Solun siyaseti, geçen aylarda Facebook’ta çevrilen
dümene benziyor. Bu dümen uyarınca kişilerin sayfalarında, “Facebook yeni
algoritma geliştirdi, bu algoritma paylaşımlarınızı en fazla 25 kişinin
görmesine izin veriyor” yazısı belirdi. Yazıyla birlikte bu kısıtlamadan
kurtulmanın yolu da önerilmekteydi. Buna göre, işaret parmaklarınızı iki yandan
şakaklarınıza dayıyorsunuz, “yıkılsın Facebook duvarları!” diye üç kez
mırıldanıyorsunuz, sonra bilgisayar ekranına üç kez üflüyorsunuz! Böylece
sonsuz âleme açılıyorsunuz.
Dinci gericiliğe, batıl inanca kapalı olan
ilerici-bilimci solcular, hiçbir şeyi sorgulamadıkları için bu tuzağa hemen
düştüler. Kadın ve şarap resimleriyle süslü sayfalarında bahsi geçen yazıyı
paylaştılar ve yoldaşlarını “sınırları aşmaları” ile ilgili ipucu konusunda
bilinçlendirdiler. Çünkü sonuçta ait oldukları Facebook, onların başkalarıyla
iletişim kurmasına mani oluyordu.
Teyit sitesine
göre[1] bu yalan, ilkin 2017’de İngilizce olarak gündeme gelmiş. Birçok kez
yanlış olduğu söylenmesine rağmen tekrar piyasaya sürülmüş. İnsanların
sayfalarına musallat olmuş. Ağa yakalanan yaralı sinek gibi çırpınan insanlar,
Facebook’un bu gizli çağrısına kulak vermişler. Ülkenin, siyasetin ve solun
içine düştüğü ağı anlaması gereken solcular, bu dümeni hiç sorgulamamışlar.
Esasen Facebook, belirli bir ağ kurma mantığı ile
işliyor. Yani şirketin, faaliyetinin kişilerin etkileşim kurmasına mani olması
mümkün değil. Facebook, şirketlerle ilgili genel algıyı sisteme entegre ediyor,
o kötü algıyı kendi çıkarı için kullanıyor. Herkese şunu dedirtiyor: “Facebook,
kişilerin etkileşim kurmasına mani oluyor, demek ki daha fazla etkileşim
kurmalıyız.” Böylece sisteme ait bir özellik, ondan bağımsız ele alınıyor ve
yüceltiliyor. Bu sayede o özelliğe bağlanmak suretiyle kişiler, sisteme dâhil
oluyorlar. Şirket, “kötü reklâm olmaz” kuralına uygun hareket ediyor.
Zaten “solcu” da kurulan etkileşimin politik ve
sınıfsal anlamını sorgulamama imkânı demek. Kimse, “niye etkileşim kurmamızı
istiyorlar?” sorusunu sormuyor. İlkokulda duvarları süsleyen gazetelerin
mantığını kullanan Facebook, herkesi gazeteci, muhabir, pazarlamacı ve reklâm
panosu kılıyor. İnternette arattığınız gömleğin resmini Facebook’ta reklâm
olarak görüyorsunuz. İlişki alanı genişledikçe reklâm pastası da büyüyor.
Şirketler, kendileriyle ilgili kötü imajın da yağını çıkartıp ekmeklerine
sürüyorlar. Solcu bireyler de insandan sayılmanın, var kabul edilmenin
esrikliğiyle, bu yalana ortak oluyorlar. Dünyaya ve hayata kendilerinden
bakıyorlar, başkadan, başka yerden ve başka zamandan bakanlara küfretmeyi
maharet sayıyorlar. Birey putuna iman ediyorlar.
* * *
“Kapitalizm demokrasiye, çevreye, insana vs. karşı”
diyenlerden şüphe etmek gerekiyor. Bunu diyenler, döne dolaşa düzene hizmet
ediyorlar, bu kavramların kapitalizmle ilişkisini perdeliyorlar. “Facebook,
bizim iletişim kurmamıza mani oluyor” cümlesi ile aynı mantığı paylaşıyorlar.
Oysa kapitalizm, kendi eleştirisini de örgütlüyor. O eleştirinin sınırlarını
tayin ediyor. Bazılarına “sadece mali sermayeye düşman olun” diyor. Böylece mal
üretme ve sömürü ilişkileri, koruma altına alınıyor. “Cambaza bak” deyip
aşağıda cepleri boşaltıyor.
Sol, üretim araçlarının sahipleri için ve onlar adına
hareket ediyor. Meselenin şahdamarına dokunmadan, sermayenin ve/veya devletin
işleyişindeki pürüzlere odaklanıyor. “Solun tek derdi, kapitalizmin önündeki
engelleri kaldırmak, onu ‘sürtünmesiz’ kılmak. Tek dert, ezilenleri, işçileri
bu uğraşa ortak etmek.”[2] Çünkü solun bir kısmı “devletin; bir kısmı da
kapitalizmin özünde, cevherinde sosyalizm olduğuna inanıyor, politikasını ve
teorisini bu kanaat biçimlendiriyor.”[3] Kadrolarının mayasını bu teori ve
politika yoğuruyor. Bu sol, özün kabuktan kurtulması için uğraşıyor.
Sol, bu noktada ezilenleri, halkı ve işçileri devletin
veya sermayenin adımlarına tabi kılıyor. Onların belirli bir yer ve zamanda güç
olmalarına izin vermiyor, bunu asla istemiyor. Sol, ezilenlerin, halkın ve
işçilerin karşısına geçip, “bu kapitalizm (bu devlet) demokrasiye karşı. Biz
demokrasi istiyoruz” diyor. Aslında onda sermaye veya devlet dil buluyor. Tıpkı
Facebook gibi, devlete veya sermayeye ait bir özelliğin kitleler nezdinde
yücelmesini, öne çıkmasını sağlıyor.
Sınırsız ve sınıfsız, havada asılı, kendinden menkul
bir olgu olarak demokrasi, kırmızı boyalı şekere daldırılan çürük elma misali,
halka ve işçilere yedirilmeye çalışılıyor. Halkın ve işçinin o demokrasiye
yönelik itirazlarına bakılmıyor. Akademi koltuklarında ve istihbarat odalarında
paketlenen “ileri”, “doğrudan”, “hiper”, “devrimci” demokrasiler, raflardaki
yerini alıyorlar. Herkes, bir şekilde ağa bağlanıyor. Ağın her bir düğümüne
“komün” deyince kapitalizmi ve emperyalizmi perdeleyeceklerini sanıyorlar.
Davos 2020 toplantısında tam da bu sebeple “paydaş
kapitalizmi” kavramı üzerinde duruluyor. Efendiler, sivil toplumu ve
hükümetleri şirketlerle uyumlu kılmaktan söz ediyorlar. Aydın Çubukçu, tam da
bu bağlamda “sendikalar STK olsun” diyor. O, aslında sömürü ve zulme ortak
olmak istiyor.
Sol, kapitalizmin karşı olduğunu söylediği şeyleri,
sınırsız ve sınıfsız olgular olarak anlıyor. Sanki solcular, kapitalizme
yeryüzünü sınıflara böldüğü, kendi sınırsız-sınıfsız varlıklarına halel
getirdiği için kızıyor gibiler. Mesele kapitalizm değil, solcuların kendisine
kapalı yüce bütünlük olarak bireylikleri.
Engels, otorite karşıtlarını, “politik devletin tek
darbede, hatta onun varolmasını sağlayan toplumsal koşullar ortadan
kaybolmazdan önce yok olmasını talep ettikleri” için eleştiriyor.[4] Bugün tüm
sol, liberaller olarak bu otorite karşıtlarının hükmü altında. Artık sol,
özgürlüğünü eşikte bırakmasına ihtiyaç duyan her tür faaliyete düşmanlık
ediyor.
* * *
Bugün CHP varken Toplumsal Özgürlük Partisi isminde
bir “parti” niye kurulur? Belirli bir şefin ego tatmini dışında, bir anlamı var
mıdır? TÖP gibi yapılar, ezilenlere, halka ve işçilere “advanced” sosyal
demokrasiden gayrı bir şey önerebilirler mi? Bu öneriler, CHP’nin ve devletinin
sınırlarını aşabilir mi? Ezen-ezilen ve emek-sermaye arasındaki sınırı
silikleştirmekten gayrı bir anlamı var mı solun?
Hazır CHP’nin genel sekreteri Selin Sayek Böke
olmuşken, EMEP, TÖP, Sol Parti, ESP, SYKP, TİP-TKP, bilcümle sol örgütler,
CHP’ye katılmalıdırlar. İkbal kapısı oradadır. Sermayeyle, uluslararası
odaklarla, AB ve ABD ile, sürtünmesiz “sosyal kapitalizm”le ve “paydaş
kapitalizmi”yle orada ilişki kurulmaktadır. Tüm devrimci yolların kavşağı,
CHP’dir. Şefler, bir kez olsun kendisi dışındaki insanları düşünmeli, “bana
koltuk yok, adım anılmaz benim oralarda” kibrinden sıyrılmalı, derhal,
memleketin geleceği ve güzel yarınlar için CHP kapısında, sosyal mesafeyi de
gözeterek, sıraya girmelidirler.
Çünkü AKP iktidara getirilirken Baykal partiyi sağa
çekmiş, bu durumun tabanda sancıya sebep olacağını düşünen ağalar-paşalar,
hemen SHP’yi kurup başına Sarp Kuray ve Karayalçın’ı getirmişlerdir. Bugün Sarp
Kuray, “görevim tüm devrimcileri CHP’li yapmaktır” demektedir. Sol örgütler, bu
emre kulak vermelidirler. Aslında eski “Doktorcu” Kuray, eski “Doktorcu” TÖP
gibi yapıları yanına çağırmaktadır.
AKP’nin kurulduğu dönemde özellikle Alevi kitlesinin
sağa sola savrulmasına mani olmak, fay hatlarında kırılmalara sebebiyet
vermemek için SHP kurulmuştur. SHP, “sol”a savrulan aracı frenlemek içindir.
(Sağ cenahta İyi Parti, benzer bir yere oturur.)
Sosyalistlerin bir ara “kurtarıcı mesih” ilân
ettikleri, bugünse küfürle andıkları Muharrem İnce’nin çıkışını, yüzünü “sol”a
dönen CHP yönetiminden rahatsız kesimlerin gönlünü alma, kontrol altında tutma
operasyonu olarak okumak mümkündür.
Bugün yeni dönemin gerçekliğinde, CHP “sol”a çekmekte,
yüzünü HDP sahasına çevirmektedir. Bu saha, Öcalan’ın masa çağrısı yapan
yazısının Jacobin dergisinde yazıldığı yerdir. Eski mektubu yönetmen
olmamasına rağmen “Yılmaz Güney’in varisi devrimci yönetmen” diye sunulan Sırrı
Süreyya Önder kaleme almıştır. “Bugünkü mektubu kim yazdı, kim Amerikan
dergisine gönderdi?”, bu soru üzerinde durulmalıdır.
Bugün sosyalist hareket, tüm mirasını, birikimini,
mevzilerini, zeminini üç kuruşa satmıştır. Özgür Demirtaş, Kemal Derviş ve
Selin Sayek Böke çizgisi, sosyalist hareketi tayin etmektedir. Bunlar, bu
sebeple “devir” değiştirmekte, devrime karşı örgütlenmekte, Erdoğan’ın
ürküttüğü yabancı sermayeyi tabana “adil düzen”le yayma yalanına
sarılmaktadırlar. Bu solun önerebildiği tek şeyse “artan oranlı servet
vergisi”dir.[5] Servet sahiplerinden vergi değil, kelle alacak devrime
düşmandırlar. Onun CHP’yi, CHP’li zenginleri rahatsız etmesi, gücendirmesi,
kızdırması mümkün değildir. Sol, ağaların-paşaların piyonudur.
Solun yönetim anlamında önerdikleri ise şudur:
Ankara’da “örümcek bağlamış” meclis, çoğaltılmalı, tüm Kürd illerine nüfuz
etmeli, eskiden askerin-polisin, doktorun, öğretmenin iktidar alanını ele
geçirmelidir.
Patron adına kendisine baskı uygulayan sendika
başkanını öldüren işçi, tüm sol örgütlerin korkusudur. Politik otorite
karşıtlarının derdi, o işçinin öfkesinin kendisine dönmemesidir. Bu anlamda TÖP
gibi yapılar meclislerden söz ediyorlarsa, bilinsin ki o meclisler, geri
kalmış, tehdit ve tehlike arz eden halk kitlelerini dizginlemek için icat
edilmiş araçlardır. Sol, devlet ve sermaye adına ezilene, halka ve işçiye
konuşmak, onların dişlerini sökmektir. O sosyal medyaya müşteri üretmekten
başka bir işe yarayamaz.
Eren Balkır
29 Ağustos 2020
Dipnotlar:
[1] Ayşe Ece Zübeyir, “Facebook’un Yeni Algoritması”, 8 Ağustos 2020, Teyit.
[2] Eren Balkır, “Davos Limanı”, 15 Ağustos 2020, İştiraki.
[3] Eren Balkır, “Cevher”, 13 Temmuz 2019, İştiraki.
[4] Frederick Engels, “Otorite Üzerine”, 1872, İştiraki.
[5] “TÖP”, 13 Ağustos 2020, Sendika.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder