Alfonso Cuarón’un filmi Roma’da asıl yaralayıcı
olan, hizmetçi kızın telefon ahizesini konuştuktan sonra silip hanımına
uzatmasıydı. Doğum sahnesi jilet yarası gibiydi, ama o eteğe silinen ahizenin
yarası başkaydı.
Netflix dünyası ise yaralara sargı sarmakla, “özel aile”
olmakla ilgileniyor. Dayanışma, sınıf mücadelesinin yerini alıyor. Hepimize,
sınıfsız ve sınırsız olmanın kendileri gibi olmaya bağlı olduğunu öğretiyorlar.
Bu tür platformlar, “eski kapitalizm”i eleştiriyormuş gibi yapıp, herkesi
kendisiyle kardeş olmaya çağırıyorlar. Netflix, yeni dönemin ideolojik aygıtı
olarak iş görüyor. Kapitalizm de cinsiyetçiliği eleştirebiliyor, kadın
dayanışmasını salık verebiliyor, azınlık dernekleri kurabiliyor, mesele,
ardındaki sömürü ve zulüm ilişkilerini sorgulamakta.
Netflix âlemi, geçiş sürecinin ideolojisi üzerine
kurulu, bu ideolojiyse sınırsız-sınıfsız bir dünya resmediyor. Duvara tırmanan
robotun görüntülerini sosyal âlemde seyre dalmak, eğlenceli geliyor. Sanıyoruz
ki efendiler, bizim için oyuncaklar imal ediyorlar.
Sanıyoruz ki, hizmetçilerimiz var ve onların başını
okşadığımızda sorunlar hallolacak. Buna gerek de kalmayacak, ağır sanayinin,
eski kapitalizmin arkaik yanını endüstri 4.0 temizleyecek, hepimize robot
hizmetçiler verecek. Sorunlar, bu şekilde çözülecek. Oturuşumuzu, duygularımızı
bile, şimdiden bu ana göre ayarlıyoruz.
Netflix ideolojisini çikolata ile karıştırıyoruz.
Yaraların üzerinin örtülmesinden memnunuz. Başka bir birlik-bütünlük türküsünü
mırıldanıyoruz. Dil, yutak, gırtlak, hepsi birden, hazır buna. Vura vura, eze
eze ilerliyoruz.
Yalan… dayak yiyen kadına, bacağı kopan köpeğe,
eteğine dokunulan kız çocuğuna, inşaattan düşen işçiye acımamız tümden yalan.
Sadece bize “bak” dedikleri yere çeviriyoruz gözlerimizi. Vicdan, alt akla
değil, üst çıkara kul. Acımakla öteliyoruz gerçeği, ona zerre örgütlenmiyoruz.
Roma gibi
filmlerde ve hayatta bir kardeşlik nağmesi tutturuluyor. Egemenler, dönüşüm
süreçlerini bu şekilde yönetiyorlar. Bireye kaçanla, sürüye kaçan, aynı.
Dayanışma türküleriyle yürüyoruz kervana…
Seçime kadar çok kitle deneyi, çok provokasyon, çok
germe pratiği göreceğiz demek ki. Yürüyüş için bu gerekli. Hep bize “cambaza
bak” diyenler çıkacak. Bu tür videolar, viral viral dolanacak mağaramızda.
Ardına hiç bakmayacağız. Gerek bile duymayacağız. Bu gerilimin ekmeğimize yağ
süreceğini düşünüp rahatlayacağız. Ama birileri ovuşturacak ellerini perde
gerisinde.
Roma filmini Zengin
Mutfağı ile birlikte izlemek lazım. Sırf kesik atsın diye. Hizmetçiyi işe
yarar bir uzantı/araç olarak sevmek değil, onun sınıf olarak kıyamına meftun
olmak gerek.
Endüstri 4.0, bize duvara tırmanan robotlar, dronlar
veriyor, ama arkasındaki askerîliği görmemize mani oluyor. Zengin Mutfağı
bunu gösteriyor, Roma ise ona kör. İlkinde kurulan komando kamplarına
öfke, ikincisinde alaya alma, ama doğallaştırma var. Yerlileri yurtlarından
kovanlar, evlerinde o yerlileri köle gibi çalıştırıyorlar, bir de üstüne, o
beyaz efendinin gözüyle o yerlinin hikâyesini yağmalayıp satıyorlar. Netflix de
böyle.
Askerî ideoloji düzlüyor her şeyi, bu yüzden
seviyoruz. Gözetim, güvenlik, takip ve herkesin potansiyel terörist oluşu. Roma
filmindeki ev sahibesi gibi, “umarım polis gençlere kötü davranmaz” diyoruz en
fazla. Film, sınıfsal ve ırksal mücadeleleri geri plana atarken, beyaza dönük
sevgi ve bağlılığı yüceltiyor.[1] İşte bunu seviyoruz.
Askerî ideoloji var sosyal medyanın, o robotların,
dronların ardında. 11 Eylül sonrası milleti gözetlemek için icat edilen dron, o
eşek arısı gözü, bugün tüm dizilerin tek gözü hâline geldi. Yukarıdan bakınca
her şey güzel görünüyor, İstanbul bile!..
Cüneyt Cebenoyan[2], bir “küçük burjuva olarak”
dayanışmanın sınıf çelişkisini aştığını söylüyor. İşte bu düzlenme hâlini
seviyor. Film, tam da bununla ilgili. Beyaz-yerli, işçi-patron, tüm çelişkiler,
Cebenoyan ve Birgün’de aşılıyor. Mikstek yerlisinin yerine Kürd’ü
koyuyorlar. Kadın olmakta tüm çelişkileri aşıyorlar. Demek ki bu yüzden on
küsur yıldır bu tür kavramları istismar ediyorlar. Sınıf mücadelesini geri
plana atmanın imkânlarından yararlanıyorlar.
Bu aşma hâli pazarlanıyor aslında. Siyaset ve ideoloji
diye bunu anlıyorlar. Yoksula, ezilene acıyı unutturacak sahte şuruplar
dağıtıyorlar. Dönüşüm momentinin efendilerce sorunsuz, pürüzsüz aşılabilmesi
için gerekli her şeyi yapıyorlar. Fikri, duyguyu ilmek ilmek örüyorlar. Eskiden
sevmediklerimizi seviyor, sevdiklerimizi sevmiyoruz.
Roma filmini
HDP ile birlikte de okumak lazım. Yaptıkları ortak. Latin Amerika’nın çilesi
buraya yansıtılıyor. Aynı paramiliter güçler burada da var. Büyükanne gibi
umuyoruz ki gençlere kötü davranmasınlar! Ama davranıyorlar. O gençlere
kavganın, çatışmanın, çatlakların üzerini örtmeyi öğretiyorlar.
Dayanışma, sınıf mücadelesini gölgelediği için bir ÖDP
yok bugün. Özgürlük, kurtuluş mücadelesini örtbas ettiği için bir ÖDP yok ama
HDP var artık, ne mutlu, ne kutlu!
O ki Netflix ideolojisinden ari mi, şüpheli. Dizi
âlemindeki eleştiri dili, siyaseti tayin ediyor artık. Geri planına, neyin
örtbas edildiğine hiç bakmıyoruz. Eskiden Zengin Mutfağı’nda, 15-16
Haziran direnişine katılan, komando olmuş eski sevgilisinin boğazına sarılan
kadını severdik, şimdi patronuyla, çocuklarıyla, köleliğiyle sevgi yumağı
oluşturan kadını seviyoruz. Dayanışma hâlinin ardındaki yalancı eşitliğe
bayılıyoruz. Burjuvayla aynı içki masasında olmayı, patronla aynı sözleşme
masasında olmayı, devletle aynı zulüm masasında olmayı, seviyoruz. Bu yüzden
solcuyuz!
Roma bu
yüzden var, Zengin Mutfağı bu yüzden yok!
Eren Balkır
27 Aralık 2018
Dipnotlar:
[1] Pablo Calvi, “Sevginin Gaminetleri”, 17 Aralık 2018, İştirakî.
[2] Cüneyt Cebenoyan, “Roma: Ve Uçak Gidiyor”, 22
Aralık 2018, Birgün.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder