Fransız dergisi Charlie Hebdo’da 12 insanın
korkunç bir şekilde vurulmasının üzerinden bir saat bile geçmeden siyasetçiler
kamuoylarına yalan söylemeye çoktan başladılar bile.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry şunu söyledi: “İfade
özgürlüğü, bu türden bir terör eylemiyle katledilebiliyor olmak demek
değildir.”
Medya da bu tespite “eyvallah” dedi ve saldırıya dair
yazıları kâğıda döken kalemler “İfade Özgürlüğü” için sivriltilmeye başlandı.
Zira ifade özgürlüğü, Batı’nın aşırı kıymet verdiği ve el üstünde tuttuğu bir
değerdi.
Britanya Hükümeti de bu değere âşık olan hükümetlerden
biriydi, öyle ki bu hükümet, Müslüman bebeklerle ilgili olarak hemşirelik okulu
öğretmenlerinin casusluk yapmasını talep eden kanunları yürürlüğe sokuyordu,
çünkü Müslümanların çok bebeği oluyordu. Yeni yeni yürümeye başlayan bebekler,
tabii ki Britanya Hükümeti’nin bu politikasını kabul edene dek fikirlerini
“özgürce” dillendirme konusunda özgürlerdi.
Bu yaşananlar, biraz olsun özgürce konuştuklarını
düşünenlere yönelik Batı hükümetlerindeki rutin rahatsızlık kadar gaddarca
değil elbette. Bu konuyu yanlışlıkla terörizmle suçlanıp aylarca tutuklu kalan,
bugün serbest olan Guantanamo Hapishanesi mahpusu ve insan hakları kampanyacısı
Muazzam Bey’e sorun. Muazzam, Suriye’ye döndüğünde yanında, Britanya’nın
Müslüman dünyada hüküm süren işkencelerdeki suç ortaklığına dair kahredici
deliller vardı.
Ya da bu meseleyi El-Cezire’de çalışan gazeteci
Abdulilah Hayder Şaye’ye sorun. Şaye, gerçekleri yanlış bir biçimde haber
yaptığı için Amerika’nın emriyle hapse atılmıştı.
Onlar çok seviyorlar ifade özgürlüğünü, herkesi
gözetliyorlar, telefonlarını dinliyorlar ve insanları ifade özgürlüğünün doğru
versiyonuna sahip olmadıkları için tutukluyorlar.
Temelde Müslümanlar, anlamadıkları, kapsayıcı ve el
üstünde tutulan o büyük Batılı ilkeleri kabul edip etmemekte özgürler.
Genelde gözlemlendiği biçimiyle, medyadaki analizlerin
hiçbirisinde gerçek bir derinlik mevcut değildi. Kamuoyu, gerçek herhangi bir
cevap verilmeksizin, şok ve öfke hâline mahkûm edildi.
Elitler, hemen şu basit hikâyeyi anlatmaya başladılar:
Solcu bir dergi, tüm dinler ve siyasetçilerle ilgili “hicve dayalı”
karikatürler çizmiş, bunların bir kısmı İslam Peygamberi ile ilgiliymiş, bu
karikatürlere bir tek Müslümanlar alınmışlar. (Buradaki lafın altmetninde şu
yazıyor: “çünkü Müslümanların barbar ve gerici dini yabancı ve hoşgörüsüz.”)
Burada argüman insana yeterince makul görünüyor… tabii
orta sınıfa mensup beyaz insanların ülkesinde, bir hayal âleminde yaşıyor
iseniz. Üzücü olan şu ki Müslümanlar genelde böylesi bir lükse sahip değiller.
Meseleyi tüm Müslümanların da açık bir biçimde görmüş
oldukları bir yoldan, farklı bir perspektiften izah edelim şimdi.
Otuzlu yıllarda Amerika’da beyazlar siyahları ağaçlara
asıp yaktıklarında beyazlar da muhtemelen aynı şekilde kullandılar bu argümanı.
Sonuçta cumhurbaşkanı ile ilgili karikatürler bile çizilmişti! Ancak iktidar
yapılarını kontrol eden beyazlarla ilgili hakarete dayalı karikatürler çizmek,
güçsüz bir altsınıf olarak siyahları şeytanlaştırmakla aynı şey değildi.
Siyahların aptal, şiddete düşkün ve tembel hırsızlar
olarak tasvir edilmesi, mevcut gerçekliğin sürmesine katkı sağladı; söz konusu
tasvir, iktidardakilerin ve boyun eğdirilmiş siyahların önyargılarını
pekiştirdi.
Aynı durum, Nazi Almanya’sındaki Yahudiler için de
geçerli: bugün öne sürülen uyduruk ve kibirli argümanın Nazilerce
kullanıldığını bir düşünelim, bir Alman gazetesi beyaz Almanlarla da dalga
geçtiği iddiasının arkasına saklanabilir miydi? Gazetenin Yahudilere yönelik
hakaretinden sadece Yahudilerin şikâyet etmesi ne kadar haksız bir davranış
değil mi? Sonuçta Almanlar, kendileriyle dalga geçilmeleri karşısında şikâyetçi
değiller; o gerici Yahudiler ve açgözlü dinleri, ifade özgürlüğünün ne olduğunu
anlamıyorlar!
Beyazlar kabul etmiyor olabilir ama bu karikatürler,
onların önyargılarını, ırkçılığını, politik üstünlüklerini destekleyen
karikatürler; ayrımcılık üzerine kurulmuş bir politik düzeni destekleyen
imajları dilediğiniz gibi kırpıp atmanız mümkün.
Bugün Müslümanlar Fransa’da şeytanlaştırılmış bir
altsınıftır. Onlar, iktidar yapılarınca saldırıya uğrayan ve karalanan bir
halktır. Bu rezil karikatürler, çok az güce sahip olan, hatta her türlü güçten
mahrum olan bu fakir halkın hayatını daha da kötüleştirmiş, kendisine yönelik
ırkçı önyargıyı daha da pekiştirmiştir.
Beyaz liberallerin tavırları bile alabildiğine
önyargılıdır. Sanki Müslümanları rencide etmek beyazların hakkıymış da
Müslümanların gücenmeye hakları yokmuş gibi bir durum vardır ortada.
Sağcı basında bugün kimi beyazlar (ya da bazı
Siyonistler) beni cinayeti meşrulaştırmakla suçlamak için sıraya girecekler,
biliyorum. Sonuçta Müslüman’sanız, meseleleri izah etmek onları meşrulaştırmak
demektir değil mi?!
Hakikat şu: bu yaşanan korkunç saldırı bir boşlukta,
onu kuşatan bir bağlam olmaksızın izah edilemez. Saldırı, Filistin’den
Pakistan’a uzanan savaşlara kilitlenmiş bir çift gözle, dünyada olan biten
olayların prizmasından bakılarak ele alınmalıdır.
Müslüman dünyadaki yaygın görüş, Batı’nın kendileriyle
savaş hâlinde olduğuna dairdir (propagandacılar bu görüşün nefret vazedenler
yüzünden geliştiğini, söz konusu görüşün birinci ve ikinci dünya savaşının
tamamında atılandan daha fazla bombanın Irak’a atılmış olmasıyla bir alakasının
bulunmadığını söylüyorlar.)
Müslüman dünyaya yayılan bu öfke, milyonlarca insanın
bilincinde somutlanıyor, her gün atılan bombalarla, kaçırılan insanlarla ve
elbette Batı’nın başlatıp yürüttüğü savaşlarla daha da pekişiyor. Bu
politikalar, birçok Müslüman’ın barışçıl yollardan herhangi bir değişimin
gerçekleşebileceğine dair inancı terk etmesine neden oluyor, bu yüzden de
silâhlanan insanların sayısı giderek artıyor.
Bu
görüntüler o vakit “biraz eğlence” olarak görülüp kaale alınmayabilir, tabii
bunun için de sizin meseleyi tartışmamanız veya teröre karşı savaş prizmasından
bakmamanız gerekir. Oysa teröre karşı savaş denilen şey, birçok insanın
hayatına mal olan ve İslam’ı şeytanlaştıran İslam’a karşı savaşın bir başka
cephesi olarak görülmektedir.
Benim iddiam şu: bu bitmek bilmeyen teröre karşı savaş
yüzünden tonla aşırıcı yaratıyoruz ve bunların sayılarının katlanarak artmasını
sağlıyoruz. Politikalarımız her yönden sertleşmeye hizmet ediyor.
Bu savaşın sürmesini meşrulaştırmak için siyasetçiler
(uysal şirket medyası aracılığıyla) halka sürekli yalan söylemek, Müslümanlara
uygulanan şiddetin sebebinin “İslamcılar, Aşırıcılar, Nefret Vazedenler”
olduğunu iddia etmek zorunda; onlar, bu kötü Müslüman masalını anlatmaya ve
gerçek sebebin savaş değil, inanç olduğuna dair laflar etmeye mecbur.
Bu uydurma hikâye, beyaz toplumlar dâhilinde de
aşırıcılığa yol açıyor (tüm Avrupa genelinde neofaşist sağın yükselişini bu
noktada belirtmek gerek.). Tabii bombalar yağmur gibi yağdıkça, Müslüman
dünyada da kanaatler sertleşiyor ve her yanı aşırıcılar kaplıyor. Her iki taraf
da birbirlerini en çirkin halleriyle aktarıyor, burada yaşanan tam olarak bu.
On iki insan öldü, bunun nedeni dünyanın alabildiğine
kutuplaşmış olması.
Bizim ve onların attığı bombalar “özgürlükler”e pek
yer bırakmıyor.
Aşırıcılık aşırıcılığa yol açıyor; Bush ve Blair’in
bize bıraktığı dünyanın diğer bir semptomu da bu. Politik sınıflarımız bu hâlin
sürmesi konusunda kararlılar. Daha fazlasını buradan ve buradan okumak mümkün.
Gaz pedalından ayağımızı çekmediğimiz sürece iki taraf
çatışmaya devam edecek: elitlerimizin bunu yapmaya niyeti yok.
Zamanla toz duman dağılacak, sokaklarda Müslümanlara
karşı daha fazla saldırı gerçekleştirilecek, camiler yakılacak, siyasetçiler
Müslümanlara karşı zorba kanunlar uygulayacak, medya şeytanlaştırma gayretine
her yönden devam edecek ve Fransa Avrupa’nın geri kalan kısmı ile birlikte sağa
savrulacak; böylelikle Müslümanlar, Batı’nın kendilerinden nefret ettiği
görüşünün doğruluğunun ispatlandığını ve kendilerinin de tümüyle yanlış
olmadıklarını düşünmeye başlayacaklar.
Benden ya da sizden daha güçlü olan ve politik elitler
arasında bulunan birilerinin savaş ve nefrete dayalı bu ruh hâlini değiştirmeyi
fikretmesi, mevcut siyasetlere yeniden bakıp “herkes sakin olsun, silâhları
yere bırakın, konuşalım” demesi gerekiyor.
Ben yanlışsam bile şurası kesin: bu olup bitene son
vermek için bizim farklı bir şeyler yapmamız gerekiyor, zira hâlihazırda
yaptıklarımız bir işe yaramıyor.
Asgar Buhari
8 Ocak 2015
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder