Mart’ın kapıdan baktırdığı, kazma kürek yaktırdığı ile
ilgili atasözü, “Bahar’a aldanma, daha hâlâ Kış’ın içerisindeyiz” ikazıdır. 31
Mart seçimi, bu ikazla birlikte ele alınmalıdır. Savaş ve kriz gerçeği
unutulmamalı, üzeri örtülmemelidir. Bugün demokrasi şenliğine düzülen övgüden
huylanılmalıdır.
Halil İbrahim Yenigün gibi liberaller, son on yıldır
meselenin salt Erdoğan olduğunu telkin edip duruyor, batının liberal
mahfillerinin duygularını okşayacak, akademide kapı aralayacak “otoriterizm”
eleştirileri döşeniyorlar. Onlara göre, Erdoğan ve hırsları dışında bir sorun
yoktur, tek mesele Erdoğan’dır. Tek dertse “ortamlar”dır.
Erdoğan, bu liberaller eliyle, sömürü-zulüm düzeni
karşısında kitleleri uyutmak için “bir tür köstekli saat niyetine sallanıp
duruluyor”.[1] Meseleler şahsîleştiriliyor, böylelikle, kitlesel, kolektif,
sınıfsal, devrimci bir kabarışın önü alınıyor. Erdoğan denilen şahsın karşısına
gene birer şahıs olarak yurttaş ve seçmen çıkartılıyor. Proleter devrimcilerin
ve halk kitlelerinin çıkmasına mani olunuyor.
Mehmet Altan, Eser Karakaş, Ömer Laçiner gibi isimler,
“Erdoğan nobran, gitsin” lafını on yıldır ağızlarında sakız ettiler. Bu liberallere
göre mesele Erdoğan’dır. Siyasetle yüzeysel, kırılgan, kerhen ilişkiye sahip
kişiler, bu tespite sarılıyorlar. Asıl tartışılması gereken, budur. Bu
liberallerin devlete uşaklık ettiği gerçeği üzerinde durulmalıdır.
Devlet katıyla ve yüksek siyasetle kurulan ilişkiyi
sınırsız ve sınıfsız bir Erdoğan nefreti tayin ediyor, oysa bu nefretin kimseye
bir hayrı olmayacaktır. Erdoğan ve Erdoğan nefreti, yarılmaların, çatlakların,
sınıfsal gerilimlerin üzerini örtmek için vardır.
“Otoriter, despot, tek adam” edebiyatı, alttaki
sınıfsal ilişkileri, devletin seyrini, müesses nizam içi gerilimleri, bölgesel
yönelimleri gizliyor. Erdoğan’a kilitlenirken bu gerçekler görülmüyor.
Erdoğan’ın yıllar önce bizzat söylediği gibi, kendisi bir “paratonerdir”.
Devlete ve sermayeye zarar verecek yıldırımları toprağa akıtandır.
Bu açıdan, son seçimi Erol Müneccimler’in “kehanetler”i,
daha doğrusu, bu yutubıra devletin verdiği sufleler üzerinden okumak gerekir. Gökçek gibi isimlerin istifa ettirileceğini aylar öncesinden söyleyen
bu asker ve eğitmen, Ankara ve İstanbul’da belediyenin el değiştireceğini
(nasıl oluyorsa) bilmiştir.
Demek ki belirli bir “operasyon masası” vardır ve AKP,
işleyiş olarak oraya bağlı, oraya mecburdur. Muhaliflerince “tek adam, otorite,
yegâne kudret, her şeyin sahibi, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” olarak kabul ve
takdim edilen Erdoğan, seçimde ayağına dolanacak bir Demirtaş mesajına bile
mani olamamış, o mesaj üzerinden kitleler seferber olmuş, belirli yerlerde AKP
kaybetmiştir. Bizim bu hikâyeye inanmamız bekleniyor. Oysa o masa için
particilik, taraftarlık, kişisel siyaset diye bir şey yoktur. Her şeyi belirli
bir sınıfsallıkta ve belirli sınırlar dâhilinde düşünüp yapıyor. Mesele,
karşısında karşı-sınıfsallıkla hareket edip sınır çeken bir gücün olmamasıdır.
Erdoğan ile ilgili olarak halkın belirli bir kısmına
“nefret aşısı” yapılmıştır. Onun yapıp ettikleri şahsîleştirilmiş, devlet,
düzen, sermaye, kapitalizm vs. tüm geçmişiyle Erdoğan elinde aklanmış, temize
çıkarılmıştır. Erdoğan, gerçek itirazı ve muhalefeti emmiş, absorbe etmiş,
etkisiz kılmıştır.
Demirtaş’ın mesajı ve verilen destek ile ilgili olarak
Erdoğan’ın “denize döküldüğünden” bahsediliyor. Bu “dışarlıklı, yabancı,
buranın gerçeğine ait olmayan unsur” temizlenmiş, Yunan gibi denize
dökülmüştür. O nedenle İmamoğlu, bugün “laik çağdaş” imajı ile pohpohlanıyor.
Sol, yüz yıl önce Batı sahillerinde güç olan tüccar,
kaçakçı, toprak ağasının dünyasına örgütlenmiştir. Mansur Yavaş’ın tabiriyle,
HDP şahsında sol, “topluma kazandırılmıştır”. Batı illerinde CHP’yi destekleme
kararı alan HDP’nin Dersim bağlamında CHP’ye verdiği desteği, “Dersim de
topluma ve Batı’ya kazandırılmıştır” şeklinde okumak mümkündür. Aynı zamanda
HDP’nin evdeki bulgurun bir kısmından olduğu görülmektedir.
Bu
süreçte kimse, İmamoğlu’nun kim olduğunu, nereden geldiğini dahi merak etmiyor.
Kaç Saat Oldu gibi Twitter bülbüllerinin bir tür “Fethullah
operasyonunun parçası” olduğu düşünülürse, İmamoğlu’nun “geleceğin lideri”
olarak pazarlanmasından nem kapmak gerekiyor. ANAP’tan CHP’ye transfer olan bu
ismi son süreçte yaldızlayan Turgay Güler de muhtemelen “gizli Fethullahçı”dır!
Nem kapmak, sormak, sorgulamak hayırlıdır!
Mütercimler, aylar önce “İstanbul belediyesi el
değiştirecek” diyor, düşük profilli adaylar konuluyor, AKP, seçimi iki
büyükşehirde kaybediyor ve gece Kılıçdaroğlu daha ilk açıklamasında, “ekonomik
krizle ilgili olarak bize düşeni, elimizden geldiğince yapacağız” diyor.
O hâlde (OHAL’de!) bu seçim sonuçlarını bir “pazarlık”
olarak okuyabiliriz: Savaş ve kriz gerçekliğinde liberallerin gazıyla faşizmi
sandık başında gerilettiğini düşünenlerin meseleye bir de buradan bakması gerekiyor.
(Kaldı ki AKP, onca krize, domates-biber fiyatına karşın, geçen seçimlere
nispetle oylarını önemli oranda korumuştur.)
Faşizmi sandık başında gerileten
mücadeleden bir kesit
Kriz koşullarında, futbol tabiriyle, AKP, muhtemelen
topu rakibe vermiş, böylece bir yükten kurtulmuştur. Erdoğan, seçim gecesi
“nasıl yöneteceklerini göreceğiz” diye parmak sallamıştır. Bu bağlamda, “hayat
damarı kesildi” analizleri, tümüyle yanlıştır. Bu süreçte o, CHP’den gereken
yardımı da alacak, belediyede yapılanlar ve yapılamayanlar, CHP’ye havale
edilecektir. Bugün TÜSİAD’la, uluslararası tekellerle, finans kuruluşlarıyla
yürütülecek ilişkiler dâhilinde CHP’nin ağzına iki parmak bal çalınmış, sus
payı verilmiştir, hepsi bu! TÜSİAD gene Erdoğan’ladır.
Mesele, Yeşilçam filmlerindeki gibi iyi-kötü hikâyesi
yazmak, Erdoğan’ı düşman belleyip birey olarak Demirtaş veya Kılıçdaroğlu ile
özdeşleşmek olamaz. Böyle bakılınca o yardım da görülmeyecek, bizi gerçekte
işleyen sürece karşı körleştirecektir. Kötülüğü düşmandan, iyiliği kendinden
bilmek, bu aklayıcı tavır, ciddi bir yanılsamadır. “Şerdeki hayır, hayırdaki
şer” görülmelidir.
İki ana hat oluşmuştur. Misal, ÖDP’si, Sendika’sı,
Halkevleri, Umut-Sen’i ile birlikte tüm Dev-Yol pratiği (kimi istisnalar hariç)
açıktan CHP’cilik yapmış, ilişkide olduğu insanları bireyler olarak bu kanala
örgütlemiştir. Veballeri büyüktür. CHP’nin verili oligarşinin diğer yüzü oluşu,
bu tür örgütler nezdinde gizlenmektedir. Mesele, seçimde CHP’ye destek
vermek-vermemek değil, ona angaje, kul, tabi, uzantı ve sığıntı olmak, emekçi
halkın devrimci hattını açmamaktır.
Oluşan bir hat dâhilinde liberalizm; diğer hat
dâhilinde Kemalizm, “sosyalizm” diye yutturuluyor. Artık bu imkân daha da
çoğalmıştır. İki kesimin de liberalizmi ve Kemalizmi sosyalizm rengine boyayıp
satma becerisi artmıştır. Savaş ve kriz gerçeğinde ikisi de devlete örgütleniyor.
İkisinin de emekçi, ezilen, yoksul gibi bir derdi yoktur. Birer aldatma ve
kendini kandırma biçimidirler. Proleter devrimci hat, bu kandırmacaya karşı
çıkmak zorundadır.
“Politikada
insanlar, aldatmaların ve kendini kandırmaların aptal birer kurbanıdırlar ve
tüm ahlâkî, dinî, politik ve toplumsal ifadelerin, beyanların, vaatlerin
ardında saklı şu veya bu sınıfın çıkarlarını arayıp bulmayı öğrenene dek kurban
olmaya devam ederler. Reformları ve ıslah edici adımları destekleyenler,
eskinin her bir kurumunun, ne kadar çürümüş ve ne kadar barbar olursa olsun,
belirli yönetici sınıflara ait güçlerce devam ettirildiğini anlayana kadar eski
düzenin savunucuları tarafından her daim kandırılırlar. Bu sınıfların
direnişini kırmanın yegâne yolu ise bizi kuşatan toplumda eskiyi ortadan
kaldırıp yeniyi yaratabilecek kudreti meydana getirmesi mümkün, toplumsal
konumuna bağlı olarak buna mecbur olan güçleri bulmak ve o güçleri mücadele için
bilinçlendirip örgütlemektir.”[2]
Türkiye solu, kendi bireysel varlığına, o varlığın
kapalılığına, tamlığına ikna edildiğinden, bu güçlerin arayışı,
bilinçlendirilmesi ve örgütlenmesi çabası içinde değildir. O, burjuva siyaset
içerisinde şekillenmiş ayrımlara tabidir ve buna göre konum almaktadır. Tam
olduğundan, o tamlık üzerinden pohpohlandığından, kendi eksikliğini görmemekte,
eksik olana örgütlenme gereği duymamaktadır.
Liberalizmin ve Kemalizmin kızıla boyanması, hiçbir
sonuç üretmez. Sonuçta Yavaş ve İmamoğlu’nun sağ geçmişi, altı ok etiketiyle
örtbas edilmek isteniyor. Oysa pratikte bu isimler, gene AKP ile uyumlu
çalışacak, çalışmak zorunda kalacaklardır. Karşılığında CHP, savaş ve kriz
gerçeğinde, elinden geleni yapacak, gemi yürütülecektir.
Egemenlerin yüz yıldır belirlediği ileriye “ileri”,
geriye “geri” diyerek yol alınamaz. İleri-geri tasnifi,
ezilenlerin-sömürülenlerin verili mevzii ölçü alınarak yapılmak zorundadır.
Bu açıdan, seçim sonucu oluşan haritaya bakıp, “bu
ülkenin temel sorunu İç Anadolu’dur, buradaki yobazlıktır” ya da “Esenyurt’a
gidip içki içebilirim artık” diyen sosyalistlerle ilişki, derhal kesilmelidir.
İç Anadolu ve Karadeniz’in sınıf mücadelelerinden,
ezen-ezilen mücadelesinin muhtelif biçimlerinden azade olduğunu düşünenler, burada yaşayan halka toptan küfredenler, egemenlere hizmet ediyorlar. Onlar yakmadan, eldeki kazma kürek korunmalı,
mümkünse yenileri temin edilmelidir.
Eren Balkır
2 Nisan 2019
Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Demokrasi Hipnozu”, 16 Ekim 2011, İştirakî.
[2] V. I. Lenin, “The Three Sources and Three
Component Parts of Marxism”, MIA.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder