“İsyan etmek için sebebimiz var.”
Sol, sınıflara ve sınırlara kör bakabiliyor olmayı
satabildiğini gördü, artık o pazardan çıkamaz. Sendikalarla, meslek odalarıyla,
STK’larla arasındaki mesafeyi sıfırladı, bu güçlerin ideolojisine teslim oldu.
Onların emri dışında hiçbir şey yapamaz.
Sol, meslekî ideolojilerin girdabına kapıldı, o kara
deliğe düştü, oradan çıkamaz. Bu boyut değiştirme sayesinde sol, düştüğü
paralel evrende, kendisini sınıfsızlık ve sınırsızlık hâli, imkânı olarak
pazarlıyor. Neticede artık sol, bunun sunduğu zenginlikten vazgeçemez. Birkaç
yıl bankadaki hesabıyla geçinebilecek olan orta sınıf, meslekî ideolojilerin
ağzına bakmaya, o ilişkileri korumaya mecbur. Devlet ve sermaye, bunu çok iyi
biliyor. Birkaç yıl önce Mehmet Ağar “solculara para verin!” lafını tam da bu
sebeple etti.
Daha önceki yazıda aktarılan Lagarde’la ilgili notta
mealen, “eşitsizliklerin artması durumunda sınıf savaşı gündeme geliyor.
Sınıfsal hasedi bir biçimde kuşaklar arası gerilime yönlendirmek gerek.
Gençlerin yaşlılara düşman edilmesi ve onların hâline sevinmeleri
sağlanmalı”[1] deniliyor. İşte meslek odaları, sendikalar ve STK’lar, bunun
için varlar: Sınıf savaşı örtbas edilmeli, eşitsizliklerin yol açtığı riskler
ve gerilimler gizlenmeli, dikkatler başka yönlere çevrilmeli, ekonomizm
eleştirisi ile ekonomik sorunlar önemsizmiş gibi gösterilmeli. Esasen sol,
kendisine bahşedilen rolü oynuyor.
Pandemi sürecinde aşağıdan yukarıya doğru bir servet
transferi yaşanıyor. Genel planda dünya genelinde ekstraktivizm gibi araçlar
üzerinden, servet Güney’den Kuzey’e aktarılıyor. Küçük burjuvazi, meslek
odaları, sendikalar ve STK’lar denilen iplerle bağlı olduğu tekellerin ve
sermayenin ağzına baktığı için bu iki transfere tek laf etmiyor, edemiyor.
Çünkü o, transferlerden nemalanmayı umuyor.
Levich yazısında, küresel sağlık yönetimi ile sivil
toplum kuruluşlarının egemenliğinin genişleyeceğinden söz ediyor.[2] Demek ki
herkes ekmeğinin peşinde. Bu yüzden Aydın Çubukçu, “artık sendikalar
STK’laşsın, bu yönde işler yapsın” diyor. Nedenini kimse sorgulamıyor.
Sol, bu rant ilişkilerine teslim olmuştur. Figüranlık
ve piyonluk, bununla ilgilidir. Ve artık o, gemi azıya almıştır.
CHP-MHP arasında yalandan bir ağız dalaşı yaşanır.
Hemen bir sendika, CHP için temsilcilerini, dostlar alışverişte görsün diye,
şov niyetine yürütüyormuş gibi yapar. Bu, geçen sene “Türk-Metal’in imzaladığı
sözleşmeyi tanımıyoruz, biz devrim yapacağız” deyip ertesi gün o sözleşmeye
onay veren sendikadır. Burjuva siyasetine teslim olmuş bir STK’cılık, kimseye bir
yol sunamaz.
* * *
Küreselci kanata bağlandığı için bugün herkesin
içindeki CHP açığa çıkmıştır. Adalet yürüyüşünde artık herkes, hizaya
dizilmiştir. Kimi fos-marksistler, Kaypakkaya’nın başına kalpak geçirmiş, kimi
Avakyancılar, kitaplarını CHP-Fethullah yayınevinden çıkartmıştır. Tencereler
yuvarlanmış, kapaklarını bulmuştur.
“Küreselci” dedikleri de eskinin liberal
emperyalistlerinin, Fabyusçuların, sömürgecilerin, “insanî ve ilerici
kapitalizm” savunucularının çizgisidir. Bu çizgi, her zaman düşmana hizmet
etmiştir.[3] Orayla “ilerici” ilişkiler kuranlar, kendi küçük burjuva zevkleri
için kafalarında ülkeye nizamat verme derdindedirler. Oysa seksenlerin sonunda
olduğu gibi CHP, yeniden güya sola dümen kırmış, sosyalist, komünist veya
devrimci tüm imkânları zehir misali emip tükürmüştür.
Küreselci-millici tartışması, burjuvaziye ve devlete
dairdir. Emekçileri, yoksulları, ezilenleri ilgilendiren bir durum söz konusu
değildir. Neticede iki kanat da aynı gövde adına hareket eder. Bu anlamda DSİP
ve Fethullah çizgisine örgütlenenler, döne dolaşa, emekçinin, yoksulun,
ezilenin öfkesini ve derdini ana gövdeye teslim etmektedirler, bu görülmelidir.
Aynı durum, İP-TKP çizgisi için de geçerlidir.
Gezi sürecinde şehit düşen gençlerin mahkemesine
“TMMOB para vermezse mahkemeye gidemeyiz” diyen örgütler hükmünü yitirmiş, “dış
devlet”in uzantıları hâline gelmişlerdir. Bu sol, TMMOB’un inşaat, madencilik
gibi alanlarda oluşan rantla bağını sorgulayamaz. Sendikaların, sermayenin
yönelimlerine göre biçimlendirilmesine tek laf edemez. Avrupa’dan gelen
paralarla burada afiş bastıran, sonra gidip barlarda içki yudumlayan
solcuların, oradaki istihbaratla, devletle, tekellere bağlı STK’larla
ilişkileri sorgulaması mümkün değildir.
Yol varsa, emekçide, yoksulda ve ezilende aranmalıdır.
İsyan için sebep onlar(da)dır.
AKP, belirli çelişkileri örtüyorsa, belirli
çelişkileri derinleştiriyorsa, bağımsız tarihsel birikim, kitlesel mevziler
üzerinden, o çelişkilere göre yol alınmalı, o çelişkilere göre hat
belirlenmelidir. “Çelişkisiz” bir yerden konuşulmamalı, “çelişkisizlik”
satılmamalı, politika o çelişkilerin örsünde dövülmelidir.
Yol, yukarıdakilere yaranmaya çalışan figüranlarda ve
piyonlarda değil, aşağının kahrını, çilesini çekenlerin kavgasında aranmalıdır.
Komünist siyasetin görevi, AKP’nin yerine revize edilmiş CHP’yi hazırlamak
değildir. Biden ve Koç’un gemisine binmek hiç değildir.
TTB’nin ağzına bakanlar için küresel yönelimleri
tartışmak, teorinin konusu kılmak, eleştirmek bile komploculuktur,
gericiliktir. Bu solun düşüncesine göre dünya genelinde tekeller ne yapıyorsa
insanlığı düşünerek, insanlık için ve insanlık adına yapıyordur. Çünkü bilim ve
teknoloji onlarındır, bilim ve teknolojiye karşı çıkmaksa gericiliktir. İnsanı
özne ve irade kılan onlardır. Solun düsturu budur. Tekeller ve emperyalizm,
asla eleştirilemez. Kendilerine petrol kuyuları bahşetmiş bir güce kimse laf
edemez. “Gerici doğu”yu ilerletenlere ancak teşekkür edilir. Bu yaklaşım, ancak
“herkes kendi bahçesinde organik domates eksin, kimse olaylara karışmasın!”
diyebilir.
Neticede halkların birbirlerinin dertlerine ortak
olması, tehlikelidir. Ezilenlerin yerelde ve bölgesel düzeyde ortak yol bulma
çabası, zararlıdır. İşçilerin yerele ve millete dair söz söyleme iradesi,
beyhudedir. Sınıfa ve sınıra karşı körleşenlerin emekçiye, yoksula, ezilene bir
hayrı dokunamaz.
Sola göre küresel dünya yönetimi tesis edilmiştir.
Klaus Schwab’ın dediği gibi, “küresel yönetim zayıflamıştı, bu pandemi
sayesinde yeniden popüler hâle gelmiştir.”
Küresel güçlerin yere dökülen artıklarıyla beslenen
küçük burjuvalar, emekçilere, ezilenlere uşaklıktan başka bir şey öğretemezler.
Küresel güçlerle aynı odada olduğunu düşünerek, sınırları ve sınıfları
sildiklerini sananlar, daha doğrusu, aynı masada olabilmek için sınırı ve
sınıfı silenler, alttakilere yalandan başka bir şey söyleyemezler.
“Bu emperyalistlerden, kapitalistlerden insanlığa,
bilhassa yoksula emekçiye zarar gelmez” diye düşünen TTB’nin, DİSK’in ve
benzeri STK’ların peşinden mi gidilecek, yoksa “bu zalimlerin yaptıkları her
şeyde illaki bir puştluk vardır” diyen “komplocu cahil halk”a göre mi siyaset
yapılacak, asıl soru budur. Küçük burjuva sol, ilk tercihe mecburdur.
Eren Balkır
4 Ocak 2021
Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Gem”, 26 Aralık 2020, İştiraki.
[2] Jacob Levich, “The Gates Foundation, Ebola, and
Global Health Imperialism”, 4 Eylül 2015, American Journal of Economics and
Sociology, Cilt 74, Sayı 4, s. 704-742. Türkçesi: İştiraki.
[3] William Z. Foster, Outline Political History of
the Americas, International Publishers, 1951, s. 602.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder