Nâzım
Hikmet, 1922 baharında Moskova’da bulunan Doğu Emekçileri Komünist
Üniversitesi’ne kaydoldu.[1] Nâzım, burada altı yıl boyunca eğitim gördü,
ayrıca ders verdi.[2] Sonrasında Türkiye’nin en çok sevilen, ayrıca en çok
tartışılan yazarlarından biri olacak olan Nâzım, Moskova’ya geldiğinde henüz
yirmili yaşlarındaydı.[3] KUTV, bir yıl önce, 1921 yılında açılmıştı.[4]
Nâzım,
günümüz Türkiye’sini inceleyen öğrencilerin gayet iyi bildikleri dört
yoldaşıyla, Vâlâ (Nureddin), Şevket Süreyya (Aydemir), Şevket’in eşi Leman
(Aydemir) ve Ahmet Cevat (Emre) ile birlikte, Gürcistan’ın Batum şehri
üzerinden Moskova’ya geldi.[5] Okula geldiklerinde birkaç sayfalık anket
formunu dolduran gençler, formdaki aile geçmişleri ve yakın dönemde yapıp
ettikleri ile ilgili sorulara cevap verdiler. Anket formu, “ailenin toplumsal
konumu nedir?” “İç savaşa katıldın mı, katıldıysan hangi sıfatla?” ve “Parti
geçmişin ne düzeyde?” gibi soruları içermekteydi.
Anket
formunda “yazı yazar mısın, yazıyorsan ne yazarsın?” sorusu vardı. Nâzım bu
soruya “her şeyi yazarım” cevabını verdi. “Moskova’da kaldığın sokağın adresi
nedir?” sorusuna ise Nâzım “yaşadığım yer anlamına Gde ia zhivu” cevabını
verdi.[6]
* * *
Genç
şairin bu soruya verdiği cevap, kendisine yardım eden üniversite personelini ve
formları okuyanları onun düşünmeden konuşan biri olduğuna kanaat getirmelerine
neden oldu muhtemelen. Zaten Nâzım ve arkadaşları de önceki yılı, aynı
heyecanla ve zindelikle geçirmişlerdi.
1
Ocak 1921 günü Nâzım ve dostu Vâlâ, Ankara’daki Mustafa Kemal güçlerine
katılmak üzere İstanbul’dan yola çıktılar.[7] Ancak yolculukları, onları önce
Anadolu’ya oradan da Kafkasya’ya sürükledi. Bu seyahatleri esnasında Nâzım ve
Vâlâ, Tiflis’te Ahmet Cevat’la tanıştı. Hep birlikte uzun ve dolambaçlı bir
yola revan oldular. İç savaşın harap ettiği topraklardan geçen arkadaşlar, o
yorucu ve yavaş seyreden seyahatleri ardından, Moskova’da yeni bir hayata
başlamak için bu şehre gittiler.[8]
Bu
makale, işte bundan sonrasıyla ilgili. Nâzım’ın ve arkadaşlarının Moskova’ya
vardıktan sonra yaşadıklarını ve yirmilerde KUTV’da okuyup çalışan Türk
komünistlerini ele alıyor. Başka kaynakların yanında, Rus Devleti Sosyo-Politik
Tarih Arşivi’deki materyallerden istifade eden bu çalışma, üç payanda üzerine
kurulu.
1.
Nâzım’la alakalı biyografi çalışmaları ve onun hayatını belirli bir bağlama
oturtmaya çalışan çalışmalar.
Türkçe
ve başka dillerde Nâzım ile ilgili birçok kitap kaleme alındı. Hatta neredeyse
her yıl Türkiye’de onunla ilgili yeni bir kitap çıkıyor. Ama gene de Nâzım’ın
Moskova yılları (1922-1928 ve 1951-1963) konusunda çok az şey biliniyor. Hayat
hikâyesini aktaran önemli çalışmalar bile onun Sovyetler’de geçirdiği yıllara
dair pek bir şey söylemiyor.[9] Bu değerlendirmeler, daha çok Nâzım’ın
yazılarını, Meyerhold ve Mayakovski gibi Sovyet kültürünün ünlü simalarıyla
kurduğu temasları ve kişisel hayatını tartışmak için kaleme alınmış, önceden
yayımlanmış kitaplardan istifade ediyorlar. Ama bu çalışmalar, Nâzım’ın hayat
hikâyesini kaleme alanların bugüne dek erişemediği Rus arşivlerindeki
materyalleri maalesef içermiyorlar.[10]
2.
TKP ve KUTV’daki beynelmilel komünistlere tahsis edilmiş akademik çalışmalar
üzerinden Sovyetler’deki Türk komünistlerinin hayatlarına dair inceleme.
Yıllar
içerisinde Türk komünizmiyle bağlantılı birçok önemli çalışma kaleme alınmış
olsa da hayatları partileriyle bağlantılı örgütlü faaliyetler bağlamında
tartışılan Türk komünistlerine dair elimizde çok az bilgi var. Dahası, bu
çalışmaların büyük bir kısmı, temelde TKP ile bağlantılı olarak, Türkiye
sınırları dâhilinde yaşanan gelişmelere odaklanıyor. Akademik çalışmalar,
sadece Sovyetler’de yaşayan ünlü birkaç Türk komünistini ele alıyorlar.[11]
Yirmilerde kendilerini KUTV’da inşa eden, perde gerisinde kalmış ve unutulmuş
Türk komünistlerinin hayatlarının ilk dönemine odaklanan bu çalışmanın amacı, bu
kişileri son yıllarda gelişen, KUTV’daki yabancı komünistlere dair tarihyazımı
dâhilinde ele almak.[12]
3.
Rus-Osmanlı sınırıyla ve her iki taraf arasındaki hareketlilikle ilgili olarak
son on yıl içerisinde üretilmiş olan tarih çalışmaları.
Bu,
çalışmanın dayandığı en önemli payanda. Onlarca yıldır Rus-Osmanlı sınırı
boyunca uzanan toprakları inceleyen akademisyenler, sınır geçişlerini esas
olarak devletin politika yapma biçimi, kitlesel sınır dışı etme girişimleri ve
tek yönlü göç üzerinden tartıştılar. Ama son yıllarda bu alanı inceleyen
isimler, hareketlilik meselesini esnek bir biçimde ele almaya, geri dönüş
amaçlı göç, iki ülkenin vatandaşı olma ve kendi memleketi dışında dokunulmaz
olma gibi ayrıntılı ve karmaşık konuları incelemeye, devlet yetkililerinin
attıkları adımlara ve sınırları geçen kişilerin faaliyetlerine odaklanmaya
başladılar.[13] Bu son çalışmalar, Rus-Osmanlı sınırı boyunca uzanan
topraklarla ilgili olarak akademide süren tartışmayı besleseler de nedense
Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı güne kadar uzanan dönemi ele aldılar ve
imparatorlukların yıkılışı sonrasına nadiren baktılar.
Birinci
Dünya Savaşı’nı takip eden dönemde Osmanlı-Rus sınırı, nispeten yol geçen
hanına dönmüş durumdaydı. Her dinden insanlar, bu iki imparatorlukta sınırları
birçok kez geçebiliyorlardı. Özellikle Rusya’da doğmuş olan Müslümanlar, her
iki tarafın fiilen vatandaşı oldukları için, iki imparatorluğun bürokratik
kurumlarının belirledikleri kuralları rahatlıkla ihlal edebiliyorlardı. Rus ve
Osmanlı hukukunda vatandaşlıkla ilgili maddelerin epey karışık olması sebebiyle,
Osmanlı’ya göç eden Rusya doğumlu Müslümanlar, Osmanlı vatandaşı olduktan çok
sonra Rus tebaasına da girebiliyor, bu sayede Rusya’nın Osmanlı’yla yaptığı,
borçlarla ilgili anlaşmalar türünden hukuki mevzularda oluşan açıklardan
istifade edebiliyorlardı. Diğer yandan, Rusya doğumlu Müslümanların Osmanlı’ya
göç ettikten sonra burada bir süre kalıp Rusya’ya dönmeleri, yaygın görülen bir
durumdu. Hatta bazen bu insanlar, Osmanlı vatandaşı olarak, geri dönüp Rusya’da
kalan arazilerine yerleşebiliyorlardı. Tüccarlar, göçmenler, hacılar,
öğretmenler, öğrenciler, hatta pantürkist aydınlar, birçok kez sınırı
geçebiliyor, her iki imparatorluğun pasaportlarına sahip olabiliyorlardı.[14]
Birinci
Dünya Savaşı süresince bu sınır sivillere kapatıldıysa da Şubat Devrimi
ardından düşmanlıkların son bulmasıyla sınır hareketliliği yeniden başladı. Nâzım
ve arkadaşlarının Moskova’ya gelişleri yanında diğer Türk komünistlerinin
KUTV’a gelişleri, bu canlanma dâhilinde mümkün olabildi. Genelde Osmanlı ve Rus
imparatorluklarında hareketliliğin bu dönemde son bulduğu düşünülse de savaşı
takip eden aylar içerisinde sınır geçişleri yeniden başladı ve bu hareketlilik,
yirmili yıllar boyunca devam etti. Sınırdaki hareketlilik, imparatorluk sonrası
dönemin ilk kesitinin önemli bir bileşeniydi.
Moskova’ya
Geliş Bilinçli miydi Yoksa Tesadüfi miydi?
Nâzım
ve Vâlâ’nın İstanbul’dan Moskova’ya yürüdükleri yol, tesadüflerle, kişisel
bağlantılarla ve irticalen atılmış adımlarla örülüydü. Nâzım ve Vâlâ,
Moskova’ya varmalarından yaklaşık on dört ay önce İstanbul’dan ayrılmışlardı. İki
genç şair, ideolojik açıdan komünist enternasyonalizmin yakınından bile
geçmeyecek bir düşüncedeydi. Vâlâ’nın aktardığına göre iki dost, pantürkist
eğilimlere sahip ateşli birer milliyetçiydi. Bu hâl, yirmilerin başında ilk
Türk komünisti kuşağında yaygın olarak görülen bir hâldi.[15]
Bu
gençler, bir yandan da belirli bir mantık uyarınca yola koyulmuşlardı. “Doğu
stratejisi” olarak adlandırabileceğimiz bir hamle dâhilinde Bolşevikler, o
günlerde Nâzım ve Vâlâ gibi gençleri bazı araçları devreye sokarak örgütlemek
derdindeydi. Eylül 1920’de Bakû’de düzenlenen Doğu Halkları Kurultayı, aynı ay
içerisinde kurulan TKP ve 1921’de Moskova’da açılan KUTV, bu türden
araçlardandı. Dolayısıyla, tesadüfi bir gelişme dâhilinde komünizm sahasına
adım attıkları dönemde Moskova da onlara o sahaya geçiş için gerekli köprüyü
inşa etmekteydi.
Nâzım
ve Vâlâ’nın İstanbul’dan Moskova’ya yaptıkları yolculuğu tartışırken, hayat
hikâyelerini yazan yazarlar, genelde üç kitaptan istifade ediyorlar. Şevket
Süreyya Aydemir (1959), Vâ-Nû (Vâlâ Nureddin, 1963) ve Nâzım Hikmet (1964)
tarafından kaleme alınmış olan bu üç eser birçok yönde fayda sağlasa da
yazarlar, bu çalışmalarda kendi çıkınlarındakini döküyorlar ortaya.[16] Aynı
dönemde yazılmış olan bu üç eser, anlattıkları olaylardan yaklaşık otuz kırk
yıl sonra yayımlanmış.
Nâzım’ın
İngilizcede Life’s Good, Brother [“Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim”]
olarak bilinen kitabı, kaynak olarak kullanılacak ölçüde sade bir çalışma
değil. Genelde “roman” olarak satılan bu çalışmanın baş kahramanı “Ahmet”, az
çok Nâzım’ın hayatına benzer bir hayatı tecrübe eden biri. Tam da roman olduğu
için yazar, bazı okurların, genelde Nâzım’ın hayat hikâyesini yazanların
Nâzım’ın hayatı olarak yorumladığı bir çalışma ortaya koyuyor ve bu kitabı
yazarken, yaratıcılık namına kalemini özgürce kullanıyor.
Bu
üç kitap da Nâzım ile Vâlâ’nın hem pratik hem de düşünsel düzleminde lider
kişilikler hâline gelişleri üzerinde duruyor. İstanbul’dan yola çıkan bu iki
genç arkadaş, Moskova yolu boyunca bir dizi eylem ve düşünce adamıyla
tanışıyor, onların akıl hocalıklarından istifade ediyor. İki gencin yolda
sözünü dinledikleri ilk ağabeyleri Yusuf Ziya (Ortaç) ve Faruk Nafiz (Çamlıbel).
O günlerde Ortaç yirmi beş, Çamlıbel ise yirmi iki yaşında. İki genç gibi bu
ağabeyler de hececi şairler. Hatta Nâzım ve Vâlâ, onlarla Ankara’ya gitmeyi
planlıyorlar. Yusuf Ziya ve Faruk Nafiz’in İnebolu’da geçmişleri inceleniyor,
bu incelemenin ardından İstanbul’a gönderiliyor. Bu gelişme, Nâzım’la Vâlâ’yı
çok üzüyor.[17]
Ancak
gençler, yolda başka ağabeyler buluyorlar. Yusuf Ziya ve Faruk Nafiz’in
İstanbul gemisine bindiği gün Nâzım ve Vâlâ, Ankara’ya giden beş gençle
tanışıyor. Grubun lideri, Almanya’da okurken Spartakist ayaklanmasına ilk elden
şahit olmuş, o günlerde komünist hareketin halesine kapılmış olan Sadık Ahi
(Eti). Sadık Ahi ve Almanya’dan gelen Türk sınıf arkadaşları, yeni edindikleri
politik görüşleriyle İstanbul’a dönmüşler.[18]
Sadık
Ahi, sadece komünizme ilgili olan, Ankara yoluna revan olmuş bir seyyah değil. Bir
ay önce, Aralık 1920’de Ahi, İstanbul’da şehirde Türk komünistleriyle bağ kurma
imkânı arayan Nestor Lakoba ismindeki bir Sovyet elçilik görevlisiyle
buluşuyor.[19] Bu buluşmada Ahi, Lakoba’yı İstanbul’daki komünistlere yönelik
beğeninin ne düzeyde olduğu konusunda bilgilendiriyor, ayrıca Lakoba’ya genel
manada Türk halk içerisinde komünizmin yayılma ihtimaliyle ilgili bir rapor
kaleme alacağına söz veriyor. Lakoba’nın sonrasında aktardığına göre, Ahi söz
verdiği raporu hazırlamıyor, ama yanındaki arkadaş grubundan ve Ahi’den bilgi
almaya devam ediyor. Ankara’ya yolculuk esnasında Sadık Ahi ve Spartakist grubu,
Nâzım ve Vâlâ ile karşılaşıyor, bu muhabbetle birlikte gençleri komünizmle
tanıştırıyor.[20]
Nâzım
ile Vâlâ, esasen ailelerinin ekonomik durumları sayesinde bu yolculuğa çıkma
imkânı buluyorlar. Her iki isim de Osmanlı devletine hizmet etmiş, ama zamanla
az çok durumları kötüleşmiş elit ailelere mensup. Ekonomik durumu çok iyi
olmayan Nâzım’ın babası, oğlunu prestijli bir okul olan Galatasaray Lisesi’nden
okul ücretini ödeyemediği için, almak zorunda kalmış. İki genç de bu anlamda
imparatorluğun son döneminde İstanbul’da yaşayan kentli Müslüman orta sınıf
ailelere mensup.[21] Nâzım’ın babası ve Vâlâ’nın babası, devlet memurları. Dolayısıyla,
ekonomik açıdan zengin olmasa da gerektiğinde yardım için kapısı çalınacak,
devlete hizmet eden çok sayıda arkadaşa ve akrabaya sahipler.
Nâzım
ve Vâlâ, bu sebeple Ankara’ya orada hiç bağlantı bulmadan gidiyor değil. İlk
başta gençler, Nâzım’ın kız arkadaşı Nüzhet’in eniştesi Muhittin’in (Birgen) kendilerine
iş bulmasını umut ediyorlar. Nüzhet’in anne babası vefat etmiş, kendisi,
Nâzım’la ilk tanıştıkları dönemde ablası ve eniştesiyle birlikte kalıyor.
Önceden İstanbul’da çıkan günlük gazete Tanin’in yayın yönetmenliğini
yapan Muhittin Bey, o günlerde Ankara hükümetinin basın bürosunun müdürü. Ankara’ya
varınca gençler Muhittin Bey’i arıyorlar. Muhittin, ilk başta gençlerle
ilgileniyor, direnişi öven bir şiirlerini gazetede yayımlıyor. Hatta gençlerin
yazdığı, sultana hakaret eden şiir, Muhittin Bey’in itibarının zedelenmesine
neden oluyor. O noktadan sonra Muhittin Bey, Nâzım ve Vâlâ’dan uzaklaşıyor.[22]
Gençler,
Ankara’da daha etkili bir bağlantı buluyorlar. Bu isim, o günlerde Ankara hükümetine
bağlı eğitim bakanlığında çalışan Kâzım Nami Bey. Bu kişi, Vâlâ’nın merhum
babasının dostu, uzun süre Osmanlı’da bürokrat olarak çalışmış, hatta bir dönem
Beyrut valisi olarak görev yapmış. Kâzım Nami Bey’le görüşmelerinde gençler,
hem İstanbul’da hem de Ankara’da imtiyazlı bir konumda olmanın neticesi olarak,
bir miktar küstah bir tavır sergiliyorlar. Görüşme esnasında Vâlâ ve Nâzım, Kâzım
Nami Bey’e “ağacın bile bitmediği yerlere” gitmek istemediklerini söylüyor,
devamında aynı yere gönderilmelerini istiyor, “aksi takdirde bu görevi kabul
etmeyiz” diyor. Bunun üzerine Kâzım Nami Bey, gençlere birkaç seçenek sunuyor
ve kararlarını ertesi gün iletmelerini istiyor. Gençler bir süre tartıştıktan
sonra, hangi şehri seçecekleri konusunda net bir karara varamıyorlar. En
nihayetinde gidip Kâzım Nami Bey’e Bolu’yu seçtiklerini söylüyorlar.[23]
Bu,
Mustafa Kemal’e bağlı Ankara güçleri ile Yunan Ordusu arasında süren savaşın
iyice hararetlendiği 1921 yılının ilk ayları dikkate alındığında, oldukça
çarpıcı bir sahne. Nâzım ve Vâlâ’nın Ankara’da olduğu dönemde savaşın geleceği
hâlen daha tartışmalı durumda. Birinci İnönü Muharebesi yeni yaşanmış. Ankara
hükümeti, Sovyetler’le Moskova Anlaşması’nı henüz imzalamamış. Mart 1921’de
imzalanan anlaşmayla Ankara kuvvetlerinin ihtiyaç duyduğu silâhlara ve altına
kavuşulacak.
Aslında
o dönemde Nâzım, teknik açıdan Osmanlı Donanması’nda harp okulu öğrencisi
olarak görev yapıyor. Mayıs’ta verilecek olan terhis belgesinin onaylanmasına
birkaç ay var.[24] O dönemde yaşanan savaşa Vâlâ ve Nâzım’a ait yazılı
değerlendirmelerde çok az değinildiğini görüyoruz. Bu konuda ihtiyatlı bir
tutum içerisindeler. Savaşa laf arasında değiniyorlar.[25]
Nâzım’ın
kurgu roman olarak kaleme aldığı hatıratında bu hikâye, bir tür kahramanlık
hikâyesi gibi aktarılıyor. Nâzım, kendisini cepheye gönderilmesini isteyen bir
kahraman olarak takdim ediyor. Bu talebi, kudretli dayının “böyle bir şey söz
konusu bile olamaz” tepkisiyle geri çevriliyor.[26]
Öğretmenlik
yapmak için Bolu’ya giderken gençler, başka bir ağabeyle tanışıyorlar. Bu kişi,
Bolu ağır ceza reis vekili Ziya Hilmi. Vâlâ’nın tarifine göre, o, kendi
meslektaşlarının tahammülü zor hâllerinden Nâzım’la kendisini kurtaran kişi.
İlk akıl hocaları Yusuf Ziya, Faruk Nafiz, ardından Sadık Ahi ve Spartakist
arkadaşlarına kıyasla Ziya Hilmi yaşı ilerlemiş, dünyayı Nâzım ve Vâlâ’ya
kıyasla daha fazla bilen bir isim. Tarih ve edebiyat meraklısı olan Ziya Hilmi
ile gençler şiir ve siyaset tartışıyorlar.[28]
Bir
gün Nâzım, Nüzhet’ten bir mektup alıyor. Mektupta Muhittin Bey’in Tiflis’te bir
işe başlamak üzere olduğunu yazan Nüzhet, kısa bir süre sonra Gürcistan’a
taşınacağı haberini veriyor. Gürcistan, 1921’de Bolşeviklerin kontrolüne
giriyor. Nâzım ve Vâlâ, Tiflis’e gidip Nüzhet ve Muhittin’i ziyaret etmeye
karar veriyorlar. Hatta bu yolculuğa Ziya Hilmi de dâhil oluyor.[29] Yaz
gelince Nâzım, Vâlâ ve Ziya Hilmi Bolu’dan ayrılıp, Batum feribotuna binmek
üzere Trabzon’a gidiyorlar. Tiflis’e Batum’dan binecekleri trenle gitmeyi
planlıyorlar. Ama Trabzon’dayken ailesi yakınlarda bulunan Ziya Hilmi, fikir
değiştiriyor. Gençlere ailesini ziyaret edeceğini, sonrasında yanlarına
geleceğini söylüyor. Gençler, bir kez daha lidersiz kalıyorlar. Tıpkı
İnebolu’dayken Yusuf Ziya ile Faruk Nafiz’in İstanbul’a gönderilmesinde olduğu
gibi bu sefer de bu yaşlı ve tecrübeli kişinin aralarından ayrılması üzerine
kendilerini yetim kalmış gibi hissediyorlar. Vâlâ, o güne dair, kederli bir
biçimde Nâzım’la tavla oynadığını aktarıyor. Hatta Trabzon’da gemiyi beklerken
oynadıkları bu oyun esnasında yumruk yumruğa geliyorlar.[30] Gene de gemiye
arkadaş olarak biniyorlar ve Muhittin Bey ile Nüzhet’i Tiflis’te bulma planları
uyarınca hareket ediyorlar.[31]
Trabzon’dan
Tiflis’e Batum üzerinden gidiyorlar. Hatıratında Vâlâ, komünizm hakkında çok az
şey bildiklerini, bu cahillik sebebiyle, komünist ülkelerde paranın
kullanılmadığına dair duydukları söylenti sebebiyle Gürcistan’a varmadan önce
tüm birikimlerini bilerek harcadıklarından bahsediyor.[32] Tiflis’e varan
gençler, Muhittin ve Nüzhet’in Moskova’ya gittiklerini öğreniyorlar. Üstelik ne
zaman dönecekleri konusunda kimsenin bilgisinin olmadığını görüyorlar. Ankara’daki
bağlantılarını kullanan Nâzım ile Vâlâ, Gürcistan’daki önde gelen
siyasetçilerden biri olan Budu Mdivani’yle tanışıyorlar, böylece başka bir
destekçiye kavuşmuş oluyorlar. Mdivani, gençlere Nüzhet’in ablası Melahat
Hanım’ın kaynanasıyla misafir olarak kaldığı otelde ücret ödemeyecekleri bir
oda ayarlıyor.[33] Çok geçmeden Melahat Hanım, Nâzım ve Vâlâ’yı Bakû’den yeni
gelmiş Türk komünist grubu içinde yer alan ve o günlerde aynı otelde kalan Ahmet
Cevat (Emre) ile tanıştırıyor. Bu karşılaşma, gençlerin hayatında önemli bir
rol oynuyor.[34]
1878’de
Osmanlı toprağı olduğu dönemde Girit’te dünyaya gelen Ahmet Cevat, İttihatçı
olduğu 1908-1918 arası dönemde bir dizi İstanbul gazetesine yazılar yazmış bir
isim.[35] Dilbilimci kimliğiyle, sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin otuzlarda
yürürlüğe koyacağı alfabe ve dil reformlarında önemli bir isim hâline gelecek
olan, İttihatçı olduğu dönemde pantürkist eğilimleri bulunan Ahmet Cevat,
yirmili yılların başlarında birçok Türk gibi komünizmle ilgileniyor. Bu
eğilimleri ve bulduğu kişisel fırsat üzerinden Ahmet Cevat, 1919’da
İstanbul’dan ayrılıp, o dönemde eski Jöntürk hükümetiyle bağları bulunan
milliyetçilerin yönettiği bağımsız bir cumhuriyet olan Azerbaycan
Cumhuriyeti’ne gidiyor.[36]
Nisan
1920’de Azerbaycan’ın Bolşeviklerin eline geçmesi üzerine Ahmet Cevat, Anadolu’ya
dönmeme, Kafkasya’da kalma kararı alıyor. Eylül 1920’de Bakû’de düzenlenen,
Bolşeviklerin Müslümanları ve Asyalıları davalarına örgütleme çabasını ifade
eden “Doğu stratejisi” kapsamında ortaya koydukları ilk önemli çabalardan biri
olan Doğu Halkları Kurultayı’na katılıyor.[37] Bakû’de gelirlerinden mahrum
kalan Ahmet Cevat, İstanbul’dan getirdiği kitap ve halıları satarak ayakta
kalıyor.[38] İstanbul’dan ayrılmazdan önce komünizm konusunda pek bir şey
bilmemesine rağmen Bolşeviklere örgütleniyor ve bu sayede iş buluyor.[39] Nâzım
ve Vâlâ, kendisiyle tanıştığında, Ahmet Cevat Yeni Dünya adında Türkçe
yayınlanacak komünist gazetesini çıkartmak üzere Batum’a gitmektedir. Bu
görüşmede Ahmet Cevat, gençleri gazete işlerinde kendisine yardımcı olsunlar
diye Batum’a davet ediyor.[40]
Peki
1921 yılında Türk komünisti olmak ne tür bir anlam ifade etmektedir? O dönemde
Ankara, komünistleri pek düşman kabul etmiyor. Bilâkis, Sovyetler, Kemalist
hükümetin en önemli destekçisi durumundadır. Moskova Anlaşması sonrası ülkeye
altın ve silâh gönderiliyor. Hatta bir süre Ankara’da Bolşevizm ve komünizm,
Kemalist hükümetin devlet desteğiyle kurulan “komünist parti”nin kuruluşu ile
birlikte, istifade edilmeye çalışılan bir tür moda hâline geliyor.[41] Bu
bağlamda, Moskova’ya gidip orada komünist bir üniversitede okumak, Şeyh Sait
isyanı sonrası TKP’nin yasaklandığı 1925 yılı sonrası Türkiye’sine kıyasla, o
kadar da radikal bir eylem değil.
Batum’da
yaklaşık altı ay kalan gençler, böylelikle 1921 yılının güz aylarını ve 1922
yılının kış aylarını bu şehirde geçiriyorlar. Bu süre zarfında Nâzım ve Vâlâ,
Eylül 1921’de Şevket Süreyya (Aydemir) ile tanışma imkânı buluyorlar.[42] Kendi
ifadesiyle, “göçmenlerin şehri Edirne’de göçmenlerin çocuğu olarak yetişen” Şevket
Süreyya, sonrasında, yirminci yüzyılın ortalarında Türkiye’nin en çok tanınan
aydınlarından biri hâline geliyor.[43] Nâzım ve Vâlâ’dan beş yaş büyük olan
Şevket Süreyya, eski asker kimliğiyle gençleri epey etkiliyor.[44] Ahmet Cevat,
hem gençlere iş veren hem de onlara dostluk eden bir amca figürü iken, Şevket
Süreyya, saatlerce bilgi alışverişinde bulundukları, edebiyat, tarih ve siyaset
üzerine tartışma yürüttükleri en önemli isim hâline geliyor. Böylelikle gençler,
nihayet yeni bir ağabey buluyorlar.[45]
Nâzım
ve Vâlâ, 1921 yılını Anadolu’dan Kafkasya’ya yaptıkları yolculukla geçirirken, Şevket
Süreyya, başka bir yolculuğa çıkıyor. Birinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle
birlikte Osmanlı ordusundan terhis olan Şevket Süreyya, eğitimini tamamlamak
için Edirne’ye dönüyor. Ardından, Türkçe öğretmeni olarak çalışmak üzere, o
günlerde milliyetçi Müsavat partisinin kontrolünde olan Azerbaycan’a gidiyor.[46]
O dönemde Şevket Süreyya, ateşli bir pantürkisttir ve Azerbaycan’da kaldığı
günleri “Turan”ın çıkarları için harcanan günler olarak
değerlendirmektedir.[47] 1920 yılının başlarında ülkenin kuzeyinde bulunan,
bugün Şeki olarak bilinen Nuha şehrinde öğretmenlik yaptığı dönemde, Şevket
Süreyya, Dağlık Karabağ’da Ermeni savaşçılarla yaşanan çatışmalarda Azeri
milislerine gönüllü olarak liderlik ediyor.[48]
Ama
Nisan 1920’de Azerbaycan’ın Bolşeviklerin eline geçmesinin ardından Şevket
Süreyya, politik açıdan dönüşüyor. Azerbaycan’da yaşadıkları üzerinden
pantürkçü hayallerinin suya düştüğünü gören Şevket Süreyya, Bolşeviklerin
örgütledikleri “Doğu stratejisi” bağlamında yürütülen çalışmalara dâhil
oluyor.[49] Eylül 1920’de Doğu Halklar Kurultayı’na Nuha delegesi olarak
katılıyor, ardından, Bakû’de kalıp Mustafa Suphi’nin öncülük ettiği TKP’nin
kuruluş kongresini izliyor.[50] KUTV’a teslim ettiği evraka göre, devamında
Şevket Süreyya, 19 Aralık 1920 günü Azeri Komünist Partisi’ne giriyor.[51]
Kongrenin tamamlanması sonrası 1921 yılının yazına kadar kalacağı Nuha şehrine
dönüyor. Bu noktada, kendi aktarımıyla, “gayesiz, maksatsız birçok yerler
dolaştığını” söyleyen Aydemir, Kafkasya’yı dolaşmaya başlıyor.[52] Hayat
hikâyesini kaleme alan yazarlardan birine göre, Şevket Süreyya 1921 yazını
Malatya’ya doğru uzanan yolculukla geçiriyor. Aydemir’in hatıratında
aktarmadığı bu yolculuğun amacı, Mustafa Kemal’e bağlı güçlere katılmanın
yolunu bulmak ve Yunanlılara karşı verilen mücadeleye iştirak etmek. Ama Sakarya
Savaşı’nın sonuçlanmak üzere olduğunu işitince Batum’a geri dönmeye karar
veriyor.[53]
Eylül
1921’de Şevket Süreyya, Ahmet Cevat’ın, Nâzım’ın ve Vâlâ’nın kalıp Yeni
Dünya için çalışma yürüttükleri Batum’a varıyor. 1921 yazının sonlarında
Şevket Süreyya, hem ideolojisinde hem de kişisel ilişkilerinde kimi kopuşlar
yaşıyor. Nuha şehrinde Sitare ismindeki sevgilisini bırakan Şevket Süreyya, Pantürkizm
limanından ayrılıp komünizme yelken açıyor. Aynı günlerde kendisinden on beş
yaş küçük olan, ailesi kısa süre önce İzmir’den gelip Batum’a yerleşmiş, Leman
isminde bir kadınla evleniyor. Yıllar sonra Şevket Süreyya Aydemir, bu kadının
şehre geldiğinde tanıştığı ilk Türk kızı olduğunu söylüyor.[54]
Nâzım,
Vâlâ, Ahmet ve Aydemir çifti Batum’dayken KUTV, kendilerine bir teklif
iletiyor. Okulda Türkçe öğretmeni olarak çalışacak olan Ahmet Cevat’tan öğrenci
getirmesi isteniyor. 1922 baharında beş arkadaş, tıka basa dolu bir trene
biniyor. Tren, yolcularını Moskova’ya birkaç haftada ulaştırıyor.[55]
* * *
Nâzım
ve arkadaşlarının Kafkasya’ya gidişleri şans eseri midir yoksa tesadüf mü? Sonrasında
Vâlâ, Şevket ve Nâzım’ın kaleme aldıkları değerlendirmelere inanacak olursak,
gençlerin kaderi, tesadüfi rast gelişler olarak görülebilecek gelişmelerin
sonucunda, muhtelif noktalarda dönüyor. Bazı noktalarda Nâzım ile Vâlâ’nın
yolculukları farklı bir seyir izleseydi, ya Kars’a, ya Tiflis’e, ya Batum’a ya
da başka yere gideceklerdi, bu görülüyor.
Ortaya
çıkan sonuç, tesadüfi ve şans eseri gelişen olaylar üzerinden izah edilebilse
de Nâzım ve arkadaşlarının Moskova’ya gelişlerinde Bolşeviklerin insan
örgütleme faaliyetlerinin etkili olduğunu söyleyebiliyoruz. Bu örgütleme
çalışmalarının gözle görünür sonuçlarından biri de İstanbul’da bir Bolşevik
ajanıyla tanışmış, sonrasında Nâzım ve Vâlâ’nın yüzünü komünizme çevirmelerini
sağlayan Sadık Ahi. Asıl önemli olansa Bolşeviklerin Türkleri ve diğer Doğulu
halkları Doğu Halkları Kurultayı, Bakû’de kurulan TKP, gençlerin Batum’da
çalışmalarına katkıda bulundukları, Türkçe yayınlanan Yeni Dünya
gazetesi ve KUTV gibi adımlar.[56] Nâzım ve Vâlâ, zaten dil eğitimi almış, yabancı
dil bilen isimler. Bolşevikler de tam da bu türden öğrenciler arıyorlar.[57] Onlara
göre, Moskova’ya gitmek sadece basit bir macera değil, aynı zamanda fırsat.
Kampüste
Dolaşan Yüzler
Beş
arkadaşın eğitim görmek ve öğretmenlik yapmak için geldiği KUTV, ne tür bir
okuldu?[58] Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi, 1921 baharında Batılı Milli
Azınlıklar İçin Komünist Üniversitesi (KUNMZ) ile birlikte kuruldu.[59] İki
okul da Moskova’daydı. Genç Sovyet devletinin iç ve dışişleri ile ilgili
ihtiyaçlarıyla bağlantılı bir dizi amaca hizmet ediyordu. O dönemde bu iki okul,
Sovyetler’in kaynaklarını tükettiği bir dönemde kuruldu. Böylesi bir dönemde,
bu türden kıymetli bir paranın ve enerjinin harcanmış olması, Sovyet
makamlarının bu iki okula bahşettikleri rolün öneminin delili.[60]
KUTV
ve KUNMZ’nin kuruluşunu, en iyi Bolşeviklerin söz konusu dönemde Rus olmayan
halklara yönelik yaklaşımları bağlamında idrak edebiliriz. Çar’ın son döneminde
sergilediği yaklaşımla çelişen bir yaklaşım içine giren Bolşevik liderler, Rus
olmayan toplulukların “kurtarıcı”sı olarak takdim ettiler kendilerini. Onlara
göre, Çar’ın tutumu, esasen “Rus şovenizmi”nin somut bir ifadesiydi. Rus
olmayan halkların yönetilmesi noktasında Bolşevikler, “pozitif ayrımcılık”
üzerinden tarif edilen, SSCB genelinde hem doğulu hem de batılı “milli”
kurumların kurulmasını içeren, ama bununla da sınırlı kalmayan politikalar
benimsediler.[61]
KUTV
ve KUNMZ, hem ülke içindeki hem de dışındaki Doğuluları ve Batılıları etkilemek
için ortaya konulmuş çabalardan biriydi. Doğuluları etkilemeye yönelik adımlar
dâhilinde, Asyalı, Afrikalı ve Ortadoğulu, komünist olması muhtemel müttefikler
bulmakla ilgiliydi.[62]
Peki
neden doğulu ve batılı öğrenciler için iki ayrı üniversite kuruldu? Bunun hem
teorik hem de politik bir gerekçesi mevcuttu. Teorik düzlemde dünyanın Doğulu
ve Batılı halklar olarak ikiye bölünmesi, yirminci yüzyılın başlarında Rus ve
Avrupalı şarkiyatçılığının başvurduğu, eski bir yöntemdi. Bugün “Ortadoğu
Çalışmaları” ve “Uzakdoğu Çalışmaları” olarak anılan sahalar, o dönemde Rusya
ve başka yerlerde genel “Doğu Çalışmaları” başlığı altında, bir arada ele
alınıyordu. Bu dünyayı algılama yöntemi, Sovyet döneminde de muhafaza
edildi.[63] Ancak pratik düzeyde Bolşevikler, Doğu ile Batı’daki devrimcilerin
yüzleştikleri sorun türlerini birbirinden farklı şeyler olarak ele alıyorlardı.
Bolşeviklere göre, Batılı komünistler, sanayileşmiş toplumlardan geliyorlardı
ve bu toplumlar ekonomik ve toplumsal açıdan gelişkin olduğundan, komünist
devrim için daha olgunlardı. Diğer yandan, Doğulu komünistler, sömürgelerden
geliyorlardı. Bu ülkelerde antiemperyalizm ve tarım meselesi, devrimci eğitim
için pratikte daha faydalı hususlar olarak görülüyordu.
1922’de
KUTV, dil konusunda beş sektöre ayrılmıştı. Öğrencilere dersler Rusça,
Fransızca, İngilizce, Çince ve Korece olarak verilmekteydi. Takip eden beş
yıllık süre zarfında üniversite, başka dilleri de müfredatına dâhil etti.
1925’te bu dillere Türkçe, Yunanca, Japonca ve Farsça eklendi.[64] Üniversitenin
ilk üç yılında altı yüz öğrenci içerisinden altmış altı yabancı öğrenci mezun
oldu.[65] Yirmili ve otuzlu yıllar boyunca yabancı öğrenci sayısı arttı ve
KUTV’un üç yıllık programından mezun olan öğrenci sayısı binleri buldu. Okul
içinde ayrıca yüksek lisans bölümü açıldı. Bu bölümden yüzlerce yabancı öğrenci
diploma aldı.
Okulun
ilk yılında Türk öğrenci sayısı mütevazı düzeydeydi. Bir elin parmaklarını
geçmiyordu. Ama zamanla yıl içerisinde ortalama on ilâ yirmi öğrencinin okuduğu
günlere gelindi.[66] Türk öğrenciler, sadece 1924-1925 öğretim yılında kurulan
Türk sektöründe eğitim görmüyordu, ayrıca bu sektörde okuyan herkes Türk
değildi. Uzun yıllar boyunca Türk sektöründeki öğrenci sayısı otuz civarında
kaldı. Ancak bunların büyük bir kısmı, on ilâ yirmisi Türk değildi veya bugün
“Türkiye” olarak bilinen coğrafyadan da gelmiyordu.[67] Nâzım ve arkadaşları,
Türk seksiyonu açılmazdan önce KUTV’da Fransızca bölümünde ders gördüler.[68]
Nâzım,
Vâlâ ve Şevket Süreyya, hem gelişkin eğitim düzeyleri hem de burjuva geçmişleri
ile okuldaki Türk öğrenciler içerisinde dikkat çekiyorlardı. 1925’te
hazırlanan, okuldaki Türk öğrencilerle ilgili bir raporda da dile getirildiği
biçimiyle, bu üç isim, sınıftaki arkadaşlarına kıyasla fazla kültürlü ve
eğitimli olmanın avantajına sahipti. “Hepsi de zeki ve belâgatli
kişilerdi.”[69] Sonrasında kaleme aldıkları kitaplarda bu üçlü, KUTV’da
geçirdikleri dönemde tanıdıkları Türk öğrencilerden çok az bahsedecekler, bunun
yerine, kitaplarda Türkiye haricinde başka ülkelerden gelen iyi eğitimli,
burjuva öğrencilerle ilişki kurduklarına dair satırlara rastlanacaktı.[70]
Okuldaki
öğrencilerin önemli bir kısmı, Osmanlı ordusuna mensupken Rusların eline düşmüş
Türk savaş esirleriydi. 1917’de Rus topraklarında on binlerce Türk savaş esiri
vardı. Bu esirlerin büyük bir kısmı sivildi, yani savaşın patlak verdiği
dönemde Rusya’da bulunan Osmanlı vatandaşlarıydı.[71] Bu esirlerin önemli bir
kısmı ise Kafkasyalıydı. Azerbaycan’ın Kızıl Ordu’nun eline geçmesinden hemen
sonra Bakû’ye gelen, esas olarak Kuban şehrinde faaliyet yürüten Bolşevik casus
L. Borş’un yazdığı, Haziran 1920 tarihli raporda, Bakû’de, yeni kurulacak “Türk
Kızıl Ordusu”na katılmaya sıcak bakan eski Osmanlı askeri birçok savaş esirinin
bulunduğundan” söz edilmekteydi. Borş’un aktardığına göre, Rostov’da orduya
yazılmaya gönüllü insan sayısı bin ilâ bin iki yüz civarındaydı. Bu sayıya
Kafkasya’daki farklı şehir ve kasabalarda bulunan 400 ilâ 500 esir de dâhil
olacaktı. Borş raporunda, bu son grubun acilen Bakû’ye gönderilmesini
önermekteydi.[72] Örgütlenme çalışmaları konusunda aslında sivil olan eski
savaş esirleri de önemli bir gruptu. 10 Eylül 1920’de Bakû’de kurulan TKP’nin
başına, sivilken savaş esiri olan Mustafa Suphi geçti.[73] Parti, daha çok
savaş esiri olmuş eski Osmanlı askerleri ve sivilleri üzerine kuruluydu. Bunların
içerisinde Bakû açıklarında bulunan, bugün Büyük Zira olarak bilinen Nargin
Adası’ndaki hapishanede kalmış esirler vardı.[74] Şevket Süreyya’nın kitabına
göre, Doğu Halkları Kurultayı’na katılan Türklerin önemli bir kısmı da eski
savaş esiriydi. Aydemir, kitabında bu insanları “Türkiye’deki evlerine dönmek
için yol arayan zavallı ruhlar” olarak tasvir etmekteydi.[75]
KUTV’daki
eski Osmanlı askerlerinin tamamı eski savaş esiri değildi. Okula gelen ilk Türk
öğrencilerinden biri, eski Osmanlı askeri Fahri Reşid’di. 1921 yılında Moskova’daki
eğitimine başlayan Fahri[76] eski askerdi ve 1916-1919 arası dönemde Osmanlı
Ordusu’na hizmet etmişti. Okula teslim ettiği evrakında bizzat kendi aktardığı biçimiyle,
Osmanlı’nın yenilmesi ardından Bolşeviklerin kontrolündeki topraklara geçiş yapmış
ve 1920 yılında Kızıl Ordu’ya katılmıştı.[77] Moskova’ya gelmeden önce Fahri,
Azerbaycan’daki parti içi ajitasyon faaliyeti yürütmüş, Osmanlı vatandaşı olan
eski savaş esirleri arasında propaganda faaliyetleri içinde yer almıştı. Ardından
Bakû’deki TKP bürosu, eğitim görmesi için onu Moskova’ya gönderdi.[78]
Öte
yandan, 1919 yılında Osmanlı Ordusu’ndan firar eden Nureddin Kadirov, Batum’a gitmek
için Kars’taki görev yerini terk etti. Orada yeni açılmış olan Azerbaycan
Büyükelçiliği, Türkleri çalışsınlar diye Bakû’ye gönderiyordu, fakat Nureddin,
Azeri başkentine vardığında tek yapabileceği işin askerlik olduğunu gördü. Bakû’ye
birlikte gittiği arkadaşıyla gerisin geri Batum’a döndü. Burada Nureddin,
yardım etsinler diye şehirdeki Müslüman örgütüne başvurdu. 1920 yılında Gürcü
Menşevikler, Bolşevik olabileceği şüphesiyle kendisini tutukladılar. Nureddin hapse
atıldı. Altı ayını burada tanıştığı Bolşeviklerle birlikte, parmaklıklar
arasında geçirdi. Hapse girdiğinde Bolşevik değildi, ama çıktığında Bolşevik
olmuştu. Nureddin ve arkadaşları, Ocak 1921’de özgürlüklerine kavuştular. Nureddin,
önce Batum’a, oradan da Bakû’ye gitti. Burada Kızıl Ordu içerisinde asker
olarak hizmet verdi. Bakû’deyken kendisini eğitim görsün diye KUTV’a
gönderdiler.[79]
KUTV’daki
birçok Türk öğrenci, aslen Karadenizliydi. Karadeniz, Rus-Osmanlı sınırına çok
yakın bir bölgeydi. Hamdi Şamilov, Trabzon’da büyümüştü. Birinci Dünya Savaşı
öncesi Rusya’da yaşıyordu. Ülkeye ilkin 1911’de işçilik yapmak için gelmişti.[80]
Birinci Dünya Savaşı esnasında nerede olduğu pek net değilse de Hamdi, muhtemelen
Mustafa Suphi gibi bir sivil olarak tutuklanıp esir alındı. Kendisine Bolşeviklerin
Kafkasya’yı ele geçirdiği dönemde burada rastlıyoruz. Oradan da 1922 yılında
KUTV’da eğitim görmek için Moskova’ya gitti.[81]
Şamilov
gibi Ali Yazıcı da Bolşevik Devrimi öncesi Rus İmparatorluğu’nda yaşamaktaydı. O
dönem TKP’nin başındaki isim olan Şefik Hüsnü’nün kaleme aldığı raporda izah
edildiği biçimiyle, “karıştığı bir çatışma sebebiyle, Birinci Dünya Savaşı öncesi
Osmanlı topraklarını terk edip Rusya’ya kaçmak zorunda kaldı.” Savaşın ardından
Yazıcı, Mustafa Suphi’nin örgütlediği Türk komünist teşkilâtına üye oldu. 1920’de
Bakû’de kurulan partinin ilk üyelerinden biriydi. İki yıl sonra Yazıcı,
Azerbaycan Komünist Partisi’nin önerisi üzerine KUTV’a gitti.[82] KUTV’da
Yazıcı’ya Karadenizli başka öğrenciler de eşlik etti.[83] Okuldaki Türk
sektöründe aynı zamanda Türkçe konuşan, Bulgaristan’da, Makedonya’da, Selânik’te
ya da Avrupa’nın güneydoğusunda yetişmiş başka kişiler de bulunmaktaydı. Nâzım
ve arkadaşlarını içeren bu grup, aslen Selânikli, İstanbullu, Edirneli, İzmirli
ve Giritliydi.[84]
Eski
savaş esirlerine ve Rus-Osmanlı sınırına yakın bölgelerden gelenlere ek olarak
bir de farklı kuşaklara mensup olup, sonradan Rusya’ya geri dönmüş isimler de
bu Türk sektörü içerisinde yer aldı. Bunlar, Rusya’da doğmuş Müslüman ailelerin
çocuklarıydı. Ekseriyeti, önceki yıllarda Rusya’dan Osmanlı’ya göç etmiş Kırımlılardan
oluşuyordu. İmparatorluğun son döneminde, bilhassa 1856-1914 arası dönemde bu göç
ve geri dönüş pratiği Kırım Tatarları arasında yaygın görülen bir durumdu. Bu
insanlar, Osmanlı’ya göç etmiş, birkaç yıl geçtikten sonra Rusya’ya dönmüş kişilerdi.
Bunlar, ya sadece Rus veya Osmanlı vatandaşıydı ya da her iki ülkenin de
vatandaşıydı.[85] Son dönemde Osmanlı’da doğmuş Kırım Tatarları, Kırım’a birer
komünist olarak döndüler. Bunların çoğu, ülkelerini ilk kez ziyaret ediyordu.
Bu
insanlar, eğitim imkânları ve iş fırsatları konusunda ailelerinin kurdukları
bağlardan istifade ettiler. 1899’da İstanbul’da doğmuş olan Zeki Ahmet, Birinci
Dünya Savaşı’nın sona ermesi ardından Kırım’a göç etti. Burada Kızılay için
çalıştı. Okula verdiği kayıt formunda da dile getirildiği biçimiyle, Zeki Simferopol’daki
bir evin ailesine ait olduğunu söylüyor, burayı daimi adres olarak
gösteriyordu. Muhtemelen annesi, iki kız kardeşi ve bir erkek kardeşi sonradan
Kırım’a gelmişlerdi.[86]
Zeki
gibi Varnalı yirmi yaşındaki öğretmen İbrahim Krimski de Romanov hanedanının
devrilişi sonrası Kırım’a geldi. İbrahim, bir Tatar okulunda öğretmenlik yaptı.
1923’te KUTV’da eğitim görmeye başladı. İki yıl kaldığı okulda yetkililerden
kendisini Kırım’da çalışması için izin vermesini istedi. 1925’te okuldan
ayrılan İbrahim’in kendisine Simferopol’de bir iş verilmesini istemesine rağmen,
yetkililer, onu güneye değil kuzeydeki Leningrad şehrine gönderdiler.[87]
Toplamda
okulda nispeten çok az kadın öğrenci vardı. Aralık 1925’te yabancı öğrenci
bölümündeki toplam 292 öğrencinin sadece on dördü kadındı.[88] Bu az sayıda
kadın öğrenciden biri de Türk sektörü içerisinde yer alan Rahime Hakkı idi.
1900
yılında doğmuş olan Rahime, üniversite evrakına Kırım Tatarı olarak
kaydedilmişti. İstanbul’daki öğretmen enstitüsünden mezun olmuştu. Öğrenci formunda
da dile getirdiği biçimiyle, Moskova’ya gitmesinin tek bir amacı vardı: “Kadın
hareketi içerisinde yer almak.”[89]
KUTV
kayıt formunda dile getirildiği biçimiyle, Aynühayat Voinova “Türkiye’de
doğmuştu.” Otuz dokuz yaşında olan Voinova, 1923’te okula giren öğrencilerin en
yaşlısıydı. Bu hâliyle, yaşları yirmi ilâ yirmi altı olan genç erkek çoğunluğu
içerisinde öne çıkıyordu.[90] Zeki ve İbrahim gibi Aynühayat da Rusya’ya Kırım
üzerinden gelmişti. Komünist partinin kadın örgütlenmesi (zhenotdel)
içerisinde eğitmen olarak çalışmaya başladı. Kadın meselelerini ele almak ve
kadınları Bolşevizm safına örgütlemek için kurulan bu örgüt içerisinde faaliyetlerde
bulundu. İki yıl Kırım’da kaldıktan sonra Aynühayat, Semerkant’taki kadın
örgütünde öğretmen olarak çalışacağı Orta Asya’ya geçti. Ancak Semerkant’taki
bu yeni işine daha henüz başlamadan, tekrar yollara düştü. 1923’te Moskova’ya
gitti. Orada kendisine KUTV’da eğitim görmesi önerisi iletildi.[91]
Fevziye
Habibova, Rusya’da yaşayan Müslüman bir ailenin çocuğuydu.[92] Babası Osmanlı’da
memur olarak çalıştığı için çocukluğu İstanbul’da geçti. KUTV günlerinde çekilmiş
bir fotoğrafta Fevziye, sandalyede oturmuş bir hâlde, tüm düğmeleri ilikli, düz
koyu ceketi ve boynuna taktığı büyük bir kolye ile çıkıyor karşımıza. Kahverengi
ve düz olan saçları tam kulaklarının altından kısa kesilmiş, gözleri ise kameranın
arkasına bakıyor.
Fevziye,
Moskova’ya gelmeden önce de yoğun faaliyetlerle geçen bir hayat yaşamaktaydı. İstanbul’daki
öğretmen enstitüsünden mezun olduktan sonra, tıpkı Nâzım ve Vâlâ gibi Mustafa
Kemal’e bağlı güçlere katılmak için Ankara’ya gitti. Fakat Nâzım ve Vâlâ’dan
farklı olarak, bugün Türk Bağımsızlık Savaşı olarak bilinen savaşta hemşire
olarak hizmetlerde bulundu. Sonrasında Türkiye Komünist Partisi’ne girdi. Türkiye’deki
parti teşkilâtının önerisi üzerine KUTV’a gönderildi.
1922
güzünde Moskova’ya gelen Fevziye, okula kaydolan ilk Türk öğrenci grubunun
içinde yer aldı. Ama şehirdeki ikameti ne yazık ki kısa sürdü. 1923 baharında
hamile kaldı. Ocak 1924’te çocuğunu doğurdu. Dosyası şu cümleyle sona eriyor: “1924
yılının başlarında Moskova’daki bir hastanede vefat etti.”[93]
İmparatorlukların
yıkılışı sonrası Rus-Osmanlı sınırını geçen TKP’lilerin tamamı Müslüman veya
Türk değildi. Aslen İstanbullu bir Rum olan, köklerinde Polonyalılık bulunan
TKP üyesi Aleksandır Senkeviç, KUTV’a gelmezden çok önce Rusya’yla uzaktan
tesis edilmiş, ama hâlen daha güçlü olan bağlara sahipti. Aleksandır’ın
büyükbabası Leh’ti, 1877-1878’te yaşanan Rus-Osmanlı Savaşı esnasında Osmanlı’ya
sığınmıştı. Büyükbaba, sonrasında Osmanlı tebaasından bir Rum kadınla evlendi. Oğulları,
Aleksandır’ın babası, Rus vatandaşlığı aldı. Aleksandır, 1907’de İstanbul’un
dışında bulunan, San Stefano Köyü’nde (bugünkü Yeşilköy’de) dünyaya geldi. 1925
yılının başlarında Aleksandır, Moskova’ya geldi, kısa bir süre sonra da KUTV’da
eğitim hayatına başladı.[94]
Türk
sektörünün en renkli simalarından biri de Muhammed Ağa Şahtahtılı’ydı. Tiflis’teki
bir liseden mezun olduktan sonra Leipzig ve Sorbonne’da eğitim gören
Şahtahtılı, 1903’ten beri devlet destekli yayın yapan, Tiflis’te Türkçe olarak
çıkan Şark-ı Rus gazetesinin yayın yönetmenliğini yürütmekteydi. Bu
görevin kendisine verilmiş olması, Ahmet Ağaoğlu’yu ve diğer bağımsız aydınları
kendisine düşman etti. Bu isimler, Şahtahtılı’nın hain olduğunu düşünüyorlardı.
Buna karşın, Şahtahtılı 1906’da Rus meclisine vekil olarak girdi. 1908’deki
Jöntürk Devrimi sonrası, Rusya’dan gelip İstanbul’a yerleşen Müslüman
eylemcilerle, yazarlarla ve aydınlarla çalışma yürüttü. İstanbul’da bulunduğu
yıllarda Şahtahtılı, zamanının büyük bir kısmını Rusya’da doğmuş Müslüman
öğrencilerle geçirdi, bu toplantılara dair raporlar kaleme aldı ve bunları Rus
Elçiliği’ne teslim etti.[95] Bu türden faaliyetler içerisinde bulunduğu
anlaşılınca casusluk suçlamasıyla sınır dışı edilerek, Rusya’ya gönderildi.
1920’de bu sefer Kafkasya’da Bolşevikler için çalışan bir tercüman olarak
ortaya çıktı. Oradan Moskova’ya giden Şahtahtılı, 1923 yılında KUTV’un yeni
kurulan Türk Dili bölümüne girdi.[96]
* * *
Rusya’ya
gelen bu insanların hikâyeleri bize ne anlatıyor? Öncelikle bu hikâyeler, Nâzım
Hikmet’in 1922-1928 arası dönemde Rusya’da geçirdiği ilk yıllar konusunda
sınırları netleştirilmiş bir bağlamın oluşmasını sağlıyorlar. Nâzım, Vâlâ,
Ahmet Cevat ve Aydemirler, komünist topraklara ve Moskova’ya ülkelerini ilk
başta terk etmelerine sebep olan planlarından vazgeçtikten çok sonra geliyorlar.
KUTV’da eğitim gören öğrencilerin büyük bir kısmı, en azından okuldaki Türk
öğrencilerin macerası, bu açıdan Nâzım ve arkadaşlarının macerasına benziyor. Okuldaki
öğrenciler ve öğretmenler de ilk belirledikleri hedeflerden hem coğrafi hem de
ideolojik düzlemde uzaklaşarak Moskova’ya geliyorlar.
Nâzım
ve arkadaşlarını okuldaki Türk öğrenci grubuyla ilişkili kılan diğer bir husus
da hepsinin Bolşeviklerin “Doğu stratejisi”ne örgütlenmiş olması. Okuldaki Türk
sektörünü oluşturan eski savaş esirleri, sınıra yakın bölgelerden gelenler ve
Rusya’ya dönüş yapan Müslümanlar, esasen Bolşevikler iktidarı almazdan önce
Rusya’yla şu veya bu şekilde bağ kurmuş insanlar. Batı emperyalizminin işgal
ettiği eski Osmanlı topraklarındaki komşularını bu emperyalizme karşı tesis
edilecek ittifakın potansiyel bileşeni olarak gören Bolşevikler, Müslümanları
örgütlemek için yoğun bir çalışma yürütüyorlar. Bu örgütlenme işini Doğu
Halkları Kurultayı, Bakû’de kurulan TKP, Nâzım ve arkadaşlarının Batum’da
çalıştıkları gazete türünden yayınlar ve KUTV gibi araçlar üstleniyor.
Bahsi
geçen örneklerin çoğunda kişinin bulunduğu yer, ideolojik değişimine neden
oluyor, başka yöne gitmesine izin vermiyor. Birinci Dünya Savaşı sonrası
sınırların sivil geçişlerine açılmasıyla birlikte Bolşevik örgütçülerle muhatap
olan Türklerin önemli bir bölümü, eve dönecek imkânlardan yoksun olan eski
askerlerden, Rusya’ya geçişi zor veya imkânsız olan Osmanlı tarafındaki
insanlardan ve daha önce Rus İmparatorluğu’nu terk edip Osmanlı’ya geçmiş
Müslümanların çocuklarından oluşuyor. Tüm bu insanların Rusya’ya geçmek için
komünizmden gayrı başka sebepleri var. Sonradan Türkiye hâlini alacak olan
topraklarda savaşın ve işgalin sürdüğü koşullarda, KUTV ve “Doğu stratejisi”
kapsamında inşa edilen diğer kurumlar, o eve dönüş için başlanan uzun
yolculukta önemli birer sığınak işlevi görüyorlar. Birlikte yola çıktığı ilk
grup içerisinde davasının peşinden gitmekle tek başına ayrıksı bir yere sahip
olan Nâzım gibi isimler içinse komünizm, farklı sebeplere bağlı olarak, uzun
soluklu bir ülküyü ifade ediyor.[97]
Bunlar,
imparatorluk sınırlarını aşan, hükmünü yitirmiş sınır geçme geleneğinin
varisleri. Otuzlarda sınır geçip bir tarafa yerleşen son kuşağın birçok üyesi,
bulunduğu yerde mahsur kaldı. İmparatorluğun son döneminde ve imparatorlukların
yıkılışını takip eden dönemin ilk yıllarında sınırı geçenler, bu geçişin epey
hayrını görürken, otuzlarda ve kırklarda yurtdışında yaşamış veya yabancı ülke
kökenli kişiler, hem Türkiye’de hem de Sovyetler’de başlatılan tasfiye
sürecinde ya hapse atıldılar ya da idam edildiler.
Nâzım,
bu kurbanların en ünlüsü idi. 1938-1950 arası dönemde isyana teşvik türünden
uydurma suçlamalarla hapis yattı. Sınırı geçenlerin büyük bir kısmı, daha kötüsüyle
yüzleşti. İmparatorluklar arası sınırların silikleştiği dönemde yetişmiş,
yirmilerde reşit olmuş bu kuşağın yüzüne imparatorluk sonrası dünyanın kapıları
zamanla kapandı. Bu durum, sınıfın hangi tarafını seçmiş olduklarından bağımsız
olarak, bu kuşağın mensuplarını hem fırsatlarla hem de acılarla yüzleştirdi.
James H. Meyer
[Kaynak:
Journal of Ottoman and Turkish Studies Association, Cilt 5, Sayı 2, Güz
2018, s. 195-218.]
Dipnotlar:
[1] Nâzım’la birlikte seyahat isimlerden Leman Aydemir’in çalışması 24 Mart
1922 tarihli. Rus Devleti Sosyo-Politik Tarih Arşivi (bundan sonra “RGASPI”),
Leman Aydemir’in kişisel dosyası, f. 532, op. 11, d. 171, ll. 1–2. RGASPI,
Nâzım Hikmet’in kişisel dosyası, f. 495, op. 266, d. 47, l. 157.
[2]
Nâzım, 1922 baharı ile Haziran 1924 arasında Moskova’da yaşadı, altı aylığına
İstanbul’a döndü, sonra, Moskova’ya geri döndü ve Ağustos 1925-Güz 1928 arası
dönemde bu şehirde kaldı. Nâzım, yıllar sonra tekrar Moskova’ya gitti ve ölene
dek burada yaşadı (1951-1963).
[3]
Nâzım’ın doğum tarihi tartışmalıdır. Söylenene göre, Ocak 1902’de doğmuştur.
Ama Mehmet Fuat, onun aslında 1901 yılının sonunda doğduğunu söylemektedir:
Mehmet Fuat, Nâzım Hikmet: Yaşamı, Yapısı, Davaları, Tartışmaları, Dünya
Görüşü, Şiirinin Gelişmeleri (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2000), s. 11.
Nâzım, KUTV’da doldurduğu formlara hem “1901” hem de “1902” tarihlerini düşmüş.
RGASPI, f. 495, op. 266, d. 47, part I, ll. 152, 156, 157, 160.
[4]
Masha Kirasirova, “The Eastern International: The ‘Domestic East’ and the
‘Foreign East’ in Soviet-Arab Relations, 1917–68” (Doktora Tezi, New York
University, 2014), s. 2.
[5]
Bu soyadları, 1934’te çıkan soyadı kanunu uyarınca alındı.
[6]
RGASPI, f. 495, op. 266, d. 47, part I, l. 157–ob.
[7]
Vâlâ Nureddin, sonrasında ülkesinde ünlü bir gazeteci oldu. Ucuz roman olarak
görülebilecek bir dizi kitap kaleme aldı.
[8]
Ülkenin yaşadığı bu tahribat konusunda bkz.: Vâlâ Nureddin (Vâ-Nû), Bu
Dünyadan Nâzım Geçti (İstanbul: İlke Kitap, 1995), s. 298–99; Şevket
Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam (İstanbul: remzi Kitabevi, 1987), s. 194–95.
[9]
Örneğin İngilizcede yeni yayımlanan Nâzım biyografisinde, Nâzım’ın yirmilerde
Moskova’da geçirdiği döneme sadece beş buçuk sayfa ayrılmış. Mutlu Konak
Blasing, Nâzım Hikmet: The Life and Times of Turkey’s World Poet (New
York: Persea Books, 2013), s. 50–55. Nâzım ile ilgili olarak altı ciltlik,
yaklaşık 1.400 sayfa uzunluğunda kitap kaleme almış olan Sülker ise Nâzım
Hikmet’in Gerçek Yaşamı isimli bu çalışmasında 1951-1963 arası döneme on
sayfa ayırmış (Kemal Sülker, Nâzım Hikmet’in Gerçek Yaşamı 6 Cilt. [İstanbul:
Yalçın Yayınları, 1987–89]).
[10]
Önemli Nâzım biyografileri arasında şu çalışmalar yer alıyor: Ekber Babayev, Nâzım
Hikmet: Yaşamı ve Yapıtları (İstanbul: Cem Yayınevi, 1976); Sülker, Nâzım
Hikmet’in Gerçek Yaşamı; Saime Göksu ve Edward Timms, Romantic
Communist: The Life and Work of Nâzım Hikmet, 2. Baskı (Londra: Hurst &
Company, 2006); Memet Fuat, Nâzım Hikmet; Blasing, Nâzım Hikmet.
[11]
Ya Nâzım Hikmet ya da TKP’nin kurucusu Mustafa Suphi ele alınıyor.
[12]
KUTV’da ve onunla bağlantılı kurumlarda okuyan diğer öğrencilerle ilgili olarak
bkz.: Miin-ling Yu, “Sun Yat-sen University in Moscow, 1925–1930” (Doktora Tezi,
New York University, 1995); Lana Ravandi-Fadai, “‘Red Mecca’—The Communist
University for Laborers of the East (KUTV): Iranian Scholars and Students in
Moscow in the 1920s and 1930s,” Iranian Studies 48, Sayı. 5 (2015): s. 713–27;
Irina Filatova, “Indoctrination or Scholarship? Education of Africans at the Communist
University of the Toilers of the East in the Soviet Union, 1923–1937,” Paedagogica
Historica 35, Sayı. 1 (1999): s. 41–66; Kirasirova, “The Eastern
International”; aynı yazar, “The East as a Category of Bolshevik Ideology and
Comintern Administration: The Arab Section of the Communist University of the
Toilers of the East,” Kritika: Explorations in Russian and Eurasian History
18, Sayı. 1 (2017): s. 7–34.
[13]
Osmanlı-Rus sınırı ve Osmanlı-Balkan sınırı konusunda bkz.: James H. Meyer, “Immigration,
Return, and the Politics of Citizenship: Russian Muslims in the Ottoman empire,
1860–1914,” International Journal of Middle East Studies 39, Sayı. 1
(2007): s. 9–26; aynı yazar, Turks Across Empires: Marketing Muslim Identity
in the Russian-Ottoman Borderlands (New York: Oxford University Press,
2014); Lâle Can, “Connecting People: A Central Asian Sufi Network in
Turn-of-the-Century Istanbul,” Modern Asian Studies 46, Sayı. 2 (2012): s.
373–401; aynı yazar, “The Protection Question: Central Asians and
Extraterritoriality in the Late Ottoman empire,” International Journal of
Middle East Studies 48, Sayı. 4 (2016): s. 679–99; Will Smiley, “The
Burdens of Subjecthood: The Ottoman State, Russian Fugitives, and Interimperial
Law, 1774–1869,” International Journal of Middle East Studies 46, Sayı.
1 (2014): s. 73–93; aynı yazar, “Freeing ‘The Enslaved People of Islam’: The
Changing Meaning of Ottoman Subjecthood for Captives in the Russian Empire,” Journal
of the Ottoman and Turkish Studies Association 3, Sayı. 2 (2016): s. 235–54;
Michael Christopher Low, “Unfurling the Flag of Extraterritoriality: Autonomy,
Foreign Muslims, and the Capitulations in the Ottoman Hijaz,” Journal of the
Ottoman and Turkish Studies Association 3, Sayı. 2 (2016): s. 293–323;
Andrew Robarts, Migration and Disease in the Black Sea Region:
Ottoman-Russian Relations in the Late Eighteenth and Early Nineteenth Centuries
(Londra: Bloomsbury Academic, 2016); David Gutman, “Travel Documents, Mobility
Control, and the Ottoman State in an Age of Global Migration, 1880–1915,” Journal
of the Ottoman and Turkish Studies Association 3, Sayı. 2 (2016): s. 347–68;
Seçil Yılmaz, “Threats to Public Order and Health: Mobile Men as Syphilis
Vectors in Late Ottoman Medical Discourse and Practice,” Journal of Middle
East Women’s Studies 13, Sayı. 2 (2017): s. 222–43; Dina Rizk Khoury ve
Sergey Glebov, “Citizenship, Subjecthood, and Difference in the late Ottoman
and russian empires,” Ab Imperio 18, Sayı. 1 (2017): s. 45–58. Lübnan ve
ABD arasında cereyan eden geriye dönüşlerle ilgili önemli bir çalışma için
bkz.: Fouad Akram Khater, Inventing Home: Emigration, Gender, and the Middle
Class in Lebanon, 1870–1920 (Berkeley: University of California Press,
2001). Osmanlı ile Venedik arasında gidip gelen insanlarla ilgili olarak bkz.: E.
Natalie Rothman, Brokering Empire: Trans-Imperial Subjects between Venice
and Istanbul (Ithaca: Cornell University Press, 2012).
[14]
Bkz.: Meyer, “Immigration and Return”; aynı yazar, Turks Across Empires,
s. 21–47.
[15]
Nâzım’ın hayatının ilk döneminde görülen milliyetçiliği konusunda bkz.: Vâ-Nû, Bu
Dünyadan Nâzım Geçti, s. 67–68.
[16]
Aydemir’in kitabı, o dönemde yaptıkları seyahatte edindikleri tecrübeleri
içeren bir hatırat, ama aynı zamanda Nâzım Hikmet’le yaptıkları tartışmalara da
yer veriyor. Vâlâ’nın kitabı ise özel olarak Nâzım Hikmet’le ilgili.
[17]
Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, s. 65–66.
[18]
A.g.e., s. 68; Göksu ve Timms, Romantic Communist, s. 17.
[19]
Nestor Lakoba, o dönemde az çok bilinen Abhazyalı Bolşevik. Arkadaşı Efrem Eşba
ile Türk yoldaşlar bulmak amacıyla Bolşevik makamları adına Anadolu’yu
dolaşıyor.
[20]
RGASPI, f. 544, op. 3, d. 46, ll. 105–06. 8 Mayıs 1921’de yazılmış, Abhazya’nın
Karadeniz kıyısındaki Sohum şehrinden gönderilmiş, N. Lakoba’ya ait rapor.
Ahi’nin gençler üzerindeki etkisi konusunda bkz.: Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti,
s. 68–74.
[21]
Nâzım’ın çocukluğunda ailesinin yaşadığı mali sorunlar konusunda bkz.: Sülker, Nâzım
Hikmet’in Gerçek Yaşamı, Cilt 1: s. 46–47; Göksu ve Timms, Romantic
Communist, s. 6; Blasing, Nâzım Hikmet, s. 31.
[22]
Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, s. 99–102.
[23]
A.g.e., s. 103–04. Göksu ve Timms, Romantic Communist, s. 23.
[24]
Sülker, Nâzım Hikmet’in Gerçek Yaşamı, Cilt 1: s. 52–56; Göksu ve Timms,
Romantic Communist, s. 13. Ayrıca, Blasing, Nâzım Hikmet, s. 32–33;
Memet Fuat, Nâzım Hikmet, s. 15.
[25]
Örneğin bir yerde Vâlâ, Bolu’dan Ankara’ya dönüşlerinden bahsediyor ve bu
noktada “Mudurnu dışında atılan topların sesini işitebildiklerini” söylüyor.
Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, s. 172.
[26]
Nâzım Hikmet, Life’s Good, Brother, Çev. Mutlu Konak Blasing (New York:
Persea Books, 2013), 62–63. Sülker ve Blasing aynı kaynaktan yararlanıyor.
Blasing, Nâzım Hikmet, s. 44; Sülker, Nâzım Hikmet’in Gerçek Yaşamı,
Cilt 1: s. 106–07. Eski tüfeklerden Şevket Süreyya, Birinci Dünya Savaşı’nı
uzun uzun tartışıyor, ama Kurtuluş Savaşı’nı es geçiyor.
[27]
Vâlâ, sonrasında Nâzım ve kendisinin meslektaşlarından, “kaba ve çocukça
şakalarından bıktığını söylüyor. Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, s.130.
[28]
A.g.e., s. 159–61; Göksu ve Timms, Romantic Communist, s. 26–28.
[29]
Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti. s.162.
[30]
A.g.e., s. 218–19.
[31]
Vâ-Nû, Ziya Hilmi’nin gençlerin Vâlâ’nın Ankara’daki bağlantıları üzerinden
izin alıp Gürcistan’a gittiklerini, ama Ziya Hilmi’nin bu imkânı bulamadığını
söylediğini aktarıyor. A.g.e., s. 216–17.
[32]
Vâlâ, komünizmde paranın kullanılmadığını kendilerine Sadık Ahi ve Ziya Hilmi’nin
söylediğini aktarıyor. A.g.e., s. 210, 225.
[33]
Vehbi (Sarıdal), Vâlâ’ya Tiflis’te başları derde girerse Mdivani’yle temas
kurmasını söylüyor. A.g.e. s. 199, 239–41; Göksu ve Timms, Romantic
Communist, s. 21–22, 30, 34.
[34]
Vâlâ, kitabında edebiyat tartışma imkânı buldukları Ahmet Cevat’ın
arkadaşlığını tercih ettiklerini söylüyor. Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti,
s. 243.
[35]
Ahmet Cevat Emre da sonrasında hatıratını kaleme alıyor: İki Neslin Tarihi
(İstanbul: Hilmi Kitabevi, 1960) isimli eserinde Emre, hayatının ilk dönemine
ait detayları aktarıyor, ama ilerleyen bölümlerinde kitap, Türk tarihine dair
genel bir değerlendirmeyi aktarıyor. Emre, kitabında SSCB’de geçirdiği
yıllardan hiç bahsetmiyor.
[36]
RGASPI, Ahmet Cevat, f. 495, op. 65a, d 9377, ll. s. 1–8; Temuçin F. Ertan,
“Ahmet Cevat Emre ve Kemalizm’de Öncü Bir Dergi: Muhit,” Kebikeç 5
(1997): s. 17–34. Azerbaycan’daki milliyetçi hükümet konusunda bkz.: Meyer, Turks
Across Empires, s. 173–74.
[37]
Bakû Kurultayı konusunda bkz.: Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 159–69. Yayına
Hz.: Rohn Riddell, To See the Dawn: Baku, 1920—First Congress of the Peoples
of the East (Londra: Pathfinder Press, 1993); Robert C. Young, Postcolonialism:
An Historical Introduction (Chichester, UK: John Wiley & Sons, 2016), s.
127–39.
[38]
Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, s. 250, 289.
[39]
Ertan, makalesinde Ahmet Cevat’ın bu dönemde komünizm konusunda pek fazla şey
bilmediği üzerinde duruyor.” Ertan, “Ahmet Cevat,” s. 20.
[40]
Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, s. 242; Göksu ve Timms, Romantic
Communist, s. 35.
[41]
Kurulan resmi KP’nin en ünlü üyelerinden biri İsmet İnönü. Samuel Hirst,
“Eurasia›s Discontent: Soviet and Turkish anti-Westernism in the Interwar
Period” (Doktora Tezi, University of Pennsylvania, 2012), s. 133–34.
[42]
Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, s. 272; Halil İbrahim Göktürk, Bilinmeyen
Yönleriyle Şevket Süreyya Aydemir (İstanbul: Arı Matbaası, 1977), s. 86.
[43]
Şevket Süreyya Aydemir (1897–1976) otuzların başında kurulan Kadro
dergisinin kurucularından biriydi. Ardından bir dizi önemli biyografi kaleme
aldı. Aydemir konusunda bkz.: William Allister MacLeod, “Şevket Süreyya
Aydemir, Modern Turkish Biographer” (Doktora Tezi, University of Michigan,
1984), s. 83.
[44]
Şevket Süreyya 1897’de doğdu. Geçmişinde göçmen oluşu konusunda bkz.: Aydemir, Suyu
Arayan Adam, s. 16, 18; Göktürk, Bilinmeyen Yönleriyle Şevket Süreyya
Aydemir, s. 12; MacLeod, “Şevket Süreyya Aydemir,” s. 50–51.
[45]
Vâlâ’nın aktardığına göre, grubun başkanı Şevket Süreyya’ydı. Vâ-Nû, Bu Dünyadan
Nâzım Geçti, s. 325.
[46]
Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 121.
[47]
Şevket Süreyya’nın gençliğinde sahip olduğu politik görüşleri konusunda bkz.:
Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 48, 50, 52, 60, 74, 121, 124; Göktürk, Bilinmeyen
Yönleriyle Şevket Süreyya Aydemir, s. 57–58.
[48]
Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 137–40; Göktürk, Bilinmeyen Yönleriyle
Şevket Süreyya Aydemir, s. 62; MacLeod, “Şevket Süreyya Aydemir,” s. 64–65.
[49]
Aydemir’in Pantürkçü hayallerinin suya düşüşü konusunda bkz.: Aydemir, Suyu
Arayan Adam, s. 125–26; Göktürk, Bilinmeyen Yönleriyle Şevket Süreyya
Aydemir, s. 59; MacLeod, “Şevket Süreyya Aydemir,” s. 64–69.
[50]
MacLeod, “Şevket Süreyya Aydemir,” s. 67; Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 169.
[51]
Şevket Süreyya’nın KUTV’daki evrakı konusunda bkz.: RGASPI, f. 532, op.12, d.
60, s. l. 2. Batum’daki partiye katılması konusunda bkz.: Aydemir, Suyu
Arayan Adam, s. 188.
[52]
MacLoed’in konuyla ilgili gözlemi ve çevirisine bakılabilir: MacLeod, “Şevket
Süreyya Aydemir,” 68. Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 185.
[53]
Göktürk, bu hikâyeyi kendisine bizzat Aydemir anlattığını söylüyor. Göktürk, Bilinmeyen
Yönleriyle Şevket Süreyya Aydemir, s. 86. MacLeod, “Şevket Süreyya
Aydemir,” s. 69. Sakarya Muharebesi, Ağustos sonu ve Eylül 1921 başlarında
Ankara’nın yaklaşık seksen kilometre batısında meydana geliyor.
[54]
Sitare konusunda bkz.: Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 145, 185. Leman’la
evliliği konusunda bkz.: A.g.e., s. 186. Komünist partiye girişi
konusunda bkz.: A.g.e., s. 188. Leman konusunda bkz.: RGASPI, f. 532,
op. 11, d. 17, ll. s. 2, 4, 6.
[55]
Moskova’ya gitme teklifi konusunda bkz.: Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti,
s. 289; Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 194.
[56]
Şevket Süreyya, Nâzım ve Vâlâ’nın Sovyet topraklarına gelişini, ardından
komünist oluşlarını büyük ölçüde tesadüf ve şans eseri yaşanan gelişmeler
olarak değerlendiriyor. Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 204.
[57]
Nâzım Fransızca, Vâlâ ise Fransızca ve Almanca biliyordu.
[58]
Leman, gençlerle Moskova’ya geldi, okula kayıt yaptırdı, ama muhtemelen hiçbir
derse girmedi.
[59]
KUNMZ konusunda bkz.: Michael David Fox, Revolution of the Mind: Higher
Learning among the Bolsheviks, 1918–1929 (Ithaca: Cornell University Press,
1999), s. 61–62.
[60]
KUTV’daki bütçe meseleleri konusunda bkz.: Kirasirova, “The East as a Category
of Bolshevik Ideology,” s. 135–37.
[61]
Terry Martin, Affirmative Action Empire: Nations and Nationalism in the
Soviet Union 1923–1939 (Ithaca: Cornell University Press, 2001).
[62]
Yunanlılar ve Afrikalı-Amerikalılar için üniversitede bölümler açıldı.
[63]
Sovyetik Doğu’nun oluşumu konusunda bkz.: Martin, The Affirmative Action
Empire, s. 126– 29; Kirasirova, “The Eastern International”; aynı yazar,
“The ‘East’ as a Category of Bolshevik Ideology.”
[64]
RGASPI, f. 532, op. 1, d. 25, s. l. 5.
[65]Kirasirova,
“The Eastern International,” s. 91–92, 119.
[66]
KUTV’un hazırladığı bir rapora göre, okulda 1926-1927 öğretim yılında yirmi
Türk öğrenci vardı. Aynı raporda aktarıldığı kadarıyla, Çinli öğrenci sayısı
seksen, Koreli sayısı kırk beş, Arap sayısı elli beş, İranlı sayısı otuz,
Afrikalı-Amerikalı sayısı dokuzdu. Toplam öğrenci sayısı ise 410’du. Bu 410
öğrencinin yirmi sekizi farklı sebeplerle kampüsten ayrıldı. Okulda 382 öğrenci
kaldı, ama aynı belgede bu sayı 383 olarak verilmekteydi. RGASPI, f. 17, op. 3,
d. 653, l. s. 145.
[67]
Örneğin okulun Aralık 1924’te hazırladığı bir belgeye göre Türk sektöründe otuz
bir öğrenci vardı, ama muhtemelen bu sayı Azerbaycan ve Orta Asya gibi
yerlerden gelen “Türkler”i de içermekteydi. “List of Students from the
International Sector of KUTV,” 15 Aralık 1924, RGASPI, f. 532, op. 1, d. 12.
ll. s. 44–52. Ayrıca bkz.: ll. 26, 53. Ocak 1925 tarihli bir raporda ise Türk
grubundaki öğrenci sayısının otuz iki olduğundan söz edilmekteydi. Bu
öğrencilerin yirmi üçü kendi milliyetlerini Türk olarak kaydettirmişlerdi.
Muhtemelen bu grubun içerisinde Sovyetler’de doğmuş, etnik açıdan Türk olan
isimler de yer almaktaydı. Nisan 1925’te okuldaki toplam 188 öğrencinin yirmisi
Türk’tü. Bu yirmi öğrencinin on iki ilâ on beşi ise güz sömestri için
kaydolmuştu. RGASPI, f. 532, op. 1, d. 21, l. 6. 1925 yılının bahar dönemine
ait bir başka rapor Türk sektöründe yirmi öğrenci olduğundan söz edilmekteydi. Kampüste
ise on dört Türk öğrenci bulunmaktaydı. RGASPI, f. 532, op. 1, d. 25, l. 2. Ayrıca
bkz.: ll. 5, 64, 66.
[68]
Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, s. 344.
[69]
RGASPI, f. 532, op. 1, d. 5, l. 14–ob. Okuldaki Türk sektörü üzerine rapor. Bu
rapor tarihsiz, ama görünüşe göre 1925 yılında hazırlanmış.
[70]
Okulda Nâzım’la arkadaş olacak olan, Nâzım’ın yirmili yıllara ait ünlü
şiirlerinden “Jokond ve Si-Ya-U”da bahsi geçen isimlerden biri olan Emi Siao
konusunda bkz.: Sülker, Nâzım Hikmet’in Gerçek Yaşamı, Cilt 1: s. 192–93;
Göksu ve Timms, Romantic Communist, s. 43–44; Rady Fish, Nâzım’in
Çilesi (İstanbul: Ararat Yayınevi, 1975), s. 20. Nâzım’ın arkadaşları
arasında Zafer Hasan ve Benerci isminde iki Hintli öğrenci de bulunuyordu. Okuldaki
yabancı öğrencilerle kurdukları dostluk ilişkisine değinen Vâ-Nû, bu
öğrencilerin de kendileri gibi, o dönemde Moskova’da yaşanan gelişmeleri büyük
bir merakla incelediklerini söylüyor. Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, s.
349. Moskova’da Nâzım, aynı zamanda dayısı Ali Fuat’la (Cebesoy) da
görüşüyordu. Ali Fuat 10 Mayıs 1922’de Moskova elçisi olarak atandı. Fatih
Ertürk, Ali Fuat Cebesoy (İstanbul: Halk Kitabevi, 2017), s. 158. Vâ-Nû’nün
hatıratında aktarıldığı kadarıyla Nâzım, dayısını Moskova’da ziyaret
etmekteydi. Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, s. 191.
[71]
Yusuf Akçura’nın tahminine göre, sadece Rusya’da altmış ilâ yetmiş bin
civarında savaş esiri vardı. Ancak Celâl Metin’in aktarımına göre, kaynaklar bu
konuda farklı şeyler söylüyor. Rusya’da bulunan Osmanlı askeri sayısının 20.000
civarında olduğunu iddia ediyor. Metin, Akçura’nın o sayıyı aktarırken ona
zorla göç ettirilmiş kişileri ve Osmanlı vatandaşı sivilleri de eklediğini
düşünüyor. Celâl Metin, “Yusuf Akçura ve I. Dünya Savaşı’nda Rusya’daki Türk
Esirleri,” Modern Türklük Araştırmaları Dergisi 2, Sayı. 3 (2005): s. 39.
[72]
“Report to the Central Bureau for Turkish Communist Organization.” L. Borsh
(Bakû’de), 25 Haziran 1920, RGASPI (IISH reproduction), f. 495, op. 181, d. 18,
ll. 35–36–ob.
[73]
Suphi, 1914’te savaş başladığında Kırım’da çalışma yürüten eski bir Pantürkçüydü.
Sivil savaş esiri olarak tutuklandı ve 1917’ye kadar Sibirya’daki bir
hapishanede kaldı. Bu dönemi konusunda bkz.: Hamit Erdem, Mustafa Suphi (İstanbul:
sel Yayıncılık, 2010, s. 49–58.
[74]
Nargin Adası konusunda orada kalmış eski savaş esiri Süleyman Nuri’nin
çalışmasına bakılabilir: Uyanan Esirler (İstanbul: TÜSTAV Yayınları,
2002), bilhassa s. 155–61. Nuri de 1925 yılında KUTV’da kısa süre eğitim aldı,
ama on iki Türk komünistle birlikte okuldan kovuldu. RGASPI, f. 495, op. 266,
d. 117, Süleyman Nuri’nin kişisel dosyası, l. 55. Onlarca yıl sonra Nuri, Nâzım
Hikmet yüzünden okulda sorunlar yaşadığını söyledi. RGASPI, f. 495, op. 266, d.
117, l. 3, Süleyman Nuri’den Anastas Mikoyan’a Mektup, 18 Nisan 1962.
[75]
Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 169–70.
[76]
KUTV öğrencileri eski Osmanlı askeri olarak tanımlarken, eski savaş esiri
olduklarından pek bahsetmiyorlar. Bu isimlerden biri de İbrahim Ahmetov.
RGASPI, f. 495, op. 266, d. 130, l. 6; Ali Hüsrev Tekin, Reşid Şadi, RGASPI, f.
495, op. 266, d. 156, ll. 2–10, 20.
[77]
RGASPI, Fahri Reşid, f. 495, op. 266, d. 136, ll. 1, 3, 6.
[78]
RGASPI, Fahri Reşid, f. 495, op. 266, d. 320B, ll. 153–54.
[79]
RGASPI, Nureddin Kadirov, f. 495, op. 266, d. 76, ll. 30–32.
[80]
Şu husus akılda tutulmalı: Trabzon, 1878-1918 arası dönemde Rus sınırına bugüne
kıyasla daha yakındı.
[81]
Hamdi Şamilov’un kişisel dosyası, RGASPI, f. 495, op. 266, d. 150.
[82]
RGASPI, f. 495, op. 266, d. 72, Ali Yazıcı. LL. 1–2.
[83]
Partinin önde gelen isimleri hâline gelecek olan Zeki Baştımar ve İsmail Bilen’in
ikisi de Trabzon bölgesinde doğmuştu ve ikisi de yirmilerde KUTV’da eğitim
almıştı. Hüseyin Kara Ahmedoğlu Trabzon dışında doğmuştu ve Birinci Dünya
Savaşı öncesinde Osmanlı-Rus sınırını sık sık geçen bir isimdi. Sivil savaş
esiri olarak Rusya’da ele geçirildi ve Kaluga’daki kampa gönderildi. RGASPI, f.
495, op. 266, d. 78. Rus Devleti Edebiyat ve Sanat Arşivi (RGALI), f. 2250, op.
1, d. 288, ll. 22–34. KUTV öğrencisi Mahmut Şevket 1900’da Trabzon’da dünyaya
geldi, 1923’te hapishaneden çıkıp Moskova’ya geldi. RGASPI f. 495, op. 266, d.
111, l. 1–ob. Ayrıca bkz.: RGASPI, f. 495, op. 266, d. 132, ll. 1–2; RGASPI, f.
495, op. 266, d. 37. Ahmet Fırıncı, ll. 18–19.
[84]
RGASPI, Mahir Ahmedov’un kişisel dosyası, f. 495, op. 266, d. 82, esp. l. 24; KUTV’da
ayrıca bugünün Makedonya’sında bulunan Manastır şehrinden gelen Fahrov isminde
bir öğrenci vardı. RGASPI, karışık kişisel dosyalar, f. 495, op. 266, d. 156,
l. 157.
[85]
Meyer, Turks Across Empires, s. 22–34.
[86]
RGASPI, f. 495, op. 266, d. 320B, muhtelif kişisel dosyalar, ll. 103–04–ob.
[87]
RGASPI, f. 495, op. 266, d. 320B, muhtelif kişisel dosyalar, ll. 127–31, İbrahim
Krimski.
[88]
RGASPI, f. 532, op. 1, d. 12, l. 25.
[89]
RGASPI, Rahime Hakkı’nın kişisel dosyası, f. 495, op. 266, d. 134, ll. 1–7–ob.
[90]
Aralık 1924’te okula kaydolan ve 292 öğrenciden oluşan yabancı öğrenci grubu
içinde sadece on sekizi otuz yaşın üzerindeydi, 165’inin yaşı ise yirmi bir ilâ
yirmi beş arasındaydı. RGASPI, f. 532, op. 1, d. 12, l. 25.
[91]
Aynühayat Voinova’nın kişisel dosyası, RGASPI, 495-266-320b, ll. 90–102, esp.
ll. 90–95- ob; 99–102; ayrıca bkz.: RGASPI, f. 532, op. 2, 164, l. 15–ob.
[92]
Fevziye, babasını soyadını “Habibov” olarak kaydediyor. Bu türden “ov” veya
“of” ile biten soyadları Rusya’da doğmuş Müslümanlar arasında çok yaygın
görülüyor. Ama bir yandan da SSCB’de isimlerini Ruslaştırmış bazı Türklere de
rastlanıyor. Fevziye’nin kayıt formuna bakılacak olursa, kendisi üniversiteye
gelmeden önce Rusça konuşuyor, yazıyor, okuyor.
[93]
Dosyada ölüm sebebi belirtilmemiş. Fevziye Habibova’nın kişisel dosyası için
bkz.:, RGASPI, f. 495, op. 266, d. 135. Ayrıca diğer kişisel dosyalar için bkz.:,
RGASPI, f. 495, op. 266, d. 320b, ll. 157–58–ob.
[94]
Aleksander Senkevich, RGASPI, f. 495, op. 266, d. 118, ll. s. 72–76.
[95]
Şahtahtılı’nın (Şahtahtinski’nin) Rusya’daki Müslüman öğrencilerle ilgili
verdiği bilgilerde öğrenciler temize çıkartılıyor, yürüttükleri faaliyetlerin
zararsız oldukları üzerinde duruluyor. Meyer, Turks Across Empires, s.
167.
[96]
Shahtakhtinskii, RGASPI, f. 532, op.12, d. 5609. Ayrıca bkz.: M. F. Usal, Birinci,
İkinci ve Üçüncü Duma’da Müslüman Deputatlar [häm alarnїng kılgan eshlere] (Kazan:
Tipografiia I. N. Kharitonova, 1909), s. 186–87.
[97] Şevket Süreyya, Vâlâ Nureddin ve Ahmet Cevat yirmilerin sonunda komünist çizgiyi terk etti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder