Bir devrimci örgütün liderinin vefatı sonrası
Almanya’da düzenlenen etkinliğe beş yüz, memleketteki cenazeye yirmi kişi
katılıyorsa, burada sorgulanması gereken bir durum var demektir.
Bir örgüt şefi, “doksanlı yılları Zapatistaların
bildirilerini Türkçeye çevirip dağıtmakla geçirdik” özeleştirisini veriyorsa,
devamında yapılanlar da tartışmaya açılmalıdır.
Doksanlarda öğrenci hareketi içinde yer alıp
2000’lerin başında Batı’da çıkmış bir kitabın (İmparatorluk) peşine
takılanların akıbeti de incelenmelidir.
Solun, teorinin, Marksizmin dışsallığına yönelik sağcı
eleştirilere tabii ki teslim olmamak gerekir, ama bu dışsallığı bir rütbe gibi
omuzlarda taşımak da yanlıştır. Dışsallık-haricîlik, eylemsizliğin, körlüğün,
yabancılığın, küçük burjuva hezeyanların bahanesine dönüşmüştür. Sorumsuzluk,
çözüm yolu değildir. Buranın yükü bugünde omuzlanmalıdır. Bu ülkede AB’nin ve
ABD’nin ilerleyişi, kazandığı mevziler sosyalizme çıkmaz. Bu vehme kapılanlar,
haindir. Ülkenin ve bölgenin kendinden menkul bir Batı dolayımı ile okunması,
sorunludur.
* * *
Sonuçta bir şey, kaybedildiği yerde aranmalıdır. Sol,
teori ve Marksizm, o arayışa dâhil değilse, bir anlamı yoktur. Devrim,
ezilenlerin iktidarı ve sosyalizm ile ilgili imkânlar, burada ve bugün
aranmalıdırlar.
Solculuk, teori ve Marksizm, İsveç’te ve/veya yüz yıl
sonrada yaşamakla ilgili olamaz. İmkânlar, somutta aranıyor olmalıdır. Ağlayıp
sızlanmak, baştakilere veryansın etmek, hümanist sancılar çekmek, bireyin
kurtuluşuna toplumsal kılıflar bulmak, nafiledir. İsveç’e veya yüzyıl sonraya
gideceğim diye bugündeki imkânlar heba edilemez. Siyaset, Batı’yla pazarlık
veya iltica başvurusu yolu olamaz.
* * *
Bir ara TKP başkanı olan kişi (Aydemir Güler), “Kemalizmden
ancak AB’ye girdiğimizde kurtulabiliriz” demiştir. Demek ki birilerinin
aşkınlığı, başkalarının düşkünlüğüdür. Birileri bugünde ileriyi; birileri de
ilerideki bugünü yaşamaktadır. Tartışma, bununla ilgilidir. Ama her ikisi de
aynı sınıfa, aynı sınıfın ilerleyişine kuldur.
Sosyalist hareket, işçi sınıfına iktidarı, geleceği,
siyaseti ve teoriyi layık görmeyenlerin tahakkümü altındadır.
O burjuvazi, bugün işçilere çip takma derdindedir.
İşte bazı komünistlerin ilerici gördüğü sınıf budur, bu kadardır. Siyaset
alanını sınıftan azade görmek, liberallerin ve sosyal demokratların marazıdır.
İlki başta; ikincisi sonda sınıf olmasın diye böyle bakmaktadır. Sınıfsızlığın
kavgasını verenlere bu bakış ve görü, tam da bu sebeple çekici gelmektedir.
Demek ki dert, sınıfsızlığı-sınırsızlığı kendi bireyliğinde yaşamak değildir.
Liberaller ve sosyal demokratlar, kafada formatlanmış
bir “AKP faşizmi”ne karşı asla örgütlenemezler. Bu yaklaşım, onların o
“faşizm”le kesiştiği yerleri asla dikkate almayacaktır. Liberaller AKP’nin
sınır’sızlığından; sosyal demokratlar sınıf’sızlığından memnundurlar. Tek dert,
sınırlayıcı ve sınıfsallaştırıcı yönleridir ki onları törpülemek gayet
kolaydır.
Sonuçta Kemal Derviş yıllar sonra sahneye çıkmış, “Bu
ülkenin çıkış yolu koalisyondur” demiş, ertesi gün Deniz Baykal’ın refakatinde,
AKP-MHP koalisyonu kurulmuştur. Arayış, başka bir yerde gerçekleştirilmelidir.
* * *
Burjuva siyaset dünyası, ekonomik, politik ve
sosyolojik gelişmeler karşısında belirli çarelere başvurmaktadır. Anlaşılan o
ki AKP, en ideal çözüm yolu, en uygun reçetedir. O dünya ile mücadele
etmeyenler, AKP’ye odaklanmakta, burjuvazinin ilerleyişine teslim olmakta,
imkânları görmeyecek bir yere kaçmaktadırlar.
İktidar açısından AKP, hem savunma hem saldırı
aracıdır. Saldırı yönüne bakıp savunma yanına örgütlenmemek gerekir. Savunma
amaçlı siperlere neden doldurulduğumuzu anbean sorgulamak şarttır. İslam’a
saldıranların esasen neye saldırdığını anlamak gerekir.
* * *
“İhtiyaçlar her şeyin anasıdır.” O hâlde asıl mesele,
devrimin ve sosyalizmin ihtiyaç olarak görülmemesi, bu ihtiyaç uyarınca hareket
edilmemesidir. Bugün koskoca sosyalist hareket, basit bir burjuva partisi olmak
için yanıp tutuştuğunu ortaya koymuştur. 12 Eylül günlerinde ABD büyükelçisine
bir tuğgeneralin söylediği de bundan başka bir şey değildir.
Burada ve bugünde imkân aramak, iştirakçiliktir.
İtilafçılara işmar etmek, ittihatçılara selam durmak, orada imkânsızlaşır. O
ismi mülk edinmek, fiili ipotek altına almak anlamına gelmez. İştirakçilik
herkese aittir; dert, herkesin ona ait olması, ona göre amel etmesidir. Kendi
varlığına herkesi mecbur etmeye dönük her çaba, mânâsızdır. Burada basit bir
etiket oluşturma çabası söz konusu değildir: “İslam-sol” gibi bir eklektik
kurgu, başkalarına aittir.
Mesele, devlete yanaşmış Müslümanı ve sermayeye
yanaşmış solcuyu sınıfsal-politik tasnife tabi tutacak bir pratik içine
girmektir. Burjuvazinin mevzilerinden Müslüman’a küfredenle, devletin
siperlerinden sola saldıranla devrim yolu aranmaz.
* * *
İtilafçılarla ittihatçılar arasındaki kayıkçı
dövüşünde kayığı yakmak şarttır. Her iki tarafın ardındaki kitlenin bağrında
işleyen sınıflar mücadelesini körüklemek gerekir. O körük yoksa kavga da basit
bir rutine döner.
Bugün CHP’cilik, “CHP’den daha CHP’yim”cilik, “CHP de
neymiş”çilik, “CHP kalmadı, şu var abime”cilik vs. boştur. Bu esnaf pratiği,
artık geride bırakılmalıdır. Emekçinin, sınıfa gidecek yüzü olmayan CHP’nin
sınıf içindeki CHP’lileri olacaklara ihtiyacı yoktur.
AKP umacısıyla korkutulan millet, CHP’ye bir güzel
örgütlenmiştir. Şimdi, tabana dair taklalar, hesaplar, işveler, nazlar,
işmarlar devridir. İsmail Kılıçarslan gibiler AKP belediyelerinden besleniyor
diye eleştiriliyorsa, CHP belediyelerinden beslenenler de eleştirilmelidir.
Dert, haset ve kıskançlık, yerine geçme isteği olamaz. Genel bir sol tanımı
yapılıp cümle liberali ve sosyal demokratı, sınıf düşmanı demeden, saflara
doldurmak, politik bir tutum olarak görülemez. Çıkış yolu, yüksek siyaset
koridorlarında o liberallerle ve sosyal demokratlarla nefes almada değil,
dışarıda, hayatın kılcal damarlarında, her türlü günahı ve sevabı ile emekçi
halkla yürümededir.
Toplam ilerleme tasavvuru dâhilinde sosyalist hareket,
tüm varlığını, CHP’yi “biraz liberalleştirelim”e veya “sosyal
demokratlaştıralım”a indirgemiştir. Yeni kadrolar, liberale ve sosyal demokrata
yönelik sınıfsal-politik ve devrimci-politik eleştiriden uzak tutulmaktadırlar.
AKP’ye bu sebeple ses edilmemiş, CHP bağırınca “faşist” denilmiş, bu pratik,
tüm devrim imkânlarını yerin dibine gömmüştür.
* * *
Özünde sigara, daha güçlü olayım derken
güçsüzleşmektir. Liberal ve sosyal demokrat duman, içi ve dışı çürütmektedir.
AKP’nin alanını daralttığı söylenen bu iki akım, AKP’ye muhtaçtır, onunla
varolmaya yazgılıdır. Liberal ve sosyal demokrat, AKP’yi var kılan devlet ve
sermaye ilişkilerini korumakla yükümlüdür. Onların her eleştirisi, AKP’yi
daraltmaz, aksine, iktidarın halk ve ülke içinde ilmek ilmek örülmesini sağlar.
Güç imkânları, bireyselde, bireysel hezeyanlarda değil, kolektif emekçi
pratikte aranmalıdır. Hep beraber güçlüysek güçlüyüzdür.
Bugün HDP’nin AKP’ye işmar ettiğine dair haberleri
buradan okumak gerekir. Liberalin ve sosyal demokratın parti olmayan parti
projesi olarak HDP, bağrından sosyalist bir yol çıkartamaz. AKP-CHP geriliminde
nefes aldığı sürece o, sosyalist olanı, liberal ve sosyal demokrat önünde diz
çöktürecektir.
Bugün tüm tartışmalar, açıktan ve örtük olarak,
belediye seçimleriyle alakalıdır. Belediye seçimi AB’dir; genel seçimse ABD…
Eren Balkır
13 Kasım 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder