Pages

04 Şubat 2023

Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi (KUTV)

Otuzlarda KUTV öğrencileri. V. K. Şahbazova’nın şahsi arşivinden.

Aşağıda sunulan, Moskova’da 1921-1938 arasında faaliyet yürütmüş olan Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi ile ilgili değerlendirmenin amacı, dünyanın güneyinde çalışma yürüten ve bu okulun tarihini önemsememe eğilimi içerisinde olan akademisyenlerdeki hâkim yönelime itiraz etmektir.

Uzun zamandır postkolonyal düşüncenin çıkış noktası olarak Edward Said’in Şarkiyatçılık (1978) isimli, sözünü hâkim kılmayı bilmiş çalışması kabul edilmiştir. Ama genel kabule göre, yakın dönemde yapılan değerlendirmelerde artık çıkış noktası olarak, 1955’te Bandung’da düzenlenen Afrika-Asya Konferansı’na işaret edilmektedir. Bu momentleri önerenler, kendi açılarından haklıdırlar: İngiliz-Amerikan üniversitelerindeki beşeri bilimler ve sosyal bilimler bölümlerinde postkolonyalizm çalışan tüm bir akademisyenler kuşağı, Said’in kitabı sayesinde ortaya çıkmıştır.

Bandung Konferansı denilen taşın denizde yol açtığı dalgalar ise daha geniş bir alana yayılmıştır. Bu konferansta sömürgelikten yeni çıkmış, dünya nüfusunun yarısını temsil eden yirmi dokuz ülkeden gelen siyasetçiler, sömürgecilik karşıtı mücadele dâhilinde birleştiklerini ve dünyayı emperyalist hâkimiyetten, ırkçı zulümden ve küresel eşitsizlikten kurtarma arzusunda olduklarını beyan etmişlerdir. Konferansı takip eden yirmi beş yıl boyunca dünyanın dört bir yanında “Bandung” ruhu”yla, Bağlantısızlar Hareketi ve G77 gibi devletlerarası birlikler ile dünyanın güneyinde kültürel üretimde bulunanların meydana getirdikleri Afrikalı-Asyalı Yazarlar Birliği ve Üçüncü Dünyalı Yönetmenler gibi oluşumlar türünden ulusötesi yapılar teşkil edilmiştir.

Oysa sömürgecilik karşıtı enternasyonalizmin tarihi Bandung momentini önceler. Bu hareketin ilk döneminin tarihi, Vijay Prashad (2007, 2017), Robert J. C. Young (2001) ve Timothy Brennan’ın (2002) öncü çalışmalarında aktarılmaktadır. Bu değerlendirmelerin merkezinde yirminci yüzyılın ilk yirmi-otuz yıllık kesitinde küresel kapitalizmin işleyiş biçimlerindeki temel mantık olarak emperyalizme dair güçlü bir analiz ortaya koymuş olan uluslararası Marksist hareket (Karl Kautsky, Rosa Luxemburg, Rudolf Hilferding, Nikolai Buharin, Vladimir Lenin ve Lev Trotskiy) durur. 1917 Bolşevik Devrimi, bu sömürgecilik karşıtı düşünce geleneğini yeni kurulan Sovyet devletinin Doğu’ya yönelik olarak uyguladığı politikalara yedirmiştir.

“Doğu”, Bolşevikler tarafından, bilhassa 1917’yi takip eden ve Doğu’da devrim umutlarının güçlü olduğu yıllarda önemli bir kategori olarak benimsenmiştir. Fakat buradaki Doğu’nun, Batılı oryantalistlerin teorik zemine kavuşturdukları kültürel coğrafyayla bir alakası bulunmamaktadır. Bolşeviklerin Doğu’su, daha çok bir tür zulüm sahasını ve özgürleşme ihtiyacını ifade etmektedir (Kirasirova 2017).

İlk planda Bolşevikler, Doğu’nun iç kesimleriyle, eski Rus imparatorluğuna ait sömürge topraklarıyla, bilhassa milliyetler komiserliğinin yetki alanına giren ve Sovyetler’in milliyetlerle ilgili politikalarındaki iniş çıkışlara tabi olan Kafkasya ve Orta Asya ile ilgilenmişlerdir. Ayrıca SSCB, dünyada genelinde faal olan emperyalizmi samimiyetle mahkûm etmekle kalmamış, ayrıca antiemperyalist mücadelelere ciddi kaynak aktarmıştır. Bu yardımlar, daha çok Komintern’e bağlı yapılar ile giderek Sovyet hâkimiyetine giren komünist partilere ait teşkilâtlar aracılığıyla gönderilmiştir.

Sonrasında Stalin döneminde bu tür çabalar konusunda kimi tavizlerde bulunulmuştur. 1925’te Stalin’in “tek ülkede sosyalizm” fikrini dile getirmesi ve Trotskiy’nin “sürekli devrim”e dair ümidinin suya düşmesi sonrası, otuzlarda Sovyetler, İngiltere ve Fransa’daki emperyalist güçlerle Halk Cephesi kurmaya dönük adım karşılığında sömürgecilik karşıtı harekete desteğini kısmen azaltmış, zamanla Komintern araçsallaştırılmış ve nihayetinde de yok edilmiştir. Ama gene de bu dönemde bile Sovyetler ve Komintern, sömürgecilik karşıtı güçler arasında birliği sağlama ve ortak zemin bulma konusunda kimi çalışmalar yürütmüştür. Endonezya’da devlet başkanlığı yapan Ahmed Şükrani, Bandung Konferansı’nın açılışında işte bu çalışmalara atıfta bulunmaktadır:

“Burada otuz yıl önce Brüksel’de düzenlenen Emperyalizm ve Sömürgecilik Karşıtı Birlik Konferansı’nı hatırlatmak isterim. O konferansta bugün burada da bulunan birçok kıymetli delege, bir araya gelip bağımsızlık mücadeleleri dâhilinde yeni bir güce kavuşmuşlardı.”[1]

Komintern’e bağlı bir cephe örgütlenmesi olarak Emperyalizm Karşıtı Birlik, hızla, 1927’de Brüksel’de düzenlenen kongre sonrası sömürgecilik karşıtı ulus ötesi yapıların ana merkezi hâline geldi, ama ne yazık ki aynı hızla da Komintern’in üçüncü dönemine (1928-1934) has sekterlik sebebiyle, vaatlerine sırt döndü. Birlik, 1933’te Naziler iktidara gelince, merkez binasının bulunduğu Berlin’den ayrılmak zorunda kaldı (Petersson 2013).

Komintern’in ilk attığı adımlardan biri de 1920 tarihli Bakû Doğu Halkları Kurultayı idi. Kurultay, binin üzerinde katılımcısına emperyalizm karşıtı “cihad”a öncülük etme çağrısında bulunmuştu.[2]

İki savaş arası dönemde Komintern’le bağlantılı üçüncü önemli sömürgecilik karşıtı kurum, Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’ydi.

Rusya’daki iç savaş döneminin sonuna yaklaşıldığı günlerde kurulan KUTV’a iki görev verilmişti: Sovyetler’e ait Orta Asya topraklarında, Kafkasya’da ve Ruslara ait olmayan diğer SSCB topraklarında görevlendirilecek kadroların eğitilmesi ve sömürge dünyasında politik çalışma yürütecek komünist devrimcilerin yetiştirilmesi.

Bu sıra dışı kurumun bünyesinde aynı zamanda Komintern’e bağlı alan çalışmaları merkezi olarak kurulan Millet ve Sömürge Sorunları Araştırma Enstitüsü de bulunuyordu. Okul, yirminci yüzyıl ortalarında sömürgecilik karşıtı mücadeleye esas olarak mezunları üzerinden katkıda bulundu.

Okulun öğrencilerinin ekseriyeti, üç kıtada komünist partilerin yürüttükleri politik bağımsızlık mücadelelerine iştirak etti, küçük bir kısmı ise o ülkelerin milli edebiyatında önemli isimler hâline geldiler.

Moskova şehrinin ortasında, bugün Puşkin Meydanı olarak bilinen bölgenin yakınında kurulan KUTV, öğrencilerine sıra dışı bir eğitim verdi. Okulda bulunan, sayıları bini aşan öğrenciler, alt sınıf-üst sınıf şeklinde tasnif edilmek yerine, dillerine ve milliyetlerine göre tasnif edildiler. Diğer bir tasnif de Sovyet topraklarından gelen iç kesim ile Sovyet topraklarının dışından gelen dış kesim olarak yapıldı.

Dış kesim içerisinde Çinliler sayıca çoklardı ve daha önemli görülüyorlardı, zira yirmilerde Çin Komünist Partisi’nin büyüyeceği ümit edilmekteydi. Sonrasında Çin seksiyonu ayrıldı ve ayrı bir üniversiteye dönüştürüldü (Sun Yatsen Çinli Emekçiler Üniversitesi, 1925-1930).

Okulda tarihsel materyalizmden politik ekonomiye, devrimci hareketin tarihinden millet ve sömürge sorunlarına kadar birçok farklı dalda eğitim verilmekteydi. Kendisini geliştiren öğrencilere milliyetler komiserliğinde (bakanlığında) ve Komintern’de çalışma imkânı sunuluyordu.

Mezun sayısı düşüktü. Birinci Dünya Savaşı’nda Ruslara esir düşmüş Türklerin içinden gelen, sonrasında komünist partiye katılan isimlere çok az eğitim verilebildi.[3] Bazı isimlerse üniversiteyle veya Sovyet projesiyle ilgili olarak hayal kırıklığı yaşadı ve Moskova’dan ayrıldı.

Birçok öğrenci, eğitim gördükleri sırada Komintern tarafından başka görevlere gönderildi veya kendi ülkelerindeki komünist partiler tarafından memlekete çağrıldı. Buna karşın, on yedi yıllık ömrü boyunca KUTV’daki yabancı seksiyonu içinden onlarca komünist parti genel sekreteri çıktı. Bu isimlerin büyük bir kısmı, Avrupa ve Japon sömürgeciliğine karşı sürdürülen mücadelenin ön sıralarında yerlerini aldı. Bazıları, sömürgelikten kurtulan ülkelerinin başına geçti. Bazıları, Stalin eliyle yürütülen tasfiyelerin kurbanı oldu. Sömürgecilik karşıtı mücadeleye öncülük eden okul mezunları, Asya, Afrika ve Latin Amerika genelinde hapishaneleri doldurdular. Hepsi de sıra dışı hayatlar yaşadılar.

KUTV’a 1923 yılında giren Ho Chi Minh, Vietnam’ın Fransız sömürgeciliğine ve ABD işgaline (1945-1969) karşı yürüttüğü mücadeleye ve elde edilen zaferlere öncülük etti. O, okulun en çok bilinen mezunlarından biri. Ama şunu belirtmek gerek: okul, en az onun kadar sıra dışı olan başka isimleri de yetiştirdi.

İlkin Meksika Komünist Partisi’ni, ardından Hindistan Komünist Partisi’ni kuran, 1920’de Komintern’in ikinci kongresinde Lenin’in komünistlerin ve milliyetçi burjuvazinin içinde yer alacağı, emperyalizme karşı sömürgecilik karşıtı bir halk cephesi kurulması önerisine karşı çıkan M. N. Roy okula girdiğinde otuz beş yaşındaydı ve herkesten büyüktü. Tıpkı önce Amerikan Komünist Partisi, sonra Japon Komünist Partisi içerisinde yer alan Sen Katayama ve ilerleyen süreçte Çin Komünist Partisi’nin lideri olan Ku Kiyubay gibi Roy da okulun ilk yıllarında dil bölümündeki gençlere akıl hocalığı ve öğretmen olarak katkı sundu.

Suriyeli Kürd Halid Bektaş, okula 1933 yılında geldi. Henüz yirmi bir yaşında olan Bektaş, yaşına rağmen epey tecrübeliydi. Komünist Manifesto’yu Arapçaya tercüme etmiş, beş yıl süreyle Fransız mandası olan Suriye’de hapis yatmıştı. Moskova’da kaldığı ilk iki yıllık süre zarfında Halid Bektaş, Komintern’in yedinci kongresine gelen Arap heyetine başkanlık edecek düzeye erişti. Ertesi yıl ise Suriye Komünist Partisi Genel Sekreteri oldu ve bu görevi altmış yıl boyunca yürüttü. Sonrasında “Arap komünizminin başöğretmeni” olarak anılmaya başlandı.

Suriye Komünist Partisi’ne on yıl boyunca Fransız sömürgeciliği karşıtı mücadele yön verdi. Bu süreçte Bektaş, partiyi Arap milliyetçisi güçlerle ittifaklara soktu.

Buna karşılık, sekiz yıl süreyle Irak Komünist Partisi’ni (1941-1949) yöneten, bu sekiz yılın önemli bir kısmını hapiste geçiren Yusuf Selman Yusuf (Yoldaş Fahd, KUTV’a geliş tarihi 1937) partiyi burjuva milliyetçi partilerden uzaklaştırdı ve İngiliz emperyalizmine karşı iniş çıkışlı seyreden ve kanlı geçen bir mücadelenin içine soktu. Irak’ın İngilizlerin hâkimiyetinde olduğu dönemde başta bulunan Haşimi hanedanına bağlı yetkililer Yusuf’u idam ettiler, bedeni zaten gergin olan halka uyarıda bulunmak amacıyla uzun süre darağacında asılı bırakıldı.

Benim Rus Devleti Toplumsal-Politik Tarih Arşivi’nde bulunan Komintern koleksiyonunda rastladığım okul mezunlarının büyük bir kısmı, antiemperyalist mücadeleye bağlı kaldılar. Birçoğu Moskova çizgisine göre hareket etti. Buna karşın, okula 1927’de giren Harry Haywood, George Padmore ve bağımsız Kenya’nın lideri Jomo Kenyatta resmi komünist çizgiden ayrıldı. Kenyatta, okuldan ayrıldıktan sonra 1932 ve 1933’te bir süre çalıştığı Komintern’le bağını kesti. Sonrasında, on dört yıllık cumhurbaşkanlığı süresince sosyalizmle ilişkisi bulunmayan bir panafrikacı görüşü benimsedi.

Buna karşılık George Padmore, okuldan ayrıldıktan sonra birkaç yıl boyunca komünist hareket içerisinde çalışma yürüttü. Komintern’in Sovyet dış politikasının uzantısı hâline geldiğini, Sovyetler’in o dönemde faşist İtalya’nın saldırısı altında bulunan Etiyopya’ya yardım etme konusunda gönülsüz olduğunu görüp, bu yaşadığı hayal kırıklığı sebebiyle otuzların ortasında Komintern’den ayrılmazdan önce Padmore, bir süre Negro Worker (“Zenci İşçi”) gazetesinde çalıştı, ayrıca Komintern’e bağlı Siyahi İşçiler Beynelmilel Sendika Komitesi için işçi örgütledi.[4] Ardından Padmore, Afrika sosyalizminin derinleştirilmesi yönünde yoğun bir çalışma yürüttü. Bu çalışmadan beslenen en ünlü isimlerden biri de Gana cumhurbaşkanı Kwame Nkruma idi.

Afrikalı-Amerikalı Harry Haywood, otuz yılı aşkın bir süre ABD Komünist Partisi içerisinde çalıştı. Politbüro üyesi olan Haywood, partinin Siyah Kuşak tezini geliştirdi. Bu tez, Afrikalı-Amerikalıların ayrı bir milleti meydana getirdiklerini, dolayısıyla kendi kaderini tayin hakkının bulunduğunu söylüyordu. Haywood, partiden ellilerin sonunda ayrıldı. Ayrılmasının sebebi, Hruşçev revizyonizmiydi. Sonrasında kısa ömürlü olan Geçici Komünist Parti Örgütleme Komitesi (POC), Devrimci Siyahi İşçiler Birliği, Komünist Parti (Marksist-Leninist) gibi Maoist örgütlere öncülük etti. Sovyet çizgisinden kopması ardından yazılmış olsa da Siyahi Bolşevik (1978) isimli hatıratı, onun gene de Moskova’ya muhabbet beslediğini ortaya koyuyor:

“Sovyetler Birliği’nde kaldığım süre boyunca ırkçı düşmanlık vakasıyla sadece bir kez karşılaştım. Moskova’da tramvayla, bir grup Siyahi öğrenci olarak, akşamı arkadaşımız MacCloud’la geçirmek için onun yanına gidiyorduk. Kalabalık bir saatti, tramvayın yarısı Rus yolcularla doluydu. Her zaman olduğu gibi dostane bir ilgiyle tüm gözler, o merak duygusuyla bize dönmüştü. Bir durakta sarhoş bir Rus, sallana sallana tramvaya bindi. Bizi görünce, herkesin duyacağı yükseklikte bir sesle, ‘ülkemizi zenci şeytanlar basmış’ dedi.

Öfkeli bir grup Rus yolcu, adamı yakaladı, vatmana tramvayı durdurmasını söyledi. İlk kez yurttaşların birini gözaltına alışına şahit oluyordum. İçlerinden biri adama, ‘pislik herif, ne cüretle ülkemize misafir olarak gelmiş insanlara hakaret ediyorsun!’ dedi.

O an orada bir toplantı yapıldı ve insanlar, bu adamı ne yapacaklarını tartıştılar. Rusya’da kaldığım süre boyunca bu türden toplantılara çokça şahit olmuştum. Suçlu adamı, kondüktörün birkaç blok ileride olduğunu söylediği karakola götürmeye karar verdiler. Oraya varıldığında, sarhoş adamı tramvaydan yaka paça indirdiler ve biz Siyahilere, mağdur olduğumuz için şikâyetçi olmamızı söylediler.

Sarhoş adam, öyle demek istemediğini söyledi. Yeminler etti. ‘Sarhoştum, başka bir şeye kızmıştım. Bu Siyahi beylere karşı hiçbir ırki önyargım yok, yemin ederim’ dedi.

Bu zavallı adamın hâli zaten bizi epey üzmüştü, bu sebeple özrünü kabul ettik. Meseleyi büyütmek istemedik.

O an karakol amiri ‘Hayır, bu gece burada kalacak. Belki bundan bir ders çıkartır’ dedi.”[5]

Bu tür hikâyelere iki savaş arası dönemde Jim Crow yasalarının şekillendirdiği dünya karşısında politik seçenek arayışına giren ve Sovyetler’e gidip orada yaşayan Claude McKay ve Langston Hughes gibi isimlerin yazılarında da rastlanıyor.

KUTV, edebiyat konusunda herhangi bir eğitim vermemesine rağmen, sömürgecilik sonrası dönemde kaleme alınan metinlere gene de damgasını vurdu. Üç kıtadan gelen öğrencilerin içinde okul, yirmilerde Moskova’da kültürel alanda yaşanan canlılık içerisinde, bir dizi yetenek çıkartmayı biliyor. Mayakovski ve Vsevolod Meyerhold’un şiirlerinden beslenen ve okula 1924’te gelen Nâzım Hikmet, sonrasında Türk edebiyatının en ünlü isimlerinden biri hâline geldi.

1925’te okula giren ve Nâzım’ın arkadaşı olan Xiao San (Emi Siao) otuzlarda Rus ve Çin edebiyatı arasındaki en önemli edebi bağ ve en ünlü şairlerden biri hâline geldi. KUTV, özellikle Türk ve Çin edebiyatına damga vurdu: Okula 1925’te gelen Vâlâ Nureddin, 1937’de gelen Nizamettin Nazif, Reşat Fuat Baraner (KUTV ’37), ayrıca Zeki Baştımar gibi Jiang Guangci ve yukarıda adını zikrettiğimiz Ku Kuybay da ülkelerinin edebi dilinin modernleşmesi sürecine katkıda bulundu, bu noktada daha çok Sovyet edebiyatı ve kültürüyle kurdukları ilişkiden beslendiler.

Farklı diller konuşmalarına, en nihayetinde hayatları boyunca farklı yollardan geçmiş olmalarına rağmen öğrenciler, KUTV yurtlarında sömürgecilik karşıtı dayanışmanın farklı örneklerini somutladılar. Dostu Emi’nin öldüğüne dair, aslı astarı olmayan söylenti kulağına çalındığında Nâzım, oturup Çin halkına öncülük ederken Avrupalı emperyalistler eliyle katledilen Emi’nin kahramanca ölümüyle ilgili “Jokond ve Si-Ya-U” şiirini (1929) yazdı. Nâzım, Filistinli yazar Necati Sıtkı’nın otobiyografisinde de kendisine epey yer buldu:

“Her bir millet ayrı gruplara ayrışmıştı ve kendi faaliyetlerini yürütüyordu. Başında şair Nâzım Hikmet’in bulunduğu Türk grubu, en aktif olanıydı. Tanıştığımda yirmi beş yaşında genç bir adam olan Nâzım, uzun boylu, sarı saçlı, mavi gözlü, mizaç açısından hayat dolu biriydi. Sürekli hareket eden, enerji küpü olan bu arkadaş, golf pantolonu giyerdi. Üzerinde ise neredeyse tüm düğmeleri ilikli bir ceket bulunurdu. Türk öğrencilerinin arasında durur, yazdığı devrimci şiirleri okurdu. Sonra o öğrenciler, Türk sultanlarını alaya alan komik piyesler sergilerlerdi. Biri, at niyetine süpürge sapına biner, halkın içinde yürür, sağa sola selam verir, diğer öğrencilerse alaycı bir tonda sultanın marşını okurlardı.

Bir gün Nâzım geldi, ismimi sordu, ben de kendisine ‘üniversitede Mustafa Kâmil ismini kullanıyorum’ dedim. Bu sözüm karşısında biraz sarsılan Nâzım, ‘Ne?! Mustafa Kemal mi? Sana bu ismi kim verdi, kim?’ dedi. Ona adımın Mısır’ın milliyetçi liderinden aldığımı, Mustafa Kâmil olduğunu, Mustafa Kemal olmadığını söyledim. Gene de isminden hoşlanmadığını, insana hem özgürlüğü hem de despotizmi çağrıştırdığını, bu nedenle kafa karıştırıcı olduğunu söyledi. Ardından ismimi İranlı şair anısına Mustafa Sadi olarak değiştirmemi önerdi. Nâzım Hikmet’le aramızdaki dostluk bağları bu şekilde kuruldu. Beni hep Türk öğrencilerinin bulunduğu yere davet eder, hatta gruba katılıp toplantılarda yer almamı isterdi, bunun sebebini de ‘yakın geçmişe kadar aynı despotizm altında yaşadık ikimiz de’ cümlesiyle izah ederdi.”[6]

Bu satırların yanında, birçok kısa hikâyenin, kısa romanın ve eleştirinin yazarı olan Necati Sıtkı (KUTV’a geliş tarihi: 1928), Nâzım’da gördüğünü söylediği enternasyonalizmin cisimleşmiş hâliydi. Rusça öğrenen Sıtkı’yı Kudüs’teki Yahudi sosyalistler KUTV’a göndermişlerdi. Mezuniyeti sonrası İspanya İç Savaşı’nda Cumhuriyetçilerle birlikte savaşan Sıtkı, milliyetçi güçlerle savaşan Faslı askerlere yönelik propaganda çalışmalarını yönetti. Cumhuriyetçilerin yenilmesi sonrası Paris’e geçen Sıtkı, burada otuzların sonunda Komintern’in Arapça olarak yayımladığı Arabi Doğu dergisinin yayın yönetmenliğini üstlendi. Sonrasında ise Filistin Komünist Partisi içinde çalışma görevi verildi. 1939 tarihli Molotov-Ribbentrop Anlaşması sonrası birçok KUTV mezunu gibi Komintern çizgisinden kopan Sıtkı, sola ve Sovyetler’e bağlı kaldı, Maksim Gorki, Anton Çehov, Aleksandır Puşkin gibi Rus yazarlarının eserlerini Arapçaya kazandırdı.

KUTV binaları içerisinde bir tek bu bina ayakta kaldı. Geçmişin tüm izlerinin silindiği bina, bugün bir şirketin merkez binası olarak kullanılıyor. Fotoğraf yazar tarafından 2019’da çekildi.

1938’de birçok Komintern kurumu gibi KUTV’un da kapısına kilit vuruldu. Hocalarının büyük bölümü ve Moskova’da yaşayan mezunların belirli bir kısmı tutuklandı, hatta idam edildi. Böylelikle Sovyetler’in (yarı-) sömürge dünyasıyla kurduğu canlı bağlantılara ve bu alana dair elde ettiği uzmanlığa ağır bir darbe indirildi (Ravandi-Fadai).

Sömürgecilik sonrası döneme geçiş yapan ülkelerle Sovyetler, Bandung üzerinden ilişki kurdu, Stalin sonrasında bu ilişkiler dağıldı. 1991’e dek uzanan süreçte Sovyetler’in sunduğu kalkınma amaçlı yardımların parçası olarak, iki yüz binin üzerinde Afrikalı, Asyalı ve Latin Amerikalı öğrenci, Sovyet üniversitelerinde eğitim aldı.[7] Bu üniversitelerden biri de Moskova’da bulunan Patrice Lumumba Halkların Dostluğu Üniversitesi idi. Okulda üç kıtadan gelen öğrenciler eğitim gördüler. Yirminci yüzyılın ortalarında ulusal kurtuluş mücadelesi ve toplumsal mücadele içinde yer alan KUTV’dan mezun olmuş komünist devrimcilerden farklı olarak, bu okullardan altmışlı, yetmişli ve seksenli yıllarda mezun olan doktorlar, mühendisler, kimyagerler (nadiren de olsa yazarlar ve yönetmenler) sömürgelikten kurtulup yeni devlet kurmuş ülkelerinin gelişimiyle alakalı uzmanlık ihtiyacını karşıladılar. Ama o noktadan sonra SSCB, iki savaş arası dönemde edindiği, sömürgecilik karşıtı enternasyonalizmin ana merkezi olma işlevini yitirdi. (Yeni) sömürgeciliğe karşı verilen mücadelenin ana hattının Batı bloğuna karşı sürdürülen Soğuk Savaş tarafından belirlendiği dönemde, bu mücadeleye artık sömürge halklar öncülük ediyor, onu Bandung gibi yerler koordine ediyordu.

Rossen Cagalov
28 Ağustos 2020
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Richard Wright, The Colour Curtain: a Report on the Bandung Conference. Londra: Dobson. 1956, s. 138.

[2] Nergis Ertürk, “Baku, Literary Common.” Futures of Comparative Literature: ACLA State of the Discipline Report içinde, 2017, s. 141-144. Yayına Hz.: John Riddell. To See the Dawn: Baku, 1920. First Congress of the Peoples of the East. Çev.: Brian Pearce. New York: Pathfinder Press, 1993, s. 263.

[3] James H. Meyer, “Children of the Trans-Empire: Nazim Hikmet and the First Generation of Turkish Students at Moscow’s Communist University of the East.” Journal of the Ottoman and Turkish Studies Association 5:2, 2018, s. 211-212.

[4] Hakim Adi. Pan-Africanism and Communism: The Communist International, Africa, and the Diaspora, 1919-1939. Trenton: Africa World Press, 2013, s. 179.

[5] Harry Haywood, The Black Bolshevik: Autobiography of an African-American Communist. Şikago: Liberator Press, 1978, s. 171.

[6] Aktaran: Salim Tamari. “Najati Sidqi (1905-79): The Enigmatic Jerusalem Bolshevik.” Journal of Palestine Studies 32:2, 2003, s. 88.

[7] Hal Weaver, Decolonization and the Cold War: African Student Elites in the USSR, 1955-64. Manchester: University of Manchester Press, 2021; Constantin Katsakioris. “Burden or Allies?: Third World Students and Internationalist Duty through Soviet Eyes.” Kritika: Explorations in Russian and Eurasian History 18:3, 2017, s. 540).

Kaynakça:
Adi, Hakim. 2013. Pan-Africanism and Communism: The Communist International, Africa, and the Diaspora, 1919-1939. Trenton: Africa World Press.

Brennan, Timothy. 2002. “Postcolonial Studies Between the European Wars: An Intellectual History.” Marxism, Modernity and Postcolonial Studies içinde, Yayına Hz.: Crystal Bartolovich ve Neil Lazarus. Cambridge: Cambridge University Press, s. 185–203.

Bukharin, Nikolai. 1928. Imperialism and World Economy. Londra: Martin Lawrence Ltd.

Ertürk, Nergis. 2017. “Baku, Literary Common.” Futures of Comparative Literature: ACLA State of the Discipline Report içinde, s. 141-144.

Haywood, Harry. 1978. The Black Bolshevik: Autobiography of an African-American Communist. Şikago: Liberator Press.

Hikmet, Nazim. 2002. The Poems of Nazim Hikmet. Çev.: Randy Blasing ve Mutlu Konuk. New York: Persea Books, s. 6-31.

Hilferding, Rudolf. 1981. Finance Capital: A Study of the Latest Phase of Capitalist Development, Çev.: Tom Bottomore. Londra: Routledge.

Luxemburg, Rosa ve Nikolai Bukhrain. 1972. Imperialism and the Accumulation of Capital. Çev.: Rudolph Wichmann. Bath: Allen Lane the Penguin Press

Katsakioris, Constantin. 2017. “Burden or Allies?: Third World Students and Internationalist Duty through Soviet Eyes.” Kritika: Explorations in Russian and Eurasian History 18:3: s. 539-567.

Kautsky, Karl. 1975. Socialism and Colonial Policy: an Analysis. Belfast: Athol Books.

Kirasirova, Masha. 2017. “The ‘East’ as a Category of Bolshevik Ideology and Comintern Administration: Students of the Arab Section of the Communist University in the 1920s.” Kritika: Explorations in Russian and Eurasian History 18:1: s. 7-34.

Lenin, Vladimir. 2010. Imperialism, the Highest Stage of Capitalism. New York: Penguin Press.

McClellan, Woodford. 1993. “Africans and Black Americans in the Comintern Schools, 1925-1934.” The International Journal of African Historical Studies 26:2: 371-390.

Meyer, James H. 2018. “Children of the Trans-Empire: Nazim Hikmet and the First Generation of Turkish Students at Moscow’s Communist University of the East.” Journal of the Ottoman and Turkish Studies Association 5:2 s. 195-218.

Petersson, Fredrik. 2013. Willie Münzenberg, the League against Imperialism, and the Comintern. Lewiston, NY: Edwin Mellen Press.

Prashad, Vijay. 2007. The Darker Nations: A People's History of the Third World. New York: The New Press.

---. 2017. Red Star over the Third World. New Delhi: LeftWord Books.

Ravandi-Fadai, Lana. 2015. “’Red Mecca—the Communist University for Laborers of the East (KUTV): Iranian Scholars and Students in Moscow in the 1920s and 30s.” Iranian Studies 48:5: s. 713-727.

Yayına Hz.: Riddell, John. 1993. To See the Dawn: Baku, 1920. First Congress of the Peoples of the East. Çev.: Brian Pearce. New York: Pathfinder Press.

Said, Edward. 1979. Orientalism. New York: Vintage.

Tamari, Salim. 2003. “Najati Sidqi (1905-79): The Enigmatic Jerusalem Bolshevik.” Journal of Palestine Studies 32:2: 79-94.

Trotsky, Leon. 2017. “Chapter 1: Peculiarities of Russian Development,” History of the Russian Revolution, Cilt. 1, Çev.: Max Eastman. Şikago: Haymarket Books, s. 3-13.

Weaver, Hal. 2021. Decolonization and the Cold War: African Student Elites in the USSR, 1955-64. Manchester: University of Manchester Press.

Wright, Richard. 1956. The Colour Curtain: a Report on the Bandung Conference. Londra: Dobson.

Young, Robert J. C. 2001. Postcolonialism: An Historical Introduction. Malden, MA: Blackwell.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder