Sorosazzi Çok Fazla Protesto Yapıyor
Eğer (ilk defa Federico Fellini tarafından La Dolce
Vita filminde türetilen)[1] İtalyanca “paparazzi” terimi, çağımızda sahip
olduğu anlam bakımından belli bir şöhret kazanmışsa, belki de insan hakları
konusundaki elit Batılı (şirket kontrollü) sahte sol, liberal ana akım
söylemlerin taraflılığını ve çifte standartlarını tam olarak yansıtacak benzer
bir yeni terim türetmenin zamanı gelmiştir. Bunlar, örneğin İran İslam
Cumhuriyeti gibi, Transatlantik elitlerinin herhangi bir verili zamanda
sevmeyeceği rakip toplumlar, hükümetler veya siyasi yapılar arasında var olan
bazı meşhur olayların ortaya çıkışıyla ilgili olarak (özellikle de söz konusu
olan, kamuoyuna yansımış mahkeme süreçleri olduğunda) kasıtlı ve oportünist bir
şekilde olguları yanlış yansıtmak, yanlış bilgi vermek veya dezenformasyon
yaratmak amacıyla İngiliz-Avrupalı Transatlantik Batı tarafından ileri sürülen
ana akım ve kitle medyası söylemleridir.
Bu söylemler ve anlatılar, çarpık, kitlesel düzeyde
üretilmiş yanlış temsillerin ve planlı olduğu besbelli olan dezenformasyon
kampanyalarının -ki bu tür söylemlerin haklar ve savunuculuk meseleleri
etrafında kurulu olduğunu ileri sürerler- ötesinde, aynı zamanda onları motive
eden, açıkça kibirli (hatta ırkçı) ve elitist Birinci Dünya burjuva
imtiyazlarını ve elbette bu tür mem’leri [psikolojide, “kişiden kişiye geçen
davranış biçimleri”. Yazar, makalede pek çok yerde bu terimi kullanmaktadır. -ç.n.]
ifade eden, ilerleten yahut müdafaa eden kültürel sömürgeci ideolojik
varsayımları da ortaya koyarlar. Pratik açıdan bu mem’ler, Transatlantikçilerin
zayıflatmaya veya devirmeye çalıştıkları ülkelerin halklarını hedef alan
acımasız psikolojik savaş kampanyalarının cephaneliğini oluştururlar.
Bu yüzden burada, George Soros’tan hareketle,
Sorosazzi terimini türetmek istiyorum. Sorosazzi, bir taktik olarak, verili
olaylar ve meseleler etrafındaki olguların karmaşıklığını kasıtlı olarak basit
karikatürlere indirgeyen Batılı elitlerin gündemlerini onların adına savunan
Batılı şirket medyası, STK'lar ve insan hakları örgütleri -yanısıra da onların
yerli bilgilendiricileri, beşinci kol liberal yardımcılar (yani truva
atları)[2]- arasındaki politize sözde müdafilerin elit alt kültürünü ifade
etmektedir. Siyasi üstünlük ve belden aşağı vurma amacıyla karmaşık olgu ve
analizlerin bu türden basit karikatürlere, kısacık yazılara dönüştürülmesi,
arkasından da eğilip bükülmesi, yıkmaya veya şu ya da bu türden bir renkli
devrime, yani rejim değişikliğine sürüklemeye çalıştıkları jeopolitik
rakiplerine karşı avantaj puanlar getiriyor.
Kısacası, bir kara propaganda türünden bahsediyoruz.
Ukrayna çatışması hakkındaki Anglo-Avrupa Rusofobik anlatısı ve yanısıra
histerik şirket medyasının Putin fobisi, bunun apaçık ve klasik bir örneğidir.
Soğuk Savaş'ın sonundan beri, hatta daha öncesinden itibaren İran,
Anglo-Siyonist Transatlantikçilerin izlediği bu türden el altından propaganda
taktiklerinin devamlı olarak hedefi olmuş, bu, özellikle son on yılın
başlarında nükleer zenginleştirme meselesi üzerinden daha da yoğunlaşmıştır.
20 Ekim 2014 günü başlayan hafta, İran'daki iç
gelişmelerle ilgili iki hikâyeyi içeriyordu. Bunlardan biri, pek çok kasaba ve
şehirde İranlı kadınlara yapılan asit saldırıları (şüphe yok ki bunlar, kendi
kanunlarını uygulamaya çalışan suçluların işlediği eylemler yahut belki de
milletvekili Muhammed-Cevad Laricani'nin ileri sürdüğü gibi, yabancı
istikrarsızlaştırıcı, hatta terörist unsurların eylemleriydi)[3] ve bunun
arkasından gelen toplumsal öfkeydi ki, bu tür suçlardan etkilenen şehirlerden
biri olan İsfahan başta olmak üzere pek çok şehirde, kolluk kuvvetlerinden daha
iyi koruma talep eden gösterilerin düzenlenmesine tanık olundu. Diğeri ise
kamuoyunda çok daha fazla yankı bulan, cinayetten hüküm giyen Reyhane Cabbari
davası ve Cabbari'nin 25 Ekim 2014 günü idam edilmesiydi. Bu yazıda
tartışacağımız şey de budur: gözaltına alınmadan mahkemeye, temyizden idama
yedi yıl sürmüş bir dava.
Şimdi, aşağıda bu davayı ana akım kakafoniden
kurtarmaya koyulmadan önce, şundan bahsetmek gerekiyor. Batılı insan hakları
örgütlerinin “en iyi örneği” olduğu söylenen (fakat gerçekte münhasıran
Transatlantikçi gündemler için kinik bir kürsü olan, dolayısıyla da ABD
Dışişleri Bakanlığı'nın stratejik bir nutuk kürsüsü olan)[4] Uluslararası Af
Örgütü'nün internet sitesinde hızlı bir arama yapıldığında, örgütün bu davanın
güncel bilgilerini ilk defa 11 Nisan 2014 tarihinde yayınladığı
görülmektedir.[5] İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün sitesinde arama yapıldığında
ise tek girişin, Reyhane Cabbari'nin idamından bir gün öncesine ait olduğu
görülmektedir.[6] Google aramaları -İngilizce, Almanca, Fransızca, Arapça ve
Farsça (muhtemelen beraberinde başka dillerde)- kuşkusuz, arama sonuçlarındaki
konuların bu “memokrasi” çizgisini yansıtması için optimize edilmiştir. Bing
biraz daha iyidir, ama sadece biraz. Arama sonuçlarında, çok daha dengeli bir
makale ve fikir yelpazesi (özellikle Farsça) sunan sadece DuckDuckGo ve Rus
arama motoru Yandex'tir.
Farsça Wikipedia'daki Reyhane Cabbari sayfasının
içeriği, idamından bir önceki gün, idamın ertesi günündeki ve sonrasındaki
içerikten biraz daha kapsamlıydı ve olayları farklı şekilde aktarılan bir ya da
iki makaleye ait dipnotlar vardı, ancak bunlar o tarihten sonra editörler
tarafından kaldırıldı[7]. İdamından bu yana sayfada her saat sayısız edit
savaşı yaşandı ve şu anda sadece resmî mem sunuluyor. Daha da endişe verici
şekilde, 20 Ekim 2014 haftasının ortalarına doğru Körfez Arap medya
kuruluşları, (Facebook ve Twitter gibi) sosyal medya sayfalarında, Reyhane
Cabbari'nin Sünni olduğu, Şii İran'ın onu mahkûm edip idam etme isteğinin
altındaki temel motive edici faktörün bu olduğu yönünde çirkin dedikodular
yayarak, bölgedeki Sünni-Şii mezhep gerilimlerinin yüksek olduğu bu dönemde
mezhepçiliği daha da kışkırtmaya ve uluslararası düzeyde suları bulandırmaya
kasıtlı olarak çaba gösterdi. Ancak kısa sürede bunun sahte olduğu kanıtlandı,
zira 2007'de davanın başlamasından bu yana İran medyasında (yahut bunu tartışan
basılı Farsça makalelerde referans gösterilen herhangi bir mahkeme belgesinde)
Cabbari'nin farklı bir dinî aidiyetinin olduğuna dair tek bir referans bile
yoktu. Bu bilgi burada, Sorosazzi'nin ve onların “memokrasi”sinin, kendi
gündemlerini agresif bir şekilde ilerletmek amacıyla sahte konsensüs inşa etme
çabalarında, bilgiyi online olarak manipüle etmede nereye kadar
gidebildiklerinin bir kanıtı olarak sunulmuştur ve bu dev bir buzdağının
yalnızca görünen kısmıdır; diğer yandan Sorosazzi'nin temsil ettiği Debordcu
gösteri toplumunun da bir örneğini ifade etmektedir.
Reyhane Cabbari davasının ayrıntılarına dönmeden önce,
bu davayla ilgili çeşitli Batılı insan hakları grupları, şirket medyası
kuruşları veya Anglo-Avrupalı dışişleri bakanlığı sözcüleri tarafından
yayınlanan kınama açıklamalarının hiçbirinin eleştirel bir incelemeye
dayanmadığını belirtmek gerekiyor. Bunlar, İran otoritelerinin yürüttüğü ilk
polis soruşturmasında, yahut bunun ardından gelen ve Bayan Cabbari'yi birinci
derece cinayetten mahkûm eden hukukî süreç içindeki kusurlara dair tekrar ve
tekrar yaptıkları kınamalarını temellendirecek bir parça kanıt (belge veya
başka bir şey) sunamadıkları gibi, herhangi bir türden kapsamlı tartışma,
düşünce veya argüman da sunamadılar. Sadece, destekleyici tek bir belge
olmadan, sınırsız iddialarda bulundular. Dahası, (a) soruşturmanın bütün hayatî
noktalarında hazır bulunmadan ve (b) maddî ve belgeye dayalı kanıtların tümüne
erişmeden, İran polisinin soruşturma sürecinin kusurlu olup olmadığını nasıl
bilebilirler? Elbette ki orada değildiler ve herhangi bir materyale erişimleri
de yoktu ve bu yüzden de, İran otoritelerinin yürüttüğü polis soruşturmasının
kusurlu olduğu iddiaları hiçbir şeye dayanmamaktadır. İran'daki kanunî yaptırım
ve hukukî süreçlerin niteliğine dair sundukları önyargılı (fakat son derece
tipik) varsayımları da öyle.
Bir başka deyişle onlar, yani Sorosazzi blöf yapıyor,
tipik bir liberal Birinci Dünya yutturmacası, projeksiyonu sergiliyor ve İran
mahkemelerinin ve hukukunun (“düşük” olduğu iddia edilen) tarzları, biçimleri,
ehliyeti (veya ehliyetsizliği), uygun şekilde işleyişi (veya arızaları)
hakkında dayanaksız hakaretlere girişiyorlar. Bu nedenle burada, neden bu
davada adlî kusur olduğunu iddia ettiklerini kanıtlamak zorundadırlar. Dahası,
Sorosazzi takımının Cabbari’nin gözaltında mahkemeyi beklerken yahut İran
hapishane sistemi içinde cezasını beklerken işkenceden geçirildiği iddialarını
kanıtlayacak hiçbir şey yoktur. Sorosazzi’nin bu yöndeki iddialarının aldatıcı
olduğu ve aynı İran karşıtı bağnazlığın parçası olduğu da ileri sürülebilir.
Sorosazzi süvarilerinin bu dava hakkındaki
açıklamalarındaki açıkça görülen, tek bir kanıt parçasına bile dayanmayan
bağnaz ve taraflı anti-profesyonelliğinin klasik bir örneği, ABD Dışişleri
Bakanlığı'nın 25 Ekim tarihinde Jen Psaki tarafından yapılan açıklamasıdır.
Açıklamada şunlar söylenmişti: “Bir cinsel saldırı sırasında nefsî müdafaa
içinde bıçakladığını söylediği bir adamı öldürmekten mahkûm edilen İranlı kadın
Reyhane Cabbari'nin bu sabah idam edilmesini kınıyoruz. Davanın adilliği
konusunda ve itirafların şiddetli baskı altında yapıldığına dair haberler de
dâhil olmak üzere, davayı çevreleyen koşullar hakkında ciddi kaygılar
vardı.”[8] Bu kaygıların ne olduğundan yahut mahkemenin, prosedürle ilgili veya
başka türlü, hangi unsurlarının adaletsiz göründüğü hiçbir zaman
söylenmemektedir. İtirafların “şiddetli baskı altında” yapıldığına dair hangi
kanıtların bulunduğu yahut bu iddianın hangi kaynağa dayandığı da hiçbir zaman
söylenmemektedir. Ancak Sorosazzi'ye göre, bu tür ifadeler sorgusuz sualsiz doğru
kabul edilmelidir çünkü bunlar İran hakkındadır ve bizzat Sorosazzi tarafından
ortaya konulmaktadır. Belki bu tür kanıtlar, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın
MH17'nin düşürülmesi olayında Novorossiya'nın sorumluluğu (ve dolayısıyla
Rusya'nın suç ortaklığı) konusunda sahip olduğu kanıtların türündendir. Nitekim
ABD hükümeti bunu mutlak doğru bir olgu olarak görse de, olayın üstünden aylar
geçmesine rağmen gerçek bir kanıt sunamamıştır.
Şimdi, Tahran Başsavcısı'nın idam günü davayı
özetlerken yaptığı açıklamaya[9] göre, Haziran-Temmuz 2007'de, o tarihte on
dokuz yaşında olan Reyhane Cabbari, emekli istihbarat subayı Murtez Abdül-Ali
Serbendî cinayetinin baş zanlısı haline geldi. Polisin, Tahran'daki bir
apartmanın beşinci katındaki olay mahallinde Bay Serbendî'nin cep telefonunu
bulması sonrasında baş şüpheli olmuştu. Cep telefonundan yapılan son görüşme,
Reyhane Cabbari ileydi.
Polis, arama izninin çıkarılmasının ardından
Cabbari'nin evinde arama yaptı ve bir kanlı mutfak bıçağı, bir kanlı atkı ve
satın alınan bıçağın kutusunu buldu. Bundan sonra Cabbari formel bir şekilde
gözaltına alındı ve dava açıldı. Otoriteler daha sonra, Cabbari'nin bıçağı
olaydan sadece iki gün önce satın aldığını, üç gün önce de, önceden belirlenmiş
bir niyeti açıkça gösterecek şekilde, bir arkadaşına açıkça “Galiba onu bu gece
öldüreceğim” şeklinde bir SMS attığını ortaya çıkardı. Cabbari gözaltındayken hem
polise, hem de soruşturma savcısına, olayın, kendisine tecavüz girişiminde
bulunan Bay Serbendî'ye karşı nefsî müdafaa biçiminde gerçekleştiğini söyledi.
Cabbari ayrıca başlangıçta, “Şeyhî” adını verdiği başka bir kişinin işin içinde
olduğunu iddia etmiş ve cinayetin esas suçlusunun o olduğunu iddia etmişti ki,
böylelikle suç sırasında başka yerde olduğunu savunmuş oluyordu. Ancak
“Şeyhî”nin kimliğini tanımlamayı başaramaması yahut reddetmesi sonrasında
ifadesini geri çekti ve önce “Şeyhî” ile ortak sorumluluklarının olduğunu,
arkasından ise soruşturma yürüten otoriteleri yanıltmak amacıyla bir “Şeyhî”nin
varlığı hikâyesini uydurduğunu söyledi. Bundan sonra cinayetin sorumluğunu tek
başına üstlendi, ancak cinsel saldırı iddiasında ısrar etti.
Ancak hem tanıklar, hem de adli deliller tecavüz (veya
tecavüz girişimi) suçlamasının ve dolayısıyla nefsî müdafaa iddiasının çok az
temelinin olduğunu ortaya çıkardı, bu yüzden de bu iddia, Bayan Cabbari için
sürdürülebilir bir savunma olmaktan kısa süre sonra çıktı. İlk olarak sorgu
hâkimi, Bay Serbendî'nin sırtında bulunan bıçak darbelerinin etki noktalarını
buldu. Bunlar sağ kürekkemiği yakınlarındaydı ki, Bayan Cabbari'nin nefsî
müdafaa iddialarını çürüttüğü gibi, kurbanın kendi nefsi müdafaasını da yapabilir
durumda olmadığını gösteriyordu. Yani kurban, arkasından birinin gelip onu
sırtından bıçaklayabileceğinin farkında değildi. Hatta bazı raporlar, Bayan
Cabbari tarafından bıçaklandığı sırada Bay Serbendî'nin bir seccade üzerinde
namaz kılarken eğilmiş halde olduğunu söylüyor.
İkinci olarak, cinayeti ilk farkedenler, sesleri duyan
aparman sakinleriydi ve bu, Bay Serbendî'nin beşinci kattan “hırsız, hırsız”
diye bağırarak üzerinden kan akar halde inmesinden ve üçüncü katta bilincini
kaybetmesinden kısa süre sonra oldu.
Üçüncü olarak, otoriteler beşinci katın kapısında
arızalı bir kilit ve kapı tutamağı buldu ve bu arıza göründüğü kadarıyla
olaydan belli bir süre önce meydana gelmişti; bu ise Bay Serbendî'nin, Bayan
Cabbari'nin böyle bir saldırı halinde kolayca kaçıp gidebileceği komşular
yakındayken ona bir cinsel saldırı veya tecavüz niyeti taşımış olabileceği
iddialarını zayıflatmaktadır. Bayan Cabbari'nin kendisine bu soru sorulduğu
zaman şu cevabı verdiği aktarılmaktadır: “Ben önce giriş kapısını açık
bıraktım, sonra o gelince kapattı, fakat kilitlemedi.”
Bayan Cabbari'nin veya avukatlarının, herhangi bir
yargı veya kanun kuruluşuna, cinsel veya başka türden bir fiziksel saldırı
gerçekleştiğine dair hiçbir kanıt sunmadığına dikkat ediniz. Tek bir kanıt
bile. Aksine, bütün kanıtlar tersini, saldırı ve cinayetin Bayan Cabbari
tarafından Bay Serbendi'ye yönelik olarak gerçekleştiğini gösteriyor.
Yukarıdaki tüm olgular, düpedüz bir cinayeti ve Bayan
Cabbari'nin suçunu ortaya çıkarmaktadır. Bayan Cabbari'yi çevreleyen tüm diğer
koşullar, İran medyasında kapsamlı bir şekilde tartışılan ayrıntılar, bir
düzeyde önemli olsa da, talidir. Bay Serbendî'nin emekli bir istihbarat subayı
olması konu dışıdır. Ancak bu, Sorosazzi'nin kendi insan hakları davaları için
bir meme inşa etmede öncelikli kozdur. Bunun davanın gerçek hukukî
olgularına teğet geçtiği gösterildikten sonra, mem’leri dağılmakta ve dava,
önceden planlanmış bir cinayet niteliğini almaktadır. Bu kadar basit. Aşağıda
değinilecek olan ölüm cezası meselesi ayrı bir hukukî meseledir, ancak bunun
cinayet olgusuyla birleştirilmesi de işlerine geldiği gibi yerleştirilmiş bir
mem ve elbette argümantatif bir hilebazlıktır.
Polis soruşturmasının sonucunda mesele, Tahran Vilayet
Ceza Mahkemesi'ne gönderildi ve mahkeme, bir duruşmadan sonra Bayan Cabbari'yi
kasten cinayet işlemekten suçlu bularak idam cezasına mahkûm etti. İran'ın
hukuki prosedürlerinde bu tür kararlar, otomatik olarak bir üst mahkeme, yani
İran Yargıtay’ı tarafından gözden geçirilir. Cabbari'nin davası da bu yüzden
gözden geçirilmek üzere Tahran 27. Temyiz Dairesi'ne gönderildi. Bidayet
Mahkemesi'nin başyargıcıyla yapılan ve Mayıs 2014'te yayınlanan bir röportaja
göre, davanın ilk aşamasına beş yargıç, üst mahkemedeki sürece ise çok daha
fazlası katıldı[10].
Bütün bu söylenenlerden yeterince açık bir şekilde
anlaşılabileceği gibi, İran'ın hukuk sistemi ortaçağdan kalma, tek bir yargıcın
bir hevesle veya dini metinlerin arkaik okuması temelinde kaba adalet dağıttığı
bir sistem değildir. İran, karma bir sistem olmakla birlikte hem Avrupa Medenî
Kanun modelini, hem de, bizzat kendisini en sofistike ve incelikli fıkıh
sistemlerinden biri olan On İki İmamcı Şii fıkhının Şeriat'a yaklaşımını
içeren, sofistike bir modern hukuk sistemine sahiptir. Ayrıca İran ne Suudi Arabistan'dır
ne de bir benzeri. Belki liberal Birinci Dünya Sorosazzi “memokrasisi” içindeki
İslamofoblar kendilerine bir iyilik yapıp, kültür savaşçısı atlarına binmeden
önce, Şii fıkhının gerçekte ne içerdiğine dair bir-iki şey öğrenmeye
çalışırlar. Elbette İran'da da bir dizi sorun vardır ve bütün başka toplumlarda
olduğu gibi, orada da adli hatalar meydana gelebilir, ancak Sorosazzi'nin
abartıları ve kurnazlıkları, kasıtlı yanlış bilgilendirme ve dezenformasyon
düzeyindedir ve bu örnekte Cabbari davası, düpedüz kara propagandaya ve
kültürel lekelemeye hizmet etmektedir.
Şimdi, On İki İmamcı Şiiliğin şeriat fıkhına
yaklaşımına göre, bunun gibi bir cinayet davasında nihaî olarak ölüm cezası
verme kararı, yalnızca kurbanın ailesine aittir. Kurbanın ailesi, bunu uygulama
veya imtina etme hakkına sahiptir. Bir başka deyişle, bu hak, devlete değil,
kurbanın ailesine aittir. İran basınında yer alan bağımsız açıklamalara ve
özellikle de Tahran Başsavcısı’nın açıklamasına göre, otoriteler, Serbendi
ailesinin Reyhane Cabbari'nin idamından imtina etmesi için bütün olanakları
kullanmışlardır. Davanın (alt mahkemenin kararını yayınlaması ve üst mahkemenin
incelemesini tamamlaması sonrasında) yıllarca sürüncemede kalması bunun
kanıtıdır. Aile bunu reddetti ve kararın uygulanması haklarında ısrar etti; en
sonunda da 25 Ekim 2014 Cumartesi günü ceza infaz edildi. İran'ın hukuk sistemi
böyle işler. Eğer Sorosazzi'nin idam cezasının kendisiyle sorunu varsa, bu
başlı başına farklı bir tartışmadır. Ancak ölüm cezasının İran bağlamındaki
anayasallığı hiçbir biçimde onun bağlamsal hukukîliğine ters düşmez ve teorik
olarak, bu davanın yahut Reyhane Cabbari'yi birinci derece kasıtlı cinayetle
suçlu bulan hukukî sürecin ortaya konulmuş olgularını yalanlamaz. Batılı
hukukçular, eğer kendi disiplinlerini alay konusu yapmak istemiyorlarsa, bu
önemli ayrımı anlamalıdırlar.
Dahası, arkadaşım ve meslektaşım Profesör İdris Semavî
Hamid'in (Colorado Devlet Üniversitesi, Felsefe Bölümü) Facebook duvarındaki
bir durum güncellemesinden alıntı yapmak gerekirse, on sekizinci yüzyıldan beri
Batı sömürgeciliğinin ve emperyalizminin işlevsel sacayaklarından biri: (köşeli
parantezler ve italikler bana ait)
“esmer
kadınları ‘esmer erkeklerden' kurtaran ayrıcalıklı ‘beyaz adamlar'ın sonu
gelmez ıslak rüyası üzerine kuruludur. Elbette, bu feminist çağda, ‘beyaz
adamlar'ın yanında ayrıcalıklı ‘beyaz kadınları' da eklememiz gerekir. İslam'ın
ırk temelli söylemleri men etmesine sadık kalarak… ‘beyaz' yerine
Avrupalı-Amerikalıdan söz edeceğiz. Burada ‘Avrupalı-Amerikalı' terimi, pek çok
ayrıcalıklı beyaz [insanın] ve seçilmiş ayrıcalıklı esmer [insanların] ve öteki
Avrupalı olmayan halkların [yani, yerli bilgilendiricinin] benimsediği bir
ideolojik yönelimi ifade etmek üzere kullanılmaktadır. Bu sendrom (ırk temelli
formülasyonunda) hayli ilginç bir şekilde, en vurgulu biçimde, Gayatri
Chakravorty Spivak gibi solcu feministler tarafından tanımlanmıştır. (Kaba)
Tarzan'dan (güzel) film Avatar'a, Pocahantas'tan Malala'ya, bu
Avrupalı-Amerikalı liberal kibir sendromu dinmek bilmeden devam etmektedir.
Bunun son tecessümü mü? İnternette onlarca farklı biçimde gördüğümüz ‘İran,
tecavüzcüye saldıran kadını astı’ başlığı [meme] (‘İran'ın ‘tecavüz kurbanını'
idam etmesine dünya tepki gösterdi’ gibi)… Gerçekte, meçhul İranlı erkek,
dünyanın önünde tecavüzcü olarak yaftalanıyor ve Batılı liberal medya
tarafından bir parça eleştirellik [veya kanıt] olmadan suçlu olarak sunuluyor.
Sonuç olarak bu adam İranlıdır ve Müslüman'dır, bu yüzden korkunç ve ölümü hak
eden biri olmalıdır!!! Sanık ise, ayrıcalıklı ve “aydınlanmış”
Avrupalı-Amerikalı adamların (ve kadınların) onu kurtarmasına ihtiyaç duyan
zavallı masum bir ‘kurban’ olarak resmedilmektedir.”[11]
Kuzey Amerika, Britanya, Avrupa ve Güneydoğu Asya
adalarındaki Sorosazzi'nin bu dava karşısında bu denli öfkeli olması gerçekten
de büyük zenginlikler barındırıyor. Bu örgüt, George Zimmerman'ı Treyvon
Martin'e yönelik birinci derecede cinayetten aklamıştır; oysa eş zamanlı olarak
pedofiller bütün düzeylerde onun iktidar kurumlarını istila etmiştir ve on
yıllardır, belki de daha uzun zamandan beri vatandaşlarını (özellikle de
çocukları) istismar ve terörize etmektedir; çocuk koruma kanunları, onların savunucuları
ve lobicileri, çocuk sosyal servisleri ve zorunlu evlatlık sanayileri
(muhtemelen de global pedofili ve çocuk pornosu toplulukları) kâr için el ele
çalışmaktadır; çok sayıda kişi (özellikle de kadınlar), Reyhane
Cabbari'ninkinden çok ama çok daha az kötü suçlardan ötürü mahkum olmuş şekilde
ölüm hücrelerinde oturmaktadır;[12] hukukî kuruluşların normal işleyişi,
şirketler rejiminin çıkarına olacak şekilde, seçilmiş (fakat gerçekte ‘satın
alınmış') yasama kuruluşları tarafından kasıtlı olarak bozulduğu için günden
güne kötüye gitmektedir; yetkililerin iktidarlarını kötüye kullanmaları ve
ayrıcalıkları kontrol dışına çıkmış, ancak rutin hale gelmiştir; hükümetlerin
kitle gözetimi, her türlü bireysel özel hayatı mahvetmiştir; polisin
militarizasyonu ve polis vahşeti örnekleri, her gün sayısız masum insanın
geçmişte hiç olmadığı derecede, gerçek sosyopatların elinde acımasızlıklara
maruz kalmasına tanık olmaktadır; emperyalizmin uzanımı gezegeni her gün ateş
ve kana batırmaktadır. İşte böyle bir toplumun siyasi-askerî-hukukî-endüstriyel-akademik-gözetimci
bloğunun temsilci elitleri, bu hukukî sürece veya onun sonuçlarına dil uzatmak
bir yana, İran'daki herhangi bir hukukî karar hakkında ahlakî vaazlar veya
insan hakları vaazları verme hak ve yetkisine sahip değildir.
Bu davanın yedi yıl sürdüğünü, bütün hukuki
prosedürlerin ve yolların tüketildiğini bir kez daha tekrarlayalım ve
vurgulayalım. Yasal olarak, Reyhane Cabbari'nin suçu her türlü makul şüpheden
uzak bir şekilde ortaya konulmuştur ve İran'daki bütün profesyonel hukukçular,
özellikle de bu davanın içinde yer alanlar, adaletin yerine getirildiği
konusunda mutabıktır. Bu davada çok dikkat çeken bir şey de (Transatlantik
Sorosazzi’nin pireyi deve yapmasına karşın) meselenin son derece rutin ve
kitabına uygun olmasıdır. Öte yandan otoritelerin, Serbendî'nin ailesini
Reyhane Cabbari'nin infaz edilmesinden imtina etmeye ikna etmek için yürüttüğü
çabaların da altı çizilmelidir. Aksine inanan, durumun aksi yönde olduğunu
kanıtlamalıdır. Soros tarafından finanse edilen FEMEN grubundan çıplak
kadınların Orta Avrupa'daki İran büyükelçiliklerinin önünde kendilerini
göstermeleri pek bir kanıt teşkil etmez. Ucuz performanslı holiganlık, evet,
ama kanıt değil. Belki bu kızlar, kendilerinden çok daha büyük gündemlerin
kuklası olmaktan çıkıp bunun yerine Federico Fellini'nin bahsi geçen filmini
izlemeye gitseler ve bunun altında yatan anlam üzerine düşünseler daha iyi bir
işe doğru yönelirler. Belki bunu yaptıktan sonra, İmparatorluğun geleneksel
olarak kendi suçlarının üzerini örtmek için kullandığı meşhur davaları değil,
İmparatorluğun her gün dünya çapında işlediği katıksız suçları ve gerçek insan
hakları ihlallerini protesto ederler.
N. Vahid Azal
30 Ekim 2014
Çeviri: Selim Sezer
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Çürümüş ve bozulan elitler hakkında bir film.
[2] “Yerli muhbir” tipolojisinin İran'la ilgili olarak
eleştirel bir değerlendirmesi için bkz: Hamid Dabashi, Brown Skin, White
Masks, Pluto Press, 2011. Konuyla ilgili kitaptan çeviriler konusunda bkz.:
İştiraki ve İştiraki.
[3] 26 Ekim 2014'te İran televizyonunda yapılmış röportaj (Farsça):
[4] Land Destroyer sitesinden Tony Cartalucci’nin, “Uluslararası Af
Örgütü ABD Dışişleri Bakanlığı'nın bir propaganda aracıdır” yazısına bakınız.
[5] “Reyhaneh Jabbari”, 11 Nisan 2014, Amnesty.
[6] “Reyhaneh Jabbari Executed”, 24 Ekim 2014, HRW.
[7] “Reyhaneh Jabbari”, Wikipedia.
[8] “Execution of Reyhaneh Jabbari”, 25 Ekim 2014, Dışişleri.
[9] Dadsara.
[10] “Yeni Detaylar”, 3 Mayıs 2014, Bkz: Fararu.
[11] İdris Semav Hamid, Facebook.
[12] Bkz: Death
Penalty.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder