Erol Mütercimler, “AKP’yi iktidara getiren adamın adı
Çevik Bir’dir” diyor.[1] Orgeneral Bir, 28 Şubat’ın mimarı olarak kabul
ediliyor. Öte yandan, Kadir Mısıroğlu öldüğü vakit tozlu raflardan Uğur
Mumcu’nun kitabındaki bölüm paylaşıma sokuluyor. Orada “Piyade Er” Mumcu, Kadir
Mısıroğlu ile 12 Mart darbesi sıkıyönetim komutanı Faik Türün’ün ilişkisinden
bahsediyor.[2]
İşte sosyalist hareket mensubu bazı alıklar, bu
gerçeklik üzerinden, hâlen daha “Siyasal İslam”dan ve “İslamî Faşizm”den
bahsediyorlar. Bu ordunun İslamcı faşistlerce kurulduğu imasında bulunuyorlar.
Bu alıkların hepsi, esasen o genelkurmaya ve MİT’e çalışıyor.
Nafile yumruklar savurduklarını onlar da biliyorlar.
Hepsi de sosyal medya başından kimse ayrılmasın diye viral hâle getirilen,
dolaşıma sokulan robot, hayvan, zanaatkâr vs. videoları türünden bir iş
görüyor. Herkesi iş yapıyormuş hissine boğuyorlar, ekran başından ayrılmamaya
ikna ediyorlar. Asıl, bu emri kimin verdiğini sorgulamak gerekiyor.
* * *
Zelve, kağnıda öküzün başı boyunduruktan çıkmasın diye
boynun iki yanından boyunduruğa geçirilen çubuğu ifade ediyor.[3] Ona “sami”
diyen de var “sambağı” da.
Uğur Mumcu ve birçok sosyalist açısından, 12 Mart
sonrası Ecevit’in çıkarttığı genel af, bu türden bir zelve.[4] Hâlen daha
teorik planda o zelveye bağlı olarak düşünülüyor. Sosyalist örgütlerin şefleri,
hâlen daha o diyeti ödüyorlar. Bunlara Rahşan affını da eklemek gerekiyor. Bu
afların çıkarttığı sosyalistlerden uzak durulmalı.
O sosyalistler, bir tür zelve işlevi görüyorlar, bu
işlevi yerine getirmeyi içlerine sindirebiliyorlar. O yüzden, üç kuruşluk çıkar
için, düne kadar üniversitede devrimcileri copla kovalayanla yan yana
gelebiliyorlar.
Bu düzlemde sosyalistler, CHP’nin mevcut zemini
üzerinden hareket ediyorlar, saha elemanı olarak faaliyet yürütüyorlar, bu
partiye kitle devşiriyorlar. Devletin Canan Kaftancıoğlu’nu yaldızlamasına o
yüzden seviniyorlar. Onda kendi başarılarını, küçük burjuva kariyerlerini
görüyorlar.
Ama ekrana kilitlenme, onun başından ayrılmama hâli,
doğası gereği, iradeyi ve inisiyatifi bu tür imajlara terk etmeye sebebiyet
veriyor. Seçimin iptali konusunda gösterilen reflekste dile dökülebilen tek bir
sosyalist taktiğe ve stratejiye rastlanmıyor.
Çünkü teori ve pratik, taktik-strateji dolayımı
olmaksızın, özneden, öznenin çıkarlarından gerçeğe doğru teşkil ediliyor.
Öznenin ne ve kim tarafından kurulduğuna hiç bakılmıyor. Onu varedenler ve
sahip olduğu çıkarlar, asıl kabul ediliyor.
Bu noktada taktik ve strateji, egemenlere layık ve has
bir teoriyi ve pratiği bozacağı düşüncesiyle çöpe atılıyor,
değersizleştiriliyor. Saf bir teori, dolayımsız, kırılmadan saf pratiğe yol
veriyor, o yol da egemenlerin dünyasına örgütleniyor. Ezilenlerin, yoksulların
kirlettiği teori; devrimin ve devrimci mücadelenin kirlettiği pratik,
arıtılıyor.
Evet, birileri kongre tertipliyor, ama bu kongreler,
yeni döneme uyum sağlamanın kılıfını örmek ve arınmak için teşkil ediliyorlar.
Çünkü, teori de pratik de efendilerle kurulmuş olan kölelik ilişkileri
üzerinden biçimleniyor. Kongre, teorinin ve pratiğin saflaştırıldığı,
arıtıldığı yer olarak tahayyül ediliyor ve bu teori ile pratiğin satıldığı
stand hâline getiriliyor.
* * *
28 Şubat’ı yapmış paşanın AKP ile ilişkisine bakmadan
“Siyasal İslam” diyenler, sıkıyönetim komutanıyla Kadir Mısıroğlu’nun
ilişkisini görmeden “İslamî Faşiiizm” diye bağıranlar, bilinsin ki, devletin
ajanıdırlar, devlet adına konuşuyorlar.
Bugün ol devlete “onu alma beni al” diye işmar
etmenin, yalvarmanın anlamı yoktur. 9 Mart geleneğinin, Uğur Mumcu’nun bundan
başka bir şey söylemesi mümkün değildir. O gelenek, 12 Mart’ın bir parçasıdır.
Darbe süreci, o çok solcularca meşru bir zemin kazanmıştır.
Attila İlhan’ın ağzından döküldüğü biçimiyle bu sol,
“ulan Ankara ben senin oğlun değil miyim?”[5] diye serzenişte bulunup durur,
arada mızmızlanıp sosyalistmiş gibi yapar, bu, babasını kızdırmak, bir yanıyla,
ilgi, şefkat görmek isteyen çocuğa has bir tavırdır. O “hergele”nin adamdan
sayılma arzusu, devrimci bir anlama sahip değil.
Batı’daki İslam düşmanı liberallerin uydurdukları
“İslamî faşizm” terimini buraya tercüme etmelerinin sebebi burada. Hatta “AKP
mafyadır” lafı bile Bill Maher çevirisinden alınmış gibi. Maher, “İslam mafya
gibi hareket eden tek dindir” diyor.[6]
Böylelikle orta sınıflara yönelik korkuların
kaynatıldığı kazana kepçe sallayabileceklerini düşünüyorlar. Ama döne dolaşa
devletin ve iktidarın yeniden tesis ve teşkil edildiği momente figüran
oluyorlar. O süreci perçinliyorlar. İngiliz tüccarın yanına ilişiyorlar, onun
korkularına tercüman oluyorlar, İngiliz tüccarın “yaş tahtaya
basmayacağını" kendi ticari faaliyetlerinden biliyorlar, bu faaliyetleri
devrimcilik olarak yutturmaya çalışıyorlar.
O kazan ve içindekinin devrimci anlamda kırılması,
bölünmesi, dönüşmesi, başka bir düzleme geçmesi, en son istedikleri şey. Devlet
içi sandalye kapma oyununda kendilerine yer bulabileceklerini zannediyorlar.
Onlar, devrimdeki kitleyi ve kitledeki devrimi oyalamak için varlar.
* * *
Seçimin yenilenmesi de Öcalan’ın açıklamasına izin
verilmesi de Kuzey Suriye ile ilgili tartışmalar da ne İslam’la ne liberal bir
faşizm edebiyatıyla alakalı, doğrudan sıkıyönetimin ve komutanlığın bir
sonucudur. Sıkıyönetim ve komutanlık, sosyal medyada milleti oyalasınlar diye
sanatçıları, onların önüne takılan sosyalistleri görevlendirmiştir.
Youtuber’larla sosyalistleri yan yana düşüren, içtima alanına toplayan, aynı
komuttur. Komut, bir yanıyla, rengârenk saçlı genç kızla başörtülü kızı yan
yana aynı sofraya oturtan içecek firmasına aittir. Seçim, artık meşrudur.
O firmalar, uzun zamandır bürokratik örgütlenme
modelinin katılım ve demokrasi ile birlikte anakronik bir hâl aldığını
söylüyorlar. Dolayısıyla, o bürokrasinin yerini, herkesin kendisini kontrol
ettiği, herkesin eşit sorumluluk üstlendiği (collegial control)
profesyonel modelin alması gerekiyor. Bu model, farklı bir siyaset öneriyor,
solcular da bu siyaseti devrimci ve ilerici diye yutturmaya çalışıyorlar.
“Ulan Ankara”nın oğlu olmak, artık başka bir yola ve
seçeneğe sahiptir. Sonuçta bu liberal ve özgürlükçü dönüşümün sosyalistleri de
türemelidir. Gerici, muhafazakâr, yobaza karşı “beni seç” diye yalvaran küçük
burjuva, bir süre, “bak sosyalist olurum ha!” tehdidinde bulunur, öyleymiş gibi
görünür de. Egemenler, suyun başını tutacak birilerine her zaman ihtiyaç
duyarlar.
Ankara’ya beğendirilecek bir siyasi çizginin
yoksullarla, emekçilerle bir alakası olamaz. Devletteki dönüşüme bürokrat değil
de profesyonel olarak dâhil olma arzusu, siyaseti tayin edemez. “Nasıl olsa
profesyonel devrimciydik” deyip, bu “devrimcilik”, şirket yöneticiliğine,
şirket danışmanlığına ve yuppie’liğe bağlanamaz.
* * *
Kadıköy, Kızılay gibi yerlerde mekân açmanın,
açabilmenin devletle rabıtası sorgulanmalıdır. “Ankara” denilen mecaza
yaranmanın, bunun için ödenen diyetin ardı arkasına bakılmalıdır. Sonuçta
sosyalist hareketin Kadıköy ve Çankaya hassasiyetlerine doğru kapanması, devlet
için fazlasıyla hayırlıdır. O, artık Türkiye’nin hassasiyetlerini her daim
gözetmek zorundadır. O hassasiyetler, her yaşananı “işte AKP’nin sonu geldi,
sonun başlangıcı bu” diye karşılayacak, milleti bu şekilde oyalayacaktır.
Türkiye’nin hassasiyetlerinin emekçiyle, yoksulla bir
alakası yoktur. Asıl tuzak, burasıdır. “Her şey”, devlet ve sermaye için “çok
güzel olacak”tır. Kendisini devletle ve/veya sermayeyle tanımlı ve var kılan
bir sosyalist hareketin kimseye hayrı olmayacaktır.
Başka bir şairin ağzından çıktığı biçimiyle, sol
“köylüleri öldürelim”dir[7], o sol, bugün “işçileri öldürelim” demektedir. “Ne
adına?” ve “kim için?” soruları, dün olduğu gibi bugün de yakıcıdır. İşçi ve
köylü düşmanı bu şairler, zengin semtlerdeki mekânlarda akşama dek tavla
oynayıp, geceleri rakılarını yudumlarlar. İşçi ve köylü, işte tam da bunun için
öldürülmelidir. Zaten teorik olarak ölmüştür. Çünkü artık “Yaşasın İmamoğlu ve
temsil ettiği değerler!” diye haykırmanın vaktidir.
Eren Balkır
7 Mayıs 2019
Dipnotlar:
[1] Erol Mütercimler, Youtube.
[2] “Uğur Mumcu’nun Kaleminden”, 6 Mayıs 2019, Cumhuriyet.
[3] “Kağnı”, Burhan Oğuz.
[4] “Eren Balkır, “Sadak ve Eldiven”, 11 Şubat 2017, İştirakî.
[5] Attila İlhan, “İlk Kelepçe”, Behramoğlu.
[6] Luke Savage, “Yeni Ateizm, Yeni İmparatorluk”, 19
Aralık 2014, İştirakî. Savage, yeni ateizm konusunda şu
tespiti yapıyor: “Yeni Ateizm, imparatorluğun fikrî savunusundan ve küresel
kapitalizmin adaletsizliklerini örtbas eden bir duman perdesinden başka bir şey
değildir.”
[7] Şükrü Erbaş, “Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz”, Nihayet.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder