Bölgede Sykes-Picot’ya düşman ve karşıt olan iki
eğilim var: PKK ve IŞİD. Düne kadar sınır çalışmaları yapan, “sınır varsa suç
vardır” diyen kimi akademisyenlerin (Neşe Özgen) Gaziantep’te patlayan bomba
sonrası dile getirdikleri “sınırlara duvar örülsün” talepleri, iki eğilim
arasındaki gerilim eliyle biçimleniyor. O talepler devlete hizmet ediyor.
Ülke, ekonomi-politik, jeopolitik ve biyopolitik
açıdan belirli çelişkilerin tezahürü olarak varoluyor. Bu üç alanın uzmanları
türüyor, gevezeliklerini yarıştırıyorlar. Hepsi de başta belirlenen Misak’a
bağlılar. AKP ile IŞİD ilişkilendirmesi, doğrudan kemalizme eklemleniyor. IŞİD
saldırıları sonrası herkes polisleşiyor, “duvarlar çekilsin” deniliyor, “tüm
insanlar birbirinin muhbiri olsun” talebinde bulunuluyor. Yeminler ediliyor.
Sonra Erdoğan, Gaziantep saldırısı ardından, “ezanlar
susmayacak” diyor, bu laf ondaki örtük IŞİD zihniyetine bağlanıyor. Esasında
söz konusu laf, ezanın millileştirilmiş olduğunu ifade ediyor. Tayfun Atay,
“ehvenişer, şerlerin en kötüsüdür”[1] lafının Mustafa Kemal’e ait olduğunu
biliyor ve bu lafı bu yüzden veciz bir ifade olarak öneriyor. Erdoğan’daki IŞİD
gösterilerek Kemalist devlet aklanıyor. AKP, zaten bunun için var. Bugün
“kemalizm otuzlarda bitti” ya da “ben sosyalistim-komünistim, kemalizmle ne
alakam var!” denilmesinin bir anlamı bulunmuyor.
IŞİD konusunda kim konuşuyorsa, (misal Eren Erdem)
belirli gerçekleri örtbas etmek amacıyla konuşuyor. Zira AKP, IŞİD’in muhatabı
olamayacak kadar acz içerisinde bir yapı. O, Erdoğan’ın saraya alınması ile
lağv edilmiş bir parti. Dolayısıyla, “IŞİD” derken emperyalizmden söz
etmeyenler, yalan söylüyorlar. Saray gladyosundan söz edenler, gerçek gladyoyu
temize çıkartıyorlar. Ona çalışıyorlar.
Emperyalizmden söz etmeleri mümkün değil, çünkü
“anti-emperyalizm”, lügatten epey zaman önce çıkartıldı.[2] Artık arkaik, geri
bir terim olarak alay konusu ediliyor. Özneler, ne kendilerini özne kılan
süreçlerin sorgulanmasına izin veriyorlar ne de o süreçleri
sorgulayabiliyorlar. Hepsi de biraz daha hayatta kalabilmek için içte ve dışta
esen rüzgârlarla şişiriyorlar yelkenlerini. Tüm yapılar, bu sürece katkı sunan
birer operasyonel unsura dönüştürülüyorlar. Halkla, gerçekle, acıyla, dertle,
öfkeyle temas kurmak, aşağılık bir şey olarak görülüyor.
Her şeyi ve herkesi kendisine kul-köle etme derdindeki
küçük burjuva yaklaşım, devlet ve demokrasi katında kendi muadillerini buluyor.
Bugün “ABD bölgedeki gericiliklerin kökünü kazımak ve Kürd’ü özgürleştirmek
için geldi” diyenlere rastlanıyor. Onca direniş türküsü, orkestraya mağlup
oluyor. Yirmi yıl önce liberallerin sözlerini AKP gerçeğe döküyor ama AKP’nin
kitleyi tutması için onun hâlâ faşist bir yapı olarak sergilenmesi gerekiyor.
Sol, ne faşizme ne de liberalizme had bildirebiliyor, çünkü haddini onlar tayin
ediyor.
Solun trajedisi, “Bana bak! Hey Avanak! Üç telinde üç
sıska bülbül öten üç telli saz dağlarla dalgalarla kütleleri ileri atamaz”
diyen Nâzım’ın şiirlerini bağlama-gitar eşliğinde besteliyor olmasında karşılık
buluyor. Bugün o Nâzım’ın yeni yoldaşları “IŞİD de PKK de bozguna uğrayacak”[3]
diyor. Batonu kim sallıyor, ona bakmak gerekiyor. İlericilik edebiyatı
üzerinden Sovyetler’e bağlanmış, sosyalist olmuş kesimler, bu küçük
burjuvalıklarını her dem bugünü aşağılayarak, apolitikleşerek gizleme yoluna
gidiyorlar. Bugünkü güç ilişkilerine ne akıl erdirebiliyorlar ne de o ilişkiler
içinde halkın gücü olarak yer alabiliyorlar. Kucağındaki kediyi okşayıp senfoni
dinlemeyi sosyalizm zannediyorlar.
AKP’li gazeteciler, IŞİD’in ve PKK’nin “yalancı
cennet” çağrılarını eleştiriyorlar. Herkesi bugüne, bugündeki güç ilişkilerine
kul-köle etme derdindeler. Fethullah ile ideolojik ilişki kuranların hepsi,
zorunlu olarak bugünün misakına bağlanıyorlar. Orkestra, bu şekilde yol alıyor.
Özetle, herkes bugünden kaçırılıp tekrar bugündeki güç ilişkileri önünde diz
çöktürülüyor.
Düne kadar herkesi CHP hizasına boncuk gibi dizme
derdinde olan İrfan Aktan[4], Ahmet Şık üzerinden, bu sefer AKP’yi işaret
ediyor. Aktan, Cemil Bayık’ın “Gülenciler milliyetçi ve Kürt düşmanı. Biz
onlarla temasa geçerek onları bu çizgiden uzaklaştırmak istedik ama onlar
yanaşmadılar” sözünü aktarıyor. Siyasi akıl bu eksende ilerliyor. Herkes,
birbiri üzerinden gizli mesajlar bırakıyorlar semaya.
İsmail Saymaz[5] MİT raporlarına ulaştığını dile
getiriyorsa, MİT mensubu olduğunu ikrar ediyor demektir. Saymaz, “IŞİD
Türkiye’nin sorunudur, güvenlik görevlilerine saldırıyor” derken, ya yeni milli
mutabakat dâhilinde AKP’yi aklamakta ya da Kemalist kurgunun faili/ajanı olarak
belirli gerçekleri gizlemektedir. O güvenlik güçleri, bir koldan da İslamî
direniş imkânlarını IŞİD eliyle temizlemektedirler. Bu noktada soru şudur: PKK
eliyle tasfiye edilen bir şeyler var mı? Varsa nedir?
Devlet, misakından vazgeçemez. Kazığı oraya çakmıştır.
Hareket planının genişliği konusunda belirli ayarlamalar yapmak zorunludur. Ama
her şeyden önce o kazığın o çakılı olduğu yerden çıkmaması gerekir. Müslüman,
sosyalist ve Kürdî tüm yönelimler, bu yönde törpülenmelidirler. Kazığın varlık
sebebi, budur. Küçük burjuva siyaset, o kazığı belkemiği hâline getirenlerin
siyasetidir.
O kazık, misak-ı milli, Sovyetler’i içeren bir güçler
ilişkisinin semeresidir. Sovyetler devre dışı kaldıktan sonra yaşanan girdap,
birçok kesimi içine çekmiştir. Eski bir TKP’linin değerlendirmesine göre[6],
partisi 12 Eylül’de CHP ile Halk Birliği hükümeti kurma hayallerine
kapılmıştır. Burada da mihenk taşı, Sovyetler’dir. Güçler ilişkisinde birçok
solcunun tahayyülünde Sovyetler’in yerini Kürd ve Kürdistan almıştır. O da
birileri ile yeni Türkiye’yi kurma derdindedir.
Onca CHP flörtü, CHP kitlesine oynama, laiklik için
dayanışma girişimleri, döne dolaşa devletin kadim kazığına bağlanmıştır. Uğur
Mumcu öldürüldüğü gün, “kimse cenazesine gitmesin, bu adam MİT ajanıydı”
diyenler, bugün ilericiliğin bayrağı olarak Uğur Mumcu’yu anmaktadırlar[7]. MİT
de emperyalizm gibi görünür olmaktan çıkıp silikleşmiştir, her yere ve herkese
nüfuz etmiş, görünmez olmuştur. Bu öznelerin varlık sebebi, buradadır.
Graham Fuller’in Yeni Türkiye Cumhuriyeti kitabının
alt başlığı “Türkiye: Müslüman Dünyada Eksen Ülke”dir. Bu eksenin geçmişin
misak-ı milli denilen kazıkla gerilimli bir ilişki içerisinde olduğu iddia
edilebilir, ama bu gerilim, ciddi yanılsamalara yol açmaktadır. Müslüman
dünyadaki eksen ülkenin o misaktan vazgeçmesi mümkün değildir. IŞİD konusunda
söz söyleyenlerin gözlerden ırak tuttuğu gerçek budur.
Bugün o eksen, ülke Yahudi olmaklığı ile bölgede belli
konularda eli kolu bağlı olan İsrail’le anlaşmış, onun varlığını
meşrulaştırmış, Kudüs’ü başkent olarak kabul etmiş, Filistinlileri hareketi
dâhilinde bir kez daha kıyıya köşeye fırlatmıştır. Bugünkü Gazze saldırıları, o
anlaşmanın sonucudur.
O aks, eksen, kazık, ezilen halklardan,
sömürülenlerden yana hareket edemez, varolamaz. Aksa, eksene, kazığa tek laf
etmeyenler, kitleleri onlara bağlamak derdindedirler. Aks, eksen ve kazık,
egemenlerin ölçüsünü ve ölçeğini vermektedir. Kürd, ölçüyü aştığında IŞİD;
İslam ölçüyü aştığında Kürd; sosyalistler ölçüyü aştığında AKP devreye
sokulacaktır. Türk tarih tezinden mülhem Kürd tarih tezi geliştirerek, “Kürdler
on bin yılın intikamını alıyor” naraları atmanın anlamı yoktur. Ezilenlerin
efendilerin kazığına bağlanmasına izin verilmemelidir. Had bildirmek için had
bilmek şarttır.
Eren Balkır
22 Ağustos 2016
Dipnotlar:
[1] Tayfun Atay, “IŞİD Farkı”, 22 Ağustos 2016, Cumhuriyet.
[2] Eren Balkır, “Viyan Nedir?”, 14 Eylül 2016, İştirakî.
[3] “IŞİD ve PKK de Bozguna Uğrayacak”, 1920 TKP.
[4] İrfan Aktan, “AKP Niçin Gülen Cemaati’ni PKK’yle
İlişkilendirmeye Çalışıyor?”, 15 Ağustos 2016, Al-Monitor.
[5] “İsmail Saymaz ile 5 Dakikada “IŞİD Gerçeği”, Youtube.
[6] “Hangi ‘TKP’”, 20 Şubat 2012, Akıntıya Karşı.
[7] “Uğur Mumcu Anması”, İleri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder