Bugün
solu, az çok bilgisi olan, kitap okumuş bir yoksula, işçiye tahammül
edemeyenler yönetiyor. Sol, o küçük burjuva hâliyle, hep egemenlere,
burjuvaziye yaranmaya çalışıyor. Küçük burjuva sol, kendisinin yegâne
görevinin, kendisine verilen işin, yoksulun ve işçinin öfkesini silmek, derdini
unutturmak olduğunu çok iyi biliyor. Buna rağmen, eleştiriye asla tahammül
edemiyor!
O,
“sınıfsal imtiyazlarını bireysel erdem hâline getirip toplumsal hâkimiyete
destek sunuyor.”[1] İmtiyazlı kesim, “kapitalistlerin masasındaki kırıntılara
gözünü dikiyor, yoksul emekçi kitlelerden uzaklaşıyor.”[2] Bireysel erdemini
yüceltmek, kırıntılardan pay almak için kolektif olana düşmanlık ediyor.
İşçinin, halkın, ezilenin tüm kudret imkânlarını yok etmek için uğraşıyor.
Hâsılı küçük burjuva, işini yapıyor.
* * *
Aşı
şirketleri, paranın dönmesi, piyasanın canlanması ve elde kalan aşıların çöpe
gitmemesi için çocukların da aşılanması emrini verdiler. Bu emir uyarınca
çocukların aşılanması fikrini yaymak, Eğitim-Sen’e ve Gençlik Komiteleri'ne
düştü. Konuşan, o masadaki kırıntılar, imtiyazlar ve çıkarlardı.
Bu
düzlemde “aşı karşıtlığı” diye bir laf üretildi. Tıpkı Erdoğan’ın “bunlar
köprüye, ilerlemeye, ülkenin büyümesine karşı” deyip köprüyle ilgili
eleştirileri ezmeye çalışmasında olduğu gibi, bu laf üzerinden de aşının
ardındaki sömürü ve zulüm gizlenmeye çalışılıyor. DİSK, TTB, KESK ve TMMOB,
solu burjuvazinin eşiğine bağlamak için var. Bu STK'ların başka bir anlamı ve
değeri bulunmuyor.
* * *
Eski
bir TKP’li, Rasih Nuri İleri’yi ziyarete gider. Çalışma odasında sohbet ederken
masanın üzerindeki kafatasına takılır gözü. Nereden geldiğini sorunca, bir
dönem “aristokrat sosyalist”[3] olarak anılan İleri, şu cevabı verir: “Babamın
emrinde köylüler çalışırdı. Bir gün birisine sinirlenmiş, elindeki sopayla
adamı öldürmüş. Sonra ibret olsun diye başını kestirmiş. Bu, o adamcağızın
kafası. Ben de babama hürmetten atamadım.” Bu hikâyeyi anlatan, geçmişte
sosyalist hareketi yöneten bir isim. Herkesten feodal değerlerden kopmalarını
isteyen bir solcu, nedense babasının miras bıraktığı, bizzat öldürdüğü köylünün
kafatasını atamamaktadır.
Bir
başka genç TKP’li, bir sohbet esnasında abilerinin ablalarının Türkiye’ye ilk
bilgisayarı getiren kişiler olmasıyla övünüyordu. Bugünse Avrupa’da komünizm
var zannediyor, oraya gitme hayalleri kuruyor. O bilgisayarı ve Avrupa’yı
sınıfsal anlamda analize tabi tutamıyor. Tutanlara düşman kesiliyor.
Balığın
başı, kokuyor. Kadrolar, emeğe, derde, öfkeye, mücadeleye değil, kariyerist
hesaplara, kişisel imtiyazlara, gelecek planlarına, bireysel kurtuluş
gayretlerine göre şekil alıyor.
Yine
bir (eski) TKP’li genç, İsviçre’de aldığı pazarlama dersini sosyalistlere
öneriyor, konuşmanın sonunda da “üç yıl içerisinde devrim oldu oldu, olmazsa
ben kendi çıkarıma bakarım, zengin olacağım ben!” diyor. Bu tür kadroların,
işçi sınıfını, emekçi halkı, ezilenleri düşünmesi, onlar için bir şey yapması
mümkün değil.
* * *
Sedat
Peker meselesi de bu bireysel başarı, güç ve imtiyaz üzerinden okunuyor. Sınıf
için, sınıf içre, sınıf içinden yapılacak bir değerlendirmenin konusu olamıyor.
Peker, bireysel hınç, kin ve güç arayışına ait bir imge olarak önemseniyor.
Dipten derinden, perde gerisinde Peker’in sahip olduğu güçten haz duyuluyor,
videolar belirli bir esriklikle izleniyor. Eskiden Fuat Avni’nin düdüğüne
üfleyenler, bugün Sedat Peker’in düdüğüne üflüyorlar.
Her
tür mesele, birey süzgecinden geçiriliyor. Lenin, “oportünizmin bireylere
mahsus bir rastlantı, günah, dil sürçmesi veya ihanet değil, tüm bir tarihsel
dönemin toplumsal ürünü” olduğunu söylüyor. Başka bir yerde, “meseleler,
bireysel, öznel değil, nesnel kolektif bir yerden analiz edilmelidir” diyor.
Ama bizim solumuz, her şeyi ve herkesi, kendi bireyliğini ve öznelliğini
yüceltmek, birilerine hoş göstermek adına, birey ve özne üzerinden analiz
ediyor. Peker’in videoları ile birey olarak ilişki kuruyor.
Bir
yerde Gramsci, “aydınlar birey olarak devrimci olabilirler. Sınıf olarak
devrimci olma vasfı, sadece proletaryaya aittir” diyor.[4] Aydınların genel
anlamda burjuvaziye hizmet ettiğini söylüyor. İşte o aydınlar, küçük burjuvazi,
bireysel varlığını burjuvazi aynasında büyütüyor, işçileri o imaj önünde eğip
bükmeye çalışıyor. Sınıf, meseleyi sınıf ölçüsünde, sınıf olarak anlarken
aydın, meseleleri birey (kendi) ölçüsüne vurup, ona zarar verecek yanları
buduyor.
Bu
anlamda bireysel geçimi, varlığı için geçmişten bugüne Fethullah’ın veya
mafyanın elini tutmuş kimi örgüt şeflerinin sınıf adına, sınıf içi ve sınıf
için bir şeyler yapması mümkün olmuyor. Hepsi de döne dolaşa, Fethullah ve
mafya eliyle örgütlenen, işlerini gören devlete ve sermayeye hizmet ediyor.
* * *
Yoksulun,
işçinin okuduğu kitabın, edindiği, süzdüğü bilginin bir önemi yok. Çünkü, o
kitap ve bilgi, işe yararlılık, faydacılık ölçütüne vuruluyor. “Okumuş ama bir
işe yaramamış, adam hâlâ fakir!” deniliyor. Böylece vahiy indirse, hayatın
sırrını da söylese, o kişi değer görmüyor, çünkü para ve güç üretmiyor.
Dolayısıyla kitap ve bilgi, sadece burjuvazinin malı kabul ediliyor. Daha da
düşme, eksilme, fakirleşme ihtimalini anlattığı için işçiden, yoksuldan
tiksiniliyor. Zaten sol; işçi, ezilen ve yoksul olmama ihtimali olarak
örgütleniyor, varoluyor, bu anlamda işçiye, ezilene ve yoksula karşı tiksinti
ve nefreti kendisinde somutluyor.
Bugün
örgüt, bir şirket gibi yönetiliyor, yönetilmeye çalışılıyor. “Bu pisliği devrim
temizler” diyenler, kendi şirketlerinin ne tür pisliklere bulaştığından söz
etmiyorlar. Dolayısıyla o devrime de izin ve imkân vermiyorlar. Gezi’de olduğu
gibi, kitlenin ayaklanmasından ve devrimden en çok sol örgütler korkuyor.
* * *
Youtube,
Netflix gibi ortamlarda burjuvazinin dişine uygun bireyler yetiştiriliyor. Her
bir ortamda burjuvazi için bireyler, belirli bir tarikata kabul törenine
alınıyorlar. İnisiye edilen kişiler, bir ot gibi yetiştiriliyorlar, kıvama
getiriliyorlar, özel cemaatin parçası kılınıyorlar.
Tüm
bu ayinlerde aslolan, kitlesel, kolektif, avâmî olandan kopmak. Herkes tek tek
bu kopuşu tescillemek, kayıt altına almak zorunda. Ayinlerin kurbanı da
işçiler, yoksullar, ezilenler. Kimse, o üstadlar önünde geri yanlarını
gösteremez, herkes, bir biçimde aforoz ve hadım edileceğini düşünür. Gündelik
hayat içerisinde bu cemaat, kendi dilini ve yaşam tarzını üretir. O üstatlar,
her fırsatta kutsal olanı göstermekle yükümlüdür.
Kutsal
olan, burjuvazinin mülküdür. O cemaate girmek istiyorsanız, burjuvazinin
eşiğine yüz sürmek zorundasınız. Bu da yoksulu, emekçiyi aşağılamayı, ezmeyi
gerekli kılar. "BİM çiğ köftesi yiyen kişiler", her zaman
ezilmelidir. Ezen kimse, ona yoldaş olunmalıdır.
Sol,
katıldığı inisiyasyon töreninde gerçek yoldaşını bulmuştur. AKP’ye itirazı, o
yoksulla, avamla, ezilenle ilişkilidir. AKP’ye değil, o yoksulun, avamın,
ezilenin (güya) konuşma imkânı bulmasına karşıdır.
Geçmişte,
1920 civarı, Fransız sosyalistlerinin Komintern’e giriş sürecinde bir sorunla
karşılaşıldı. Komintern, Fransız sosyalizminin hür masonlarla kurduğu bağı
kopartmasını istiyordu. Çünkü o bağ, aslında reformizmle kurulmuş bir bağdı.
Masonlarla iç içe geçmiş olan sosyalistler, Komintern’in bu kararına itiraz
ettiler.[5] İşte bugün sol, o bağı, bağın kopartılması kararını ve o karara
yönelik itirazın sebebini anlayamayacak durumdadır. Çünkü o, bu dönemin mason
localarını örgütlemekle meşguldür. Demek ki Komintern’in yüz yıl önceki kararı,
bugün için de geçerlidir.
Eren Balkır
4
Temmuz 2021
Dipnotlar:
[1] Jason Tebbe, “Yirmi Birinci Yüzyıl Viktoryenleri”, 31 Ekim 2016, İştiraki.
[2]
V. I. Lenin, “II. Enternasyonal’in Çöküşü-VII”, Haziran 1915, İştiraki.
[3]
Attila Aşut, “Rasih Nuri İleri”, 22 Aralık 2014, Birgün.
[4]
Antonio Gramsci, “Il Partito si rafforza combattendo le deviazioni
antileniniste”, 5 Temmuz 1925, BM. Türkçesi: İştiraki.
[5]
José Carlos Mariátegui, “El Partido Comunista Frances”, 1925, MIA. Türkçesi: İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder