Eskiden yaz ayları geldiğinde gazeteler, “halk denize
üşüştü, vatandaş denize giremedi” manşetleri ile çıkardı. Bugün sol, o halka
düşman, vatandaşa dosttur. Tek hayali bir Ege kasabasında bir yazlık veya villa
sahibi olmak olan sosyalistlerin bu hatta örgütlenmesi kaçınılmazdır. Onlar
için tek dert, halkın değil yurttaşların “sosyalist” olmasıdır. Yurttaşlar özel varlıklarıyla bilgilendirilmeli, bilinçlendirilmeli, Batı’yla, Batı için
ve Batı’dan kurulan, inşa edilen bireyler hâline getirilebilmelidir.
Yurttaşlık Bilgisi derslerinin amacı da budur. Bu dersler, laiklikle, eğitimle, çocukluktan itibaren bireylerin ulus-devlet kurgusu temelinde bir arada olmayı öğrenmesi ile alakalıdır. Osmanlı’da 1883’te gündeme gelen bu dersler, devlete uygun bireyler yetiştirme amaçlıdır.[1]
“Erdemli bireyler”, ancak devlete göre ve devlet için varolabilmektedirler.
Ancak varolanlar, erdemlidir.
Bu yetiştirme sürecinde esasen ordu ve okul, koşuttur.
Her ikisi de devlet için birey yetiştirme derdindedir. Ordu siyaseti ile okul
siyaseti bir bütünün parçasıdır, birbirleriyle bağlantılıdır. Sonuçta eğitim
ordusu tabiri Fransa kaynaklıdır. Osmanlı’da ise “gündeme düşmanın Çatalca’ya
dayandığı günlerde” gelmiştir.[2] Eğitim, askerî faaliyetin uzantısıdır. Tersi
de geçerlidir.
Bugünse solcular, toplumda en çok güvenilen kesimler
listesinde bir numarada öğretmenlerin, ikinci sırada sağlıkçıların, üçüncü
sırada askerin bulunuşu ile övünmektedirler. Sol, sınıf düşmanlarına ve sınıfların
düşmanlığına artık iyice körleşmiştir. O, kendi varlığını pürüzsüzlük,
çelişkisizlik, sorunsuzluk, huzur mekânı olarak satmayı öğrenmiştir.
Solcuları yetiştiren Yurttaşlık Bilgisi dersleri,
içerik olarak da Fransız’dır. Sonuçta laiklik oradan ithal edilmiştir ve en
temelde “erkeklere askerî eğitim, kızlara üniforma dikmek için dikiş-nakış
kursları verilmesi”nden ibarettir.[3] O, devletin dişine uygun bireyler inşa
etme aracıdır.
12 Eylül sonrası liselerde ve üniversitelerde
Vatandaşlık Bilgisi derslerine subaylar girmiştir. Bugünün politik faaliyetinde
diyalektik ve madde, bir boyutuyla askerîdir. Bu diyalektiğin ve maddenin
döndürdüğü çarka teslim olan sol, bugün bedelli askerliği ve kolejleri savunma
noktasına gelmiştir. Hepsi bedelli askerlik yapmakta, çocuklarını koleje
gönderme yarışına girmektedir. Sol, bu iktisadi ilişkiler içerisinde, artık
tecimsel bir meseledir. Başka bir anlamı kalmamıştır.
Neoliberal rejimle birlikte belirli güçler,
sırtlarındaki küfelerinden kurtulma derdine düşmüştür. Sol da kendisini bu
gidişata ayak uydurmuştur. O artık halkçı değil, yurttaşçıdır. Dolayısıyla, batıdan gelen popülizm eleştirilerine balıklama atlayacaktır. Kendi ordusundan
ve eğitiminden yoksun olan sol, efendilerin ordusundaki ve eğitimindeki
kıpırtılara hassaslaşmış, kendisini oraya bağlamıştır.
Sonuçta televizyon ekranlarında sürekli maruz
kaldığımız İsmail Saymaz, bir CHP aynasıdır. Saymaz, sürekli “Batı nezdinde
bizi değerli kılan laikliğimizdir, buna sahip çıkalım” demekte, buna bir de
“AKP’nin karşısına ayrışmayı, kavgayı, çatışmayı dışlayan barış siyaseti ile
çıkalım” yorumunda bulunmaktadır.
Devlet, bir yönüyle AKP üzerinden, jeopolitik konumu
öne çıkarmakta, Ortadoğu coğrafyasında salyangoz satma yollarını buradan
bulmaya çalışmakta, CHP ise evin içini dışarıya temiz gösterme gayreti içine
girmekte, muhalefeti devlet adına kontrol altına almaktadır. Kontrol için
kullanılan dizginlerden biri laiklik, diğeri huzur siyasetidir.
Tüm varlığını ve siyasetini CHP’ye kilitleyen,
bağlayan sosyalist hareketin güç olduğu sendikaları harekete geçirip greve
çıkması mümkün değildir. Laiklik savunulmalı, CHP’nin barış-huzur siyasetine
destek sunulmalıdır. DİSK ve TİSK/TÜSİAD, o nedenle yan yanadır. Türk Metal ve
Birleşik Metal, bu sebeple el eledir. Dolayısıyla “Metal grevinden dönen kaşık
kırılmalı” diyenler de başa geçse o “yirmi fabrikadaki grev iradesi”ni illaki
çürütecektir.[4] Şimdiki örgütler değil de başka örgütler olsa sendikaların
başında, o anlaşmayı imzalayacaktır. Çünkü bu “yüce özneler” meseleyi ısrarla,
bireysel vasıflarla, korkuyla, psikolojiyle, gaz vermekle izah etmektedirler.
Dizginlerden herkes memnundur.
Neticede bir orduya ve bir eğitime göre inşa edilmiş
olan sosyalist hareketten asla hayır gelmez. Böylesi bir hareket, ne ordu ne
okul kurar. Kurdukları ancak varolana eklenir, onun uzantısı hâline gelir.
“Sınıfın oluşumunu temel alan siyaset, yurttaşlık
temelli siyasetten ayrı ele alınamaz.”[5] Bu anlamda, işçici tutumu
eleştirenler, döne dolaşa “sömürge temelli siyaset” alanına sığınmakta, ama
devletin kendisini bu alanda da inşa ettiğini görmemektedir. Yurttaşlık ve halk
karşıtlığı üzerinden bakılmadığı için sömürge ve işçi temelli siyasetteki
burjuva devlet içeriği es geçilmektedir. Üstelik bu yaklaşım, kastidir. Tersten, burjuva devlet, sömürge ve işçi temelli siyaset alanında kendi saha elemanları
eliyle örgütlenmektedir. Bu iki alanın sürekli eleştirilmesi gerekmektedir. Yol,
buradan açılacaktır.
Eren Balkır
6 Şubat 2020
Dipnotlar:
[1] Füsun Üstel, “Makbul Vatandaş”ın Peşinde: II. Meşruiyet’ten Bugüne
Vatandaşlık Eğitimi, İletişim Yay., 2008, s. 19.
[2] Aktaran: Füsun Üstel, s. 38.
[3] Ian Birchall, “Yanlış Sekülerlik”, 27 Kasım 2015, İştirakî.
[4] Olcay Çelik, “Metal Grevinden Dönen Tahta Kaşık”,
4 Şubat 2020, Etha.
[5] Dipash Chakraparty, “Labor History and the
Politics of Theory: An Indian Angle on the Middle East”, Workers and Working
Classes in the Middle East içinde, Yayına Hazırlayan: Zachary Lockman,
State University of New York Press, 1994, s. 327. Türkçesi için bkz.:
“Ortadoğu’ya Hindistan’dan Bakmak”, 5 Şubat 2020, İştirakî.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder