Sol
için kolektifin, genelin, nesnelin ve kamusalın anlamı kalmamıştır. 19 Aralık ve
Gezi gibi momentlerde yaşadığı yenilgilerle birlikte geri çekilip teslim olan
sol, bu kavramların karşısında olma hâli olarak örgütlenmiş, kendisini bu
karşıtlığa göre inşa etmiştir. Kolektif, genel, nesnel ve kamusal, hep
birlikte, yoksulu, işçiyi ve halkı ifade etmektedir. Sol, yoksul, işçi ve halk
olmama imkânını satmayı öğrenmiştir. O kârdan vazgeçemez.
Yoksulun,
işçinin ve halkın sözü ve eylemi değersizleşmiştir. Daha doğrusu, zaten
değersiz görülüyordu, bunu ikrar edip açıktan dillendirme imkânına
kavuşulmuştur. Sol, yoksulu, işçiyi ve halkı AKP gibi partilere terk etmiştir,
bu terk edişten, bu sonucunda elde edilen rahatlıktan memnundur. Özgürlük dediği o rahatlıktır.
Eski
Türkiye İşçi Partisi, bir seçim bildirisinde “TİP, vatandaşın dinî inançlarına
saygı duyduğunu, parti kitlesinin çoğunluğunun Müslümanlardan oluştuğunu”[1]
söyleyebiliyor, o dönemde İslamî bir slogan olarak “Kula Kulluğa Hayır”
diyebiliyordu. Bugünse din düşmanlığı modadır. Çünkü aslında dine, geneli,
kolektifi, kamusalı ve nesnel olanı çağrıştırdığı için düşmanlık edilmektedir.
Solun laiklik mücadelesi, küçük burjuvanın özele çekilme arzusuyla alakalıdır.
Özel meslek, özel titr, özel bilgi vs. sahipleri, solu burjuvazinin ve devletin
eşiğine bağlamıştır.
* * *
“Eğer
benim dediğim gibi HDP Mansur Yavaş’ın adaylığına destek vermezse, yenileceğiz,
bu sefer hep birlikte özele çekileceğiz, yitip gideceğiz” diye parmak sallayan
Demir Küçükaydın, kendi hâline ve varoluşuna dair bir şeyi itiraf ediyor.[2] Zımnen,
özele çekildiğini, siyaset dışı kaldığını söylüyor.
Neticede
“sol, AKP’ye önümüzdeki seçimde yenilirse, özele çekilecek, içine kapanacak,
bitecek” demenin bir anlamı yoktur. Çünkü en azından on yıldır sol, zaten özele
çekilmenin, özel kimliklerin, özel bedenlerin ve özel dünyaların küçük burjuva
ideolojisi olarak varolmanın yolunu bulmuştur. Gezi’den beri işleyen bir
süreçtir bu. Genele karşı özeli savunan sol, çoktan özel alanının esiri hâline
gelmiştir.
Yaşanan
yenilgiler, teslimiyetle ve içe kaçmayla sonuçlanmıştır. Bireyin özel zihninin
ve özel bedeninin sınırları ötesinde duran her şey, burjuvazi ve devlet adına
dümdüz edilmiştir. Burjuva donunda tecessüm eden birey, solda kendi
ideolojisini bulmuştur. Burada yeni olan, CHP’nin de bu çizgiye çekilmesi,
bununla birlikte, en sosyalistinin bile CHP çizgisine örgütlenmiş olmasıdır. CHP,
sosyalistleri örgütlemek için bu çizgiye çekilmiştir. Yeni dünyada sınıfsız kaynaşmış 200 milyonluk kitle içerisinde olma hayali kuranlarla, eski Türkiye'nin sınıfsız kaynaşmış 20 milyonu içerisinde olduğunu düşünenler bir kavşakta buluşmuşlardır.
Burjuvazinin
kurguladığı bireyle, devletin kurguladığı birey arasındaki kayıkçı dövüşünün
ezilene, yoksula ve işçiye bir hayrı yoktur. Her ikisi de özelin derdine
düşmüş, o kavşağı yurt bellemiştir.
* * *
TV’de
çıkan eski “Devsolcu”, yeni CHP’li konuşmacı, “İstanbul’un nüfusu 1 milyon
olsun” diyor. Sadece Kadıköy’den ibaret olan bir şehir tahayyül eden bu
solcunun karşısında, şehrin etrafına o şehirdeki nüfusu beslemek için, yalan da
olsa, seralar kurmayı düşünen AKP bakanlığı duruyor. Sol, Ergenekon avukatı Sera'nın şovuyla avunuyor, iktidar içi dalaşmalara piyon oluyor.
Sol,
“nüfus fazla, büyük kısmını imha edelim” diyen öjeniye örgütlenmiş görünüyor.
Ağzını açan, nüfustaki kirden pastan, fazladan söz ediyor. AKP kitlesine karşı
pişirilen düşmanlık, geçmişin sağcı ideolojileriyle belirli bir kavşakta buluşuyor.
Sol,
geçmişte Muharrem İnce’nin ağzından döküldüğü biçimiyle, “Erdoğan, seksen
milyon adına seksen bin doktora saldırıyor” diyor. Aynı sol, yoksul mahallelere
dayatılan imam hatiplerin karşısına steril kolejleri çıkartıyor.[3]
Faşizm,
özünde liberalizm için yol açıyor. Nazi subayları, o liberalizmin CIA’i,
NATO’su ve Pentagon’u için örgütleniyorlar. IMF ve Dünya Bankası, emperyalizm
adına yoksulları disipline ve terbiye etme araçları olarak devreye sokuluyor.
Bugün sol, bu beş örgüte zımnen veya alenen destek sunuyor. Özel olanın alanını
genişlettiğini söyleyen her türden gücün yanına koşuyor.
* * *
TKP
de dâhil birçok sol örgüt, meritokrasi ve teknokrasiden başka bir şey
söylemiyor. Bu iki fikriyat, sosyalist ambalajlara sarılıyor. Çünkü “19 yaşımda
siyasetle uğraşmak ağrıma gidiyor” diyen çocuklarını memnun etmek isteyen
ebeveynler, örgütlerini bu liberal, siyaset üstü dile göre şekillendiriyorlar.
Sendikalarda, STK’larda, derneklerde bu liberalizmle sosyal demokrasi arasında
salınıp duran ebeveynler, çocuklarını üzmeyecek bir siyaset ortamı kurguluyorlar.
O nedenle IMF’e arka çıkıyorlar.
“Sınıf”ı
bir konu olarak çalışıp akademik alanda ön plana çıkma gayretinde olanlar, CHP
içerisinde işçinin ve sermayenin bulunduğundan, bunun arasındaki kavgadan,
Hacer Foggo ile Böke’nin önemsenmesi gerektiğinden söz ediyorlar. Sosyalistler,
CHP’nin devletin sermaye partisi; AKP’nin ise sermayenin devlet partisi olduğu
gerçeğini unutuyorlar. Hep CHP’ye bağlanmak ve oradan nemalanmak için
uğraşıyorlar.
* * *
AKP’ye
terk edilen yoksul halk kitlesi, geneli, nesneli, kolektifi ve kamusalı çağırıyor,
çağrıştırıyor. Bu kitle, aslında tabula rasa gibi ak pak olan ülkenin
üzerindeki kara ve yağlı bir leke olarak görülüyor. Batının sunduğu bireycilik
gibi kimyasallarla bu lekenin sökülebileceği üzerinde duruluyor. Belirli
bireylerin özel olduklarını görüp, o steril hâle geri dönecekleri hayali kuruluyor. Buradaki idealizmi kimse sorgulamıyor.
Sol
için mesele, laiklik ve İslam da değil. Genel, nesnel, kolektif ve kamusalın
sökülüp atılması işinde sol örgütler, birer alet olarak kullanılıyorlar.
Onlardaki din düşmanlığı, sığ, küçük burjuva bir idealizme dayanıyor. “Dilsiz,
dinsiz, milletsiz, bomboş bir âlem vardı, oraya geri dönelim” diyorlar.
Egemenlerin, tekellerin insansız dünya kurguları, karbondan, daha doğrusu, insandan arındırılmış özel akıllı şehirleri, bugün solda karşılık buluyor.
Çünkü
sol, teoriyi de, ideolojiyi de, politikayı da burjuvaya göre kurgulanmış
öznelliği üzerinden inşa etmeye çalışıyor. Bulunduğu yeri ve anı mutlak kabul
eden birey, bir tür totemle, büyüyle, tılsımla, gelen geleceği
değiştirebileceğini düşünüyor. Kendisinin ait olduğu bağları, bağlamı ve anlamı
zerre sorgulamıyor. Siyaseti, ideolojiyi, teoriyi kendi bireyliğinden kurunca,
gerçekliğin de bir hükmü ve değeri kalmıyor.
Sol,
yeryüzündeki tüm zihinlerde din silinip gidince kendisine alan açılacağını
sanıyor. Bu anlamda, bir dinle kendi dinini yarıştırdığını görmüyor. Ağızda çiğnenen,
sonra şekil verilen helva, bir puta dönüştürülüyor, sonra ona tapılıyor,
tapmayana kızılıyor. Bu yeni din, 5 yaşındaki kızın başındaki örtüye yasak getiriyor, ama o kızın seks yapmasını, cinsiyetini değiştirme kararı verebilmesini istiyor.
Teoriyi,
ideolojiyi, siyaseti kendi benliğine, bencilliğine, zihnine daraltan, kapatan
solcular, gidişatı anlama çabası içine girmiyorlar. Kendi özellerini kim
yüceltiyorsa, onun yanına koşuyorlar. Devlet sırtını okşuyorsa onun, burjuvazi
okşuyorsa onun koltuğu altına sığınıyor.
Bu
anlamda Küçükaydın’ın dediği “özele çekilme” zaten gerçekleşti. Bugün kimlikçi
siyaset, bu nedenle ön planda ve kudretli. Her şeyi ve her yeri egemenler adına
işgal etti. Nazi orduları gibi ilerliyor. Her şeyi ve her yeri sermaye adına
dümdüz ediyor. Yol açıyor. O güya mücadele ettikleri devlet, “ellerini
ovuşturuyor”.
* * *
Özel
insanlar olarak solcular, bilimden ve sanattan anlıyor oluşlarını satıyorlar.
Bu oluşun kimlerin pazarında değer gördüğünü çok iyi biliyorlar. Bir solcu,
“tarikatlara değil, bize gönderin çocuklarınızı, biz bilim-sanat öğretiyoruz”
diyor. Oysa bu başvurduğu, aynı liberal akıl, bu solcuya “çocuklarımızı ölüme
gönderiyorsun, onları terörist yapıyorsun” diyor. Bu kafa, siyaset üstü, genel,
kamusal, kolektif dışı olduğu için bilime ve sanata yüce anlamlar yüklüyor. Özel
yetenekler, özel bilgiler, bunların ruhlarını gıdıklıyor.
Tüm
solcular, burjuvazinin ve devletin huzurunda, AKP üzerinden bulduğu aklanma,
arınma imkânından sonuna kadar yararlanıyorlar. Ama arınma ve aklanma
pratiğinden geriye, maalesef hiçbir şey kalmıyor.
Özele
çekilen, kaçan solcular, özel zihinlerin özel işlerine teslim oluyorlar. Sırf
yoksulları dize getireceğini düşündüğü IMF’e destek çıkıyorlar. Dünya Sağlık
Örgütü’nün emirlerini harfiyen yerine getiriyorlar. Yürütülen askeri-tıbbi
operasyonda emir subayları olarak iş görüyorlar. “Yoksulluk siyaset üstü bir
meseledir” diyen CHP’ye alkış tutuyorlar.
“Siyaset
üstü” lafı, özel olana put gibi tapan solcunun hoşuna gidiyor. Tüm solcular,
teknokrasiye ve meritokrasiye kul ediliyorlar. Yoksulun, işçinin ve halkın
olmadığı bir siyaset üstü fikriyatla hareket ediyorlar. Bu idealizmle tüm
âlemin etraflarında döneceği günü bekliyorlar.
* * *
Bu
zat, solculardaki dönüşümün tipik bir yansıması olarak konuşuyor. Halk
düşmanlığını teorik kılıfa sarıp sarmalamaya çalışıyor. Onun için düşman, AKP
değil, halk! Halis bir liberal olarak diyor ki “bu halk benim bireyliğimi
eziyor. Bireyliğimi ezen ne varsa düşmanımdır.” Bu tür kişiler, sosyalist
hareketin içerisine sızmış CHP ajanlarından başka bir şey değil. Hareketi o halktan kopartmak, tek görevleri. Halk iktidarı hedefini hükümsüz kılmak, tek işleri.
CHP
ise yüzyıldır Luxemburg’ları katleden Ebert’lere, komünist partiyi yasaklayan
Brandt’lara ve bunların devletine ait vakıflara, daha doğrusu istihbarat
kuruluşlarına ait fikriyat uyarınca hareket ediyor. Ellilerde Ecevit
komünistlere dair ne söylemişse, bugün de CHP çocuklarına o öğretiliyor.[4] Ondaki
bilim ve sanat, 19 Aralık’ın emrini veriyor. Portekizli bir komünist, sosyalist partisinin Ebert Vakfı'nda kurulduğunu, yetmişlerde gerçekleşen devrimci ayaklanmayı bastırmak için bu vakfın paralarının kullanıldığını söylüyor.
CHP
solculuğunun genetiği, antikomünizm üzerine kurulu, bu görülmüyor. Çünkü özele
çekilen solcular, komünizmi de genelin, nesnelin, kolektifin ve kamusalın mecazı
olarak görüyorlar. Onu tasfiye etmek için uğraşıyorlar.
Sol,
yenildiği için özele çekildi. Özele mahkûm olduğu, kendi zihin dünyasına bu
sebeple güzellemeler yaptığı için yenildi, gene yenilecek. Halkın, işçinin,
yoksulun derdiyle dertlenmeyen aklını ve yüreğini söküp atmadığı sürece yol olamaz,
yol alamaz.
Eren Balkır
10
Aralık 2022
Dipnotlar:
[1] Türkiye İşçi Partisi Seçim Bildirisi, 1969 İstanbul, PDF.
[2]
Demir Küçükaydın, “Muhalefet ve HDP Erdoğan’ın Zaferine Giden Yolların
Taşlarını Döşüyorlar”, 23 Kasım 2022, Youtube.
[3]
Eren Balkır, “Perde Gerisi”, 23 Haziran 2018, İştiraki.
[4] Eren Balkır, “Aparat”, 29 Temmuz 2022, İştiraki.
[5] Pelo Anti-Imperialismo, "Komünist Teşkilât Söyleşisi", 3 Nisan 2019, İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder