Açık
konuşalım: Orhan Gökdemir, “köpeksiz köyde değneksiz geziyor”, bu rahatlıkla
konuşuyor. İşine geldiği gibi, bazen o köyde “değneksiz köpek”, bazen de
“köpeksiz değnek” rolünü üstleniyor.
Orhan
Gökdemir, boğazından geçen haram lokmaya kul olduğu için, bu milletin dinine
imanına küfretmeyi görev belliyor. Kendi tanrılarına yakarıp duruyor.
Efendilerinden aldığı emri yerine getiriyor, hep onlara işmar ediyor, onlardan
iş dileniyor. Tek mahareti, bu kulluğunu “solculuk” diye yutturabilmesi. Bu
konuda, sadece bu konuda, alkışı hak ediyor.
O
haram lokma, bir yanıyla, üyesi olduğu partinin borsada, inşaat ve emlak
sektöründe dönen paralarıyla ilgili. O partiden ayrılmış genç insanlar
anlatıyorlar: üst düzey yöneticilerinin yanında çalıştırılan bu gençlere o
şefler tek kuruş sigorta yatırmıyorlar. Geçmişte bir seçim öncesi bir
Galatasaray yöneticisi zenginden aldıkları bilbord, partinin kimlerle ilişkili
olduğunun delili aslında. TKP, patronların ve bürokratların kapesi!
Başörtülü
bir aday çıkartıyorlar bugün. Geçmişte çarşaflı kadına parti rozeti takıldı
diye CHP’ye eleştiri yöneltenler[1], bugün devletten gelen emir gereği, bir
açılıma mecbur kalıyorlar. AKP rejimini meşrulaştırıyorlar. Geçmişte AB’ci
ANAP’a selam duranlar, bugün AKP’nin eşiğine bağlanıyorlar.
İçe
dönük bir hamle gereği, Orhan Gökdemir hemen geçiyor klavyesinin başına.
Tükürdüklerini yalamamak, imajı tazelemek için başlıyor Müslümanlara
küfretmeye.[2] Bu küfür pratiğiyle, 2007’deki cumhuriyet mitinglerinin
arkasındaki güce yalvarıyor, “bende daha çok iş var” diyor.
Bu
küfürlere karşılık şu sorular geliyor akla: O vakit niye başörtülü bir kadını
aday gösterdiniz, dini siyasete niye alet ediyorsunuz, o adayı neden
Kadıköy’de, Ataşehir’de göstermiyorsunuz, bu tür işler yapan, onca laf
ettiğiniz CHP yapınca olmuyor da siz yapınca niye oluyor, vs. Hatta şu soru da
bu tür yazılar üzerinden sorulmalı: “Aday gösterdiğiniz başörtülü kişi, Devrimden
Sonra isimli filminiz gibi berbat bir kurgudan mı ibaret, o, partinin cast
ajansından olabilir mi mesela?”
* * *
Orhan
Gökdemir, Yalçın Küçük’ün çantacısı, tilmizi. Mehmet Ağar’la, Yiğit Bulut’la
akşam yemekleri yiyen Küçük’ün bağlı olduğu devlet organı adına çalışıyor.
Geçmişte başka bir yapıdaydı, komünistlerin birliğini sağlayacaktı, sonra o
yapıyı tasfiye etti, ardından hemen koşa koşa cumhuriyet mitinglerine gitti.
Onu yetiştiren, ortalığa salan elde, devleti görmek gerek.
2006
döneminde herkes, bir içtimaya alındı, emirleri alan, görev yerlerine dağıldı.
Bunlardan devrim ve sosyalizm beklenebilir mi?
Orhan
Gökdemir gibiler, din, İslam, peygamber olmayınca sosyalizme alan
açılmayacağının kanıtı. Bu tür insanlarda hiç din, peygamber, Allah yok, ama
nedense sosyalizm de devrim de yok. Çünkü devrimcilik (bir Kolektifçinin
Twitter’da kullandığı ifadeyle) artık “vandanlık”. Kapitalizmin gelişimine
uydurdukları ayaklar altında eziyorlar devrimi, devrimciliği.
Bu
Gökdemir, 2006’da “sömürüyü görmüyoruz, ona karşı mücadele anlamsız” diyordu
enstitüsünde. Şimdi herkese hoş gelecek laflar sıralıyor, partinin dinle
mücadele birimi sorumlusu olarak, orta sınıfların yüreklerine su serpiyor.
Devlete ve sermayeye uşaklık ediyor.
Bugünse
Turan Dursun’dan bahsediyor, Marx’ın eleştirdiği ateizmi paraya tahvil etmeye
çalışıyor. Her şey olabiliyor, devletin ihtiyaçlarına uygun olarak yelkenini
şişirmeye çalışıyor. Bu tip solcular, iç devlet ve dış devlet; içeride kurulmuş
devletle dışarıdaki ilişkiler dâhilinde kurulmuş devlet arasındaki olağan
gerilimin yükünü aşağıdakilerin sırtına yüklemeye çalışıyorlar. İç devletin
adamı olarak Gökdemir, dış devletin adamı olan Ufuk Uras, Murat Belge gibi
isimlere “liberal” demenin ekmeğini yiyebileceğini düşünüyor. Oysa her iki
taraf da liberal! Her iki taraf da devlete ajanlık ediyor, üç beş sermayeyle,
üç beş dış ilişkiyle “kirlendikleri”ni düşündükleri burjuva devletini aklıyor,
temize çıkartıyor, koruyup kolluyor.
Gökdemir’in
bağlı olduğu birimden bir isim olarak Merdan Yanardağ, bugün hem
cumhuriyetçilerin kazandığından, AKP’nin siyasal İslamcı çekirdeğine doğru
daraldığından bahsediyor hem de adalet gibi devletin de çöktüğünü söyleyip
karalar bağlıyor. Bunlar mı sosyalist, bunlar mı devrimci? Bunlar mı
ezilenin-sömürülenin davasına nefer?
* * *
Gökdemir’in
“büyük âlimimiz” dediği Turan Dursun nerelere bağlıydı, kimlerin adamıydı,
kimse sormuyor Bir kulak misafirliğine göre, Turan Dursun, uzun süre Ankara’da
Mehmet Pamak ile ev arkadaşlığı etmiş. Pamak, Türkeş’in sağ kolu, sonra 12
Eylül’ün kurduğu şehir konseylerinden birinin üyesi. Sonra “başına taş
düşüyor”, birden İslamcı oluyor. Aynı evdeki iki insandan biri sola, diğeri
sağa gidiyor. Pamak, bugün suya sabuna dokunmayan bir İslam’ı savunuyor. Aynı
şekilde Turan Dursun da aynı şeyi söylüyor. Onun iç devlet-dış devlet arası
sürtüşmede öldürülmüş olması, fikirlerini yüce ve dokunulmaz kılmıyor.
Gökdemir’in
dostu, mesai arkadaşı Perinçek sayesinde yıldızı parlayan Turan Dursun da suya
sabuna dokunmasın, bu dünyadan el etek çeksin, defolup gitsin, siyasetle
alakası kalmasın diye İslam’a “sol”dan saldırıyor. Görevi bu.
Aynı
MHP’lilerin 12 Eylül’den sonra Hizbullah içerisine gönderildiğinden de
bahsediliyor. Gökdemir gibi savunduğu devlet de Kürt ve Müslüman’a karşı
kurulmuş bir yapı. “Türk devrimi” dediği şeyin sonucu bu. Esasen bu isimlerin
ekmek yemelerinin sebebi, bir yönüyle, İran Devrimi. Devlet, İran Devrimi’ne
karşı savunma ve saldırı pozisyonu alıyor, bu pozisyon gereği, bu tür isimleri
piyasaya sürüyor.
Devrimsiz
devlet, devletsiz devrime savaş açarken, Dursun, Küçük, Gökdemir gibi isimler
yetiştirip sahaya konuşlandırıyor. Devlet adına birileri, herkesi “kâfir” ilân
ediyor, kelle alıyor. Gökdemir, o devletin adamı. Dolayısıyla, Devlet ve
Devrim’in Lenin’ine düşman.
O
Lenin, Gökdemir’in yüceltip sahiplendiği, tek ölçü kabul ettiği “Türk devrimi”
dediği şeyle ilgili olarak şunları söylüyor:
“Koparabildiği kadar
‘parça kopartıp’ mülkünü artırmak, sömürgelerini genişletmek isteyen kapitalist
güçler arasındaki rekabet, Avrupa’nın ‘koruduğu’ veya Avrupa’ya bağımlı olan
uluslardaki bağımsız demokratik hareketlere yönelik korkuyla bağlantılı olarak
ilerliyor. Avrupa’da tüm siyaset, bu iki sebebe, korku ve genişleme isteğine
dayanıyor. Dolayısıyla Jön Türkler, mutedil ve ölçülü olmaları sebebiyle
göklere çıkartılıyorlar, yani Türk devriminin övülmesinin sebebi, ondaki
zayıflık, halk kitlelerini gerçek bir bağımsız eyleme yöneltmemesi, ayrıca onun
Osmanlı İmparatorluğu’nda baş gösteren proleter mücadeleye düşman olması.”[3]
Gökdemir
gibiler de o proleter mücadeleye karşı. Onlar, devletin ve milletin batıya ve o
devrimlerin ardındaki ağalara, paşalara göre inşa edilmesine asla ses
etmiyorlar. Bu kişiler, sosyalizm mücadelesini ağaların, paşaların çıkarları
adına veriyorlar, bir mücadele veriyormuş gibi yapıyorlar. Sosyalizm, onlar
için olmazdır, olmayacak olandır. Sadece orman yangınını söndürmek için bir
süre yangın çıkartılmak zorundadır. O ağalar-paşalar, bunu iyi bilmektedirler.
Devletin ve sermayenin Kürt ve Müslüman denilen düşmanlarına karşı tarif
edilmiş bir sosyalizm, köledir.
* * *
Fenerbahçe
şike davası ve Redhack gibi, Fethullah parmağı bulunan dosyaları Gökdemir’e kim
verdi, asıl soru budur. Dış devletin solcusu olarak, Hangi sol örgütten
geldiğini “rahatlıkla” söyleyebilen Ruşen Çakır, 35 senedir neden İslam’la ve
siyasi mücadelesiyle uğraşmaktadır, bu görevi ona kim vermiştir?
Dış
devletin solcuları ile iç devletin solcuları arasındaki ağız dalaşının
komünistler açısından hiçbir değeri ve anlamı yoktur.
Kürt
ve Müslüman meselesi, devletin kurucu bileşenleridir. Kadrolar, sol örgütler,
hareketler, içerikleri, teoriler buna göre biçimlendirilmelidir. Bu ülkede
birileri Kürt’e ve Müslüman’a göre, onlar hilafına, onlarla ilgili olarak
harekete geçebilir, örgütleme faaliyeti yürütebilir. Lenin’in sözünü ettiği,
yeni yeni “baş gösteren proleter hareket”e bağlı olmak, bu örgütler ve
hareketler için imkânsızdır. Bağ, baştan kopmuştur.
Gökdemir’in
devleti, birinci mecliste İslam ve komünizm tartışmaları yürüten Şeyh Servet
gibi isimlerin sesini kesmiştir. O günleri ve isimleri araştıranların dediğine
göre, bugün Şeyh Servet ve arkadaşlarının meclis kürsüsünden yaptığı
konuşmaların tutanaklarını arşivlerde bulmak mümkün değildir, çünkü hepsi imha
edilmiştir. Ancak Gökdemir’in vekillerinden onlara dair işitilen sözler
üzerinden belirli yorumlar yapılabilmektedir. Örneğin bir vekil, “bir adam
çıkmış, burada mirasın haram olduğundan, mülkiyetin ortak olması gerektiğinden
söz ediyor” diye Şeyh Servet’e küfürler savurmaktadır. Servet’in sözlerinin
yazılı olduğu tutanaklarsa yakılmıştır. Yakanlar, Orhan Gökdemir’in
efendileridir!
Dolayısıyla
Ruşen Çakır’ın “önümüzdeki dönemde Türkiye’de dinin, dindarlığın siyaseti
belirleyici bir öğe olmayı sürdüreceğini sanmıyorum”[4] demesinin bir anlamı
yoktur. O belirleyicilik dün de yoktu, bugün de yok, yarın da olmayacaktır.
Çakır’dan Kürt meselesi ile ilgili fikir alan devlet, neyi neden yaptığının
farkındadır. Solun fark etmek istemediği, bilince çıkartmak, görmek istemediği
gerçekse şudur: Ruşen Çakır, Merdan Yanardağ, Orhan Gökdemir, İsmail Saymaz
gibi isimlerden umulan medet, beyhudedir, nafiledir.
Çakır,
sayfasında Olivier Roy röportajına yer veriyor. Roy, orada “İslam, nasıl
yeryüzünün lanetlilerinin yeni ideolojisi hâline geldi?” sorusunu soruyor.
Bilinmelidir ki Çakır gibi isimler, yeryüzünün lanetlilerine düşmandırlar.
Onları liberal sularda boğmakla memurdurlar.
* * *
Ayet
ve Slogan isimli kitap, Ruşen Çakır’a ait. Bu kitap hâlen daha önemli
görülüyorsa, Çakır hâlâ dinden, İslam’dan bahsedebiliyorsa, bu ülkede siyasi
anlamda din ve İslam zaten yoktur demektir.
Mahir
Kaynak’ı deşifre eden bir hareket vardı geçmişte, ama bugün Küçük ve Gökdemir
gibileri ifşa edecek bir hareket yoktur. Onlar, bu hareket olmasın, ortaya
çıkmasın diye vardır.
Emekle,
sömürüyle, zulümle ilgilenecek bir dinin olmasını istememelerinin sebebi de bu
istememeyle bağlantılıdır. Onlar, “din gitsin sosyalizm gelsin” demiyorlar, her
ikisine de düşmandırlar. Burjuvazinin ve devletin izin verdikleri yerlerde isim
yapmak, mide doldurmak derdindedirler.
Bugün
AKP de din ve İslam’ın gerçekten uzaklaşmasına, laik hücreye kapatılmasına
razıdır. “Sol, AKP hapishanesinden memnundur, devlete müteşekkirdir.”[5] AKP
ile Gökdemir, yan yanadır. Hocası Yalçın Küçük, bugün Yiğit Bulut ve Mehmet
Ağar’la akşam yemeklerinde buluşmaktadır. Bunların istediği, sosyalizm
değildir, olamaz.
Gökdemir
gibilerin “tefsiri” ile bugün devletin inşa ettiği tarikatların tefsiri birdir.
İkisi de Kur’an’ı hadis yorumlarına indirger, ikisi de Müslümanı hayattan,
emekten, mücadeleden kopartır. İslam’ı Peygamber’in bireyselliği ve kimliğine
boğabileceklerini düşünür. O’nun tarih boyunca ezilenlere bayrak olması hâline
ve ihtimaline düşmandır. Yoksulun kıyam etme ihtimali karşısında tir tir
titrer. Bu korku, bu ihtimal bile, onlara yeter. Ama ayet gene slogan olmayı,
slogan gene ayet gibi kitleleri kuşatıp hakikate işaret etmeyi illaki bilir.
Eren Balkır
2
Mart 2019
Dipnotlar:
[1] “TKP: Baykal Partisinin Adını Değiştirmelidir”, 11 Şubat 2009, Sol.
[2]
Orhan Gökdemir, "Kurtuluş Teolojisi", 2 Mart 2019, Sol.
[3]
V. I. Lenin, “Events in the Balkans and in Persia”, 29 Ekim 1908, MIA.
[4]
Ruşen Çakır, 10 Ocak 2019, Medyascope.
[5]
Eren Balkır, “AKP Hapishanesi”, 1 Kasım 2015, İştirakî.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder