AKP ve MHP kaynaklı Gezi’ye atıfta bulunan sözlerden
hükümetin Gezi’den çok korktuğunu çıkartan tespitlerin hepsi boş. Asıl ikinci
Gezi’den, bu tespitleri yapanlar korkuyorlar. İlkini toprağa, sandığa, bireysel
hezeyanlara, heyecanlara, zevküsefaya gömen onlar. Bugün hükümet de devlet de
biliyor, ikinci bir Gezi’ye öncülük edecek herhangi bir gücün olmadığını. Bugün
yapılan gözaltıları, Gezi döneminde Dolmabahçe’deki görüşmenin uzantısı, bir
tür mülâkat olarak anlamak lazım belki de. O gün Dolmabahçe’de Erdoğan’ın masasına
oturanların ağzından çıkan “İkinci Gezi” lafları, komediden başka bir şey
değil. İlkinin trajedi olduğu açık.
Trajediyi, bugün artık kimsenin anımsamadığı Ethem’in
n’aşının bulunduğu morgun kapısında aramak gerek. O kapıda birkaç örgüt,
cenazeye kim sahip çıkacak, kim onun rantını yiyecek kavgası veriyordu. İşte o
gün bitti Gezi. Kimse, sınıf bilinçli bir işçiye, onun şehid oluşuna
örgütlenmedi. Çünkü onlarda “şehid yok, insan var”dı.[1] O “İnsan” sınıfsız ve
sınırsız bir kurgudan ibaretti. Kurgu ise batıya ve burjuvaziye aitti.
İşçiye ve o şehidliğe örgütlenmeyenlerin, bugün
Flormar gibi direniş ocaklarına örgütlenmesi beklenemez. Israrla,
“siyasallaşmadan, devrimcileşmeden, önderleşmeden” söz ederler.[2] Bugün esasen
işçiyi, işçiliği aşağılık gördüğü için solcu olanlar konuşuyor Gezi’yi. Bir
tweet’iyle Gezi’yi başlatanlar, asıl dertlerinin Tayyip’i devirmek olmadığını
söylediler geçmişte.[3] Asıl dertleri, Beyoğlu’ndaki rant paylaşımıydı,
solcuların mekânsız kalışıydı.[4] Devlet solla “pazarlık” yaptı, Beyoğlu
karşılığında Kadıköy’ü aldı. Orada her şey mubahtı. Asıl dert, sokak
çocuklarının kaldığı binaya Gezi günlerinde el koyup o sokak çocuklarını tekme
tokat dövüp sokağa atmaktı. Sol buydu, budur! İşçi sınıfına öncülük yapacağını
söyleyen odur, vay ki sınıfın hâline!
O sınıfı ultra-solcumuz hiç beğenmiyor, işçi hareketi
ile sosyalist hareketi işine geldiği gibi, kendisine göre ayırıyor ve işçi
hareketini “örgütsüz ve eylemsiz” diyerek aşağılıyor.[5] Kendisi var ya,
sosyalist hareketin örgütsüz ve eylemsiz olduğu gerçeğini hiç görmüyor. İşçi
sınıfını buradan aşağılama, kendisini yüceltme imkânı buluyor. Sürekli
kendisini görmekten gözleri kör oluyor.
Biri adres sorduğunda doğru olan, kendi bildiğinize
değil, adres soranın bildiği veya bilmesi muhtemel şeylere göre etmektir
tarifi. Sol hareketin sınıf ve halkla ilişkisinde bu tarif, tersten işliyor.
Her birey, her grup kendi politikleştiği, solcu olduğu, solculuğun rantını
yediği momente kazık çakıyor ve herkesi o kazık etrafında döndürmeye, oraya
uygun hâle sokmaya çalışıyor. Sınıfın nasılı, nesi, kimi ve nereyesi hiçbir
önem arz etmiyor. Soldaki tepeden inmeci yaklaşımın CHP fikriyatı ve devletin
toplum inşa pratiği ile gerilimli ama simbiyotik bir ilişkiye sahip olmasının
sebebini burada aramak gerekiyor. Sol, CHP ve devlet, kitleyi ve sınıfı uygun
kıvama getirene dek beklemeye mecbur.
Yazarın derdi de kendi bireysel, liberal politikleşme
momentini işçilere dayatmaktan ibaret. Kendi bireyliğine göre hareket eden
yazar, ne idüğü belirsiz, her yaraya merhem yapılıp sulandırılmış bir “faşizm”
tespiti üzerinden hareket ediyor ve işçi sınıfını bu tespite kul olmadığı için
eleştiriyor.
“İşçi direnişleri içinde yürüyen sınıf savaşımı”na
örgütlenmeyi aklı ve yüreği kesmeyen yazar, direnişin dışındaki “antifaşist
mücadele”yi öne alıyor. Bu mücadeleyi kendi bireyliğinde sürdürmeye
ahdettiğinden, sınıfın disiplininden tiksindiğinden, kendince bir faşizm
tahlili yapıp altını tüm küçük burjuva reflekslerle dolduruyor. Antifaşist
mücadelenin de gereğini yerine getiremiyor. Çünkü küçük burjuva, faşizm
konusunda ancak pazarlık yapabiliyor. Devyol ve TKP’nin en pespaye yanlarını
bir araya getirmek, hiçbir meseleyi çözmüyor. İkisindeki birlik algısı ve
bilgisini sürekli, pratik olarak, eleştirmek gerekiyor.
Lenin, işçilerin birliği konusunda şunu söylüyor:
“Birlik
‘vaat edilemez’ -bu tür bir vaat, sadece nafile bir böbürlenme, kendi kendini
aldatmadan ibarettir; birlik, entelektüel gruplararası ‘anlaşmalar’dan neşet
etmez. Böyle olduğunu zannetmek, son derece hazin, çocuksu ve cahilâne bir
hayâldir. Birlik kazanılmalıdır, bu kazanım sadece işçiler, sınıf bilinçli
işçiler tarafından -inatçı ve ısrarlı bir gayret aracılığıyla- temin
edilebilir.”[6]
Devamında da Lenin, “sınıf içerisinde süren sınıf
savaşımı”na işaret ediyor. Dışarıya, daha doğrusu kendisine işaret ederek
içeridekini örtmeye çalışmıyor. Birlik için bölmek şart ve bu, işçiler eliyle,
bilfiil gerçekleşiyor. Bu anlamda ismini andığımız yazarın korktuğu, içteki
savaşıma örgütlenmek, kendi küçük burjuva heyecanlarının prim yapmamasıdır. Bu
“hazin, çocuksu ve cahilâne” siyasetin bir yere çıkması mümkün değildir.
Hatta yazar, yazının devamında, faşizmle kendisi
arasında bir saflaşmanın yaşandığından bahsetmekte, mevcut işçi direnişlerinin
hangi tarafı güçlendireceğini sorabilmektedir. Kendisinden olmayan, düşmandan
yanadır zira. Bu, tabanı bir süre oyalayacak, sabun köpüğü bir yalandır. Sol,
bireylere kendilerini görmeyi öğütlemekten, öğretmekten, sonra o kendi’ye
örgütlenmekten başka bir iş yapmamaktadır.
Yazarın şirazesinin iyice kaydığı açıktır. Şiraze,
ciltçilikte kullanılan, yaprakları bir arada ve düzgün tutan bez şeridin
adıdır. Yazar gibiler, işte o beze küfrettikleri için liberaldirler, küçük
burjuvadırlar. Sınıfın ve sosyalizmin tarihsel hareketini gündelik çıkarlara
feda etmişlerdir. Asıl sorun buradadır.
Bu tür ultra-solcular, “işçi sınıfı dışında süren
antifaşist mücadele”den söz ederler, işçileri dışarıyı görmemekle eleştirirler
ama ne hikmetse, egemen oldukları sendikalara Yüksel gibi direniş ocaklarına
kapıları kapatma emri verirler. Hem bu tür direnişleri, kendi gündelik
çıkarlarının ötesini görmemekle eleştirirler hem de o ocakların ateşinden
kaçarlar. Demek ki burada niyet başkadır.
Marx, bir yazısında küçük burjuvazinin kendisini
“proleter” olarak tanımlamasından söz eder ve şunları söyler:
“Tıpkı
demokratların ‘halk’ sözcüğünü suiistimal etmeleri gibi, ‘proletarya’ sözcüğü
de sırf bir laf olarak kullanılmıştır. Bu lafı etkili kılmak içinse tüm küçük
burjuvaları proleter olarak tanımlamak ve bunun sonucunda da pratikte
proletaryayı değil, küçük burjuvaziyi temsil etmek gerekmektedir.”[7]
Bizim küçük burjuva yazarımız da sosyalistlere şu
şekilde akıl vermektedir:
“Sosyalistler
yükselişe geçen işçi direnişlerine politik sınıf bilinci taşımak istiyorlarsa
yapmaları gereken şey, sınıf savaşımındaki güncel saflaşmayı görmezden gelmek
ve ‘sadece’ emek sömürüsünü ve iktidarın kapitalist yönünü teşhir etmek değil,
“aynı zamanda” onlara bu burjuva-faşist rejim yıkılmadan kendi sorunlarına
çözüm bulamayacaklarını, bu mücadelede önderliği ele almaları gerektiğini
ajitasyon ve propaganda yollarıyla anlatmak ve onları birleşik mücadeleye
katmaktır.”[8]
Yazara göre, sınıf “ahmaktır, cahildir, örgütsüzdür,
eylemsizdir, ne yana gideceği meçhuldür”. Her tür sorunun çözümü sosyalizm
ötesine atanlar gibi, bir tür faşizm, daha doğrusu AKP karşıtlığı siyaseti
üzerinden sınıftan kaçmanın teorisini yeniden inşa etmektedir.
Bu tür yönelimler, herkesi şirazeden çıkartıp
“dağılma, kriz” edebiyatı yapanlara aittirler. Bu kesimler, şirazeden çıkmayı
özgürlük sanmakta, tarihle, toplumla ilişkileri kopartmayı “devrimci”
saymaktadırlar. “Dağılma, kriz” edebiyatını doğalında, “çözüm bende, gelin bana
bağlanın” sözü takip eder. Bu, herkesi kendine mecbur etme siyaseti, küçük
burjuva siyasetidir.
Başını ve sonunu bilmediği bir işi başkalarıyla
birlikte yapan işçilerin o siyaseti benimsemesi asla mümkün değildir. O
siyaset, ancak işçi olmaktan tiksinen, nefret eden, kaçan, küçük burjuvalaşmak
isteyen bireyleri örgütleyecektir ki bu örgütleme pratiğinin komünist
mücadeleye bir hayrı olmayacaktır.
Eren Balkır
13 Aralık 2018
Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Zaten”, 1 Ekim 2014, İştirakî.
[2] Neva Balkan, “Mayalanan İşçi Hareketi Hangi Yoldan
Devrimcileşebilir?”, 12 Aralık 2018, Etha.
[3] “Mesele Artık AKP’yi Devirmek Değil”, 28 Haziran
2013, Everywhere Taksim.
[4] Eren Balkır, “Mesuliyet”, Eylül 2016, 26 Eylül
2016, İştirakî.
[5] Neva Balkan, a.g.m.
[6] V. İ. Lenin, “Birlik”, 30 Mayıs 1914, İştirakî.
[7] Karl Marx, “Komünist Birlik Merkezî Otorite
Toplantısı”, 15 Eylül 1850, İştirakî.
[8] Neva Balkan, a.g.m.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder