Baştan belirteyim: bu, bir seçim yazısı değil. Sadece
seçim gününe denk düşmüştür ya da seçim, yazıdaki çığlığın ve öfkenin üzerine
düşen gölgedir.
* * *
Sol sosyalist hareket açısından Erdoğan, bir nimettir.
Birçok örgüt, içlerinde sakladıkları, gizledikleri burjuva siyaset yapma
arzusunun meşrulaşmasını, dışarı taşmasını onun sayesinde mümkün kılmıştır.
Sol, Erdoğan’ı küçülterek büyüyeceğini zannetmiştir. Daha doğrusu, birileri
onun kulağına bunu fısıldamıştır.
* * *
Sel Yayınları’ndaki yolsuzluk, solun sorunudur. Onun
sermayesi başkalarına aittir, kendisini o sermayeye göre inşa etmiştir, sermaye
akışına uyum sağlamaya alışmıştır. Bandrol yolsuzluğu ve taciz hikâyesi,
sosyalist hareketteki çürümeye dairdir. Kimsenin konuşmaması, itiraz etmemesi,
cerahatin indiği derinliği gösterir. Artık her bir beden, mülk sahibi bireye
aittir ve bir kurgudur. Aslolan, onun zevk alması, pazarda varolmasıdır.
Solun okuduğu kitap, bastığı kitap, yazdığı kitap,
birbirlerine gösteriş yapmak için kullandığı kitap vs… sermayeden başka bir şey
değildir. Kitap, başı sonu belli olmayan, kolektif bir mücadelenin mevzii
(artık) değildir.
Market reyonlarında satılan kitap, solun eseridir.
“Kitap okunsun yeter ki” demeleri, fikir ve mücadele değil, kâr, çıkar ve rant
ile alakalıdır. Para akışı için edilmiştir o laf. Herkes dünyalığını biriktirme
derdindedir.
Sol, sınıf, millet ve din bağlamında muhtelif
yataklara dolan nehri kurutma pratiğidir. Onun cenneti, Batı Anadolu’da serin
bir akşam esintisine karşı rakı yudumlamaktan ibarettir ve o cennet için
yoksulların, ezilenlerin mücadele etmesi asla mümkün değildir ki zaten asıl
tehlike de bu mücadeledir. Şarkılarında dedikleri gibi: “Bunun için mi geldik
dünyaya!”
* * *
Sonuçta “seçimde CHP’ye oy verilmez” diye HDP içinde
kazan kaldıranlar, yalan söylemektedirler. Dertleri, gerilimleri yumuşatmak,
“bak, en azından doğruyu söyleyenler var” dedirtmek, birilerinin
rahatsızlığını, fazla elektrik gibi, toprağa vermektir. Sigortalar, bina
inşaatı esnasında gerekli yerlere yerleştirilmiştir, gerekli topraklama
yapılmıştır. Şeytan, ön kapıdan kovulup arka kapıdan içeri alınmıştır.
* * *
Postmodern siyaset, hakikat değil, imaj peşindedir.
Poz kesmek ve mış gibi yapmak, tek siyasettir. “CHP’ye oy verilmez” derler, o
tatil yörelerinin laik sahillerinden de ayrılmazlar! “Ulusalcılar Gezi’yi ele
geçirmek istiyor” derler, sonra o Gezi’yi o ulusalcılara tepsiyle servis
ederler. Kaz gelen yerden tavuk esirgenmez. Dert, kendileri gibi Avrupa’ya
layık, yakışan bir CHP’ye kavuşmaktır, işte o günün adıdır devrim!
Gazı almak için CHP eleştirisi yapmanın, ama öte
yandan CHP’nin koltuğu altından ayrılmamanın bir anlamı yoktur. Neticede düzen,
CHP eliyle, sosyalist hareketi kendisine örgütlemeyi bilmiştir. Cılız da olsa
tutunduğu yerleri oraya terk etmiştir. CHP’nin biraz liberal veya biraz sosyal
demokrat olmasının bir önemi kalmamıştır. Sosyalist hareketin devrim yolunu
yürümesi artık imkânsızdır. Devrim ve sosyalizm adına söylenen her şey
yalandır, gerçekte bir karşılığı yoktur.
* * *
Dersim’de seçime giren partinin başındaki isim (Kemal
Okuyan), eskiden köşesinde kendisini “baykuş” olarak takdim ederdi. Onun
bilginin, karanlıkta görmenin, âlimliğin simgesi olduğuna inanırdı.
Bugünlerde muhtemelen sevinçlidir. Birgün gibi
önemli “sosyalist” yayın organlarının verdiği habere göre, “Ovacık’ta kulaklı
baykuş görülmüş.”
Esasen “Dersim’de şu hayvan görüldü, domuzlar eve
girdi, nadir görülen bir vaşak türüne rastlandı” türünden haberler, son dönemde
bölgenin turizm gelirlerini artırmaya yönelik projenin parçasıdır. Yani
geçmişte şehre inen domuzu öldürdüler diye Ordululara “hayvan, gerici” diyen ve
kendi şehrinde domuzların beslendiği haberini paylaşan “sosyalist Dersimli”
(Evren Barış Yavuz), farkında olmadan veya olarak, şehrinin turizmine katkı
yapmak istemektedir. Siyaset, bu tür kişiler için tecimsel bir meseledir.
Aslolan, halkı örgütlemek değil, şahsi cebini
doldurmaktır. Bu kişiler, sosyal medyadan “kooperatif kuralım, dayanışma ağları
oluşturalım” diyorsa bilin ki paralar suyunu çekmiştir!
* * *
Bugün Dersim’in temel meselesi, turizmdir. Dersim,
buna inandırılmaktadır. Seçim de bu zemin üzerine kuruludur. Beyoğlu’da ise
seçim, oradaki kültür-sanat hayatının sermayeye cici ve hoş gösterilmesi ile
alakalıdır. O da buna ikna edilmektedir.
Dersim’de meselenin bir başka yönü daha vardır: eğer
turizm canlandırılmak isteniyorsa, bu bağlamda avcılar bölgeye davet ediliyorsa
ve o “kulaklı baykuş görüldü” haberleri sırf bu yüzden yapılıyorsa, dağlar
“temiz”leniyor demektir. Yani demek ki ateş başında oturan, tetiğe yapışmış
parmaklarını ısıtan kimse kalmayacaktır. Bu anlamda AB’nin ve kapitalizmin
farklı gerekçelerle tartıştığı “yavaş şehir”i Dersim’de tartışmanın böylesi bir
boyutu da vardır.
* * *
Bu, seçim yazısı değildir, aslında ona “yazı” da
denilemez. Yangıdır, sancıdır, sızıdır. Olmayanlara “neden yok!” bağırışıdır.
* * *
Ankara’nınsa Mansur belki ama Yavaş şehir olma
ihtimali yoktur. Bölge düzleminde belirli ağlara bağlanan ülkenin başkenti,
yavaş olamaz; hız, yasadır. O yasa gereği sağcısı solcusu birlikte kapatırlar
arazileri. Sosyalistler, ayrım çizgileriyle birlikte artık iyice
silikleşmişlerdir. Bu, arazi rantının ve o hızın emridir.
Mesele, solun bu hıza nasıl ayak uydurabildiğidir.
“Hep önde olmalısın” diye emreden birileri vardır; bu, bir fısıltı hâlinde
zihinlerde dolaşmaktadır. Dolayısıyla “Kemalizmin gerisine düşemeyiz” ile
“kapitalizmin gerisine düşemeyiz”, bugün yoldaşlaşmaktadır. Yol, döne dolaşa
işçilere “CHP’ye oy verin” diyebilir, demektedir.
Medyascope gibi
solun yeni mekânlarında “eşitlikçi kapitalizm” tartışmaları yürütülmektedir.[1]
Pazarlığı yüksekten açanlar, en geri olana razı gelmektedirler. Solun büyük
bölümü, bu fikre tavdır. Kapitalizm, sermaye eleştirisi, yalandan ibarettir.
Yukarıdan bakıp patronlara vicdan aşılamaya çalışırlar.
* * *
Marx, “Enternasyonal, sosyalist veya yarı sosyalist
tarikatları, mücadele eden işçi sınıfının gerçek örgütüyle ikame etmek amacıyla
kuruldu”[2] der, bizdeki solcular, Marx’ın saldırdığı solculara benzeyip Marx
kitabı satarlar, böylelikle, hem bir tehlikenin önünü almış olurlar hem de para
kazanırlar!
* * *
Artık eski tutamaklar kalmamıştır. “İşçi”, “halk” ya
da “ezilen” denilirdi, böylesi bir ölçüyle bakılırdı eskiden, bugün sadece
“birey” denilebilmekte, demeyene dayak atılmaktadır. O bireyin ikbaline,
kariyerine, zevkine solculuk etiketi basılmaktadır. Zımnî anlaşma gereği, geri
kalan, devletin kontrolüne terk edilmektedir.
* * *
46 yıl önce, darbeden önce Şilili devrimci Miguel
Enríquez, solun Avrupa kaynaklı stratejiye bağlanmasını eleştirir.[3] Bu
strateji gereği sınıfsal güçlerin yanlış analiz edildiğini, sol hükümetin
yönetici sınıfların belirli bir kesimini koruma altına aldığını söyler. Darbeye
doğru ilerleyen süreçte içteki Avrupa, dıştaki Amerika ile birlikte sosyalist
hareketi ezmiştir.
* * *
Bugünün TKP ve HDP kurgusu dahi Avrupa stratejisinin
parçasıdır.[2] Farklı bir üslup ve yöntem üzerinden, farklı yerleri tutma
gereğine bağlı olarak, belirli bir ayrışma yaşanmış olabilir, ama özünde
teoriyle ve pratikle ilişki, Avrupa ülkesi olma önkabülü, niyeti, arzusu,
kavgası dolayımı ile kurulmaktadır, sorun da buradadır.
O ilişki, Yunan halkını ezen Avrupa’ya, mültecilere
çelme takan Avrupa’ya, Ukrayna’ya faşistlerini gönderen Avrupa’ya vs. tek laf
edemez. Seçim ve seçim siyaseti bile o Avrupa’nın eseridir. “Emeğin Avrupası”
diyenler, Avrupa’nın emeği hâline gelmişlerdir. Avrupa ise sınıf, devrim ve
iktidar bağlamında her türden tartışmanın, kavganın, itirazın dışına
atılmıştır. Ona kimse dokunamaz, kimse laf edemez.
* * *
Birgün gazetesinin
de dediği gibi, “sonuçta kulaklı baykuş görülmüştür.” Bu iyidir, hayırlıdır,
uğursuz bir tarafı yoktur. Önemli olan, onu kimin gözlerinin gördüğüdür, daha
da önemlisi, niye gördüğüdür. Çok avcı, çok turist, çok turist de çok para
demektir. Vicdanlar rahatlasın diye birileri de “yavaş şehirler kuracağız” der
küçük burjuvalara.
O küçük burjuvanın bandrolünü okuttuğumuzda ise
güncellenmiş kontrgerilla talimnameleri çıkmaktadır ekranda.
Eren Balkır
30 Mart 2019
Dipnotlar:
[1] “Artık solun ve sağın pek bir şey ifade etmediği bir anda, şimdi
eksikliğini hissettiğimiz, nispeten eşitlikçi bir kapitalizm.” [Branko
Milanoviç Söyleşisi, 14 Şubat 2019, Medyascope]
[2] Karl Marx, “Friedrich Bolte’ye Mektup”, 23 Kasım
1871, İştirakî.
[3] “Miguel Enríquez Söyleşisi”, 3 Kasım 1972, İştirakî.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder