Sağlık
konusunda oluşan son acil durum koşullarında yaşanan tartışmalar dâhilinde iki
rezil kelime dillendirilir oldu. “İnkârcı” ve “komplocu”, düşünce dünyasına
hâkim oldu ve korkunun felç ettiği zihinler elinde başkalarını
itibarsızlaştırma aracına dönüştü.
“İnkârcı”
ifadesiyle, fazla söze ihtiyaç duymayan kişiler, Yahudi soykırımı ile salgını
aynı kefeye koyuyorlar ve bilerek ya da bilmeyerek kültür dünyamızın sağından
soluna zaten yaygın olan antisemitizme katkı sunuyorlar. Bu durum karşısında
öfkelenen Yahudi dostlarımız gayet haklılar, dolayısıyla bu beş para etmez
terminolojik istismar konusunda yorum yapmak da onlara düşer.
Asıl
üzerinde durulması gereken kelime, “Komplocu”. Bu terim, tarih konusundaki
cehalete tanıklık ediyor. Tarihçilerin yaptıkları araştırmalara aşina olanlar
da gayet iyi bilirler ki tarihçiler olayları yeniden kurgularlar, doğalında her
türden araçla amaçlarının peşinden koşan bireylerin, grupların ve hiziplerin
uyumlu kıldıkları planların ve eylemlerin sonuçlarından bahsederler.
Bu
konuda üç örnek vermek mümkün. Bu örneklerin hepsi de belirli bir dönemin
sonuna ve yeni bir tarihsel dönemin başlangıcına işaret ediyor.
Milattan
öne 415 yılında Alkibiyades, tüm itibarını, servetini ve imkânlarını kullanarak
Atinalıları Sicilya’ya sefer düzenlemeye ikna etmeye çalışır. Sonrasında
felâketle sonuçlanacak olan bu seferle birlikte Atina tüm gücünü yitirir.
Alkibiyades’in
muhalifleri, sefere çıkılmadan birkaç gün önce Hermes heykellerinin tahrip
edilmesinden yararlanırlar, yalancı tanıklar bulurlar ve Alkibiyades’e karşı,
onun dinsizlikle suçlanıp idam edilmesi için komplo kurarlar.
Cumhuriyet
anayasasına sadakatini bildirmiş olan Napolyon Bonapart, 18 Brumaire’de (9
Kasım 1799’da) darbe yapar, tüm yetkileri haiz ilk konsülün kurulduğunu ilân
eder ve Devrim’e son verir. Bu olayı önceleyen birkaç günlük dönem içerisinde
Napolyon, beş kişilik konseyin muhalefetinin üstesinden gelmelerini sağlayacak
stratejilerini daha da derinleştirip geliştirmek için Sieyès, Fouché ve Luciano
Bonapart bir araya gelmiştir.
28
Ekim 1922’de yirmi beş bin kadar faşist, Roma’ya yürüyüş düzenler. Bu
yürüyüşten aylar önce, ileride iktidarda kendisine eşlik edecek üç isimle, De
Vecchi, De Bono ve Bianchi ile gerekli hazırlıkları yapan Mussolini, Başbakan
Facta, D'Annunzio ve iş dünyasının önde gelenleriyle bir araya gelir (hatta
kimilerine göre Mussolini kral ile de gizlice buluşmuştur), bu toplantıların
amacı ise muhtemel ittifakları ve tepkileri önceden test etmektir. 2
Ağustos’taki prova dâhilinde faşistler, Ankona kentini silâhlarıyla işgal
ederler.
Bu
üç olayda gruplar veya partiler hâlinde bir araya gelmiş olan bireyler,
belirledikleri amaçlara ulaşmak için kimi adımlar atmış, az çok öngörülür olan
koşullar karşısında kendi boylarını ölçmüş, stratejilerini o koşullara
uyarlamaya çalışmışlardır.
Elbette
her türden insanî amelin parçası olarak şans ve tesadüf, belirli bir yere
sahiptir ama insanlık tarihini şansla, tesadüfle açıklamanın bir anlamı yoktur,
zaten hiçbir ciddi tarihçi de bunu yapmaz.
Bu
noktada “komplo”dan söz etmeye gerek yok. Ama şurası kesin ki komplo
teorisyenlerini, olay örgülerini ayrıntılı olarak yeniden kurgulayan ve ortaya
koyan tarihçiler olarak tarif edenler, aptal değilse bile cahildirler.
Üstelik
bu komploculuk suçlamaları, yakın tarihi entrikalarla, gizli cemaatlerle, her
türden manevralarla ve komplolarla yüklü olan İtalya gibi bir yerde
dillendiriliyor. Bugün tarihçiler, hâlen daha son elli yılın, Piazza Fontana’da
patlayan bombalardan tutun da Moro cinayetine kadar birçok önemli olayını tüm
yönleriyle açıklayamıyorlar. Bu ülkede 1985-1992 arası dönemde cumhurbaşkanlığı
yapmış olan Francesco Cossiga, Gladyo denilen gizli bir yapının parçası
olduğunu açıktan beyan etmişti.
Pandemi
konusunda kaleme alınmış güvenilir araştırmalar, onun beklenen bir gelişme
olduğunu ortaya koyuyor.
Patrick
Zylberman’ın Tempêtes microbiennes [Mikrobiyal Fırtınalar -Gallimard,
2013] isimli kitabı, ta 2005 yılında Dünya Sağlık Örgütü’nün kuş gribi ile
ilgili olarak bir senaryo hazırladığını, bu senaryoyu yurttaşlara koşulsuz
desteklerin sunulması için gerekli bir yol olarak hükümetlere önerdiğini ortaya
koyuyor.
Dünya
Sağlık Örgütü’nü finanse eden en önemli isimlerden biri de Bill Gates. Gates,
pandemiyle ilgili riskler konusundaki görüşlerini farklı ortamlarda dile
getirmiş, olası bir pandeminin milyonlarca insanın ölümüne sebep olabileceğini,
böylesi bir gelişmeye karşı hazırlık yapmanın şart olduğunu söylemiş bir isim.
2019’da
Bill ve Melinda Gates Vakfı’nın fon sağladığı araştırma kuruluşu Amerikan
Johns-Hopkins Merkezi, “Olay 201” adında koronavirüs pandemisi ile ilgili bir
simülasyon çalışmasını organize ediyor. Uzmanları ve epidemiyologları bir araya
getiren bu çalışma, yeni bir virüsün ortaya çıkması durumunda koordineli bir
cevap için gerekli hazırlıkları ele alıyor.
Tarihte
de görüldüğü üzere bu vakada da kimi insanlar ve örgütler, kendilerince meşru
gördükleri veya kanuna aykırı olarak belirledikleri hedeflere ulaşabilmek için
her türlü yolu deniyorlar. Dolayısıyla bugün olan biteni anlamak isteyenler, bu
kişileri ve örgütleri dikkate almalı. Bu anlamda günümüzde komplodan söz
etmenin olguların gerçekliğine zerre bir şey katmadığını görmek gerekiyor. Ama
komplo teorisyenlerini tarihsel olayları olduğu gibi bilmeye çalışan kişiler
olarak gören yaklaşım da rezil bir yaklaşımdır.
Giorgio Agamben
10 Temmuz 2020
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder