Bugün
sosyalist hareketin Doğu ve İslam’a dair kurduğu cümlelerin tamamı, ABD ve
İsrail’e ait. ABD’nin İran’a yönelik tehditlerini yoğunlaştırdığı bir dönemde,
sol örgütlerin Pentagon’un akıncı birlikleri hâline getirilmesi süreci,
neredeyse tamamlandı.
Bugün
sol, CIA’in ve Şah yanlılarının bayrağını sallıyor. ABD ve İsrail elçilikleri
önüne gitmeyi gericilik olarak gören sol örgütler, İran büyükelçiliği önünü
eylem alanı olarak belirlemişler. Hep bir ağızdan “Emperyalizmi ortaçağ
gericiliğine tercih ederim” diyorlar.
Bu
solcular, sosyal medyalarında Ferruhru Parsa isimli bir kadının sözlerini
paylaşıp duruyorlar. O sözlerin bugün neden “viral” olduğunu, neden sabah akşam
gözümüze sokulduğunu sorgulayana hiç rastlanmıyor.
Bir
sosyalist paylaşımda[1] Parsa, bir “hekim ve kadın” olarak takdim ediliyor,
böylelikle sanki hekim ve kadın olduğu için idam edildiğine dair bir izlenim
yaratılıyor. (Yakında birileri, illaki “Kürt” olduğunu söyleyecektir!)
Oysa
Şah döneminde milli eğitim bakanı olarak görev yapan Parsa, Şah’ın siyasetinin
sürdürücülerinden. Yolsuzluk, bakanlık imkânlarını Amerika ve İsrail için
kullanma ve bu yönde uyguladığı baskılar sebebiyle idam ediliyor. Savunmasında,
Şah’ın istihbarat örgütü SAVAK adına öğretmenler arasında bir ağ kurma fikrine
pratiğe zarar vereceği, herkes soruşturma altındaymış izlenimi yaratacağı
düşüncesiyle karşı çıktığını, ama anti-komünist kampanyaya destek verdiğini, bu
yönde bir proje sunduğunu, projenin Şah’tan destek gördüğünü, anti-komünist
kitap ve broşürler yayımlatıp öğretmenlere dağıttığını söylüyor.[2] İşte bizim
sosyalistlerimiz, bu anti-komünisti baş tacı ediyorlar. Bugün İran konusunda
sol, ABD’ye kaçmış Şah artıklarının ağzıyla konuşmaktan başka bir şey yapmıyor.
Sol,
kadın ve başörtüsü meselesini öne almasını kimlerin emrettiğini tabii ki
gizliyor. Ama bu emri yerine getirirken, 1936’daki modernleşme süreciyle
bağlantılı olarak Şah’ın kadınların örtülerini zorla çıkarttığını, bunun isyana
sebebiyet verdiğini bilmiyor. Halkın bilinçaltında kayıtlı olan bu zulüm, 1979
devrimiyle birlikte kendince, doğru ya da yanlış, belirli bir tepkiyi
doğuruyor.
1935-1936
momentinde çıkartılan kanun, aynı zamanda Avrupa’ya özenme anlamında, erkeklere
de melon şapka giymeyi şart koşuyor. Kanunu protesto için Meşhed’de düzenlenen
gösteri kanla bastırılıyor, bu süreçte İmam Rıza türbesi yöneticisi idam
ediliyor.[3] Sol, İmam Rıza’yı da o türbenin İran toplumu için sahip olduğu
anlamı da bilmiyor.
Sosyalist
hareketi bu zulüm ve baskı zerre ilgilendirmiyor. Çünkü emperyalizmi ilerici
belliyor. Onun tek ilgilendiği, kapitalizm gelişsin ki kendilerine gün doğsun!
Armut pişsin ağza düşsün! Armut kimin, hangi sınıfın, sorgulayana rastlanmıyor.
Herkes, tatil yaparken, devrimi başkalarına yaptırma derdinde!
Ayrıca
sol, Şah’ın feyz aldığı Kemalist rejimle kurduğu bağdan da gayet memnun. O bağı
sorgulayan nadir isimlerden biri olan İbrahim Kaypakkaya bile bugün Hasanoğlan
Öğretmen Okulu üzerinden o Kemalizme bağlanıyor.
Muzaffer
Oruçoğlu, utanma nedir bilmeden, Kaypakkaya’nın ölümü için yazdığı, ama
aslolarak kendi abuk sabuk resimlerinin reklâmını yaptığı yazıda[4], savcının
İbrahim’i cumhuriyetin kurucusuna çamur atmakla itham ettiğinden bahsediyor.
Çeşitli
ortamlarda İbrahim’i aştığını söyleyen Oruçoğlu, bugünkü konjonktürde elindeki
fırçayla o savcının yanı başına kuruluyor. Aşma pratiği, bu şekilde son
buluyor. Yakın dönemde çıktığı bir TV kanalında, kendilerini ve 68’i cumhuriyet
aydınlanmasının yetiştirdiğinden bahsediyor. Teslimiyet, Oruçoğlu’da dil
buluyor.
Bu
tür liberal solculara göre, bugün o aydınlanma ve modernizmi AKP rejimine karşı
korumak gerekiyor. Hatta onları tekellerin pompaladığı feminizmle birlikte
yoğurmak ve sosyalizmin yerine koymak icap ediyor. Kaypakkaya da estetize
edilip piyasaya uygun hâle getirilecek isimler listesine ekleniyor. Bulunulan
coğrafi konum ve buraya yönelik planlar, bunu emrediyor.
O
nedenle, İsrail’de yapılan şarkı yarışmasına katılacak Madonna için övgüler
kaleme alınmak zorunda. “Yaşçılık ve cinsiyetçilik” meselesi, Filistin’in
gördüğü zulümden elbette ki daha önemli.[5] O yüzden Oruçoğlu, Kaypakkaya’nın
İsrail’i tanıdığını söylüyor.[6] Oruçoğlu, İngiliz sömürgesi Avustralya’da kimlere
işmar edeceğini iyi biliyor.
Solda
gördüğümüz feminizmse, bugün Avrupa’da ırkçıların ve faşistlerin bayrağı. Yani,
Türkiye’deki kentlerde orta sınıf kadınlara yönelik propaganda bile buraya ait
değil. Avrupa’dan ithal. Avrupa ülkelerinde göçmenlere ve Müslümanlara yönelik
düşmanlığın bayrağına feminist bir renk çalınıyor. Buna “femonasyonalizm”
deniliyor.[7] Liberaller, sekülerler ve sağcılar, dindarlara, göçmenlere
saldırmak için feminizmi kullanıyorlar. O feminizm, Türkiye’de “bu ülkenin
tapusu ona ait” cümlesiyle birlikte anlam kazanıyor.
Herkes,
tapuya göre hizaya çekiliyor. AKP kitlesi, aslolarak “köylü, dışarlıklı,
yağmacı, sapık” olmak üzerinden eleştiriliyor. Bunların tamamı da orta sınıfın
tepkileri. Avrupa’daki şefler, o femonasyonalizmi buraya sosyalist siyaset diye
yutturuyorlar, çıkarları bunu emrediyor.
İlgili
tepkileri örgütleme üzerine kurulu olan siyaset, İran’a saldırının gündemde
olduğu koşullarda Türkiye’de de güncelleniyor. Burada LGBT, feminizm ve
veganizm, bir yanıyla, Pentagon ürünü kontrgerilla talimnamelerinin bir gereği
olarak propaganda ediliyor. Oysa mücadele ettikleri AKP de aynı şekilde
düşünüyor.[8] Onlar da Ferruhru Parsa’dan dem vuruyorlar.
Parsa,
“tiyatro, müzik gösterisi sonrası seyircilerden toplanan para”yı ifade ediyor.
Mücadeleyi bir tür gösteri, temaşa olarak gören sol hareket, eşeğini boyayıp
“baba”sına satmaya çalışıyor. Babasının değerlerini ve fikirlerini ona kabul
ettirmek için uğraşıyor. Bu aşamada kendisini o babaya hoş gösterecek renkleri
ve kıyafetleri tercih ediyor. O nedenle, birileri subaşlarına oturtuluyor.[9]
Milyonlar siyasetten geri tutuluyor.
Bir
iki işçi direnişine gazeteci olarak gidip o işçilere “CHP’ye oy verin” diyene
“işçi önderi” elbisesi giydiriliyor. Sosyal medyasında gerici avına çıkana
“halk önderi” olarak muamele ediliyor. Yapılan gösteri sonrası toplanan parayı
işin sahibi geri toplayacak, işte bu gerçek her daim gözlerden ırak tutuluyor.
Eren Balkır
17 Mayıs 2019
Dipnotlar:
[1] “Günün Sözleri: Ferruhru Parsa’dan”, 17 Aralık 2018, Ekmek ve Gül.
[2]
Human Rights & Democracy for Iran, “Farrokhru Parsa”, Iranrights.
[3]
Homa Katouzian, “State and Society under Rez Shah”, Men of Order:
Authoritarian Modernization Under Atatürk and Reza Shah içinde, Ed. Touraj
Atabaki ve Erik J. Zürcher, I.B. Tauris, 2004, s. 33.
[4]
Muzaffer Oruçoğlu, “İbo’nun Katledilmesine Giden Yol”, 15 Mayıs 2019, Wordpress.
[5]
Mustafa Şahin Karaçam, “Edebiyle Yaşlan(a)mayan Kadın: Madonna”, 4 Mayıs 2019, Bianet.
[6]
Muzaffer Oruçoğlu, “Yahudi Sorunu”, 28 Aralık 2017, Patika.
[7]
Edna Bonhomme, “The Disturbing Rise of Femonationalism”, 7 Mayıs 2019, Nation.
[8]
Bilge Eser, “Kadının Fendi Ahmedinecad’ı Yendi”, 24 Ağustos 2009, Sabah.
[9]
Alper Taş, parti manifestosunda yazan “özgürlükçüyüz, ama enayi de değiliz”
düsturu gereği, “AKP bizi sokağa çekmeye çalışıyor, darbe demek için bizi oyuna
getirmek istiyor” diyor. Taş, kitlelerin sokaktan çekilmesi emrini o
adaylığının bir gereği olarak veriyor. O adaylığın zeminini eleştirdiğimizde
bize kızanların şimdi kitleleri sokaktan çekişine tek laf etmeye hakları yok.
Eren Balkır, “110”, 13 Mart 2019, İştirakî.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder