Bu resim, bir sol örgütün (TKP) kültür merkezine, yerdeki parke
taşları da belediyeye ait!
Doksanlarda Kuzey Kıbrıs’ta okumuş kişilerin
aktarımıdır:
O dönemde KKTC üniversiteleri, para karşılığı diploma
temin etmek veya ilk yılın parasını ödeyip, Ankara’daki torpil aracılığıyla,
Türkiye’nin iyi üniversitelerine geçiş yapmak için kullanılıyordu. Sonra 3
Kasım 1996’da Susurluk kazası meydana geldi. Bu kaza ile birlikte devletin
safrasından kurtulma süreci içerisine girdiği söylendi. Muhtemelen bu sürecin
bir uzantısı olarak, KKTC üniversiteleri konusu da gündeme geldi.
Çünkü o dönemin ülkü ocakları başkanı, Türk-Metal
üzerinden güçlü olduğu adada, bizzat hareketin açtığı özel bir üniversiteye
girmişti. Hatta o dönemde bir Mustafa Yıldızdoğan konseri sonrası aynı başkanın
öncülüğünde kurulan bir konvoy, Güzelyurt’ta portakal bahçelerinde çalışmak
için gelen Kürt işçilerin kaldığı mahalleye saldırmıştı. Kuzey Kıbrıs, ülkücü
hareketin güçlü olduğu bir yerdi. O başkansa Azmi Karamahmutoğlu idi.
O ülkü ocakları başkanının öğrencisi olduğu okulun
yolsuzluğu, Türkiye’deki ana haber bültenlerinin gündemine sokuldu. Haberlere
göre, ülkücüler, para karşılığı öğrencilerin ODTÜ, Marmara gibi okullara yatay
geçiş yapmalarına yardımcı oluyorlardı.
Ekrem İmamoğlu’nun Wikipedia’daki biyografisinde Doğu
Akdeniz Üniversitesi İnşaat Fakültesi’ne kaydolduğundan, birkaç gün sonra nasıl
oluyorsa, Girne Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne geçiş yaptığından söz
ediliyor. İki yıl sonra da İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’ne geçiş
yapıyor. Bu sürecin hileli olduğunu, Erdoğan’ın diplomasını sorgulayanlar,
nedense hiç sorgulamıyorlar.
O dönemde KKTC okullarındaki bu yatay geçiş ve diploma
satışı işlerinin arkasında ya ülkücüler ya da Fethullahçılar var. Bu tür bir
güce, arkaya, torpile sahip olmayan bir öğrencinin önce inşaat, sonra iletişim,
oradan İngilizce işletmeye geçiş yapması, mümkün değil. Zaten üniversite
sınavına girmeden yapılan bu tür geçişler, esas olarak öğrencinin okuduğu bölüm
ve fakülte dâhilinde gerçekleşebiliyor. Anlaşılan o ki İmamoğlu’nun arkasındaki
güç bayağı büyük. Sol, bu gerçekle ilgilenmiyor, sadece o güçle ve o güce
yamanmakla ilgileniyor.
* * *
Bu hikâyeyi ve kişiyi sosyalist hareket hiç
sorgulamıyor, çünkü bugün Altılı Masa, bir eşeği veya bir çöp bidonunu
cumhurbaşkanı adayı olarak gösterse sosyalistler, koşa koşa gidip ona oy atacak
kıvama getirilmiş durumdalar.
Bu kıvam, “tekellerin, pazarın ve devletin kardığı
çamurla, üflediği ruhla” ilgili. “Bugün can bulan bu ‘insan’ın hangi örgütün
bayrağını taşıdığının bir önemi yok. O, efendilerinin dediğini yapmaya
mecbur.”[1]
İmamoğlu’nun varlığının, kişiliğinin, siyasetinin ve
diplomasının sorgulanmaması, bu mecburiyetle alakalı.
Avrupa’da egemenlere, devlete ve sermayeye hizmet eden
solcuların yetiştirdiği isimler, buranın siyasetini tayin ediyorlar. Avrupa’nın
solcuları için Ortadoğu, pedagojik bir mesele. Batılı “akademisyenler,
gazeteciler, siyasetçiler ve STK’lar, demokratik değerleri benimsemeleri
konusunda, başka bölgelerden gelen göçmenler yanında, Batı dışı toplumları ve
devletleri eğitmek için” uğraşıyorlar.[2] Buranın, halktan, işçiden, yoksuldan
kopuk, onlara düşman olan solcuları, bu eğitim ordusuna asker yazıldılar. Bugün
o bilgi kırıntılarıyla sahnede poz kesebiliyorlar.
Neoliberalizm döneminin önemli bir bileşeni olan
belediyeleşme, bu eğitim sürecinin önemli bir unsuruydu. Solculara
belediyelerin nimeti, güzelliği, sunduğu imkânlar öğretildi. Yirmi sene evvel
Kürt hareketine bordalayan Avrupalı bir solcu (İrfan Cüre) “neticede komün,
belediye demek. Komünizme ancak belediyeyle varılabilir. Herkes belediye
seçimlerinde bize oy versin” anlamına gelen yazılar yazıyordu. O nedenle
geçmişte Tayyip’te burjuva devrimine dair imkânları görenler, şimdi İmamoğlu’na
sarılıyorlar. Çünkü bu solculuk, Avrupa solculuğudur, Avrupa solculuğu da
emperyalizmi allayıp pullayan Bernştayncılıktır, Kautskiciliktir, Fabyusçuluktur.
Bugün sosyalist hareket, bu üç eğilimin hâkimiyeti altındadır.
* * *
Engels, Fabyusçular Derneği’nin yolsuzluğa bulaşmış
parlamentarist siyasetçilerle aynı araçları kullandığını, entrikalara, paraya
ve kariyerizme düşkün kişiler olduklarını söylüyor.[3] Bu ifadesiyle bugünkü
solu da tarif eden Engels, başka bir yerde şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Burada,
Londra’da Fabyusçular, bir avuç kariyerist olarak, toplumsal başkaldırının
kaçınılmaz olduğunu görüyorlar, ama bu büyük görevi eğitimsiz proletaryaya
veremiyor, dolayısıyla ona öncülük edemiyorlar.
Fabyusçuların
faaliyetlerine asıl yön veren unsursa devrim korkusudur. Sonuçta onlar, gayet
‘eğitimli’ insanlardır. Bu ekibin bağlı olduğu sosyalizm, belediye
sosyalizmidir. Ona göre, üretim araçlarının sahibi olması gereken millet değil,
komündür (belediyedir). Her hâlükârda çıkış noktası olarak alınması
gereken odur. Onlardaki sosyalizm, burjuva liberalizminin en uç ve en doğal
sonucudur.
Dolayısıyla
taktik gereği Fabyusçular, esasen Liberalleri kendilerine hasım bellemezler,
onları sosyalizme dair sonuçlara ulaşmaya ikna etmeye çalışırlar, buradan da
liberalleri liberalizme sosyalizm aşısı yaparak kandırma yoluna giderler,
liberallerin karşısına sosyalist adaylar çıkartmazlar, bunun yerine, liberal
maskesi takma yoluna başvurmasalar da zorla o sosyalist adayları bir biçimde
liberallere yutturmaya çalışırlar. Bu taktiğe başvurmak suretiyle Fabyusçular,
ya ihanet zincirine sıkı sıkıya yapışmış, kendilerini kandıran birer ahmaktır
ya da farkında olmayarak sosyalizm maskesi takıp halkı kandırmaya çalışan birer
uyanıktır.”[4]
Belediye
sosyalizmi anlayışı, Lenin’in tabiriyle, “sosyal barış ve sınıflararası
uzlaşma” düşleri kuran Fabyusçulardan bugünün Türkiyeli sosyalistlerine uzanan
bir hattır. Aynı ahmaklık ve uyanıklık, bugün de dil buluyor. Tayyip’ten Ekrem
İmamoğlu’na uzanan hatta verilen destek, bu gelenekle alakalıdır. Çünkü
Avrupalı sosyalistler, yıllardır Türkiyeli sosyalistleri neoliberalizme uyum
sağlamayı, belediyeciliği, STK’cılığı ve liberalizmi öğretiyorlar. Türkiyeli
sosyalistler, bu eğitimden geçmeyeni şef ve kadro yapmıyorlar. Eğitim,
ulus-devlet eleştirisi ve bu eleştiri üzerine kurulu siyasetle alakalıdır.
Neticede desteklenecek ismin önemi yoktur, belediye başkanı olması kafidir.
Sosyalistler, bu koşullarda, işçi, halk ve yoksuldan
kopuk oluşlarını, daha doğrusu, onlara düşman oluşlarını, lubunculuk,
kadıncılık ve çevrecilik gibi tekellerin köpürttüğü, beslediği ideolojilerle
örtbas ediyorlar. Bu üç akım sayesinde sosyalistler, işçiye, halka ve yoksula
küfretmeyi, hakaret etmeyi, onları küçük görmeyi öğreniyorlar. KESK, bu tweeti
bu tedrisat dâhilinde atmaya mecbur. Görüş alışverişi, eğitimin bir parçasıdır.
Akıl, alınmıştır.
Feleknas Uca’nın ait olduğu partinin yayın organı Mezopotamya
Ajansı, depremin ilk gününde “Amed’de birkaç bina yıkıldı” haberini
yapabildi. Vaat ettiği coğrafya olan Mezopotamya'yı bile göremedi. Diğer
şehirlerden bahsetme gereği duymadı. Bu gerçeklikten kopukluk, sadece AKP ve
hükümette yok. Ajans, sadece kendi önünü görebilmiştir, çünkü yıllardır
siyaseti kendi öznelliğinden kurmayı öğrenmiş, bu bilinç yaldızlanmıştır. Bu
bilince sahip olmayanlar, başkalarını önemseyenler, “ergen siyaseti” yapmakla
suçlanmışlardır. Belediye solculuğu, tüm liberal solculuğu kapsayan bir ideolojidir.
* * *
Avrupa solculuğunun eğitiminden geçen örgütlerden olan
Halkevleri, bugün güya devleti eleştiriyor, böylelikle kendisinin bir devlet
kurumu olduğu gerçeğini gizlemeye çalışıyor. Devleti terbiye etmek ve eğitmek
için kullanılan müfredatın parçası oluyor. Çorba dağıtmak gibi lafı dahi
edilmeyecek işlerle varlığını tanımlayabiliyor. Sosyalist örgütler, deprem gibi
bir gerçeklikte siyaset yapmamayı seçiyorlar. Tek adama küfretmeyi siyaset
zannediyorlar. O ne derse tersini söylemeyi maharet sanıyorlar. Kentsel dönüşümden
pay istedikleri için ona karşı çıkıyorlar. Sol küçük burjuvazi, Tayyip'te
kendisini görüyor.
Sol örgütlerin depreme müdahalesi de bu Avrupa
solculuğu ve belediyeci solculuk dairesinde gerçekleşiyor. Özünde belediyeye
bağlı bir yardım kuruluşu olarak sahaya iniyorlar. Devletin ideolojik
aygıtlarına (DİA) ait olmayı, matah bir gelişme olarak satmaya çalışıyorlar.
Halkla birer yardım kuruluşu ve DİA olarak ilişki kuruyorlar. Seçim
çalışmalarını deprem yardımı kapsamında yürütmeyi vicdanlarına
yedirebiliyorlar. Sosyal medyalarında hükümeti bu düzlemde eleştiriyorlar.
Engels’in ifadesiyle, “millete değil, komüne” bakıyorlar. Burjuvaziyi üzmeyecek
çözüm önerileri sunuyorlar.
Çünkü yıllarca solculara milleti ve devleti çöpe
atarken, bebeği de öldürmeyi öğrettiler. Avrupa kaynaklı bu eğitim, milletin ve
devletin sorumluluğundan kurtulmayı öğretti. Bugün aynı solcular, “devleti
güçlendiririz” diye hükümeti bireyci ve liberal bir yerden eleştiriyorlar.
Devleti ve milleti görmeyen öneriler sıralama yarışı içine giriyorlar. Ülkenin
belediyelerle, belediyelerdeki rant paylaşımı üzerinden yönetilmesini
istiyorlar. Belediye, sınıfsız-sınırsız bir siyasetin imkânı olarak görülüp
yüceltiliyor.
Eskiden doksanlarda üç beş beldede belediyenin
başkanlığını kazanan örgütler, buralardan bu rant sebebiyle çekildiler.
Kafalarına vurdular, lokmalarını ellerinden aldılar. CHP belediyesinde bir
koltuk kapan her örgüt, sosyalizm davasına ihanet etti. AB’den gelen fonlardan,
KOBİ’lere akan paralardan, sendikalara dışarıdan gelen desteklerden pay isteyen
örgütler, işçiye, halka ve yoksula ihanet ettiler. Bu ihanetle hesaplaşmadan,
AKP’yle mücadele edilemez.
AKP ise devlet ve milletteki enkazın üzerine örtü
olarak seriliyor. Kalbe mühür vuruyor, göze perde çekiyor. Bu yüzden
destekleniyor. Solcuların zannettiği gibi özel, gizli ve anlamlı bir davaya,
niyete, projeye ve hedefe sahip değil. Sadece devlete ve sermayeye ait basit
bir aparat. Solcular şişiriyor AKP balonunu, kendi cüsseleri iri görünsün diye.
* * *
Lenin, belediye solculuğunun sınırlarına işaret
ediyor, küçük burjuvanın hülyalı dünyasına teslim olmuş sosyalist harekete
vereceği zarar üzerinde duruyor:
“İngiliz
Fabyusçuları gibi Batı’daki burjuva aydınları da tam da sosyal barış,
sınıflararası uzlaşma düşü kurdukları ve kamuoyunun dikkatini iktisat ve tüm
devlet yapısının temel sorunlarından, yerel özyönetime ait küçük sorunlara
çekmeye çalıştıkları için, belediye sosyalizmini özel bir ‘eğilim’ derekesine
yükseltmişlerdir.”[5]
“Sosyalizmin parça parça gerçekleştirilmesine dair
cahilane ve gerici ütopyanın, ümitsiz bir vaka” olduğunu söyleyen Lenin, “küçük
burjuva siyasetin Aşil topuğunun, ondaki liberal burjuvazinin ideolojik ve
politik hegemonyasından kurtulma konusunda gösterdiği beceriksizlik ve
kudretsizlik” olduğunu söylüyor. Sosyalist hareket, hep o topuktan aldığı
yarayla diz çöküyor. Küçük burjuvazi, AKP’ye ancak şeklen ve şekil için itiraz
edebiliyor. İçeriğine karşı çıkmıyor, o içeriği içten içe benimsiyor.
* * *
Küçük burjuvazinin aklı, Tayyip’in karşısına gene bir
belediye başkanı çıkartmaya yetiyor. Bu isimlerden biri de Lütfü Savaş’tı.
“Sağdan da oy alır” denilen bu başkanı bugün vitrini kirletiyor diye aforoz
ediyorlar. Küçük burjuvazi, böylece kendisini arındırıp temize
çıkartabileceğini sanıyor.
Barış Pehlivan, bir programda “Muhalefet, istifa
kurumuna örnek olsun. Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş istifa
etsin. Çünkü ben, Lütfü Savaş’ı iki haftadır dinliyorum, onlarca açıklamasını
okuyorum, inanamıyorum. Lütfü Savaş’a bakacak olursak, belediyeler,
müteahhitler, yapı denetim şirketleri, inşaat şirketleri suçlu değil. E be
arkadaş, ölenler mi suçlu!” diye feveran ediyor. İstifa müessesesini de
Avrupalı hocalarından öğreniyorlar. Bir istifa ile tüm pisliğin üzerini
örteceğini düşünüyorlar. Belediyeler, STK’lar ve sermayeden oluşan rant ağını
kimse sorgulamıyor. Müşteki ve davacı ilişkisi, hukuki ilişki kuruyorlar
gerçekle. Bireyden bakıp bireyden konuşuyorlar. Politik devrimci ilişki,
kurulmayı bekliyor. Bu ilişki için solcuların küçük burjuva bağlarından
kurtulmak gerekiyor.
Bugün solcuları “burjuva devriminde küçük-burjuva
reformculuğu” ilgilendiriyor, “burjuva bir zemin üzerinden küçük burjuvanın her
türden yatıştırma politikasına karşı yürütülecek proleter mücadelenin koşulları
değil. Solcuları, “mücadelenin özgürlüğü değil, küçük burjuva reformculuğunu
elinin tersiyle itecek proletarya değil, sadece küçük burjuvanın saadeti”
[Lenin] ilgilendiriyor. Deprem meselesi de bu küçük burjuvanın vicdani ve fikri
rahatlığı, kolektif olana düşmanlığı düzleminde ele alınıyor. İçten içe hepsi,
hep bir ağızdan “Nüfus zaten çok fazlaydı!” diyorlar. Bu söz ve siyasetin epey
güçlü olduğunu pandemi döneminden gayet iyi biliyoruz.
Eren Balkır
21 Şubat 2023
Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Kıvam”, 28 Kasım 2019, İştiraki.
[2] Yadullah Shahibzadeh, Marxism & Left-Wing
Politics in Europe and Iran, Palgrave Macmillan, 2019, s. 243.
[3] Frederick Engels, “Engels to Karl Kautsky”, 4
Eylül 1892, MIA.
[4] Frederick Engels, “Engels to Friedrich Adolph
Sorge”, 18 Ocak 1893, Collected Works içinde, Cilt 50, Lawrence & Wishart,
2010, s. 83. Türkçesi: İştiraki.
[5] V. I. Lenin, “Municipalisation of the Land and
Municipal Socialism”, Collected Works, Cilt: 13, Progress Publishers
Moskova 1978, s. 359. Türkçesi: İştiraki.
Sagda solda orda burda donen parodilerin; goygoylarin ve bunlara gonulluce katilan haybecilerin, halk haklarini yagmalayicilarin, ortaci ve lapaci sulu humanistlerin foyasini cikartan bir yazi olmus. Varolun. Bu halk dusmanlari toplumda gercek bir halk kenetlenmesinin onunu alma yahut bunlari “doctored” etme islerinde fazlasiyla mahirler. Tipki afeti felakete dondurduler diyen medya solculari veya sizin deyiminizle liberallere yaltaklanan avrupa tedrisli sosyalistler ile yine bu afeti atombombalarinin tesirmetresiyle olcen akp guruhunun aslinda arkaplanda -ne arkasi onplanda- is ve agiz birligi yapmasi gibi. Var olsun tum bunlari farkedip arasina mesafe koyanlar; selam olsun catik kasin altindan iki namlu dogrultanlara…hesaplasacagiz elbet..
YanıtlaSil