“Mart
1926 tarihli “Çin Toplumundaki Sınıfların Analizi” başlıklı makalesinde Mao
Zedung şunları söylüyor:
“Düşmanlarımız
kim? Dostlarımız kim? Bu, devrimin en önemli sorusudur.
Çin’de
bundan önce verilen tüm devrimci mücadelelerin çok az başarı elde etmesinin
temel sebebi, bu mücadelelerin gerçek düşmanlarına saldırmak için gerçek
dostlarıyla birleşememiş olmasıdır.
Devrimci
parti, kitlelerin rehberidir. Devrimci parti, kitleleri yanlış yola
sürüklüyorsa, devrimci hareket asla başarılı olamaz.
Kendi
devrimimizde başarıya ulaşmayı kesin olarak güvence altına alabilmek için
gerçek düşmanlarımıza saldırmak amacıyla gerçek dostlarımızla birleşme
meselesine gerekli dikkati göstermemiz gerekmektedir.
Gerçek
dostlarımızı gerçek düşmanlarımızdan ayırmak içinse Çin toplumundaki sınıfların
ekonomik durumunu ve bu sınıfların devrime yönelik yaklaşımlarını analize tabi
tutmak zorundayız.[1]
Peki
bizim düşmanlarımız kim?
Herhangi
bir devrimin perde gerisinde işleyen politik düşünme süreci, bu soruyu sorup
ona gerekli cevabı vererek başlar. Kabul etmek gerekir ki Filistin’deki halk
kitleleri, bu soruya henüz net, belirgin ve kat’i bir cevap verebilmiş
değildir. Düşman açık bir biçimde tanımlanmamışsa, savaşa dair açık ve net bir
görüşe sahip olunamaz.
Bugüne
dek kitlelerimiz düşmanı hep duygusal bir tarzda değerlendirdiler. Bir iki
kısmi zafer elde ettiğimizde kitleler içerisinde düşmanın gücünü küçük gören,
muharebe sürecinin hızlı ve kolay işleyeceğini, bizim sürecin sonunda kısa
vadede zafere ulaşacağımızı düşünen genel bir anlayış hâkim oluyor. Öte yandan,
düşman bize ağır darbeler indirdiğinde, bu sefer de diğer uca savruluyoruz ve
düşmanımızın asla yenilemeyecek bir güç olduğunu düşünmeye başlıyoruz.
Bu
türden duygusal salınımların yaşandığı bir gerçeklikte bizim savaşa dair
bilimsel bir görüşe sahip olmamız, savaş sürecini zekice planlamamız ve
nihayetinde sabırla ördüğümüz mücadeleyi zafere taşımamız imkânsız.
Artık
kitlelerimizin düşmanın gerçek niteliğini anlamasının vakti gelmiştir, zira bu
türden bir idrak olmadan, savaşın genel niteliği ve seyri anlaşılamaz.
1.
İsrail
Kurtuluş
mücadelemizde İsrail, öncelikle karşımıza politik, askerî ve ekonomik bir yapı
olarak çıkıyor. Bu yapı, iki buçuk milyonluk nüfusunu askerî açıdan seferber
edip, o saldırılar ve yayılmacılık üzerine kurulu ırkçı niteliğini savunmaya ve
bizi toprağımızı, özgürlüğümüzü ve haklarımızı yeniden kazanmamıza mani olmaya
çalışıyor.
Bu
düşman, elindeki teknolojik üstünlüğün sunduğu imkânlardan yararlanıyor. Bu
üstünlük, en çok da elindeki silâhların ulaştığı güçte, hareketinin sahip
olduğu dinamizmde ve verdiği eğitimin düzeyinde karşılık buluyor. İsrail, aynı
zamanda ölüm-kalım mücadelesi verdiği fikrini kendi kitlesine benimsetme ve bu
sayede onu harekete geçirme becerisinden istifade ediyor. Böylece halkına son
nefesine kadar ülkeyi savunmaktan başka bir seçenek bulunmadığı fikrini kabul
ettiriyor.
Düşmanla
karşı karşıya gelirken, onun halkını harekete geçirme becerisini ve sahip
olduğu teknolojik üstünlüğü hep akılda tutmalıyız. Bugüne dek bu düşmana karşı
verdiğimiz tüm savaşları kaybetmiş olmamız asla tesadüf değil. Yaşadığımız
yenilgileri tesadüflerle veya basit öznel hatalarla izah etmek büyük bir
yanılgıdır.
Zaferi
hedefleyen stratejik bir planlama sürecinde atılacak ilk adım, düşmanın gerçek
niteliğini anlamaktır. Peki muharebe sahasında karşımıza çıkan tek düşman
İsrail midir? Düşmanla ilgili görüşümüzü sadece İsrail’le sınırlamak büyük bir
hata olacaktır. Kavgada sadece tek bir kişiyle ihtilafı olduğunu düşünen kişi,
karşısında onlarca kişiyi bulduğunda hazırlıksız yakalanacak ve yenilecektir.
2.
Dünya Siyonist Hareketi
Gerçekte
İsrail, dünya Siyonist hareketinin ayrılmaz parçasıdır. Aslında İsrail, bu
hareketin bir mahsulüdür. Dolayısıyla, İsrail’e karşı yürüttüğümüz savaşta
karşımızda sadece İsrail devleti durmuyor, Siyonist hareketin gücünü temel alan
yapısıyla tüm İsrail duruyor.
Irkçı
ve dinci bir hareket olarak Siyonizm, İsrail’in desteklenmesini sağlamak, onun
saldırgan varlığını korumak, varlık imkânlarını artırıp hareket alanını
genişletmek için dünyanın dört bir yanında yaşayan 14 milyon Yahudi’yi
örgütlemeye ve kendi safına katmaya çalışıyor. Bu destek, sadece moral destekle
sınırlı değil. Bu maddi destekle İsrail, daha fazla insana, paraya, silâha,
teknik bilgiye ve nüfuz alanını genişletecek daha fazla müttefike kavuşuyor.
Buna ek olarak İsrail, dünyanın her yanında yürütülen halkla ilişkiler ve
propaganda çalışmalarının desteğini de arkasına alıyor. Bu anlamda, biz
“düşmanımız İsrail ve Siyonist harekettir” dediğimizde, fazladan bir iki kelime
kullanmış olmuyoruz, yürüttüğümüz savaşta dikkate almamız gereken maddi gücün mevcut
büyüklüğünü belirlemiş oluyoruz.
Bu
raporda biz, sadece İsrail ve dünya Siyonist hareketine dair görüşlerimizi
aktarıyoruz. Dolayısıyla, İsrail ve dünya Siyonist hareketine dair detaylı ve
gerçekleri temel alan bir çalışmanın zaruri olduğunu görmek gerekiyor. Bu tür
bir çalışma genel anlayışımızı besleyecek, onu somutlaştıracak, böylece bizim
düşmanımıza dair her türden yüzeysel fikirden ve tasavvurdan kurtulmamızı
sağlayacaktır.
Son
yıllarda İsrail’i ve dünya Siyonist hareketini inceleyen çalışmalara daha fazla
ilgi gösterilmektedir. Bu türden çalışmalar, karşımıza düşmana ve onun pratik
hayatının politik, askerî, ekonomik ve toplumsal veçhelerine dair gerçekleri
çıkartıyor. Politik ve askerî kadrolarımız bu çalışmaları, yazarlarının düşünce
hattına hâkim olan politik eğilime bakmadan okumalıdır. Mücadele ettiğimiz
düşmana dair doğru ve somut bir resme ve anlayışa ancak bu veriler ve
olgularla, aktarılan detaylı bilgilerle erişebiliriz.
Burada
şu hususa işaret etmek gerekiyor: İsrail ve Siyonizmde temsil olunan ve
karşımızda duran düşman, doğası gereği, hem İsrail içerisindeki bir dizi
çelişkinin hem de İsrail ile dünya Siyonist hareketi arasındaki çelişkilerin
güdümünde.
Bu
çelişkileri sürekli araştırıp incelemek zorundayız. Hiç şüphe yok ki direniş
hareketi büyüdükçe bu çelişkiler de derinleşecek, böylelikle bu çelişkileri
kurutuluş mücadelemiz lehine kullanabileceğiz. Taraf olacağımız savaş
bağlamında bu çelişkiler, İsrail ve dünya Siyonist hareketi içerisindeki
yoğunlaşma ve konsolidasyon sürecine mani olacak düzeye ulaşmış değil. Biz,
düşmanı İsraillileri ve dünya Yahudiliğini bu savaşta karşımıza çıkartma
hedefini güden, gerekli teknik beceriye ve teşkilât yapısına sahip, bu
imkânlarıyla gücünü pekiştirmiş bir kamp olarak görmek zorundayız.
Peki
düşmana dair bakış açımızın sınırı bu mu olmalı?
Karşımızdaki
düşman sadece bundan mı ibaret?
Tekrarlamakta
fayda var: biz, bakış açımızın sınırını yukarıdaki tespitler üzerinden
çizersek, savaşa dair gerekli hesaplamaları yapamazsak, büyük bir yanlışa
sürükleniriz.
Filistin’in
kurtuluşu için verilen mücadelede karşımızda bir düşman daha var: başını
ABD’nin çektiği dünya emperyalizmi.
3.
Dünya Emperyalizmi
Dünya
emperyalizmi, bütün gücüyle savunulması ve korunması gereken çıkarlara
sahiptir. Bu çıkarlar, azgelişmiş ülkelerin ürettiği zenginlikleri en düşük
değerde satın alıp soymakla, bu zenginlikleri işleyip azgelişmiş ülkelerdeki
piyasalarda en yüksek fiyata satmakla ilgilidir. Bu tür bir operasyon üzerinden
emperyalistler muazzam kârlar biriktirirler, sermayelerini artırırlar, öte
yandan halktaki yoksulluk, mahrumiyet ve biçarelik düzeyi daha da yukarı çıkar.
Arap
dünyasının elinde petrol gibi önemli kaynaklar mevcuttur, ayrıca bu dünya,
mamul ürünlerin tüketilmesine imkân sağlayan büyük bir pazarı elinde
bulundurmaktadır. Emperyalizm, birikim sürecini daim kılmak, öte yandan bizdeki
yoksulluğu daha da derinleştirmek için bu durumun devamlılığını sağlamak
istiyor. Bu amaç doğrultusunda emperyalizm, ülkemizi ve halkımızı sömürüden
kurtarmayı amaç edinen her türden devrimci hareketi ezme kararlılığıyla hareket
ediyor.
Arap
dünyasındaki devrimci kitle hareketi, doğası gereği İsrail’in yok edilmesini
hedefliyor, çünkü İsrail, toprağımızı gasp etmiş, başka topraklar için de
tehdit teşkil eden bir güçtür. Sonuç itibarıyla İsrail, tüm Filistinli veya
Arap devrimci hareketleriyle sonuna kadar mücadele etmeden yapamaz. Burada
emperyalizm, Arap devrimci hareketi ile mücadele etme becerisine sahip olan
İsrail üzerinden belirli bir pozisyona sahip olabilmektedir. Emperyalizmin
amacı, bizi vatanımızdan söküp atmak, İsrail’i tek güç kılmak, böylelikle onu
kendi varlığını ve çıkarlarını koruyan bir üs hâline getirmektir. Böylesi bir
durum, dünya emperyalizmi ile Siyonist hareketin ve İsrail’in birleşmesini
sağlamaktadır. Filistinli ve Arap kurtuluş hareketiyle mücadele etmek, hem İsrail’in
hem dünya Siyonist hareketinin hem de emperyalizmin çıkarınadır. Dolayısıyla
İsrail’in korunması, takviye edilmesi, desteklenmesi ve varlığının daim
kılınması, dünya emperyalizminin çıkarları açısından önemli meselelerdir.
Böylesi bir değerlendirme, düşmanın kim olduğunu doğru kavramamızı
sağlayacaktır: Düşman cephesi, İsrail’den, dünya Siyonist hareketinden ve dünya
emperyalizminden oluşmaktadır.
Burada
şu hususa da vurgu yapmak isteriz: düşman kampla ilgili değerlendirmemize
emperyalizme dâhil etmemiz, basit anlamda bir kelimenin düşman tanımına
eklenmesi olarak görülmemelidir. Burada bu mücadeleyi kime karşı yürütüyorsak
ona dair somut bir resim sunmaya çalışıyoruz. “Emperyalizm” derken daha çok
İsrail’e sunulan silâhları, desteği ve parayı kastediyoruz. Bugün emperyalizm,
savaş uçaklarını, atom bombasıyla ilgili sırları, sürekli ablukayı ve savaş
hâliyle karşı karşıya olan bir ekonominin inşasını ifade ediyor.
Burada
milyonlarca Batı Alman markı ve Amerikan doları somut bir güce dönüştürülüyor
ve bu güç sayesinde İsrail daha da kudretleniyor. Dolayısıyla söz konusu güç de
savaşa dair hesaplamalarımızda dikkate alınmak zorunda.
Demek
ki düşmanımız sadece İsrail’den ibaret değil. İsrail, Siyonizm ve emperyalizm
düşmanımız. Düşmanımıza dair net bir bilimsel bilgiye sahip olamadığımız sürece
zafer konusunda herhangi bir umudumuz da olamaz. Filistin meselesini
uluslararası planda “Amerika’yı yürüttüğümüz mücadelemizde neden kendi safımıza
çekmiyoruz, onun İsrail’den yana olmasına neden izin veriyoruz” gibi
tespitlerle etkisiz kılmaya çalışan girişimlerin hatalı ve tehlikeli oldukları
görülmeli, zira bu tür fikirler bilime aykırıdır, gerçek dışıdır ve doğruluktan
uzaktır.
Tehlikelidir,
çünkü karşımızdaki düşmanla ilgili hakikatin üzerini örter ve savaş süresince
yanlış hesaplamaların yapılmasına neden olur.
Peki
bizim düşman tanımımızın sınırı burası mı? Filistin kurtuluş mücadelesinde
karşımızda sadece bu güçler mi duruyor?
Düşman
bu güçlerden mi ibaret?
Düşman
kampın safında dördüncü bir güç daha var. Bu güç de net bir biçimde
değerlendirilip tanımlanmak zorunda.
Feodalizmde
ve Kapitalizmde Temsil Olunan Arap Gericiliği
Çıkarlarını
Arap dünyasındaki gerici rejimlerin temsil edip savunduğu Arap kapitalizmi,
bağımsız bir kapitalist birimi meydana getirmiyor. Neticede o, bağımsız politik
konumlar alabilecek bir yapı olarak görülemez. Bu kapitalizm, esasında dünya
kapitalizmine bağlıdır, onun uzantısı olan bir zayıf bir koldur. Tüccarları,
bankacıları, feodal ağaları, büyük malikane sahiplerini, kralları, emirleri ve
şeyhleri içeren Arap milyonerler, bu servetleri dünya kapitalizmiyle kurdukları
işbirlikleri sayesinde elde etmişlerdir. Bu zenginler, yabancı sermayenin
ürettiği ürünlerin acenteliğini yaparak, yabancı bankalarda, sigorta
şirketlerinde ikincil düzeyde hissedar olarak zengin olmuşlardır. Şeyhler,
emirler ve krallar ise sömürgecilerin çıkarlarını muhafaza ve müdafaa etmiş,
ülkeyi sömürüden kurtarmayı amaç edinen her türden kitle hareketini
ezmişlerdir. Neticede bu zenginler, ülkemiz yabancı malların ve yabancı
yatırımların alanı, pazarı olmaya devam ettiği, sömürgeciler petrolümüzü ve
diğer zenginliklerimizi yağmaladığı sürece ellerindeki serveti muhafaza
edeceklerdir.
Dolayısıyla
emperyalizmin vatanımızdaki nüfuzunu ortadan kaldırmak için kitleler, gerçek
bir kurtuluş savaşı vermelidir. Bu mücadelede Arap gericiliği kendi çıkarlarını
savunacak, emperyalizmin ülkemizdeki varlığını daim kılmaya çalışacak, neticede
hiçbir şekilde kitlelerden yana saf tutmayacaktır.
Gerici
Arap güçleri, bilhassa zeki olanları, sözde milli olan hareketleri destek olup
İsrail veya dünya emperyalizmiyle yaşanan çatışmalarda avantajlı bir konum elde
etmeye ve itirazları dindirmeye çalışıyor. Oysa bu hareketler, sömürgeciliği
topraklarımızdan söküp atmayı amaç edinmiş her türden kurtuluş hareketine
karşılar ve bu gerici güçleri temsil eden azınlık yerine kitlelerin çıkarlarına
hizmet edecek bağımsız bir ekonominin inşa edilmesini istemezler.
Devrimci
kitle hareketi büyürse halkın bu güçlerin iktidarını yıkma imkânı da
artacaktır. Dolayısıyla İsrail ve emperyalizmle yaşadıkları çelişkilerin düzeyi
ne olursa olsun, bu gerici güçler kitle hareketinin kendi çıkarlarına ve
iktidarına halel getireceğini bilirler.
Arap
gericiliğinin düşman güçlerden biri olarak görülmesi önemli bir meseledir,
çünkü bu gerçeği göremezsek önümüzü de göremeyiz. Pratikte ise böylesi bir
körlük sebebiyle, kitlelerin gerçekler görmesine mani olan, içimizde yaşayıp
bölücülük yapan, ama aslında düşman kampa ait olan güçleri hiçbir şekilde fark
edemeyiz. Bu durum, devrimi bilinçsiz kılacak ve ağır bir darbe alıp
yenilmesine neden olacaktır.
Filistin’in
kurtuluşu için verdiğimiz mücadelede karşımızda duran düşman kamp bu
unsurlardan oluşmaktadır. Bu savaşı düşman kamptaki tüm bileşenleri net bir
şekilde idrak etmeden kazanamayız. Bu bileşenleri tanımlayıp, onlar arasındaki
bağları idrak etmek, bizim en güçlü, gerçek ve asıl düşmanımızın dünya
emperyalizmi olduğunu, Arap gericiliğinin emperyalizmin bir uzantısı olarak iş
gördüğünü, İsrail’in elindeki gücünse dünya emperyalizminin üslerinden biri
olmasının bir sonucu olduğunu görmemizi sağlayacaktır. Neticede İsrail, içinde
yaşadığımız koşulara rağmen hayatta kalmasını sağlayan bir ekonomiye ve
teknolojik üstünlüğe sahip büyük bir askeri güce dönüştürülmüş, bunu yapan
emperyalizm, ona güçlü olması için gereken tüm kaynakları temin etmiştir.
Bu
anlamda, dünyadaki diğer kurtuluş mücadeleleri gibi Filistin’in kurtuluşu için
verilen mücadele de azgelişmiş ülkelerin servetini yağmalama ve kendi
ürünlerini onların piyasalarında hâkim kılma niyetinde olan dünya
emperyalizmine karşı mücadele hâline gelmiştir. Hem İsrail hem de Siyonist
hareket, doğalında kendine has özelliklere sahiptir, fakat bu özellikler,
İsrail’in emperyalizmle kurduğu doğal bağ üzerinden ele alınmalıdır.
Birinci
Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından Filistin’deki feodal güçler ve
burjuvazi, sadece Filistin’deki Yahudileri ve Siyonist hareketi düşman olarak
gören bir mücadele verdi ve bu mücadele, İngiliz sömürgeciliğini yaşanan
çatışmada tarafsız bir güçmüş gibi gören bir anlayış üzerinden verildi.
Kitleler, milli unsurlardan oluşan öncüleri ile birlikte, gerçek düşmanın
İngiliz sömürgeciliği olduğunu sonradan fark ettiler. Sömürgeciliğin niyetinin
ülkedeki Siyonist hareketi güçlendirip ona destek sunmak olduğu sonradan
görüldü. Siyonist harekete o destek ilerici kitleleri ezmek için verildi.
Bugün
halkımız, artık yeni deneylere, doğaçlama ilerleyen eylemlere ihtiyaç duymuyor.
Filistin’in kurtuluşu için verdiğimiz mücadelede karşımızda esas olarak dünya
emperyalizmi duruyor. Temelde emperyalizme, onun üssü olarak hareket eden
İsrail’e ve ona müttefik olan gerici güçlere karşı mücadele yürütüyoruz. Savaş
süreci için yaptığımız hesaplamaların doğruluğunu güvence altına almak amacıyla
düşmana dair net bir bilgiye sahip olmadan kazanamayız.
İçerdiği
tüm partiler, bileşenler ve müttefiklerle birlikte düşman kampa dair net bir
görüşe sahip olamazsak, bu kampa karşı koymak ve mücadelede ona üstünlük
sağlamak için gerekli devrimci seferberliği tahayyül bile edemeyiz.
Tüm
bu söylenenler ışığında, karşımızdaki düşmanın ana özelliklerini şu şekilde
sıralayabiliriz:
1.
Yürüttüğümüz savaşta düşmanımız İsrail, Siyonizm, dünya emperyalizmi ve Arap
gericiliğidir.
2.
Bu düşman, doğal olarak askeri üstünlüğü ve savaşma konusunda büyük bir gücü
beraberinde getiren üretimdeki üstünlüğe ve teknolojik üstünlüğe sahiptir.
3.
Tüm bunlara ek olarak, düşman, kitlelerin ekonomik ve politik kurtuluş
mücadelesine karşı koyma konusunda geçmişi eskiye dayanan güçlü bir deneyime ve
bu türden mücadeleleri mağlup edecek kudrete sahiptir. Dolayısıyla kitlelerin,
yeni sömürgecilerin devrimci hareketleri mağlup etmek için kullandıkları tüm
yöntemlere karşı kendi yöntemlerini geliştirebilmelerini sağlayacak yüksek bir
politik bilince kavuşmaları gerekmektedir.
4.
İsrail’de temsil olunan, düşmana ait asli askeri üsle ilişkili olarak yürütülen
mücadele, doğası gereği ölüm-kalım mücadelesidir. İsrail’deki politik ve askeri
liderler, son nefeslerine kadar bu mücadeleyi sonlandırmak için
çabalamaktadırlar.
Düşman
kampa dair net bir görüşe sahip olanlar, doğru bir bakış açısıyla hareket
ederler ve savaşa dair her türden yüzeysel görüşten kurtulurlar. Savaşın ve
kavganın yerini ve zamanını belirleyecek olan da bu net bakış açısıdır. Başka
bir ifadeyle, söz konusu bakış açısı şu hususları tespit eder:
1.
Düşmana karşı koyacak tüm devrimci güçleri harekete geçirme, bu yüzleşme
esnasında sağlam durma, devrimci eylemi durdurup onun altını oyacak tüm
tedbirlere karşı koyma becerisine sahip olabilmek için devrimci teoriye ve
devrimci politik düşünceye ihtiyaç vardır.
2.
Mücadelede devrim güçlerine öncülük eden güçlü bir politik örgüt olmalı, bu
örgüt, zafer konusunda kararlılıkla hareket etmeli, bu kararlılığın düzeyi
düşmanın varlığını savunma ve çıkarlarını son nefesine kadar koruma konusunda
gösterdiği kararlılığın düzeyinin üzerinde olmalıdır.
3.
Tüm düşman kampa karşı koyabilmek için gerekli olan devrimci müttefiklerin
niteliği ve büyüklüğü belirlenmelidir.
4.
İlk başta gerilla savaşı biçimini almak zorunda olan silâhlı mücadele süreci,
düşmanın teknolojik ve askeri üstünlüğünü ortadan kaldıracak uzun soluklu halk
kurtuluş savaşı biçimine doğru evrilmelidir.
Düşmanla
yüzleşmenin niteliğini düşmanın mevcut niteliği tayin eder. Bu anlamda, düşman
kampa ve temel özelliklerine dair her türden yüzeysel veya bilime aykırı görüş,
tehlikelidir.
FHKC
[Kaynak:
PFLP, Strategy for the Liberation of Palestine, Foreign Languages Press,
1969, s. 27-40.]
Dipnot:
[1] “Analysis of the Classes in Chinese Society” (Mart 1926), Mao Tse-tung
Selected Works, Cilt. I, s. 13. Türkçesi: İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder