Aseksüel İç Çamaşırı Mankeni ve Günümüzün Diğer Sırları
Kısa
süre önce Yasmin Benoit isimli, insanın kafasını allak bullak eden bir fenomene
denk geldim. İç çamaşır mankenliği mesleğini aseksüellik aktivistliği ile
birleştiren bu kadın, birbiriyle çelişen kimlikler arasında salınırken, güneşin
altında duyarcıların dillerine doladıkları her sohbet konusu hakkında laf
edecek vakti nasılsa buluyor.
Ona
bir iç çamaşırı katalogunu karıştırırken rastlamadım. Erkek gözlerimle o tür
kataloglardan daha fazla pornografik olan başka bir materyale bakarken, Guardian’ın
internet sitesinde gezinirken gördüm onu.
Gaby
Hinsliff [cinsel özgürlüğün kadın özgürlüğünün temel taşı olduğunu düşünen -çn.]
“seks pozitif feminizm”in bittiğini söylüyor, üstelik bu laf, bir pop yıldızının
ağzından çıkıyor. Guardian için yazılar yazan güzel erkekleri, kadınları
ve eşcinselleri eleştirme riskini alarak, bu noktaya nasıl geldiğimizi sorma
cüretini gösterme gereği duyuyorum. Bu geldiğimiz yerin, kadınların dünyasının
gecelik ilişkilerin olağan bir yönü dâhilinde, boğulduğu, tokatlandığı,
küfürlere maruz kaldığı, yüzlerine tükürüldüğü bir yer olduğunu söylemem
gerekiyor.
Guardian, son
yirmi yıl içerisinde cinselliği en fazla ön plana alan ve onu kendi
sayfalarında belirli bir saygınlığa kavuşturan bir yayın organı. O, dün olduğu
gibi bugün de soyunmanın, önüne gelenle yatmanın, aynı anda başka kişilerle
ilişki yaşamanın, fahişeliğin (affedersiniz, “seks işçiliği” demeliydim) ve
pornografinin alan kazandığına ilişkin yığınla makaleye yer vermiş bir gazete.
Eğer
Guardian, kaşları kalkık liberal medya organlarının günümüzün cinselliği
en fazla öne çıkartan kültürüne tapmaya karar vermeleriyle neticelenen kültürel değişime ön
ayak olmamışsa bile, onun söz konusu eğilime karşı koymadığını da belirtmek
gerekiyor.
Taciz,
tecavüz ve cinayet haberleri yapan, ama bir yandan da kadınların nesneleştirilmesini
öven gazetelerle tecavüz çetelerini baş sayfaya, meme resimlerini üçüncü
sayfaya koyan gazeteler arasındaki fark nedir? Kullanılan kelime sayısı mı, bence
o bile değil.
Cinselliğe
pozitif yaklaşma (seks pozitiflik) ile iç çamaşırı mankenliği aseksüellik
açısından aynı koltukta taşınacak karpuzlar değil aslında. Daha derine baktığımızda
da bu birlikteliği anlamlandıramıyoruz. Bugünün seks takıntısı, çelişkili bir
biçimde, aslında seksin kendisi ile ilgilidir. “Seks pozitiflik”, aslında
cinselliği yüceltme değil, onu yıkıma uğratma çabasıdır.
Son
yirmi yılda cinsellik ve toplumsal cinsiyet konularında yaşanan cinnet hâlini
anlamak istiyorsak, önce liberalizmin ne olduğunu anlamamız gerekiyor. Liberalizm
kavramının özünü bireysel özerklik meselesi teşkil ediyor. Bu anlayışa göre
toplumumuzun yücede tutması gereken tek ilke, bir kişinin kendi bedeni ve
varlığı üzerinde kurduğu mülkiyet ilişkisi ve iktidar olmalı, o özerkliğe gölge
düşürecek her türden dış güç, birer put gibi parça parça edilmeli.
Önceden
erkek ve kadının rolleri, cinsellikle alakalı ahlak kuralları ve aile hayatını
bireyin “özgürlüğü” adına çöpe atan liberalizm, bugün kendi içine dönüp bakma
ihtiyacı duyuyor. Bugün liberalizm, hukukun ve toplumun bireye ve bedenine yönelik
dışarıdan dayattığı resmi talepleri elinin tersiyle ittikten sonra, bireyin
hâlen daha içinde sahip olabileceği, hukuka ve topluma dair sınırları da
silmeyi önüne koyuyor, ama bir yandan da aynı liberalizm, bireyin fiziksel ve ruhsal varlığına
sahip olması gerektiğini söylüyor.
Dolayısıyla
içte yaşanan bu savaşta biyolojinin kendisi düşman hâline geliyor. Sonradan giydirilmiş
cinsel kimliklerle donanmış bedenin varlığından çok insanın varoluşunun
teleolojik niteliğini ifade eden cinsellik ve üreme meselesi, bizim sadece
kendimiz için varolmadığımızı, ayrıca neslimiz, zürriyetimiz için de varolduğumuzu
kafamıza vura vura anımsatıyor.
Liberalizm,
yürüttüğü proje dâhilinde cinselliği üreme meselesinden ayırmak için uğraşıyor,
teknolojik ilerleme de bu sürecin hızlanmasına katkıda bulunuyor.
Ne
var ki bu ideolojik projenin daha da ilerletilmesi gerekiyor. Yani cinsellik,
tümden önlenip bedenlerimiz güvenli bir biçimde kısırlaştırılsa bile cinsellik
üzerine kurulu doğamız, hâlen daha inatla üreme, ilişki kurma ve başkasını
severken kendimizden feragat etme gibi kusurlara eğilim gösteriyor, bu tür
yollara tevessül ediyor.
Liberalizm,
akla dayalı düzenleme ilkesi anlamında bir logosa sahip, ama bu, onun kimi
mitlere sahip olmadığı anlamına gelmiyor. O, liberal politika ve
toplumsal siyaset ardında duran resmi teorilerine hiç temas etmemiş, onları hiç
bilmiyor olsa bile insanları ikna edip harekete geçirme konusunda kimi
hikâyelere ve anlatılara başvuruyor.
Günümüz
liberalizminin ürettiği mitler, tüm karşılıklı, toplumsal ve komünal yetke ve bilgi kaynaklarını tehlikeli bir haleyle kuşatıyor. Liberalizme
göre toplum, kendi gizli iktidarını bizim üzerimizde tesis etmek için uğraşan
gizli “yapılar”ca yönetiliyor. Bu yapıların adı bazen “beyaz üstünlüğü”, bazen “patriarka”,
bazen de “heteronormativite” oluyor. Söz konusu yapılar önce ifşa ediliyor,
ardından dil, algı ve yeniden formülleştirme gibi oyunlar oynanarak,
yapısızlaştırıyor, yıkıma uğratılıyor.
Liberalizme
göre birey, hukukî planda komşularından özgürleştikten sonra artık kavramsal ve
sembolik düzeyde kendisini istemediği, kendisinin belirlemediği, varoluşu
dâhilinde yüzleştiği her türden faktörden kurtulmak zorunda.
Bu
kimseye zararı yokmuş gibi görünen bilişsel oyun, esasen liberal modernitenin esrara
olan dünyevi inancının dış yüzeyini teşkil ediyor. İçte ise bu inanç, ürkütücü
ve şiddete meyilli ritüelleri içeriyor. Yoldan sapmanın ve yapısızlaştırma
girişiminin yol açtığı sis dâhilinde dışa dönük talepler kaybolup giderken, beden
olarak varolma meselesi, doğrudan götürülüp beden üzerinde zor yoluyla mülkiyet
kurma zorunluluğuna bağlanıyor.
Kendilerini
önceleyen felsefeciler ve sufiler gibi bugünün liberalleri de bedenin akli melekelerin
kontrol edemediği dürtüler ve bireysel irade konusunda sıkıntı yaşıyorlar. Her duygunun
dünyaya açık olduğu, ona özlem duyduğu koşullarda, bedenin arzuları ve
ihtiyaçları, her daim rasyonel öznenin niyetlerini hükümsüz kılıyor.
Bu
meseleyi çözmek için benimsenen yaklaşım, zamanla ipuçlarını stoacılardan temin
eden aydınlanmacı liberalizmin aristokrasiye özgü disiplinlerinden önemli
oranda uzaklaştı ve daha çok bedeni akla boyun eğdirme ile ilgili nispeten daha
acımasız ve az çok dinî bir dürtüye yöneldi. Bu yeni dünyada Hristiyanlığın ahlaki
ve kavramsal mirası neopaganizmin çoğulculuğu ve kaderciliğiyle cem oldu.
Bireysel
irade, artık bedene kesintisiz bir biçimde dayatılıyor ve bu dayatma, ucu açık
bir arayış dâhilinde gerçekleşiyor. Söz konusu süreçte birey, giderek daha
fazla uçlara savruluyor ve hep başlatıcı olma isteği duyuyor. Liberal ideolojiyi
birebir yaşayan, ama onu bilmeyen kişiler, sürecin sonunda dövme, pirsing, doğal
olmayan saç renkleri ve tabii ki kendi cinsiyetiyle uyumlu olmayan giyinme
tarzı ve moda gibi yeni kültürel pratiklere yöneliyor.
Daha
da ilerlediğinde bu süreç, kişi “toplumsal cinsiyete uyum” ameliyatı için bıçak
altına yatıyor. Böylece sağlıklı doku ve organlar alınıyor ya da yeniden
biçimlendiriliyor, beden, transhümanizm uyarınca değişime tabi tutuluyor,
böylece insanlar, kendi bedenlerini teknolojiyle bütünleştirmek veya hayvanları
taklit etmek adına, yeniden biçimlendiriyorlar. Sürecin ayrıca “kiralık rahim”le
çocuk doğurma pratikleri, genetik modifikasyon ve gönüllü kısırlaştırma gibi sonuçlara
yol açtığını görmek gerekiyor.
Aslında
liberalizmin başvurduğu dil oyunlarının uzlaştırıcı niteliği, bir yanılsamadan
ibaret. Bu oyunlarda, gnostik dünyanın şiddete dayalı gerçeğinde insan kurban
etme ve kan akıtma törenlerine ait ruh gizli. Ortaçağ’da kendi günahkâr bedenini
kırbaçlatırken arada istavroz çıkartan veya Diyonizosçu tören dâhilinde vecde
ulaşan, kendinden geçen keyif düşkünü gibi, bugünün “kültür karşıtı” özerk
öznesi de kendi varlığı üzerinde hâkimiyet kuruyor, böylece sadece kendisinin
tanımladığı bir hâle ulaşacağını düşünüyor.
Yukarıda
bahsini ettiğimiz bakire iç çamaşırı mankeni hikâyesiyle taban tabana zıt başka
bir makale yayımlanıyor Guardian’da. Makale, yeni gelişen bir “seks
kulübü” türünü övüyor. Asıl yücelttiği şeyse kulübün ismi. İlerici sapıklar
için bir oyun sahası olarak iş gören mekâna “Melez” ismi verilmiş. Sadece
transların ve kendisini kadın gibi hissedenlerin geldiği mekân olmakla övünen
kulüp, “düşük gelirlilere yardım etmek için bir yardım bileti uygulamasına sahne
oluyor.” Ayrıca mekân sahipleri, “translara, beyaz olmayanlara ve engellilere
kapılarını açmakla, onlara pozitif ayrımcılık yapmakla” övünüyorlar.
Fakat
bu albenili maskelerin ardına baktığımızda karşımıza, aslında hiç de cinsellikle
alakası olmayan bir dünya çıkıyor. Makaleye göre, “bazı insanlar mekâna fetişleriyle
alakalı arzularını tatmin etmek için gidiyorlar. “Sadomazoşizm sahnesi” (EHTM),
seks dâhil her türden aktivitenin usturuplu şekilde ifade edilmesi için seçilmiş
bir tabir. ‘Melez’ isimli bu mekâna insanların gelmesini sağlayansa onun müzik
ve ortaklaşma ihtiyacını birlikte karşılıyor olması.”
Eskinin
insanı bıktıran hedonizminden sonra cinsel ahlak, intikamını almak için geri
dönmüş gibi görünüyor. Eskiden seksten dinî ve ahlakî açıdan uzak durulmalıydı,
bugünse ondan politik açıdan uzak durulmalı. Bireyler, “doğuştan heteroseksüel
olanların patriarkası ve beyaz üstünlükçülüğü” denilen ve sonraki nesillere
seks yoluyla geçebilen ilk günahlardan arınmış, masum varlıklar olabilmeli.
EHTM
(esaret, hâkimiyet, teslimiyet ve mazoşizm) ile liberal bireycilik arasındaki
bu beklenmedik izdivaç, esasında mükemmel bir eşleşmedir. Aralarında mükemmel
bir uyum söz konusudur. Geleneksel cinsel ilişkideki örtük ve karşılıklı
tavizler yerine bu ilişkide kişiler, alabildiğine resmi ve sözleşme üzerine
kurulu bir sistem içerisinde hareket etmektedirler. Bu sistemde hiyerarşi, bireyselliğin
görünürde tehlikeye girdiği, ama aslında gerçek manada tehlike yaşamadığı,
bireyselliğin kendisini sürekli ıslah edip yenilediği bir cinsellik oyunu
olarak inşa ediliyor.
Bu
dünyada Yasmin Benoit ideal bir liberal tiptir. O, kendi bedenine ve cinselliğine
“sahiptir, çünkü onların sayesinde para kazanmakta, kâr elde etmekte, ama bir
yandan da cinsel ilişkiye dair erotik arzusundan tümüyle kopmaktadır. Benoit
kendi varlığı üzerinde sahip olduğu mülkiyeti teyit ederken, kendisini cinsel
bir figür hâline getirse bile o, aslında seks denilen fiziksel eylemi de ve
onun şart koştuğu karşılıklı ilişkiyi de redde tabi tutuyor. Hinsliff’in makalesinde
atıfta bulunduğu “fahişe yürüyüşleri” türünden etkinlikler konusunda herkes,
aslında cinsel teşhir ile cinsel açıdan istifade edilebilirlik arasındaki her
türden bağı bile bile inkâr etmenin keyfini çıkartıyor.
Eskiden,
liberalizmin ışığının aydınlatmadığı zamanlarda, üzerindeki kıyafetleri çıkartıp
seks yapmak istemeyen kadına “baştan çıkartıcı” veya “cilveli” denilirdi. Ama son
dönemde tanık olduğumuz “seks pozitif feminizm” dalgasında feministler bu
gerilimi ustalıkla kullanıyorlar. “Bak ama dokunma” diyen o tahrik edici
gerilim, bugün politik bir erdemmiş gibi allanıp pullanıyor. Cinsel teşhirin
cinsellik açısından sahip olduğu yan anlamlarını bilerek, açıktan görmezden
gelmek suretiyle cinselliğin kendisi bir güce dönüştürülüyor: kişi, hem kendi
cinsel doğası üzerinde mülkiyet iddiasında bulunuyor, hem de suçlu gösterilip
arzularının esiri olduğu konusunda töhmet altında bırakılan gözlemcinin altı zekice
bir hamleyle oyuluyor.
Oynanan
oyunlarındaki tuhaflık şu ki bugün kıyafetlerini çıkartan “feminist” kadınlar,
esasında liberalizmin kendisinden de eski bir oyunu oynuyorlar. Bu aslında, kendi
çevresiyle ancak cinsel manipülasyon hamleleriyle ilişki kurabilen varlıklar
olmayı içine sindiren kadınların oynadığı eski ve tehlikeli bir oyun.
Bu
tür teşhirlerde ve inkârlarda kutsal bir unsur söz konusu. Görülen ama yasaklı
olan şey, kurban kültürünü esas alan o derin dinî mantıkla örtüşüyor. Sonuçta o
törenlerde de tanrıya verilen şeyin fanilerce tüketilmesi veya mülk edinilmesine
asla izin verilmiyor.
Modern
liberalizm, din ve gizli ilimler açısından yoruma tabi tutulabilir. Böylesi bir
yorum asla abartılı değildir. Aksini iddia edenler, bugün birçok ilericinin okültizmi,
gizli ilimleri açıktan benimsiyor oluşuna bakabilirler. “WitchTok” [TikTok’ta tarot falı, büyü, sihir
gibi konulara ilgili kişilerin oluşturduğu, “Cadı TikTok’u” anlamına gelen grup
-çn.] liberal bireyciliğin şekillendirdiği popüler büyü törenlerine
tanıklık ediyor. Yasmine Benoit de bu hareketin bir parçası. 2019’da Witches
[“Cadılar”] dergisinde kendisine yer ayrılmış.
Üzerindeki
beyaz elbisesi ve elinde tuttuğu hançerle poz veren Benoit, “ilkel insanlarda
görülen gücü ve hüneri” kendi bedeninde taşıyan “siyahî cadılar”ın övüldüğü bir
makale için çekilen fotoğraflarda bir cadıyı canlandırıyor. Evet, bugünün
modern cadıları, cadı ile ilgili fikri muhtemelen Charmed [“Büyülenmiş”]
isimli diziden alıyorlar. Yasmin de oradaki kadınlar gibi giyindiğinde cadıya
benzeyeceğini düşünüyor. İşte asıl mesele de buradaki sahtelik ve performans
merakı.
Cinselliğe
saplantılı olma ve seks pozitiflik meselesinde de görüldüğü üzere, bu sıradan
büyü pratiklerinde asıl mesele, kişinin yanlışa yönlendirilmesidir.
Geleneksel
dindarlıkta olduğu gibi liberalizmde de cinselliğe yer yoktur, çünkü cinsellik,
gücünü teslim etmeyi ve mutluluk arayışını içerir. Gizli ilimlerdeki ve
cinsellikteki teşhir pratikleri, bizi esasında doğaüstü ve erotik olana dönük
doğal arzumuz sebebiyle etkiler. Ama gözlerimiz ve bizdeki şehvet, o ayartıcı,
baştan çıkartıcı performansın halesine kapıldığı ölçüde, biz bu teşhir
pratiklerinin gerçek niyetini gözden kaçırırız: Bu teşhirlerin gerçek amacı ve
niyeti, ilişkiler dünyasını birbiriyle rekabet eden egoların dünyasına
dönüştürüp, toplumsal ve politik varlıklar olarak hayatlarımızın yitip
gitmesini sağlamaktır.
Sebastian Milbank
14 Şubat 2022
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder