Onlar, biraz da “devrim” Fransız olduğu için
devrimcidirler. Solculukları, siyasetle ilişkileri 1789 kadardır, onun izin
verdiği ölçüdedir. Öyle ki 1789’dan sonrasıyla sırf kendileri fiziken bu zaman
kesitinde yaşadıkları için ilgilenebilmektedirler. Yoksa ruhen, bu tarihsel
dönüme sonuna dek bağlıdırlar.
Başka bir yerde değil, Fransa’da olduğu için bu
saldırı, Charlie Hebdo saldırısı, bu denli merkeze konulmuştur. AKP karşıtı siyaset üzerinden, sığ
sahilde boy verilebileceği düşünülmüştür. Bir iki dalga algıyı yanıltmakta ise
de, sahilde su gene de sığdır.
1789’dan sonra çekilen zulüm, onların umurunda
değildir. O zulüm, esasında 1789’un layıkıyla, tam olarak tesis edilememesiyle
ilgilidir. “Hepimiz Batı’nın insanı olsak sorun yok, o zulüm de olmazdı”
denilmektedir. Bu, teslimiyet çağrısıdır. Emperyalizmin sesidir duyduğumuz.
CNN Türk’te eski İHD başkanı Akın Birdal’ın kurduğu on
cümlenin öznesinin hep “İnsan” olması, bu zihniyetle ilgilidir. “1776-1789”dan
sürekli dem vurması, Fransa’daki saldırıyı nasıl algıladığını da ele
vermektedir. O ve onun gibi solcular, 1789’da varolduğunu, orada doğduğunu, o
tarihte vücud bulduğunu bilmektedirler. Onlar şahsında burjuva devrimi konuşur. O konuşan, başka bir devrime asla izin vermez.
Saldırının AKP bağlamına sokulması, AKP’nin “dinî
parti” olduğu masalına solun hâlâ inandığını, daha doğrusu inanmak zorunda
olduğunu göstermektedir. Sol şahsında 1789’un yüce tanrısı insan-birey, “ben,
benden yücesine, benden öncesine ve doğal olarak benden sonrasına tahammül
edemiyorum” demektedir.
Sol, “1789’da kapitalizm, emperyalizm varsa, sosyalizm
de vardır” diyerek, bu insan-birey tapıncını yeni bir merhaleye taşımaktadır.
En ufak saldırıda ise o kapitalizmin ve emperyalizmin ideolojik kucağına
koşmaktadır.
Yıllar önce binlerce Kürd köyü yakılıp boşaltıldıktan
sonra on binlerce Kürd, batı kentlerine göç etti. Bu göçün yaratacağı olası
rahatsızlıkların mizah yoluyla mesafelendirilmesi ve tampon misali, yumuşatılması gerekliydi. Krizde olan, Oğuz Aral’dan ayrılmanın yüküyle ne
yapacağını bilemeyen Leman dergisi, bu görevi üstlendi ve sürekli “zonta,
maganda” karikatürleri çizer oldu. Küfrettikleri, kente destursuz gelen Kürd idi. O dönemde dergi sayfalarına yansıyan
karikatürler, kentli orta sınıfların Kürd’e yönelik alerjisini yansıtıyordu
aslında. O dünyanın ürünü olan Cem Yılmaz ise sarayın soytarısı olarak başka
bir yere terfi ettirildi ve söz konusu küçük insanlara yönelik aşağılayıcı dil, yeniden formatlandı.
O dönemde bu yaklaşıma sessiz bir tokat atılıyordu: Cem
Karaca, Beyoğlu barlarından, cafelerinden, bürolarından çizilen bu
karikatürlere “o duvara astığınız kilimlerin sahipleri geldi” diyordu.
Aynı dönemde başka bir göç daha yaşandı. Emperyalistlerin genişletilmiş
büyük Ortadoğu projeleri, yüz binlerce insanın Avrupa’ya ucuz işçi olarak göç
etmeleriyle sonuçlandı. Birileri, Leman dergisi gibi, bu pazarı gördü ve
derhal, o insanların değerlerine küfredecek karikatürler çizmeye başladılar. Bu, Fransa devleti gibi devletlerin emriydi. Sonra da Fransa’daki dergi, Hollanda’da faşistlerin Muhammed karikatürlerine
sahip çıktı ve bu pazarın ne denli canlı olduğunu görerek, sürekli İslam’a
küfreden karikatürler çizmeye başladı. Ama nedense “üst düzey din eleştirisi”nin
bir istisnası vardı. Dergide çalışan Maurice Sine isimli bir karikatürist,
cumhurbaşkanı Sarkozy’nin oğlunun zengin bir Yahudi kadınla ilişkisini tiye
alınca, “antisemitist misin lan sen?” denilerek kovuldu.
Derginin
üzerine bindiği dalga, yeni ateizmin bindiğiyle aynıydı. Luke Savage’ın
ifadesiyle: “Yeni Ateistler”in ilgi görmelerinin nedeni, onların Batı
emperyalizmine gerekli entelektüel kılıfı vermeleri”ydi.[1]
Aynı yazıda Christopher Hitchens’ın Afganistan’da
parça tesirli bombaların kullanımına dair şu sözü de aktarılıyordu:
“Çok
iyi, çünkü bu çelik saçmalar, insanın içini delip geçecek, sonra da bir
başkasını öldürecek. Eğer bunlar kalplerinin üzerinde Kur’an taşıyorsa, bu
saçmalar onu da delip geçecek.”
Muhtemelen gıdasını bu tip isimlerden alan Charlie
Hebdo da eksik kalmıyor, mizah dozu çok yüksek olan şu karikatürü
çiziyordu.
Cem Karaca’nın şarkısında dile getirdiği üzere, bu
şiddetin “kes lan!” demek gibi anlaşılması mümkün. Bu şiddet, “1789 öncesi sana
karanlık, bana değil, senin birey-özne olduğun moment orası diye onun önünde
diz çökecek değilim” anlamına geliyor olabilir.
“Gerçek İslam hangisi?” sorusunu soran internet
bülbüllerinin de bu birey-özneye göre bir hiza belirlemeye çalıştıkları iddia
edilebilir. Bu kesim, Geert Wilders türü faşistler gibi, efendileri adına, dişe
dokunur, ısırdım mı kopartılabilecek bir İslam istiyorlar anlaşılan. Yani şunu
soruyorlar belki de: “Gerçek, tek mutlak gerçek ben olduğuma göre, bu İslam, ne
zaman benim önümde diz çökecek?”
Mesele,
salt İslam da değil. Bireyi önceleyen, sonralayan, yücede duran, altta yatan ne
varsa, ona göre hizaya çekilmek, düzlenmek, aşılmak, parçalanmak zorunda.
Kitlelerin geçmişle, gelecekle, yukarısıyla, toprağın altıyla kurabileceği her
türden ilişki imkânı, bu burjuva birey kurgusu için tehdit. Afrika’daki
misyonerlerin, Hindistan’daki valilerin, Ortadoğu’daki paşaların, İran ve
Azerbaycan’daki petrol şirketi müdürlerinin zihniyeti sağa-sola emirler
yağdırıyor bugün, hepsi bu. Tüm bu güçler, bireyin özne olduğu momentte, o yer
ve zamanda var oluyorlar. O sebeple, burjuvaziye sahip çıkılmalı. İlerlemeye
hizmet edilmeli. Devrim ve sosyalizm, oradan öğrenilmeli. Çünkü varlık devletle;
varoluş burjuvaziyle tanımlı. Ötesi, harici, dışarısı yok!
Sol, Beşiktaş kulübünün başına geçen Rıza Çalımbay’la
dalga geçmek için “Rıza efendi, iki ekmek bir süt” diyen mizahı kendisine
örgütlemek istiyor, buyursun örgütlesin. Peygamber’e edilen hakaretlerdeki
mizahî derinlik de bu kadar çünkü.
Fransız dergisinin üzerine bastığı toprağı, yapılan bir araştırma iyi tarif ediyor: birkaç yıl önce Fransa’da gençler arasında yapılan bir araştırmaya göre, Fransız gençleri, Charlie Chaplin’den ve mizahından nefret ediyorlarmış. Karikatür ki sözden çok çizginin gücüdür, bu derginin bu kadar çenebaz ve kibirli olması, beslendiği bu toprakla ilgili olmalı.
Chaplin, “Ben tanrı ile huzurluyum. Benim kavgam insanla” diyor. Ayrıca
“gerçekten gülmek, acıyı alıp onunla oynayabilmek demektir” diye bağırıyor,
başkalarının acılarıyla dalga geçenlerin suratına.
Duvara asılan kilimlerle uzak tutulmak istenenler,
geldi. Lanet olsun IŞİD'e! Ama bugün devletle Şanzelize'de yürüyenlerin kini Cezayir'den akın etmiş olan yoksula.
Şimdi de onca felsefeyle, onca gevezelikle uzak
tutulmak istenen öte dünya, zuhur etti; bilinsin ki orada cennet de var cehennem de!
Eren Balkır
9 Ocak 2015
Dipnot:
[1] Luke Savage, “New Atheism, Old Empire”, 2 Aralık 2014, Jacobin. Türkçesi: İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder