Geçen bölümde, Frantz
Fanon’un hayatı ve yazıları, onun tanınma kavramı merkeze alınarak
incelenmişti. Fanon, yazınsal ustalıkla ve entelektüel maharetle, Hegel’i ırk
odaklılıktan kurtarıp, onun efendi/köle diyalektiğinden yeni-sömürgeciliğe
maruz kalmış zihniyetin tuzaklarını ortaya seren kavramsal araçlar aracılığıyla
yararlanmıştır.
Fanon, sömürgeleştirilmiş toplumların kendileri hakkında oluşturulan küçümseyici yargıları içselleştirme eğiliminde olduklarını, bu nedenle bu yargıların yapısal ilişkilerle beraber doğal bir şey olarak algılanmaya başladığını ileri sürer.
Yerleşimci sömürgecilik, yerli
halkın ülke toprağındaki varlığını tasfiye ederek işler. Yerleşimci
sömürgecilik bu aslî unsur olmadan faaliyette bulunamaz. O, yerlileri
sömürmekle ilgilenmez, onun derdi, kendisinin reddi demek olan yerli halkın
varlığına son verip onları görünmez kılmak, “istenmeyen adam”lar hâline
getirmektir. Bu yüzdendir ki Filistin-İsrail açmazı, belirli, tekil olayların
ışığında değil, yerli Filistinlilerin bir varlık olarak tasfiyesi üzerinden
işleyen bir yapı olarak değerlendirilmelidir. Hâkim sömürgeci yapı tarafından
onun belirlediği koşullarda tanınma arzusu bir tür yanlış-tanınma olarak
görülebilir, zira ezenin tahakkümünü pekiştirir, meşruiyetini açmazın bizatihi
kaynağı olan yerde arar ve sömürgeciyi son çare gibi gösterir: “beyaz adamı benim
insan olduğumu kabul etmek zorunda bırakacağım” demiş olur.
Bu makale dizisinin ikinci bölümünde, Filistin ulusal
hareketinin toplumsal-tarihsel gelişiminin ve onun tanınma arayışının izlerini
süreceğim. Tanınmak için uygulanan muhtelif taktikleri inceleyerek, şu anda
sürmekte olan intifadanın sembolik sermayesinin kaynağını ve mevcut Filistin
liderliğinin başarısızlığının Filistinlilerin tanınmasının önüne esaslı
engeller çıkardığını göstermeyi hedefliyorum.
Sumud
Sumud kelimesi ‘sebat’ olarak çevrilebilir ama başka
anlamları da haizdir. Örneğin birçok mülteci, 1948’de ülkelerinden
kovulmalarını anlatırken, kendi varlıklarını somutlaşmış “direniş” ya da
Sumud’un tecellisi olarak sunarlar. FKÖ’nün söyleminde Sumud’un izini sürmek,
siyasi stratejisinin direnişten İsrail tarafından tanınma çabasına evrilmesinin
bu söylemi, aslına bakılırsa ulusal hareketin tamamının söylemini, nasıl
etkilediğini göstermek bakımından faydalı olacaktır. Böylesi bir çerçeve, bize
Filistinlilerin sömürgecilik karşıtı mücadelede hangi yolları izlediklerinin,
söylemler yoluyla bir Filistin siyasi tarihi oluşturmayı nasıl başardıklarının
ve İsrail’i tanıyıp ondan ve uluslararası toplumdan tanınma beklemeye
başlamasının ardından hareketin nasıl akamete uğradığının bilgisini verecektir.
Sumud: 60’lar ve 70’ler
1959 yılına tarihlenen Filistin hareketinin halk
tabanına dayanan tabiatı, Arap milliyetçiliğinin birbiri ardınca gelen
başarısızlıklarından ve silahlı mücadele merkezli ayrı bir Filistin ulusal
gündeminin ortaya çıkmasından sonra dikkati çekmeye başladı. Ulusal mücadele,
sürgündeki diaspora ve mülteci kamplarında örnek Filistinli olarak gösterilen
Fedailerin yaşamı etrafında formüle edilmiştir. Bir ulusal ve kültürel kahraman
olarak militan-fedai fikri, Fetih tarafından mülteci kamplarından destek devşirmek
üzere kullanılmıştır. Daha önce birleşik ve kolektif bir Filistin mücadelesi
yokken bu yeni durum, bilhassa Gassân Kenefâni’nin romanlarında yansımalarını
bulduğu hâliyle, Filistinli söylem ve kimliğinde bir kopuşu ve dönüşümü imler.
Arafat, bu imgeyi iyi değerlendirir ve onu kendi
söylemine içerir, bunun en bilinen örneği 1974 yılında Birleşmiş Milletler’de
yaptığı konuşmadır. BM genel kurulunda Fedailerin üniforması içinde boy
gösteren Arafat, silahlı direniş hakkına vurgu yapar ve Filistin mücadelesini
emperyalizme, sömürgeciliğe ve ırkçılığa karşı verilen küresel mücadelenin bir
parçası olarak anar. Bu konuşma, davasının daha çok tanınıp daha fazla
meşruiyet kazanmasının önünü açacaktır. Her ne kadar Fetih’in ana bileşeni
olduğu FKÖ, uluslararası toplumca, bilahare Filistin halkının yegâne meşru
temsilcisi olarak kabul edilecekse de sahada herhangi bir sonuç alma noktasında
başarısız olur. Bu durum, FKÖ’nün Ürdün ve Lübnan’dan çıkarılması ile
birleşince işgal topraklarında yaşayanlarda bir tür hayal kırıklığı yaratmış,
halktan kopuk liderliği şaşırtan bir halk eylemliliğinin yükselişini
koşullamıştır.
İntifada: İşgale Karşı Kıyam
İşgal topraklarındaki Filistin direnişi, Birinci
İntifada sırasında İsrail ordusu ile karşı karşıya gelerek ve kitlesel
gösteriler, grevler, vergi ödemenin reddedilmesi gibi doğrudan doğruya
Filistinlilerin sömürgeci kurumlarla bağını kesmek yönündeki çabalara işaret
eden sivil itaatsizlik eylemleri düzenleyerek doruk noktasına ulaşmıştı.
İntifada, Fetih’in eylemlerinden ayrılıyordu, zira halk konseyleri ve Ulusal
Birleşik İntifada Liderliği (Al-Qiyada al-Wataniyya al-Muwahhada lil
Intifada) eli ile yürütülüyor ve üzerinde Fetih ve FKÖ’nün etkisini çok az
taşıyordu. Gerçi ayaklanma, önceleri Fetih’in denetiminde bulunuyordu; 1991’de
Madrid’deki barış görüşmeleri bu bağlamda gerçekleşmişti, esasta ise 1994’teki
Oslo sürecinin ve Filistin Ulusal Meclisi’nin kurulmasının yolu döşeniyordu.
İntifada’nın varlığı koşullarında ve FKÖ’nün etkisi ile Filistin’in manda
idaresinden kurtulup devlet statüsüne kavuşması yönünde bir söylem değişikliği
meydana gelmişti ki bu tanınma çabasının ve diplomasinin yeni siyasi
stratejiler olarak belirlenmesi anlamına geliyordu.
Teslimiyet
Barış sürecinin başlamasında dönüm noktası olan Madrid
görüşmeleri, İntifada’yı sonlandırmak dışında hiçbir işe yaramamıştı. Bu durum,
Filistinlilerin merkezî önemdeki meselelerin ertelenmesini reddetmelerinden ve
İsrail başbakanı İzak Şamir’in görüşmeleri geciktirmesinden kaynaklanıyordu.
Hem sahadaki durumu değiştirmeye hem de işgali pekiştirmeye yarayan bu
geciktirme taktiği, barış süreci dâhilindeki görüşmelerin tümünde tekerrür eden
bir uygulama olacaktı. Madrid süreci, mülteciler sorunu ve toprak kaybı gibi
Filistinli delegelerin ısrarla üzerinde durduğu esas konuları gündemine almadı;
bu, sonun başlangıcıydı ve bundan sonraki bütün barış görüşmelerinde bu tavır
bir teamül hâline gelecekti. Oslo, uluslararası yasal egemenlik modeline dayalı
bir devletin kurulması peşinde koşan bir yapının inşası neticesinde bu
uzlaşamama hâlini sürdüren kurumların oluşmasına hizmet etti yalnızca. Yine de
ilk kez esas meselelerin ertelenmesi ile Siyonist ideolojinin ve onun
pratiklerinin kurumsallaştırıldığını belirten bir söylem ulusal hareket
içerisinde belirmiş oluyordu böylece.
Statükonun Kurumsallaşması
FKÖ, tanınma peşinde koşarak uluslararası toplumun ve
sömürgeci gücün -İsrail’in- dilini de edinmiş oldu, böylece sömürgeci şiddete
karşı koymayarak statükonun da devamını garanti altına almış oluyordu. Oslo
görüşmeleri boyunca FKÖ, fiilen İsrail-Filistin ilişkilerindeki söylemi
karakterize eden Siyonizmin iki pratiğini ve düşüncesini, etnik temizlik ve
işgalin maksimizasyonunu fiilen kabulleniyordu. Oslo anlaşmalarında
İsrail-Filistin ilişkilerinde inkârın en yalın ifadesi olan bir mesele olarak
Filistinlilerin 1948 yılında yaşadıkları sürgünden hiç bahsedilmiyordu.
Mültecilerin adı geçmekle beraber İsrail’e Filistinlilerin zorla yurtlarından
edilmiş oluşlarıyla ilgili olarak yüklenen açık bir sorumluluk söz konusu
değildi. Tehcirin yanısıra işgal edilen alanın genişlemesi meselesi de vardı ki
bu ikincisi Siyonizmin ilk günden beri uyguladığı bir stratejiydi. Bugün benzer
pratikler, Kudüs’te ve Batı Şeria’da görülebilir; Nekbe ve işgal devam
etmektedir.
Aslî Meselelerin Feda Edilmesi
Azmi Bişara’nın 1999’da öngördüğü gibi, eğer Filistin
Ulusal Meclisi (FUM) bir Filistin devletinin kurulduğunu ilân ederse, konu
artık bu devletin tanınması olacak, yerleşimler ve mülteciler hakkında
konuşulacak ama hep bu devletin tanınması meselesi odakta olacak ve siyasi
strateji bunun üzerine bina edilecek. Nitekim Filistinliler, enerjilerini
tanınmanın garantilenmesi ve yarı-devletin yaşaması konularına sarf etmeye
zorlanırken, FUM’un içeriye dönük stratejisi, İsrail devletiyle herhangi bir
karşı karşıya gelişin önünün alınması olarak beliriyor. Bu yarı-devletin
tanınması çabaları, Filistin Yönetimi’nin, İsraillilerle müşterek güvenlik gücü
kurma, uluslararası finans sistemi içindeki yerin tahkimi ve işgal yönetiminin
bürokratizasyonu gibi eylemlerde bulunmasını koşulladı. Bu türden ziyadesiyle
yeni-sömürgeci pratikler, bu dizinin “Kapitülasyon Ekonomisi” başlıklı üçüncü
bölümünde daha ayrıntılı olarak incelenecek.
FKÖ’nün İsrail’e yönelik tutumunu gösterir biçimde
Sumud’dan teslimiyete doğru yaşanan gelişme, FUM’un ezenin onların nasıl olması
gerektiği hakkındaki kanaatinin içselleştirilmesinin ürününe dönüştüğü
koşullarda Fanon’un “ezilenin ırkçı epidermalizasyonu”[*] dediği duruma işaret
ediyor. FUM, kendi tarihini ve kazanımlarını inkâr ederek, barışçıl ve uygar
olan ve bu nedenle kendi öz devletini hak eden yeni bir Filistinli imgesi
sunmaya yeltendi. Böylece, tanınma çabasının bir sonucu olarak mücadelenin odağı
tanınma ihtiyacını doğuran yerleşimci sömürgeciliğin kendisinden bu yeni
imgenin tanınması arzusuna kaydı. Fanon’un tespit ettiği gibi,
sömürgeleştirilmiş olan, beyaz adamın siyah adam hakkında yanıldığını göstermek
yönündeki güçlü kaygıyla onun (beyaz adamın) dikkatini çekebilmeyi takıntı
hâline getirdi.
Fanon, kitlelerin “yeri göğü birbirine katarak” süreç
içinde sömürgeci ezenin karşısında aşağılık komplekslerinin üstesinden
geldiklerini yazmıştı. Sumud döneminde ortaya çıkan şey, “yeni insan”ı
yaratacak devrimci bir sürece dâhil olmanın dönüştürücü imkânlarını idrak eden
bir halk ve önderlikti. Fanon, milliyetçilik tutkunu değildi ama ırksal ve
ulusal özelliklerin kitlelerin harekete getirilmesinde öncelikli olduğunu
biliyordu. Filistin Yönetimi’nin ulusal çıkarlar adına hareket ettikleri
yönündeki iddialarının bile azalmış olması, Filistin milliyetçiliğinin devrimci
bileşenlerinin çöküşüne dair bir alamettir. Makale dizisinin sonraki bölümünde
yeni-sömürgeci kapitülasyonlardan doğan kurumlar ele alınacak.
Nick Rodrigo
Veil Ömer
30 Ekim 2015
Kaynak
Not:
[*] Epidermalizasyon: Kronik iltihap durumlarında hücre tabakalarının
olması gerekenin dışına çıkması, bir dokuda olmaması gereken bir hücre grubunun
oluşması durumu. Yazar, burada Fanon’un terimi üzerinden, FKÖ’nün ve Filistin
Ulusal Meclisi’nin Beyaz’a (İsrail’e) benzemesine atıfta bulunuyor. Fanon,
ilgili kavramı şu şekilde tarif ediyor: “Sosyo-ekonomik adaletsizlikler
üzerinden aşağılık kompleksinin içselleştirilip ırkı beyazlaştırma arzusu.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder