Sosyalist hareket, önümüzdeki süreçte muhtemelen şu
tarz makaleler kaleme alacaktır:
“Ekmek, Toprak, Barış” mı “Hak Hukuk Adalet” mi?
Bolşevikler İktidara Yürürken: İmamoğlu’nda İktidar
Stratejisi.
Bir Proleterleşme Süreci ve Öncü Olarak Koç Ailesi.
Kurtarılmış Bölgeler Teorisinde Diyalektik Sıçrama:
Kadıköy.
Bu örnekler daha da çoğaltılabilir elbette. Mevcut
dimağ ve teorik birikimle sosyalist hareket, bu tür makaleleri yazmayı her daim
görev bilecektir. Nasılsa, bunların neden yazıldığını sorgulamayan bir
sosyalist kitle var ortada. O, başkalarına “koyun sürüsü” derken, kendisinin
nereye sürüldüğünün farkında değildir.
* * *
Misal:
Hiç adım atmadığı ülkesine Gezi zamanı “kurtarıcı
önder” olarak gelir. İsmi Taylan Kulaçoğlu’dur. Popülerliği silindiği vakit bir
bar çıkışı faşistlerin saldırısına uğradığı yalanını sosyal medyaya yayar.
Çünkü daha önce isimlerini hiç işitmediğimiz bu tür kişiler, onları piyasaya
sürenler, milyonlarca insanın işinde gücünde olduğunu, memleket meseleleriyle
aktif olarak, her an uğraşamayacağını bilirler. Bu nedenle suyun başının
tutulması, o milyonların yönlendirilmesi gerekir. O milyonlar, sosyal medyada
Kulaçoğlu’nu takip eyler. Onun yıldızı parlatılır. Sonra aldığı gazla ve o kendisine
kazandırılan popülerlikle bu zat, özel şoför tutar, memleketi gezer, bir iki
gaz cümle yazar Twitter’ına. Utanmadan, o tuttuğu şoförü, yaptığı geziyi sosyal
medyasında, kibirle anlatır. Kimse sorgulamaz, değirmenin suyunun nereden
geldiğini. İşten atılan, parasız kalmış bir kişinin nasıl kafe açtığını
sorgulayacak vakti de yoktur o kitlenin. Suyun başı tutulmuştur, tutulmaya
mecburdur. Manipülasyon, devletin asli işidir.
* * *
Bugünlerde CHP kitlesinin önüne yeniden Fuat Avni
haberleri servis ediliyorsa demek ki (işimiz kehanet değil ama) Haziran’daki
seçimde “AKP” kazanacaktır. O kitlenin bu sonuca şimdiden alıştırılması
gerekir. Her seferinde bu olmuştur. Birileri, Fuat Avni ismiyle yalanların
yayılmasını sağlamış, zihinler bu şekilde kontrol altına alınmıştır.
Savaş taktiğidir: sıkıştırılan, kuşatılan bir kitleye
kaçacak bir yer bırakılmalıdır. Bırakılmadığı vakit, o, köşeye sıkışmış yavru
kedi gibi, tehlikeli olabilir. Devletler, bunu göze alamazlar. CHP, kaçış
yolumuzdur.
Demek ki o CHP, İstanbul konusunda “valla istemem”
demiş, YSK’daki üyelerini geri çekmiş, yedek üyelerle operasyon yapılmış,
sonuçta seçim yenilenmiştir.[1] Beşiktaş, Kadıköy sokaklarını inleten sosyalist
örgütlerin şefleri de bunu iyi bilmektedirler. Kendilerinin nasıl bir oyunun
parçası olduklarının bilincindedirler. Değirmenin suyu, bu sayede akmaktadır.
Sorgulanacak bir şey değildir, bireyin nasıl geçindiği, zevkleri, fikirleri. Çünkü
yeni tanrı, Birey’dir.
* * *
Peki Fuat Avni, Ahmet Nesin olabilir mi? Her kritik
momentte Ahmet Nesin, çıkıp “Tayyip gidici” türküsünü mırıldanıyor.[2] Her
seferinde babasının anlattığı hikâyelerdeki tiplere dönüşüyor. Babasının
mirasını layıkıyla muhafaza ediyor.
Babası da derinlerle bağlantılı bir isimdi. Ajanlık
misyonunu Tan Matbaası saldırısı sonrası mı üstlendi, bilinmiyor. O günlere
tanık olan komünistler, Aziz Nesin konusunda şüphe uyandıracak ifadelere
başvuruyorlar.
O matbaaya saldırı sonrası Aziz Nesin şunları yazıyor:
“Ey
faşist yumurcakları! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi bütün bu yapılanları
kâfi görmeden, vazifen matbaaları yıkmak, makineleri ısırmak, namuslu
vatanperverleri parçalamaktır. Muhtaç olduğun kazma, balta, Halk Partisi’nin
anbarlarında mevcuttur.”
Aziz Nesin ve oğulları da bu anbardan hiç çıkmamıştır.
Atatürk’ün ağzından yazdığı “anti-faşist” bildiri, bunun delilidir. Perinçek
ile yürüttüğü operasyon, otel dolusu insanın ateşe verilmesiyle neticelenmiştir
ve bu, hiç komik değildir!
* * *
Suyun başı tutulmalıdır. Alevi derneklerinin
kurulmasını devlet emretmiş, örneğin Hacı Bektaş derneklerinin kurulmasını
Demirel istemiş, bunların başına Perinçek ekibi çöreklenmiş, otel yanmış,
sonrasında Perinçek “Alevicilik yanlıştır” deyip kenara çekilmiştir. Operasyon bu
şekilde tamamlanmıştır.
Perinçek açısından sömürgecilik döve döve,
Yalçın Küçük ve TKP açısından söve söve, İrfan Aktan, Veli Saçılık gibi
isimler açısından seve seve yürütülmesi gereken bir pratiktir. Bu
devlet, üç yönteme de muhtaçtır. Üç K gibi bu üç yöntem de devletin bilincinde
ve bilinçaltında kazılıdır.
“Ben bir liraya aldığım makarnayla karnımı doyuruyorum,
bu adamlar o parayı nereden buluyor” sorusunu bile soramayacak durumda olan
kitleler için birilerinin siyaset denilen işle ilgileniyor olması, hayırlı bir
durumdur. Karşılıklı bir anlaşma söz konusudur. Müslüman kesimde “zaten
münafık, kâfir gibi yaşıyoruz, bu imamın, âlimin veya şeyhin elini öpeyim de
Müslüman görüneyim” düşüncesi baskındır. Aynı durum sol kitle için de
geçerlidir.
Suyun başına oturanlar, egemenlerin cümlelerini üç
farklı şekilde dillendirecek, kitleler de “her şey yolunda” veya “her şey güzel
olacak” diye düşünecektir. Ak troller varsa al troller de vardır ve hepsi
paralıdır.
* * *
Erol Mütercimler’in anlattığına göre 1999’da bir
toplantı olmuş, Edirne’deki toplantıda önemli isimlerden oluşan bir topluluk,
“başbakan Erdoğan olacak” demiştir. Hatta kendisine danışmanlık teklif edilmiş,
etrafı Fethullahçılar tarafından sarıldığı için bu mümkün olamamıştır. İşte
sol, o toplantının El-Kaide, İran İslam Devleti, Hizbullah ve Hamas tarafından,
birlikte tertiplendiğini düşünmektedir. O toplantıdaki isimlere bakıp İslam’a
küfredenler, kimlere mesaj ve selam verdiklerini iyi bilmektedirler.
Fethullah bir röportajında, “demokrasi, insan hakları,
özgürlük ve NATO” demektedir. Kendisinin bunlara bağlı olduğunu söylemektedir.
Esasen ilk üç kavram dördüncüsüne bağlıdır.
Sosyalist hareket de aynı şekilde, bağlıdır. O nedenle
Veli Saçılık, “İran’a NATO müdahale etsin” diyen saha görevlisi Nevşin
Mengü’nün önerisine destek sunmaktadır. Bu isimlerin hepsi yan yanadır. Her yol
Roma’ya çıkmalıdır. Herkes, kitlelerin olmadığı devrimlere, emperyalizmin ve
üretim güçlerinin ilerleyişine iman ettirilmiştir.
* * *
Mütercimler, konuşmasında “ben sol kemalistim” demekte,
ama bir yandan da ikinci adamlık yapabileceğini, Erdoğan’a danışman
olabileceğini imalı olarak ifade etmektedir. Yani sanki Erdoğan nötr, her kabın
şeklini alan bir şeymiş gibi tasavvur edilmektedir.
Bu önfikir HDP’de de vardır: Onun tek siyaseti,
“MHP’yle değil benimle anlaş”tan ibarettir. Bir başka açıdan Taner Timur da
“MHP iyidir, en azından dinci değil” demektedir. Veysi Sarısözen de “ver Apo’yu
al Rojava’yı” önerisini dillendirmektedir. Ufuk Uras, onun piyasaya sunduğu bir
isimdir. Suyun başı, boş kalmamalıdır.
* * *
Yüksek siyaset koridorlarındaki gezintilerin sosyalist
harekete ne tür zararlar verdiği üzerinde düşünene hiç rastlanmamaktadır.
Vaktiyle bu devletin çıkarlarına uygun, dişleri sökülmüş, bir köşeye oturtulmuş
olan sosyalist siyasetten herkes memnundur. O siyasette AB ve ABD’nin izi
bulunmak zorundadır, çünkü o siyaset, o koltuğa onların izniyle ve önerisiyle
oturtulmuştur. Burada sosyalist hareket, AB ve ABD’deki sosyalist hareket kadar
sosyalist olabilir. Başkasına, fazlasına asla izin verilmez. O anbardan asla
çıkamaz. Çünkü işçiden nefret etmeyi, köylüden tiksinmeyi iyice öğrenmiştir.
Erol Mütercimler konuşmasında, “ben ikinci adam olarak
yetiştirildim” demektedir. İşte sol, bu eğitimi ve hâli sevmektedir. Demek ki
başkaları da ikinci adam olarak yetiştirilmiştir, yetiştirilmektedir. Siyaset,
özel insanlara has, özel insanların yapabileceği, özel insanlara bahşedilmiş
bir haktır. Burjuva terbiyesi ve devlet disiplini, solun belkemiğidir.
Eğer baştaki söz doğruysa, halkın öfkesi devrimin
ruhu ise demek ki bugün İmamoğlu gibi özel isimlerle ruhsuz devrimlere
yelken açılmaktadır. Sol eskiden de böyleydi, şimdi bu vasfını açık etme
imkânına kavuşmuştur: o, kitleden nefret etmenin, ruhsuz devrimlere bağlanmanın
adıdır. Özel isimlere o öfkeden kaçmak için sarılmaktadır.
Eren Balkır
14 Mayıs 2019
Dipnotlar:
[1] İnci Hekimoğlu, “CHP Yönetimi ile Her Şey Güzel Olamaz”, 9 Mayıs 2019, Artı Gerçek.
[2] Ahmet Nesin, “Erdoğan Askerler Gibi Yargılanmama Garantisi İstiyor”, 13 Mayıs 2019, AG.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder