Pages

11 Aralık 2022

Düşmanlarımız Kim?

“Mart 1926 tarihli “Çin Toplumundaki Sınıfların Analizi” başlıklı makalesinde Mao Zedung şunları söylüyor:

“Düşmanlarımız kim? Dostlarımız kim? Bu, devrimin en önemli sorusudur.

Çin’de bundan önce verilen tüm devrimci mücadelelerin çok az başarı elde etmesinin temel sebebi, bu mücadelelerin gerçek düşmanlarına saldırmak için gerçek dostlarıyla birleşememiş olmasıdır.

Devrimci parti, kitlelerin rehberidir. Devrimci parti, kitleleri yanlış yola sürüklüyorsa, devrimci hareket asla başarılı olamaz.

Kendi devrimimizde başarıya ulaşmayı kesin olarak güvence altına alabilmek için gerçek düşmanlarımıza saldırmak amacıyla gerçek dostlarımızla birleşme meselesine gerekli dikkati göstermemiz gerekmektedir.

Gerçek dostlarımızı gerçek düşmanlarımızdan ayırmak içinse Çin toplumundaki sınıfların ekonomik durumunu ve bu sınıfların devrime yönelik yaklaşımlarını analize tabi tutmak zorundayız.[1]

Peki bizim düşmanlarımız kim?

Herhangi bir devrimin perde gerisinde işleyen politik düşünme süreci, bu soruyu sorup ona gerekli cevabı vererek başlar. Kabul etmek gerekir ki Filistin’deki halk kitleleri, bu soruya henüz net, belirgin ve kat’i bir cevap verebilmiş değildir. Düşman açık bir biçimde tanımlanmamışsa, savaşa dair açık ve net bir görüşe sahip olunamaz.

Bugüne dek kitlelerimiz düşmanı hep duygusal bir tarzda değerlendirdiler. Bir iki kısmi zafer elde ettiğimizde kitleler içerisinde düşmanın gücünü küçük gören, muharebe sürecinin hızlı ve kolay işleyeceğini, bizim sürecin sonunda kısa vadede zafere ulaşacağımızı düşünen genel bir anlayış hâkim oluyor. Öte yandan, düşman bize ağır darbeler indirdiğinde, bu sefer de diğer uca savruluyoruz ve düşmanımızın asla yenilemeyecek bir güç olduğunu düşünmeye başlıyoruz.

Bu türden duygusal salınımların yaşandığı bir gerçeklikte bizim savaşa dair bilimsel bir görüşe sahip olmamız, savaş sürecini zekice planlamamız ve nihayetinde sabırla ördüğümüz mücadeleyi zafere taşımamız imkânsız.

Artık kitlelerimizin düşmanın gerçek niteliğini anlamasının vakti gelmiştir, zira bu türden bir idrak olmadan, savaşın genel niteliği ve seyri anlaşılamaz.

1. İsrail

Kurtuluş mücadelemizde İsrail, öncelikle karşımıza politik, askerî ve ekonomik bir yapı olarak çıkıyor. Bu yapı, iki buçuk milyonluk nüfusunu askerî açıdan seferber edip, o saldırılar ve yayılmacılık üzerine kurulu ırkçı niteliğini savunmaya ve bizi toprağımızı, özgürlüğümüzü ve haklarımızı yeniden kazanmamıza mani olmaya çalışıyor.

Bu düşman, elindeki teknolojik üstünlüğün sunduğu imkânlardan yararlanıyor. Bu üstünlük, en çok da elindeki silâhların ulaştığı güçte, hareketinin sahip olduğu dinamizmde ve verdiği eğitimin düzeyinde karşılık buluyor. İsrail, aynı zamanda ölüm-kalım mücadelesi verdiği fikrini kendi kitlesine benimsetme ve bu sayede onu harekete geçirme becerisinden istifade ediyor. Böylece halkına son nefesine kadar ülkeyi savunmaktan başka bir seçenek bulunmadığı fikrini kabul ettiriyor.

Düşmanla karşı karşıya gelirken, onun halkını harekete geçirme becerisini ve sahip olduğu teknolojik üstünlüğü hep akılda tutmalıyız. Bugüne dek bu düşmana karşı verdiğimiz tüm savaşları kaybetmiş olmamız asla tesadüf değil. Yaşadığımız yenilgileri tesadüflerle veya basit öznel hatalarla izah etmek büyük bir yanılgıdır.

Zaferi hedefleyen stratejik bir planlama sürecinde atılacak ilk adım, düşmanın gerçek niteliğini anlamaktır. Peki muharebe sahasında karşımıza çıkan tek düşman İsrail midir? Düşmanla ilgili görüşümüzü sadece İsrail’le sınırlamak büyük bir hata olacaktır. Kavgada sadece tek bir kişiyle ihtilafı olduğunu düşünen kişi, karşısında onlarca kişiyi bulduğunda hazırlıksız yakalanacak ve yenilecektir.

2. Dünya Siyonist Hareketi

Gerçekte İsrail, dünya Siyonist hareketinin ayrılmaz parçasıdır. Aslında İsrail, bu hareketin bir mahsulüdür. Dolayısıyla, İsrail’e karşı yürüttüğümüz savaşta karşımızda sadece İsrail devleti durmuyor, Siyonist hareketin gücünü temel alan yapısıyla tüm İsrail duruyor.

Irkçı ve dinci bir hareket olarak Siyonizm, İsrail’in desteklenmesini sağlamak, onun saldırgan varlığını korumak, varlık imkânlarını artırıp hareket alanını genişletmek için dünyanın dört bir yanında yaşayan 14 milyon Yahudi’yi örgütlemeye ve kendi safına katmaya çalışıyor. Bu destek, sadece moral destekle sınırlı değil. Bu maddi destekle İsrail, daha fazla insana, paraya, silâha, teknik bilgiye ve nüfuz alanını genişletecek daha fazla müttefike kavuşuyor. Buna ek olarak İsrail, dünyanın her yanında yürütülen halkla ilişkiler ve propaganda çalışmalarının desteğini de arkasına alıyor. Bu anlamda, biz “düşmanımız İsrail ve Siyonist harekettir” dediğimizde, fazladan bir iki kelime kullanmış olmuyoruz, yürüttüğümüz savaşta dikkate almamız gereken maddi gücün mevcut büyüklüğünü belirlemiş oluyoruz.

Bu raporda biz, sadece İsrail ve dünya Siyonist hareketine dair görüşlerimizi aktarıyoruz. Dolayısıyla, İsrail ve dünya Siyonist hareketine dair detaylı ve gerçekleri temel alan bir çalışmanın zaruri olduğunu görmek gerekiyor. Bu tür bir çalışma genel anlayışımızı besleyecek, onu somutlaştıracak, böylece bizim düşmanımıza dair her türden yüzeysel fikirden ve tasavvurdan kurtulmamızı sağlayacaktır.

Son yıllarda İsrail’i ve dünya Siyonist hareketini inceleyen çalışmalara daha fazla ilgi gösterilmektedir. Bu türden çalışmalar, karşımıza düşmana ve onun pratik hayatının politik, askerî, ekonomik ve toplumsal veçhelerine dair gerçekleri çıkartıyor. Politik ve askerî kadrolarımız bu çalışmaları, yazarlarının düşünce hattına hâkim olan politik eğilime bakmadan okumalıdır. Mücadele ettiğimiz düşmana dair doğru ve somut bir resme ve anlayışa ancak bu veriler ve olgularla, aktarılan detaylı bilgilerle erişebiliriz.

Burada şu hususa işaret etmek gerekiyor: İsrail ve Siyonizmde temsil olunan ve karşımızda duran düşman, doğası gereği, hem İsrail içerisindeki bir dizi çelişkinin hem de İsrail ile dünya Siyonist hareketi arasındaki çelişkilerin güdümünde.

Bu çelişkileri sürekli araştırıp incelemek zorundayız. Hiç şüphe yok ki direniş hareketi büyüdükçe bu çelişkiler de derinleşecek, böylelikle bu çelişkileri kurutuluş mücadelemiz lehine kullanabileceğiz. Taraf olacağımız savaş bağlamında bu çelişkiler, İsrail ve dünya Siyonist hareketi içerisindeki yoğunlaşma ve konsolidasyon sürecine mani olacak düzeye ulaşmış değil. Biz, düşmanı İsraillileri ve dünya Yahudiliğini bu savaşta karşımıza çıkartma hedefini güden, gerekli teknik beceriye ve teşkilât yapısına sahip, bu imkânlarıyla gücünü pekiştirmiş bir kamp olarak görmek zorundayız.

Peki düşmana dair bakış açımızın sınırı bu mu olmalı?

Karşımızdaki düşman sadece bundan mı ibaret?

Tekrarlamakta fayda var: biz, bakış açımızın sınırını yukarıdaki tespitler üzerinden çizersek, savaşa dair gerekli hesaplamaları yapamazsak, büyük bir yanlışa sürükleniriz.

Filistin’in kurtuluşu için verilen mücadelede karşımızda bir düşman daha var: başını ABD’nin çektiği dünya emperyalizmi.

3. Dünya Emperyalizmi

Dünya emperyalizmi, bütün gücüyle savunulması ve korunması gereken çıkarlara sahiptir. Bu çıkarlar, azgelişmiş ülkelerin ürettiği zenginlikleri en düşük değerde satın alıp soymakla, bu zenginlikleri işleyip azgelişmiş ülkelerdeki piyasalarda en yüksek fiyata satmakla ilgilidir. Bu tür bir operasyon üzerinden emperyalistler muazzam kârlar biriktirirler, sermayelerini artırırlar, öte yandan halktaki yoksulluk, mahrumiyet ve biçarelik düzeyi daha da yukarı çıkar.

Arap dünyasının elinde petrol gibi önemli kaynaklar mevcuttur, ayrıca bu dünya, mamul ürünlerin tüketilmesine imkân sağlayan büyük bir pazarı elinde bulundurmaktadır. Emperyalizm, birikim sürecini daim kılmak, öte yandan bizdeki yoksulluğu daha da derinleştirmek için bu durumun devamlılığını sağlamak istiyor. Bu amaç doğrultusunda emperyalizm, ülkemizi ve halkımızı sömürüden kurtarmayı amaç edinen her türden devrimci hareketi ezme kararlılığıyla hareket ediyor.

Arap dünyasındaki devrimci kitle hareketi, doğası gereği İsrail’in yok edilmesini hedefliyor, çünkü İsrail, toprağımızı gasp etmiş, başka topraklar için de tehdit teşkil eden bir güçtür. Sonuç itibarıyla İsrail, tüm Filistinli veya Arap devrimci hareketleriyle sonuna kadar mücadele etmeden yapamaz. Burada emperyalizm, Arap devrimci hareketi ile mücadele etme becerisine sahip olan İsrail üzerinden belirli bir pozisyona sahip olabilmektedir. Emperyalizmin amacı, bizi vatanımızdan söküp atmak, İsrail’i tek güç kılmak, böylelikle onu kendi varlığını ve çıkarlarını koruyan bir üs hâline getirmektir. Böylesi bir durum, dünya emperyalizmi ile Siyonist hareketin ve İsrail’in birleşmesini sağlamaktadır. Filistinli ve Arap kurtuluş hareketiyle mücadele etmek, hem İsrail’in hem dünya Siyonist hareketinin hem de emperyalizmin çıkarınadır. Dolayısıyla İsrail’in korunması, takviye edilmesi, desteklenmesi ve varlığının daim kılınması, dünya emperyalizminin çıkarları açısından önemli meselelerdir. Böylesi bir değerlendirme, düşmanın kim olduğunu doğru kavramamızı sağlayacaktır: Düşman cephesi, İsrail’den, dünya Siyonist hareketinden ve dünya emperyalizminden oluşmaktadır.

Burada şu hususa da vurgu yapmak isteriz: düşman kampla ilgili değerlendirmemize emperyalizme dâhil etmemiz, basit anlamda bir kelimenin düşman tanımına eklenmesi olarak görülmemelidir. Burada bu mücadeleyi kime karşı yürütüyorsak ona dair somut bir resim sunmaya çalışıyoruz. “Emperyalizm” derken daha çok İsrail’e sunulan silâhları, desteği ve parayı kastediyoruz. Bugün emperyalizm, savaş uçaklarını, atom bombasıyla ilgili sırları, sürekli ablukayı ve savaş hâliyle karşı karşıya olan bir ekonominin inşasını ifade ediyor.

Burada milyonlarca Batı Alman markı ve Amerikan doları somut bir güce dönüştürülüyor ve bu güç sayesinde İsrail daha da kudretleniyor. Dolayısıyla söz konusu güç de savaşa dair hesaplamalarımızda dikkate alınmak zorunda.

Demek ki düşmanımız sadece İsrail’den ibaret değil. İsrail, Siyonizm ve emperyalizm düşmanımız. Düşmanımıza dair net bir bilimsel bilgiye sahip olamadığımız sürece zafer konusunda herhangi bir umudumuz da olamaz. Filistin meselesini uluslararası planda “Amerika’yı yürüttüğümüz mücadelemizde neden kendi safımıza çekmiyoruz, onun İsrail’den yana olmasına neden izin veriyoruz” gibi tespitlerle etkisiz kılmaya çalışan girişimlerin hatalı ve tehlikeli oldukları görülmeli, zira bu tür fikirler bilime aykırıdır, gerçek dışıdır ve doğruluktan uzaktır.

Tehlikelidir, çünkü karşımızdaki düşmanla ilgili hakikatin üzerini örter ve savaş süresince yanlış hesaplamaların yapılmasına neden olur.

Peki bizim düşman tanımımızın sınırı burası mı? Filistin kurtuluş mücadelesinde karşımızda sadece bu güçler mi duruyor?

Düşman bu güçlerden mi ibaret?

Düşman kampın safında dördüncü bir güç daha var. Bu güç de net bir biçimde değerlendirilip tanımlanmak zorunda.

Feodalizmde ve Kapitalizmde Temsil Olunan Arap Gericiliği

Çıkarlarını Arap dünyasındaki gerici rejimlerin temsil edip savunduğu Arap kapitalizmi, bağımsız bir kapitalist birimi meydana getirmiyor. Neticede o, bağımsız politik konumlar alabilecek bir yapı olarak görülemez. Bu kapitalizm, esasında dünya kapitalizmine bağlıdır, onun uzantısı olan bir zayıf bir koldur. Tüccarları, bankacıları, feodal ağaları, büyük malikane sahiplerini, kralları, emirleri ve şeyhleri içeren Arap milyonerler, bu servetleri dünya kapitalizmiyle kurdukları işbirlikleri sayesinde elde etmişlerdir. Bu zenginler, yabancı sermayenin ürettiği ürünlerin acenteliğini yaparak, yabancı bankalarda, sigorta şirketlerinde ikincil düzeyde hissedar olarak zengin olmuşlardır. Şeyhler, emirler ve krallar ise sömürgecilerin çıkarlarını muhafaza ve müdafaa etmiş, ülkeyi sömürüden kurtarmayı amaç edinen her türden kitle hareketini ezmişlerdir. Neticede bu zenginler, ülkemiz yabancı malların ve yabancı yatırımların alanı, pazarı olmaya devam ettiği, sömürgeciler petrolümüzü ve diğer zenginliklerimizi yağmaladığı sürece ellerindeki serveti muhafaza edeceklerdir.

Dolayısıyla emperyalizmin vatanımızdaki nüfuzunu ortadan kaldırmak için kitleler, gerçek bir kurtuluş savaşı vermelidir. Bu mücadelede Arap gericiliği kendi çıkarlarını savunacak, emperyalizmin ülkemizdeki varlığını daim kılmaya çalışacak, neticede hiçbir şekilde kitlelerden yana saf tutmayacaktır.

Gerici Arap güçleri, bilhassa zeki olanları, sözde milli olan hareketleri destek olup İsrail veya dünya emperyalizmiyle yaşanan çatışmalarda avantajlı bir konum elde etmeye ve itirazları dindirmeye çalışıyor. Oysa bu hareketler, sömürgeciliği topraklarımızdan söküp atmayı amaç edinmiş her türden kurtuluş hareketine karşılar ve bu gerici güçleri temsil eden azınlık yerine kitlelerin çıkarlarına hizmet edecek bağımsız bir ekonominin inşa edilmesini istemezler.

Devrimci kitle hareketi büyürse halkın bu güçlerin iktidarını yıkma imkânı da artacaktır. Dolayısıyla İsrail ve emperyalizmle yaşadıkları çelişkilerin düzeyi ne olursa olsun, bu gerici güçler kitle hareketinin kendi çıkarlarına ve iktidarına halel getireceğini bilirler.

Arap gericiliğinin düşman güçlerden biri olarak görülmesi önemli bir meseledir, çünkü bu gerçeği göremezsek önümüzü de göremeyiz. Pratikte ise böylesi bir körlük sebebiyle, kitlelerin gerçekler görmesine mani olan, içimizde yaşayıp bölücülük yapan, ama aslında düşman kampa ait olan güçleri hiçbir şekilde fark edemeyiz. Bu durum, devrimi bilinçsiz kılacak ve ağır bir darbe alıp yenilmesine neden olacaktır.

Filistin’in kurtuluşu için verdiğimiz mücadelede karşımızda duran düşman kamp bu unsurlardan oluşmaktadır. Bu savaşı düşman kamptaki tüm bileşenleri net bir şekilde idrak etmeden kazanamayız. Bu bileşenleri tanımlayıp, onlar arasındaki bağları idrak etmek, bizim en güçlü, gerçek ve asıl düşmanımızın dünya emperyalizmi olduğunu, Arap gericiliğinin emperyalizmin bir uzantısı olarak iş gördüğünü, İsrail’in elindeki gücünse dünya emperyalizminin üslerinden biri olmasının bir sonucu olduğunu görmemizi sağlayacaktır. Neticede İsrail, içinde yaşadığımız koşulara rağmen hayatta kalmasını sağlayan bir ekonomiye ve teknolojik üstünlüğe sahip büyük bir askeri güce dönüştürülmüş, bunu yapan emperyalizm, ona güçlü olması için gereken tüm kaynakları temin etmiştir.

Bu anlamda, dünyadaki diğer kurtuluş mücadeleleri gibi Filistin’in kurtuluşu için verilen mücadele de azgelişmiş ülkelerin servetini yağmalama ve kendi ürünlerini onların piyasalarında hâkim kılma niyetinde olan dünya emperyalizmine karşı mücadele hâline gelmiştir. Hem İsrail hem de Siyonist hareket, doğalında kendine has özelliklere sahiptir, fakat bu özellikler, İsrail’in emperyalizmle kurduğu doğal bağ üzerinden ele alınmalıdır.

Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından Filistin’deki feodal güçler ve burjuvazi, sadece Filistin’deki Yahudileri ve Siyonist hareketi düşman olarak gören bir mücadele verdi ve bu mücadele, İngiliz sömürgeciliğini yaşanan çatışmada tarafsız bir güçmüş gibi gören bir anlayış üzerinden verildi. Kitleler, milli unsurlardan oluşan öncüleri ile birlikte, gerçek düşmanın İngiliz sömürgeciliği olduğunu sonradan fark ettiler. Sömürgeciliğin niyetinin ülkedeki Siyonist hareketi güçlendirip ona destek sunmak olduğu sonradan görüldü. Siyonist harekete o destek ilerici kitleleri ezmek için verildi.

Bugün halkımız, artık yeni deneylere, doğaçlama ilerleyen eylemlere ihtiyaç duymuyor. Filistin’in kurtuluşu için verdiğimiz mücadelede karşımızda esas olarak dünya emperyalizmi duruyor. Temelde emperyalizme, onun üssü olarak hareket eden İsrail’e ve ona müttefik olan gerici güçlere karşı mücadele yürütüyoruz. Savaş süreci için yaptığımız hesaplamaların doğruluğunu güvence altına almak amacıyla düşmana dair net bir bilgiye sahip olmadan kazanamayız.

İçerdiği tüm partiler, bileşenler ve müttefiklerle birlikte düşman kampa dair net bir görüşe sahip olamazsak, bu kampa karşı koymak ve mücadelede ona üstünlük sağlamak için gerekli devrimci seferberliği tahayyül bile edemeyiz.

Tüm bu söylenenler ışığında, karşımızdaki düşmanın ana özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Yürüttüğümüz savaşta düşmanımız İsrail, Siyonizm, dünya emperyalizmi ve Arap gericiliğidir.

2. Bu düşman, doğal olarak askeri üstünlüğü ve savaşma konusunda büyük bir gücü beraberinde getiren üretimdeki üstünlüğe ve teknolojik üstünlüğe sahiptir.

3. Tüm bunlara ek olarak, düşman, kitlelerin ekonomik ve politik kurtuluş mücadelesine karşı koyma konusunda geçmişi eskiye dayanan güçlü bir deneyime ve bu türden mücadeleleri mağlup edecek kudrete sahiptir. Dolayısıyla kitlelerin, yeni sömürgecilerin devrimci hareketleri mağlup etmek için kullandıkları tüm yöntemlere karşı kendi yöntemlerini geliştirebilmelerini sağlayacak yüksek bir politik bilince kavuşmaları gerekmektedir.

4. İsrail’de temsil olunan, düşmana ait asli askeri üsle ilişkili olarak yürütülen mücadele, doğası gereği ölüm-kalım mücadelesidir. İsrail’deki politik ve askeri liderler, son nefeslerine kadar bu mücadeleyi sonlandırmak için çabalamaktadırlar.

Düşman kampa dair net bir görüşe sahip olanlar, doğru bir bakış açısıyla hareket ederler ve savaşa dair her türden yüzeysel görüşten kurtulurlar. Savaşın ve kavganın yerini ve zamanını belirleyecek olan da bu net bakış açısıdır. Başka bir ifadeyle, söz konusu bakış açısı şu hususları tespit eder:

1. Düşmana karşı koyacak tüm devrimci güçleri harekete geçirme, bu yüzleşme esnasında sağlam durma, devrimci eylemi durdurup onun altını oyacak tüm tedbirlere karşı koyma becerisine sahip olabilmek için devrimci teoriye ve devrimci politik düşünceye ihtiyaç vardır.

2. Mücadelede devrim güçlerine öncülük eden güçlü bir politik örgüt olmalı, bu örgüt, zafer konusunda kararlılıkla hareket etmeli, bu kararlılığın düzeyi düşmanın varlığını savunma ve çıkarlarını son nefesine kadar koruma konusunda gösterdiği kararlılığın düzeyinin üzerinde olmalıdır.

3. Tüm düşman kampa karşı koyabilmek için gerekli olan devrimci müttefiklerin niteliği ve büyüklüğü belirlenmelidir.

4. İlk başta gerilla savaşı biçimini almak zorunda olan silâhlı mücadele süreci, düşmanın teknolojik ve askeri üstünlüğünü ortadan kaldıracak uzun soluklu halk kurtuluş savaşı biçimine doğru evrilmelidir.

Düşmanla yüzleşmenin niteliğini düşmanın mevcut niteliği tayin eder. Bu anlamda, düşman kampa ve temel özelliklerine dair her türden yüzeysel veya bilime aykırı görüş, tehlikelidir.

FHKC

[Kaynak: PFLP, Strategy for the Liberation of Palestine, Foreign Languages Press, 1969, s. 27-40.]

Dipnot:
[1] “Analysis of the Classes in Chinese Society” (Mart 1926), Mao Tse-tung Selected Works, Cilt. I, s. 13. Türkçesi: İştiraki.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder