Mesele, cesaretsizlik ve depresyon değil.[1]
Sol, zaten eli kolu rahat olmak, rahat hareket etmek,
özgür olmak, disipline gelmemek, işbölümünü tanımamak, hiyerarşiye küfretmek
demek. O nedenle kendisini Avrupa sömürgeciliğine ve emperyalizmine örgütlüyor.
O nedenle burada, kendisine küçük avrupalar inşa ediyor, onları
büyük Avrupa’ya köprü niyetine kullanıyor. Oralarda huzur içinde yaşamayı politiklik zannediyor.
Bu zan da teorik ve politik eylemin gereklerini yerine getirmemeyi, hatta
görmemeyi beraberinde getiriyor. Sol, sosyal medyasında iltica
başvurusuna deli gibi sevinen kadrolar yetiştiriyor. Bu durumdan hiç utanmıyor.
* * *
YPG bünyesinde hareket eden yabancı savaşçıların
önemli bir kısmının Müttefik ülkelerin eski askerleri olduğu görülüyor. Bunlara
IŞİD karşısında “YPG’nin seküler ve demokratik olduğu” propagandası yapma
görevi veriliyor. Mesele, direnilmesi vs. değil, çeşitli hamlelere, kararlara
karşı çıkacak bağımsızlığın kalmaması, HDP’yi de içine alacak şekilde, Avrupa
sağının hatta Neonazilerin diline dolanan ideolojik lafların solculuk diye
pazarlanması. Havaya fırlatılan taş, demokratik cumhuriyetin kendi projesi
olduğunu zannediyor, imal edildiği masaların kimlere ait olduğunu kimse
sorgulamıyor, ağızdaki sloganların kimlere ait olduğu görülmüyor.
Geçmişte Özgür Gündem’in Aylan
Kurdi karikatürü sebebiyle Charlie Hebdo’ya sahip çıkmasına itiraz
etmemizin gerekçesini burada aramak gerek.[2] Emperyalizmin ve sömürgeciliğin
ideolojik propagandasına kul köle olmak, Doğu’ya kurtuluşu getirmeyecek, bu
bilinmeli. Ortadoğu’yu demokrasiyle ve cumhuriyetle aldatanlara kanmamak
gerekiyor.
IŞİD’i gösterip bizi hangi sıtmaya razı ettiklerini
sorgulamak şart. Mesele cesaret, kişisel
beceri diyerek geçiştirilemez.
* * *
Tarikatlar, dinci gericilik gibi konularla alakalı
haberlerin ardında devleti aramak lazım. Sol, bu haberlere mal bulmuş mağribî gibi atlıyor. Ardını arkasını sorgulamıyorsa, niye Marksist ki? Sağına soluna vurmuyorsa, niye Leninist ki?
Adnan Oktar’ın TV’deki görüntüleri ile birçok solcunun
sosyal medyada takdim ettiği hayat,
birebir aynı. İkisi de cenneti bu dünyada yaşadığını cümle âleme gösteriyor,
böyle büyüyeceğini sanıyor, kendisini bu şekilde satıyor.
Kendisine işaret ediyor duruyor, bundan büyük bir zevk duyuyor.
Oktar’ın ve solcunun bir cennet kavgası verdiğini
iddia etmek mümkün mü? “Adalet ve Marksizm” başlığı altında Kılıçdaroğlu’na
destek veren ultra-bütünsel Marksistler, Kılıçdaroğlu konusunda Adnan Oktar
gibi düşünüyorlar. Zaten hepsi de budünyada cenneti yaşama derdinde değil mi? O
cennetleri için herkese “avama, ezilene, yoksula düşman olun, ona karşı
savaşın” demiyorlar mı?
O tarikat şeyhlerinin kendi cemaatlerine yaptıkları
açıklamaları herkese sarfedilmiş sözler olarak sunuyorlar, sonra da
küfrediyorlar, garip!.. Oysa o şeyhler, sol örgüt şefleri gibi, kendi tabanını
diri ve bir tutmak zorundalar. O açıklamaların sebebi bu. En ufak sarsıntıda, imandaki
en küçük zedede, şeyh veya adamları çıkıp, tarikatı bir tutacak sözler etmeye
mecburlar. Sol örgütler de tabandaki en ufak tartışmayı kimi gösterişçi
eylemler ve boyu aşan sözlerle bastırmaya çalışıyorlar, hepsi bu. “Kitlelerden kopukluk sizi bozmasın, yalnızlık sizi
üzmesin, zaten solculuk, Karl Popper’nın
orman savaşçısı gibi olmaktır. Saldırın kitlelere, zavallı onlar, sizse
biricikliğinizle kutsalsınız, sizi sıradanlaştıran, aşağı çeken, bozan, çürüten
kitleye saldırın”, tek dedikleri bu.
Tek yaptıkları, kitle-iktidar edebiyatı üzerinden,
kitle içinde olmanın diken sızısı olduğunu söyleyip durmak. Kitleye, kitlesel
olana küfretmek solculuksa, halkın daha ne yapması bekleniyor?
“Düz, değersiz, kaba görülen kitle içinde her şey
yapılabilir” denildiği için örgüt
sırları faş ediliyor. Kitleyle kurulacak maddi diyalektik ilişki, zeminini
burada yitiriyor. Tek hedefi, Batı sahillerine veya Avrupa kentlerine gitmek
olan, buradaki kitlenin sıçrama, kırılma, patlama noktalarını asla görmüyor,
görmek istemiyor.
* * *
Solcusu sağcısı, herkesi liberal amentüye kul etmek
için piyasaya sürülmüş olan Eric Hoffer, Ayn Rand gibi isimlere artık gerek
yok. Herkes, onlarla aynı çizgide.
Hoffer, “insandan nefreti söküp alırsan, onu
inançsızlaştırırsın” diyor. Tüm tezi, inanç, umut, korku ve öfkeyi insandan
alıp onu egemenlerin sofrasına uygun bireyler kılmak üzerine kurulu. Sol, tam
da bu hizada. Adına da öncülük, leninistlik, narodnik devrimcilik, süpermenlik
vs. diyorlar. Hepsi rahat evlerinde, villalarında huzurla yaşamak derdinde...
Aynı hizayı, Afrika’nın sömürüsü dâhilinde, devasa
güneş panelleri inşa edilmesi karşısında, o panellere elindeki baltayla
saldıran Afrikalıya “gerici” diyen Müslüman da paylaşıyor. İleri olanı Batı’ya
göre tarif ediyoruz, adımlarımızı ona göre atıyoruz.
Bir zamanlar erkekler olarak balık etli kadınlara
güzel derken, şimdi laminat kadar düz, anoreksiyalıları beğeniyoruz. O kızlar
da zayıflamak için bir bir ölüyorlar artık. Buna da “feminizm”
diyoruz. Femen düzlüyor kadınlık denilen pürüzü. Ondaki yıkıcı yanları tek tek
öldürüyorlar. Kadını feminizm öldürüyor.
* * *
Mağribîler, önlerine yığılan malların üzerine hücum
ediyorlar. Gerçeği düzleyen bir zihin pratiği açığa çıkıyor. Derdin ve öfkenin
tüm kıvrımları bireye küfürmüş gibi geliyor. Gülüyormuş gibi yapmak ve “cool”
olmak, yeni tarz olarak benimseniyor. Ama düşman, ne sınıf savaşını unutuyor ne
de o savaşın gereklerini yerine getirme konusunda imtina ediyor. Unutan da
unutulan da biziz!..
Eren Balkır
20 Şubat 2018
Dipnotlar:
[1] İsmail Güney Yılmaz, “Solu İtibarsızlaştırmak”, 20 Şubat 2018, Sendika.
[2] Konuyla ilgili bir eleştiri için bkz. Eren Balkır,
“Kibir”, 17 Mart 2016, İştirakî.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder