Amerikan CNN’inin Fethullah Gülen’i, Türk CNN’inin
İlker Başbuğ’u ardı ardına konuk alması, aynı hamlenin parçasıdır. Bu anlamda,
bir “Avrasyacı kanat-Atlantikçi kanat kavgası var, AKP ikinci kanattan
birincisine geçti” tespitinin gerçekle bir alakası yoktur. Yahudi mitolojisine
atıfla, günahların toptan yüklenip uçurumdan aşağı atılan keçi, bugün Türkiye
için Fethullah, Batı için Tayyip’tir.
TSK’ye yönelik müdahalenin ve tasarımın hikâyesi
eskidir. Ordunun küçülmesi, profesyonelleştirilmesi, “sivil otorite”ye
bağlanması, salt Fethullah veya bugün için AKP’nin geliştirdiği bir tez
değildir. Bu tezin altında NATO imzası aranmalıdır. İlgili tez, TESEV ve
Soros’un tepsisiyle sunulan bir garnitürdür. Bu açıdan 15 Temmuz, sanki bir
müdahale ve tasarım için bir bahane olarak gerçekleştirilmiş gibidir.
Mustafa Kemal Paşa’nın ordu yönetmeliğine soktuğu
maddeyi İlker Paşa anımsatmaktadır. “Ordu, her türlü tesirden uzak, her türlü
ideolojinin ve siyasetin üzerinde olmalıdır.” Böylelikle, AKP’nin CHP’yle
atışma gerekçesi de anlaşılır hâle gelmektedir. AKP, tesirden uzak, ideoloji ve
siyasetin üzerinde bir ordunun kurulduğu momentte, halka uzak, milletin
üzerinde bir yere doğru çekilmek zorundadır. Darbe hem orduya hem de AKP’yedir.
Batı aydınlanmasında kilisenin boşluğuna üniversite oturtulmuşsa, buranın aydınlanmacı
solu da ordunun boşluğuna oturmak derdindedir.
15 Temmuz sonrası sivilci, liberal olanlar, askeri
önemsediğini ortaya koymuşlardır. Ergin Yıldızoğlu, laiklik ve demokrasi
talebinin “kapitalizmin, burjuva uygarlığın, tarihi boyunca insanlık adına
geliştirdiği tüm kazanımlara sahip çıkmaya olanak vereceğini” söylemektedir.[1]
Bugün kimi Maoistler ya da oradan bir dönem için beslenmiş olanların
kafalarındaki “kültür devrimi” ile İlker Başbuğ’un kafasındaki “kültür devrimi”
arasında kavramsal açıdan bir fark bulunmamaktadır. Demek ki herkes, bu ülkede
Atatürk ile birlikte bir devrimin gerçekleştiği konusunda oydaşma
içerisindedir. Kemalist devrimler, mutlak son ya da mutlak başlangıçtır.
Tarihsel maddeci eleştiriden muaf ve azade kılınmalıdır. Bu ülkenin tek
Kaypakkayacısı benim!” diyenlerin bile “27 Mayıs” arzusu ile yanıp tutuşması da
bu gerçekle alakalıdır. Yıldızoğlu’nun “akıl, örgüt, disiplin” üzerinden sol
birliğe dair yürüttüğü fikir de bu kültür devriminin ordusuna ilişkin bir
tariftir ve dile getirdiği program, Başbuğ’un ordu tarifine denk düşmektedir.
Kapitalizme ve burjuvaziye sahip çıkmak, ufku buradan çizmek, doğal olarak,
böylesi bir yönelimi zorunlu kılmaktadır.
Buradaki yanılgı, mücadele içinde teşkil olunan
kitlesel hareketlerle değil, devlet ve demokrasi katındaki gelişmelerin nabzına
göre şerbet vermektedir. CHP mitingine gitmekle Yenikapı’ya katılmak, içerik
olarak aynıdır. CHP kitlesini “devleti biz daha iyi yönetiriz” ya da “asıl
demokrat biziz” diye avlamak mümkün değildir. Çünkü o kitle, burjuva
siyasetinin mayası ile karılmıştır. HDP bağlamında kâh AKP’ye kâh CHP’ye yakın
durmanın da bir getirisi olmayacaktır.
Fatih Yaşlı, bu bağlamda, “Önümüzdeki süreçte iktidar,
Türkiye’nin eksenini değiştirmeyecek, buna gücü yetmeyecek, ama çoğu blöf
niteliğinde yeni hamleler yapmaya, bir tür ‘denge siyaseti’ izlemeye, Rusya ve
İran’la yakınlaşmaya, Suriye siyasetini değiştirmeye çalışacak. Bu ise çözülme
sürecindeki ve hem ordusu hem bürokrasisi tarumar edilmiş bir ülkenin
emperyalist müdahalelere çok daha açık olması anlamına gelecek.” demektedir.[2]
Buradaki tespitin ardında yekpare, bütün bir ülke ve devlet tasavvuru mevcuttur.
O mutlak başlangıç, Yaşlı’nın belkemiğidir. Söz konusu oportünist siyasetin
böylesi bir fikirden neşet ettiğini görmek gerekir. Esasında Türkiye Avrasyacı
hatta meyletmemekte, Atlantik bloğundaki güç odakları, Avrasya jeopolitiğine
özelde Türkiye ile sızmakta ve oraya yerleşmektedirler.
Fatih Yaşlı da Anıtkabir’de mermere kazınan “milli
hudutlarımız dâhilinde hür ve müstakil yaşamak istiyoruz” sözü kadar Kemalisttir.
Herkes, bu ülkenin hür ve müstakil bir iradeye sahip olduğunu düşünmekte, bu
nedenle ezilen halklarla müşterek/kolektif bir geleceğe asla ve kat’a
bağlanamamaktadır. Buradaki yanılsama, Kemalist devletin bir Sovyet mahsulü
zannedilmesi ile ilgilidir.[3]
Bu hür ve müstakil olma hevesi, küçük burjuva bir
illüzyondur. Mikro düzeyde kimi örgütler bu vehimle hareket etmekte, halkla,
gerçekle ve gelecekle bu ölçü üzerinden ilişki kurabilmektedirler. Kürd ve
İslam alerjisi bu minvaldedir. Kürd’ü ve İslam’ı hür ve müstakil kabul eyleyen
yapılarla yaşanan didişmenin politik bir anlamı yoktur.
Mevcut “hür ve müstakil” olma arzusu dairesinde bugün
kimi solcular, Atatürk’ün İnönü’ye “Benim için sarhoş sofralarından memleket
idare ediyor, vatan zarar görüyor diye söylemişsin” diyen ve “Şayet tekrar
memleket idaresine gelirsen, bu millete zararlı olmaktan Allah seni korusun”
ifadesiyle son bulan bir mektubunu yayınlamışlardır. Bu, AKP döneminde Kemalizm
eleştirisini İnönü’yle başlatıp bitiren ideolojik kavganın bir tezahürüdür.
Dolayısıyla, birkaç yıldır Kemalist bir zeminde yürütülen, ama sosyalist
kılıflı siyaset, darbe sonrası çöp olmuştur. AKP devleti bitmiş, devletin
AKP’sine gelinmiştir ve herkes, o devletin hür ve müstakil olduğu yalanına
bağlanmıştır.
* * *
Kemalizmin “hür ve müstakil” tespitinde sol anlamlar
bulanlar, bu yaklaşımda Sovyetler’e çekilen seti görmemektedirler. Zaten bu
solun önemli bir bölümü, Sovyet karşıtı sol akımların içinden çıkmıştır. Çıkmak
için kullanılan iki kapı vardır: liberalizm ve sosyal demokrasi.
Bu iki ideolojik yaklaşım, İlker Başbuğ’un CNN
sohbetinde acil gördüğü “kültür devrimi”nin zeminini teşkil etmektedir. Kürd
hareketi ise “AKP savaşı tırmandırınca ordu politik güç olduğunu yeniden gördü,
bundan nemalanmak isteyenler ülke yönetimine el koymak istediler.” demektedir.
Herkes, el ele verip bu iki kapıdan içeri girmek için yarışmaktadır. Bu açıdan
Murat Belge, her zaman olduğu gibi bugün de iktidar adına yalanlar
söylemektedir.[4] Solu, liberal temrinlerle yoğrulmuş bir tür popülizm yaparak AKP’nin
gemisine binmeye çağırmaktadır. Dürüsttür, herkesi kendisi gibi kılmak
derdindedir. “Referandumda kandırıldık, desteklediğimiz uydurma bir
Erdoğan’dır” diyen Belge, Erdoğan’ın kendisinin uydurduğu, şekil verdiği
helvadan bir put olduğunu itiraf etmektedir. O sadece kendisini görebilmekte,
gördüğünü tek mutlak hakikat kabul etmektedir.
Murat Belge’de yansıyan “popülizm” zokası, hür ve
müstakil kalmaya yeminli liberal solculara, sosyalistlere sıcak gelecektir. Bir
bürokratın, askerin ya da savcının da liberal, batıcı meyle sahip olması
mümkündür. Liberalizm de faşizm gibi, iktidarın kendini muhafaza etme ve
saldırı yöntemidir. “Azım yalnızım, itaat etmeyeceğim” kâğıda yazıldığında
insanı rahatlatan bir cümledir, ama iktidar, zaten o en rahat hissedildiği
yerden içe sızacaktır.
Akademisyenlerin liberalizmle sosyal demokrasi
arasındaki salınımından geleceğe ve ezilenlere dair bir şey çıkmayacaktır.
“Ortadoğululardan nefret ediyorum” ya da “ben Norveçli olmak isterdim” lafları
düşmanın namlusundaki mermilerdir.
Eren Balkır
22 Ağustos 2016
Dipnotlar:
[1] Ergin Yıldızoğlu, “Taksim Mitingi, Toplumsal Muhalefet, Pozisyon Savaşı”,
31 Temmuz 2016, Birgün.
[2] Fatih Yaşlı, “Üslere El Konulacak ve NATO’dan
Çıkılacak”, 2 Ağustos 2016, Yeni
Yaklaşımlar.
[3] Eren Balkır, “Çark”, 27 Ağustos 2016, Cumhuriyet.
[4] Murat Belge, “Sol Popülizm ve Toplum”, 22 Ağustos
2016, Birikim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder