrısında bulunmuştu.[2]
İki
savaş arası dönemde Komintern’le bağlantılı üçüncü önemli sömürgecilik karşıtı
kurum, Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’ydi.
Rusya’daki
iç savaş döneminin sonuna yaklaşıldığı günlerde kurulan KUTV’a iki görev
verilmişti: Sovyetler’e ait Orta Asya topraklarında, Kafkasya’da ve Ruslara ait
olmayan diğer SSCB topraklarında görevlendirilecek kadroların eğitilmesi ve sömürge
dünyasında politik çalışma yürütecek komünist devrimcilerin yetiştirilmesi.
Bu
sıra dışı kurumun bünyesinde aynı zamanda Komintern’e bağlı alan çalışmaları
merkezi olarak kurulan Millet ve Sömürge Sorunları Araştırma Enstitüsü de
bulunuyordu. Okul, yirminci yüzyıl ortalarında sömürgecilik karşıtı mücadeleye
esas olarak mezunları üzerinden katkıda bulundu.
Okulun
öğrencilerinin ekseriyeti, üç kıtada komünist partilerin yürüttükleri politik
bağımsızlık mücadelelerine iştirak etti, küçük bir kısmı ise o ülkelerin milli
edebiyatında önemli isimler hâline geldiler.
Moskova
şehrinin ortasında, bugün Puşkin Meydanı olarak bilinen bölgenin yakınında
kurulan KUTV, öğrencilerine sıra dışı bir eğitim verdi. Okulda bulunan, sayıları
bini aşan öğrenciler, alt sınıf-üst sınıf şeklinde tasnif edilmek yerine,
dillerine ve milliyetlerine göre tasnif edildiler. Diğer bir tasnif de Sovyet
topraklarından gelen iç kesim ile Sovyet topraklarının dışından gelen dış kesim
olarak yapıldı.
Dış
kesim içerisinde Çinliler sayıca çoklardı ve daha önemli görülüyorlardı, zira
yirmilerde Çin Komünist Partisi’nin büyüyeceği ümit edilmekteydi. Sonrasında Çin
seksiyonu ayrıldı ve ayrı bir üniversiteye dönüştürüldü (Sun Yatsen Çinli Emekçiler
Üniversitesi, 1925-1930).
Okulda
tarihsel materyalizmden politik ekonomiye, devrimci hareketin tarihinden millet
ve sömürge sorunlarına kadar birçok farklı dalda eğitim verilmekteydi.
Kendisini geliştiren öğrencilere milliyetler komiserliğinde (bakanlığında) ve
Komintern’de çalışma imkânı sunuluyordu.
Mezun
sayısı düşüktü. Birinci Dünya Savaşı’nda Ruslara esir düşmüş Türklerin içinden
gelen, sonrasında komünist partiye katılan isimlere çok az eğitim
verilebildi.[3] Bazı isimlerse üniversiteyle veya Sovyet projesiyle ilgili
olarak hayal kırıklığı yaşadı ve Moskova’dan ayrıldı.
Birçok
öğrenci, eğitim gördükleri sırada Komintern tarafından başka görevlere
gönderildi veya kendi ülkelerindeki komünist partiler tarafından memlekete
çağrıldı. Buna karşın, on yedi yıllık ömrü boyunca KUTV’daki yabancı seksiyonu
içinden onlarca komünist parti genel sekreteri çıktı. Bu isimlerin büyük bir
kısmı, Avrupa ve Japon sömürgeciliğine karşı sürdürülen mücadelenin ön
sıralarında yerlerini aldı. Bazıları, sömürgelikten kurtulan ülkelerinin başına
geçti. Bazıları, Stalin eliyle yürütülen tasfiyelerin kurbanı oldu.
Sömürgecilik karşıtı mücadeleye öncülük eden okul mezunları, Asya, Afrika ve
Latin Amerika genelinde hapishaneleri doldurdular. Hepsi de sıra dışı hayatlar
yaşadılar.
KUTV’a
1923 yılında giren Ho Chi Minh, Vietnam’ın Fransız sömürgeciliğine ve ABD
işgaline (1945-1969) karşı yürüttüğü mücadeleye ve elde edilen zaferlere
öncülük etti. O, okulun en çok bilinen mezunlarından biri. Ama şunu belirtmek
gerek: okul, en az onun kadar sıra dışı olan başka isimleri de yetiştirdi.
İlkin
Meksika Komünist Partisi’ni, ardından Hindistan Komünist Partisi’ni kuran, 1920’de
Komintern’in ikinci kongresinde Lenin’in komünistlerin ve milliyetçi burjuvazinin
içinde yer alacağı, emperyalizme karşı sömürgecilik karşıtı bir halk cephesi
kurulması önerisine karşı çıkan M. N. Roy okula girdiğinde otuz beş yaşındaydı
ve herkesten büyüktü. Tıpkı önce Amerikan Komünist Partisi, sonra Japon
Komünist Partisi içerisinde yer alan Sen Katayama ve ilerleyen süreçte Çin
Komünist Partisi’nin lideri olan Ku Kiyubay gibi Roy da okulun ilk yıllarında
dil bölümündeki gençlere akıl hocalığı ve öğretmen olarak katkı sundu.
Suriyeli
Kürd Halid Bektaş, okula 1933 yılında geldi. Henüz yirmi bir yaşında olan
Bektaş, yaşına rağmen epey tecrübeliydi. Komünist Manifesto’yu Arapçaya
tercüme etmiş, beş yıl süreyle Fransız mandası olan Suriye’de hapis yatmıştı. Moskova’da
kaldığı ilk iki yıllık süre zarfında Halid Bektaş, Komintern’in yedinci
kongresine gelen Arap heyetine başkanlık edecek düzeye erişti. Ertesi yıl ise Suriye
Komünist Partisi Genel Sekreteri oldu ve bu görevi altmış yıl boyunca yürüttü.
Sonrasında “Arap komünizminin başöğretmeni” olarak anılmaya başlandı.
Suriye
Komünist Partisi’ne on yıl boyunca Fransız sömürgeciliği karşıtı mücadele yön
verdi. Bu süreçte Bektaş, partiyi Arap milliyetçisi güçlerle ittifaklara soktu.
Buna
karşılık, sekiz yıl süreyle Irak Komünist Partisi’ni (1941-1949) yöneten, bu sekiz
yılın önemli bir kısmını hapiste geçiren Yusuf Selman Yusuf (Yoldaş Fahd, KUTV’a
geliş tarihi 1937) partiyi burjuva milliyetçi partilerden uzaklaştırdı ve
İngiliz emperyalizmine karşı iniş çıkışlı seyreden ve kanlı geçen bir mücadelenin
içine soktu. Irak’ın İngilizlerin hâkimiyetinde olduğu dönemde başta bulunan
Haşimi hanedanına bağlı yetkililer Yusuf’u idam ettiler, bedeni zaten gergin
olan halka uyarıda bulunmak amacıyla uzun süre darağacında asılı bırakıldı.
Benim
Rus Devleti Toplumsal-Politik Tarih Arşivi’nde bulunan Komintern koleksiyonunda
rastladığım okul mezunlarının büyük bir kısmı, antiemperyalist mücadeleye bağlı
kaldılar. Birçoğu Moskova çizgisine göre hareket etti. Buna karşın, okula 1927’de
giren Harry Haywood, George Padmore ve bağımsız Kenya’nın lideri Jomo Kenyatta resmi
komünist çizgiden ayrıldı. Kenyatta, okuldan ayrıldıktan sonra 1932 ve 1933’te
bir süre çalıştığı Komintern’le bağını kesti. Sonrasında, on dört yıllık cumhurbaşkanlığı
süresince sosyalizmle ilişkisi bulunmayan bir panafrikacı görüşü benimsedi.
Buna
karşılık George Padmore, okuldan ayrıldıktan sonra birkaç yıl boyunca komünist
hareket içerisinde çalışma yürüttü. Komintern’in Sovyet dış politikasının
uzantısı hâline geldiğini, Sovyetler’in o dönemde faşist İtalya’nın saldırısı
altında bulunan Etiyopya’ya yardım etme konusunda gönülsüz olduğunu görüp, bu
yaşadığı hayal kırıklığı sebebiyle otuzların ortasında Komintern’den ayrılmazdan
önce Padmore, bir süre Negro Worker (“Zenci İşçi”) gazetesinde çalıştı,
ayrıca Komintern’e bağlı Siyahi İşçiler Beynelmilel Sendika Komitesi için işçi
örgütledi.[4] Ardından Padmore, Afrika sosyalizminin derinleştirilmesi yönünde
yoğun bir çalışma yürüttü. Bu çalışmadan beslenen en ünlü isimlerden biri de
Gana cumhurbaşkanı Kwame Nkruma idi.
Afrikalı-Amerikalı
Harry Haywood, otuz yılı aşkın bir süre ABD Komünist Partisi içerisinde
çalıştı. Politbüro üyesi olan Haywood, partinin Siyah Kuşak tezini geliştirdi. Bu
tez, Afrikalı-Amerikalıların ayrı bir milleti meydana getirdiklerini,
dolayısıyla kendi kaderini tayin hakkının bulunduğunu söylüyordu. Haywood, partiden
ellilerin sonunda ayrıldı. Ayrılmasının sebebi, Hruşçev revizyonizmiydi. Sonrasında
kısa ömürlü olan Geçici Komünist Parti Örgütleme Komitesi (POC), Devrimci
Siyahi İşçiler Birliği, Komünist Parti (Marksist-Leninist) gibi Maoist örgütlere
öncülük etti. Sovyet çizgisinden kopması ardından yazılmış olsa da Siyahi
Bolşevik (1978) isimli hatıratı, onun gene de Moskova’ya muhabbet
beslediğini ortaya koyuyor:
“Sovyetler Birliği’nde
kaldığım süre boyunca ırkçı düşmanlık vakasıyla sadece bir kez karşılaştım. Moskova’da
tramvayla, bir grup Siyahi öğrenci olarak, akşamı arkadaşımız MacCloud’la geçirmek
için onun yanına gidiyorduk. Kalabalık bir saatti, tramvayın yarısı Rus
yolcularla doluydu. Her zaman olduğu gibi dostane bir ilgiyle tüm gözler, o merak
duygusuyla bize dönmüştü. Bir durakta sarhoş bir Rus, sallana sallana tramvaya
bindi. Bizi görünce, herkesin duyacağı yükseklikte bir sesle, ‘ülkemizi zenci
şeytanlar basmış’ dedi.
Öfkeli bir grup Rus yolcu,
adamı yakaladı, vatmana tramvayı durdurmasını söyledi. İlk kez yurttaşların
birini gözaltına alışına şahit oluyordum. İçlerinden biri adama, ‘pislik herif,
ne cüretle ülkemize misafir olarak gelmiş insanlara hakaret ediyorsun!’ dedi.
O an orada bir toplantı
yapıldı ve insanlar, bu adamı ne yapacaklarını tartıştılar. Rusya’da kaldığım
süre boyunca bu türden toplantılara çokça şahit olmuştum. Suçlu adamı,
kondüktörün birkaç blok ileride olduğunu söylediği karakola götürmeye karar
verdiler. Oraya varıldığında, sarhoş adamı tramvaydan yaka paça indirdiler ve
biz Siyahilere, mağdur olduğumuz için şikâyetçi olmamızı söylediler.
Sarhoş adam, öyle demek
istemediğini söyledi. Yeminler etti. ‘Sarhoştum, başka bir şeye kızmıştım. Bu
Siyahi beylere karşı hiçbir ırki önyargım yok, yemin ederim’ dedi.
Bu zavallı adamın hâli
zaten bizi epey üzmüştü, bu sebeple özrünü kabul ettik. Meseleyi büyütmek
istemedik.
O an karakol amiri ‘Hayır,
bu gece burada kalacak. Belki bundan bir ders çıkartır’ dedi.”[5]
Bu
tür hikâyelere iki savaş arası dönemde Jim Crow yasalarının şekillendirdiği dünya
karşısında politik seçenek arayışına giren ve Sovyetler’e gidip orada yaşayan Claude
McKay ve Langston Hughes gibi isimlerin yazılarında da rastlanıyor.
KUTV,
edebiyat konusunda herhangi bir eğitim vermemesine rağmen, sömürgecilik sonrası
dönemde kaleme alınan metinlere gene de damgasını vurdu. Üç kıtadan gelen öğrencilerin
içinde okul, yirmilerde Moskova’da kültürel alanda yaşanan canlılık içerisinde,
bir dizi yetenek çıkartmayı biliyor. Mayakovski ve Vsevolod Meyerhold’un
şiirlerinden beslenen ve okula 1924’te gelen Nâzım Hikmet, sonrasında Türk edebiyatının
en ünlü isimlerinden biri hâline geldi.
1925’te
okula giren ve Nâzım’ın arkadaşı olan Xiao San (Emi Siao) otuzlarda Rus ve Çin
edebiyatı arasındaki en önemli edebi bağ ve en ünlü şairlerden biri hâline
geldi. KUTV, özellikle Türk ve Çin edebiyatına damga vurdu: Okula 1925’te gelen
Vâlâ Nureddin, 1937’de gelen Nizamettin Nazif, Reşat Fuat Baraner (KUTV ’37), ayrıca
Zeki Baştımar gibi Jiang Guangci ve yukarıda adını zikrettiğimiz Ku Kuybay da ülkelerinin
edebi dilinin modernleşmesi sürecine katkıda bulundu, bu noktada daha çok
Sovyet edebiyatı ve kültürüyle kurdukları ilişkiden beslendiler.
Farklı
diller konuşmalarına, en nihayetinde hayatları boyunca farklı yollardan geçmiş
olmalarına rağmen öğrenciler, KUTV yurtlarında sömürgecilik karşıtı
dayanışmanın farklı örneklerini somutladılar. Dostu Emi’nin öldüğüne dair, aslı
astarı olmayan söylenti kulağına çalındığında Nâzım, oturup Çin halkına öncülük
ederken Avrupalı emperyalistler eliyle katledilen Emi’nin kahramanca ölümüyle
ilgili “Jokond ve Si-Ya-U” şiirini (1929) yazdı. Nâzım, Filistinli yazar Necati
Sıtkı’nın otobiyografisinde de kendisine epey yer buldu:
“Her bir millet ayrı gruplara
ayrışmıştı ve kendi faaliyetlerini yürütüyordu. Başında şair Nâzım Hikmet’in
bulunduğu Türk grubu, en aktif olanıydı. Tanıştığımda yirmi beş yaşında genç
bir adam olan Nâzım, uzun boylu, sarı saçlı, mavi gözlü, mizaç açısından hayat
dolu biriydi. Sürekli hareket eden, enerji küpü olan bu arkadaş, golf pantolonu
giyerdi. Üzerinde ise neredeyse tüm düğmeleri ilikli bir ceket bulunurdu. Türk öğrencilerinin
arasında durur, yazdığı devrimci şiirleri okurdu. Sonra o öğrenciler, Türk
sultanlarını alaya alan komik piyesler sergilerlerdi. Biri, at niyetine süpürge
sapına biner, halkın içinde yürür, sağa sola selam verir, diğer öğrencilerse
alaycı bir tonda sultanın marşını okurlardı.
Bir gün Nâzım geldi, ismimi
sordu, ben de kendisine ‘üniversitede Mustafa Kâmil ismini kullanıyorum’ dedim.
Bu sözüm karşısında biraz sarsılan Nâzım, ‘Ne?! Mustafa Kemal mi? Sana bu ismi kim
verdi, kim?’ dedi. Ona adımın Mısır’ın milliyetçi liderinden aldığımı, Mustafa
Kâmil olduğunu, Mustafa Kemal olmadığını söyledim. Gene de isminden
hoşlanmadığını, insana hem özgürlüğü hem de despotizmi çağrıştırdığını, bu
nedenle kafa karıştırıcı olduğunu söyledi. Ardından ismimi İranlı şair anısına
Mustafa Sadi olarak değiştirmemi önerdi. Nâzım Hikmet’le aramızdaki dostluk bağları
bu şekilde kuruldu. Beni hep Türk öğrencilerinin bulunduğu yere davet eder,
hatta gruba katılıp toplantılarda yer almamı isterdi, bunun sebebini de ‘yakın
geçmişe kadar aynı despotizm altında yaşadık ikimiz de’ cümlesiyle izah ederdi.”[6]
Bu
satırların yanında, birçok kısa hikâyenin, kısa romanın ve eleştirinin yazarı
olan Necati Sıtkı (KUTV’a geliş tarihi: 1928), Nâzım’da gördüğünü söylediği
enternasyonalizmin cisimleşmiş hâliydi. Rusça öğrenen Sıtkı’yı Kudüs’teki Yahudi
sosyalistler KUTV’a göndermişlerdi. Mezuniyeti sonrası İspanya İç Savaşı’nda
Cumhuriyetçilerle birlikte savaşan Sıtkı, milliyetçi güçlerle savaşan Faslı
askerlere yönelik propaganda çalışmalarını yönetti. Cumhuriyetçilerin yenilmesi
sonrası Paris’e geçen Sıtkı, burada otuzların sonunda Komintern’in Arapça
olarak yayımladığı Arabi Doğu dergisinin yayın yönetmenliğini üstlendi. Sonrasında
ise Filistin Komünist Partisi içinde çalışma görevi verildi. 1939 tarihli Molotov-Ribbentrop
Anlaşması sonrası birçok KUTV mezunu gibi Komintern çizgisinden kopan Sıtkı,
sola ve Sovyetler’e bağlı kaldı, Maksim Gorki, Anton Çehov, Aleksandır Puşkin
gibi Rus yazarlarının eserlerini Arapçaya kazandırdı.
KUTV
binaları içerisinde bir tek bu bina ayakta kaldı. Geçmişin tüm izlerinin
silindiği bina, bugün bir şirketin merkez binası olarak kullanılıyor. Fotoğraf
yazar tarafından 2019’da çekildi.
1938’de
birçok Komintern kurumu gibi KUTV’un da kapısına kilit vuruldu. Hocalarının büyük
bölümü ve Moskova’da yaşayan mezunların belirli bir kısmı tutuklandı, hatta
idam edildi. Böylelikle Sovyetler’in (yarı-) sömürge dünyasıyla kurduğu canlı
bağlantılara ve bu alana dair elde ettiği uzmanlığa ağır bir darbe indirildi
(Ravandi-Fadai).
Sömürgecilik
sonrası döneme geçiş yapan ülkelerle Sovyetler, Bandung üzerinden ilişki kurdu,
Stalin sonrasında bu ilişkiler dağıldı. 1991’e dek uzanan süreçte Sovyetler’in
sunduğu kalkınma amaçlı yardımların parçası olarak, iki yüz binin üzerinde
Afrikalı, Asyalı ve Latin Amerikalı öğrenci, Sovyet üniversitelerinde eğitim aldı.[7]
Bu üniversitelerden biri de Moskova’da bulunan Patrice Lumumba Halkların Dostluğu
Üniversitesi idi. Okulda üç kıtadan gelen öğrenciler eğitim gördüler. Yirminci yüzyılın
ortalarında ulusal kurtuluş mücadelesi ve toplumsal mücadele içinde yer alan
KUTV’dan mezun olmuş komünist devrimcilerden farklı olarak, bu okullardan altmışlı,
yetmişli ve seksenli yıllarda mezun olan doktorlar, mühendisler, kimyagerler
(nadiren de olsa yazarlar ve yönetmenler) sömürgelikten kurtulup yeni devlet
kurmuş ülkelerinin gelişimiyle alakalı uzmanlık ihtiyacını karşıladılar. Ama o
noktadan sonra SSCB, iki savaş arası dönemde edindiği, sömürgecilik karşıtı
enternasyonalizmin ana merkezi olma işlevini yitirdi. (Yeni) sömürgeciliğe
karşı verilen mücadelenin ana hattının Batı bloğuna karşı sürdürülen Soğuk
Savaş tarafından belirlendiği dönemde, bu mücadeleye artık sömürge halklar
öncülük ediyor, onu Bandung gibi yerler koordine ediyordu.
Rossen Cagalov
28
Ağustos 2020
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Richard Wright, The Colour Curtain: a Report on the Bandung Conference.
Londra: Dobson. 1956, s. 138.
[2]
Nergis Ertürk, “Baku, Literary Common.” Futures of Comparative Literature:
ACLA State of the Discipline Report içinde, 2017, s. 141-144. Yayına Hz.: John
Riddell. To See the Dawn: Baku, 1920. First Congress of the Peoples of the
East. Çev.: Brian Pearce. New York: Pathfinder Press, 1993, s. 263.
[3]
James H. Meyer, “Children of the Trans-Empire: Nazim Hikmet and the First
Generation of Turkish Students at Moscow’s Communist University of the East.” Journal
of the Ottoman and Turkish Studies Association 5:2, 2018, s. 211-212.
[4]
Hakim Adi. Pan-Africanism and Communism: The Communist International,
Africa, and the Diaspora, 1919-1939. Trenton: Africa World Press, 2013, s. 179.
[5]
Harry Haywood, The Black Bolshevik: Autobiography of an African-American
Communist. Şikago: Liberator Press, 1978, s. 171.
[6]
Aktaran: Salim Tamari. “Najati Sidqi (1905-79): The Enigmatic Jerusalem
Bolshevik.” Journal of Palestine Studies 32:2, 2003, s. 88.
[7]
Hal Weaver, Decolonization and the Cold War: African Student Elites in the
USSR, 1955-64. Manchester: University of Manchester Press, 2021; Constantin
Katsakioris. “Burden or Allies?: Third World Students and Internationalist Duty
through Soviet Eyes.” Kritika: Explorations in Russian and Eurasian History
18:3, 2017, s. 540).
Kaynakça:
Adi, Hakim. 2013. Pan-Africanism and Communism: The Communist International,
Africa, and the Diaspora, 1919-1939. Trenton: Africa World Press.
Brennan,
Timothy. 2002. “Postcolonial Studies Between the European Wars: An Intellectual
History.” Marxism, Modernity and Postcolonial Studies içinde, Yayına
Hz.: Crystal Bartolovich ve Neil Lazarus. Cambridge: Cambridge University
Press, s. 185–203.
Bukharin,
Nikolai. 1928. Imperialism and World Economy. Londra: Martin Lawrence
Ltd.
Ertürk,
Nergis. 2017. “Baku, Literary Common.” Futures of Comparative Literature:
ACLA State of the Discipline Report içinde, s. 141-144.
Haywood,
Harry. 1978. The Black Bolshevik: Autobiography of an African-American
Communist. Şikago: Liberator Press.
Hikmet,
Nazim. 2002. The Poems of Nazim Hikmet. Çev.: Randy Blasing ve Mutlu
Konuk. New York: Persea Books, s. 6-31.
Hilferding,
Rudolf. 1981. Finance Capital: A Study of the Latest Phase of Capitalist
Development, Çev.: Tom Bottomore. Londra: Routledge.
Luxemburg,
Rosa ve Nikolai Bukhrain. 1972. Imperialism and the Accumulation of Capital.
Çev.: Rudolph Wichmann. Bath: Allen Lane the Penguin Press
Katsakioris,
Constantin. 2017. “Burden or Allies?: Third World Students and Internationalist
Duty through Soviet Eyes.” Kritika: Explorations in Russian and Eurasian
History 18:3: s. 539-567.
Kautsky,
Karl. 1975. Socialism and Colonial Policy: an Analysis. Belfast: Athol
Books.
Kirasirova,
Masha. 2017. “The ‘East’ as a Category of Bolshevik Ideology and Comintern
Administration: Students of the Arab Section of the Communist University in the
1920s.” Kritika: Explorations in Russian and Eurasian History 18:1: s. 7-34.
Lenin,
Vladimir. 2010. Imperialism, the Highest Stage of Capitalism. New York:
Penguin Press.
McClellan,
Woodford. 1993. “Africans and Black Americans in the Comintern Schools,
1925-1934.” The International Journal of African Historical Studies 26:2:
371-390.
Meyer,
James H. 2018. “Children of the Trans-Empire: Nazim Hikmet and the First
Generation of Turkish Students at Moscow’s Communist University of the East.” Journal
of the Ottoman and Turkish Studies Association 5:2 s. 195-218.
Petersson,
Fredrik. 2013. Willie Münzenberg, the League against Imperialism, and the
Comintern. Lewiston, NY: Edwin Mellen Press.
Prashad,
Vijay. 2007. The Darker Nations: A People's History of the Third World.
New York: The New Press.
---.
2017. Red Star over the Third World. New Delhi: LeftWord Books.
Ravandi-Fadai,
Lana. 2015. “’Red Mecca—the Communist University for Laborers of the East
(KUTV): Iranian Scholars and Students in Moscow in the 1920s and 30s.” Iranian
Studies 48:5: s. 713-727.
Yayına
Hz.: Riddell, John. 1993. To See the Dawn: Baku, 1920. First Congress of the
Peoples of the East. Çev.: Brian Pearce. New York: Pathfinder Press.
Said,
Edward. 1979. Orientalism. New York: Vintage.
Tamari,
Salim. 2003. “Najati Sidqi (1905-79): The Enigmatic Jerusalem Bolshevik.” Journal
of Palestine Studies 32:2: 79-94.
Trotsky,
Leon. 2017. “Chapter 1: Peculiarities of Russian Development,” History of
the Russian Revolution, Cilt. 1, Çev.: Max Eastman. Şikago: Haymarket
Books, s. 3-13.
Weaver,
Hal. 2021. Decolonization and the Cold War: African Student Elites in the
USSR, 1955-64. Manchester: University of Manchester Press.
Wright,
Richard. 1956. The Colour Curtain: a Report on the Bandung Conference. Londra:
Dobson.
Young, Robert J. C. 2001. Postcolonialism: An Historical Introduction. Malden, MA: Blackwell.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder