Asıl
komedi şurada: 79, 89, 99 ve 2009 momentlerinde CHP bitme noktasına geliyor,
tam ruhunu teslim ederken sosyalist hareket imdadına yetişiyor ve onu yerden
kaldırıyor, ardından da kadrolarını CHP tabanındaki sola, sosyalizme açık
kişileri toplamaya gönderiyor. Bunun çukur açıp o çukuru doldurtan Keynesçiliğe
mahsus bir pratik olduğunu görmek, söz konusu oyalamaya ve kandırmacaya son
vermek gerek. Aynı kişiler, Leninist örgütü becerememişler, ama bugün “artık
yeni dönemdeyiz, Leninist örgütlenmeyi aşmak lazım” diyorlar. 2019 momentine
giderken, sol yeniden yuvasına dönüyor, bugün bunu gerekçelendirmek için türlü
taklalar atıyor, buna da “siyaset” ve “teori” diyor.
CHP
tabanına kilitlenmiş bir siyasi faaliyet, tarihi de başka türlü okuyor.
Kendisine farklı gerekçeler bulmaya çalışıyor. Kemalizmden istediğini alıyor,
“ama sınıf, sosyalizm işte!” diyor, sonra gerisin geri burjuva siyaset
kulvarlarında kaybolmayı içine sindiriyor. Burjuvaziye ve devlete “bakın
sosyalist olurum ha” diye “tehditler” savurup güç ve çıkar devşirme hesabı
yapan küçük burjuva, Kemalist tedrisatından, onun sunduğu güç ve çıkardan asla
vazgeçmiyor.
Örgüt
şeflerinin sermayeyle ve devletle organik ilişkileri mevcut. Tabandaki
militanlara ise başka hikâyeler anlatılıyor. CHP üst yönetimine kilitlenmiş
siyaset, kadrolarına tabanla kuyrukçuluk ilişkisi kurmayı öğretiyor.
Dolayısıyla CHP’ye teslim ettiği kitleyi de sürükleyecek bir öncü siyaset asla
gündeme gelemiyor. Sosyalist hareket CHP’ye mecbur, meftun, mahkûm. AKP ise
bahaneden ibaret.
Herkes,
CHP anaforunun yarattığı bu gerilimde var olabiliyor. HDP’yi bile bu gerilime
mahkûm ediyorlar. Onu da ister istemez CHP'ye benzetiyorlar. CHP, varlığı
gereği, bu tür tamponlardan, rahatlama alanlarından, merkezkaç kuvvetini
kontrol altında tutan sözde-güçlerden gayet memnun. Devlet partisi o... Bir
zamanlar CHP'ye “sizi parçalayacağız” diyenler, bugün Kılıçdaroğlu’nun önünde
ceket ilikleyip parti binasındaki bozuk asansör için yardım isteyecek duruma
geliyorlar mesela. Onu tamir ettirmekten bile acizler. Asansör tamiri için
Kılıçdaroğlu’dan yardım isteyen S. S. Önder, tüm birikimini CHP'nin eşiğine
teslim ediyor. Bize de o yalana inanıp oyalanmak düşüyor.
* * *
Sosyalist
hareket, halen daha 1920-1960 arası dönemin eksiklerinin, günahlarının,
yanlışlarının cezasını çekiyor. Bir yanı CHP’ye, bir yanı DP’ye bağlı, oysa
ikisi iç içe. Burjuva iktidarı karşıya atabilene rastlanmıyor.
Bir
tarihsel momentte proleter devrim olmuşsa, burjuva devrimleri hükmünü
yitiriyor. O çentik atılmışsa, oradan ilerlemek gerekiyor. Gerisin geri burjuva
devrimlerinin ufkuyla gerçeğe bakılamıyor. Dolayısıyla, bugün “gericilik”
edebiyatına sarılanların burjuva devrimleriyle kurdukları ilişkileri ve
proleter devrimlere yönelik inançsızlıklarını sorgulamaları gerekiyor.
Batıda
da görüldüğü üzere sosyalistler, proleter devrimlerin geri olduğunu kanıtlama
yarışında helâk oluyorlar. O geriliği kanıtlamak için uğraşanların devlete ve
sermayeye uşaklık ettikleri görülmüyor.
* * *
Bu
ortamda Veli Saçılık, akademinin tozunu yutmuş bir arkadaşıyla, düne kadar
salladıkları Barzani bayrağını eleştirmek için bir yazı kaleme alıyor.[1] Osman
Özarslan, Birikim dergisinin[2] sitesine yazdığı yazıda, “CHP
memleketteki en büyük kara deliktir, demokrat cumhuriyetçi insanların bütün
enerjisini emer” derken, yoldaşı Veli[3] ise o atletin yanına koşuyor. Solun
önemli bir kısmını tıpkı Sharo gibi “ittihatçılık”la suçlayan Veli[4], yeni
yazıda “Türkiye devrimci hareketini ‘neticede İttihat Terakki damarına dayanan’
gibi toptancı bir üslupla aşağılamak için epey bir kin biriktirmek gerekir”
diyor. Özünde pazardaki tezgâhları koruma, köşe kapma veya alan tutma yarışı, her
yerde ne olursa olsun olma arzusu, devrimcilik açısından bir sonuç üretmiyor.
Neticede kolektif mücadeleye örgütlenmek gerekiyor.
Aynı
minvalde, ETHA’da çıkan Kemal Okuyan eleştirisi[5] de meselenin özüne
dokunmuyor, kenardan dolaşıyor aslında. İki taraf, birbirini asla ısırmıyor!
Bir Taraf, diğerini ancak psikoloji üzerinden, bireysel zaaf düzleminde
eleştirebiliyor. Yapısal meseleler perdeleniyor. Mesele, kişiyle başlayıp
kişiyle biten bir şeymiş gibi takdim ediliyor. Mao’nun dediği gibi nedenle
sonucu, revizyonistler birbirine karıştırıyor.
* * *
Esasen
babanın dükkânını savunmayı düşünen büyük oğulla, dışa açılıp dükkânı büyütmeyi
düşünen girişimci küçük oğul arasında bir tartışma yaşanıyor. Kemal Okuyan da
ETHA da aynı devlete, aynı kemalizme, aynı burjuva siyasetine ve aynı ilerleme
kurgusuna bağlı sonuçta. Sadece yöntemlerde anlaşamıyorlar. Her ikisi de CHP'ye
“verdikleri”ni düşündükleri meçhul kitleye sesleniyorlar, bu tartışma,
tartışmada sarfedilen sözler, bununla ilgili.
Oysa
Erol Mütercimler’in ağzından çıktığı biçimiyle, devlet LGBT, kadın hakları vs.
üzerinden de toplumu kontrol altına alabiliyor. Mütercimler, bir konuşmasında,
“Avustralya devletinin ortaokullara prezervatif makinesi koyduğundan, böylece
cinselliği kontrol altına aldığından söz ediyor" ve “bunu Türkiye’de
uygulasak, kıyamet kopar!” diyor. Sonuçta bu devlet, Avrupa Birliği ile
ilişkileri üzerinden, kendisini belirli fonlar ve STK’lar dolayımıyla yeniden
örgütlüyor. Buralara bağlanmış “sosyalist” örgütlere pek kanmamak lazım.
Stalin’in
bahsini ettiği[6] “gönül eğlencesi, çocuk oyuncağı” siyaseti, kendinden menkul,
soyut, metafizik bir Kadın’ı Erkek’e karşı silâhlanmaya çağırabiliyor ancak. O
erkeklerin proleter, devrimci vs. olmasının bir hükmü bulunmuyor. Sınıfsal
ayrımlar anlamsızlaşıyor. Kendi liberalliklerine “proleter” dediklerinde
arındıklarını sanıyorlar. Yanılıyorlar, yanıltıyorlar.
Üstelik
daha düne kadar “Kaypakkaya Marksist değil” diyenler, bugün onun gölgesine
sığınıyorlar, tuhaf!
Kolonyalizm
eleştirisi, temelde HDP içerisine yönelik olarak da yapılmayı bekliyor. Belirli
bir ilerleme anlayışı üzerinden Haziran’cılar, Mahir’in; Kürd’ün ilerlemesine
bakanlar Kaypakkaya’nın adını kullanıyorlar. Döne dolaşa, devletin ve
sermayenin dükkânı korumasına veya büyütmesine örgütlenmek üzerinden, sosyalist
hareket bölünüyor. Sürecin özeti budur.
Demek
ki tevhidi/birliği, devlete ve sermayeye karşı mazlum, yoksul, emekçi kitlelere
örgütlenmekte aramak gerekiyor. Yüksek siyaset kulvarlarında burjuvazinin
ilerleme masalına kanmış olanların somut bir adım atması mümkün görünmüyor.
Eren Balkır
13 Kasım 2018
Dipnotlar:
[1] Veli Saçılık ve Osman Özarslan, “Sharo Garip’e Cevap”, 13 Kasım 2018, Duvar.
[2]
Osman Özarslan, “Böyle Bir Şey Olabilir mi?”, 4 Eylül 2017, Birikim.
[3]
Eren Balkır, “Celebin Sopası”, 16 Haziran 2017, İştirakî.
[4]
Eren Balkır, “Dünyayı Sevenler Veli Değil”, 6 Ekim 2018, İştirakî.
[5]
Arif Çelebi, “Türk Solunun Aşağılık Kompleksi: Kemalizm”, 12 Kasım 2018, Etha.
[6]
J. Stalin, “Tebrik Mesajı”, 17 Haziran 1921, İştirakî.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder