Her
biri diğerleriyle eşmerkezli (konzentrisch) olmak üzere, giderek büyüyen,
iç içe geçmiş daire şeklindeki kafeslerinin içinden çıkmamıza asla müsaade etmeyen
ve muhtemeldir ki her hurucu “trick or treat” seklinde kendine bağlayarak sönümleyen
egemenler, mütegallibeler, burada da bizi davar gibi gütmek için hiçbir fırsatı
tepmiyor. Bu dairelerden en darı Şengör iken, bir büyüğü Görür, onun daha büyüğü
Yaltırak şeklinde gidiyor. Fakat her dairede kafeslenmenin uğultusu, tedricen o
kadar azalıyor ki görece daha büyük dairede kafeslenmiş olanın dışarıda daha
geniş bir dairenin kaplamı (extension) dâhilinde olabileceği aklına
gelmiyor. Çünkü her bir merkez aynı noktada ve sabit.
“Deprem
öldürmez, bina öldürür” diyedursun, Avrupa fonlu belediye solcularımız, her
yutkunduklarında gırtlaklarından çıkan yıllardır bilime aç kalmışlıklarının
kokusunu yüzümüze yüzümüze üfleyerek, güya ellerinin altındaki uzman ordusuyla “sizi
döveriz bak” deyu tehdit ediyorlar.
Diğer
tarafta ise AKP güruhu kadere bakadursun, müteahhit avına çıkıyor.
E
o zaman kader bu işin neresinde?
Öyle
ki Maraşlı bir güya suçlu müteahhit, Sakarya’da saklandığı yerde yakalanıyor
iki hafta sonra.
Müptezel
ortacılarımız ve kırmızı yanaklı sosyal medyayı aktif kullanan liberallerimiz
ise finans ağına olan karından bağlılıklarıyla yine “yetmez ama evet” diyerek
imar müdürlerini, denetim firmalarını, çevre şehircilik bakanlığı
muvazzaflarını, il ilçe belediye encümenlerini de suça ortak etmeye çalışıyor. En
tehlikelisi de en büyük muhite sahip olan işte bu son dairedekiler.
Ama
hepsi, egemenleri-mütegallibeleri aklıyorlar. Kimse demiyor ki “ovalara yapılan
her yapı kümes dahi olsa halka ihanettir, vatana ihanettir, emeğe ve millet
gelirine düşmandır.” Diyemiyorlar çünkü haklın olur da bir şekilde örgütlenip
tüm emlak ve inşaat rantiyesi ağına (komisyoncusu da dâhil olmak üzere) alayının
yakasına yapışma ihtimalinden korkuyorlar. “O zaman neden sattınız lan bana adı
bir zamanlar -ova suffixi ile biten bu yöredeki evi” şeklinde bir bağırtı
duyulsa, biliyorlar ki elite ve petit bourgeois yamaçlardaki ve
tepelerdeki evlerinin jaluzili camları şangırdayacak sesten; suyla dolu
havuzlarına düşen kuru yaprak filtrelerine takılacak yelden.
Bu
açığa çıksa, bu sefer ovalar rençberliğe açılacak, belki de buğdayı, mercimeği,
bulguru ithal etmek zorunda kalmayacak bu halk.
O
ne, yoksa Turgut Ö‘z’alan’a mı çıkacak, yolları ve istimlaki ovadan geçirme
kastinin faturası? Kasabanın sırrını çözmek için yoksa daha geriye mi gitmeli?
Daha küresel Reagan-Thatcher şebekesine mi çıkacak yolun bir başka ucu?
Thatcher,
“sazdan çatı yapan usta” demek; ama bu şıngıllar, membranlar, ondulinler hepsi
de petrol artıkları, demek ki saza kota koymak lâzım. Ama ovadaki evlerin çatısını
bile taştan, kiremitten yapmaktan kaçıyorlar, ‘f’ eşittir ‘m’ çarpı ‘a’daki
m’nin değerini yükseltmemek için. Çünkü her şey deprem hazırlığı, her şey bilim
için. Egemenlerin bilimi için. Ama ola ki hakikatin ışığı bir şekilde huzme
olarak içeri süzülmesin diyedir, tüm bu ekranlarda orada burada dönen kara kostümlü
palyaçolar.
“İzolatör
korurmuş” diyenler var, “beton densitesi önemliymis, hele bir de radye temel
varsa ne âlâ!” 780.000 kilometrekarelik ülkede hane sayısı 26 milyonmuş. Halk şehirlere
dağıtılmalı, tüm ülkeye yedirilmeliymiş. İşlerini bir kenarı yemek diğer kenarı
yedirmek olan “üçgen planı” dâhilinde yapanlardan ne beklenebilir ki? Hele ki “göze
göz, dişe diş” demedikçe?
Fay
kırıkları değildi aslında depreme neden olan. Gördük ki toplum olarak uçtan uca
zaten yarılmıştık; “depremde biz değildik enkaz altında kalan, insanlığımızdı”
diye bitirecek olursam bu yazıyı, bağımsız halk mahkemelerinde yargılayıp
kurşuna dizin beni, olur mu?
O
nedenle, nefretimiz ve öfkemizdir bizi güçlü kılan. Çürüyen ve eskiyen
omuzlarımızdır diri tutan. Dikkat edelim, hiçbir şey ıslatmasın namluları.
Zion
mefkuresi taraftarlarının kendini bilmez ebleh yardakçılarına yine kendi aralarında
“good boy” demeleri gibi. Murat Belge bile 15 Temmuz dedikleri süreci müteakiben
bir yazısında, mealen, “ya galiba TSK’nın içinde komplocu mahfiller olduğunu
kabul etmemiz gerekecek” demişti. Ki “Belge, eğer böyle dediyse aksini kabul
etmek gerekir” seklindeki bir faraziyeyi de masada tutmak lâzım…
Coltius
26
Şubat 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder