Pages

24 Şubat 2014

Toprakların Belediye Mülkiyetine Geçirilmesi ve Belediye Sosyalizmi


 

Bu iki terimi birbirinin dengi kılanlar, Stockholm Kongresi’nde tarım programının kabulünü güvence altına almış bulunan Menşeviklerdir. Burada sadece öne çıkan iki Menşeviği anmak yeterli olacaktır: Kostrov ve Larin. “Bazı yoldaşlar” diyor Kostrov Stockholm Kongresi’nde,

“sanki belediye mülkiyetini ilk kez duymuşlar gibi konuşuyorlar. Bu yoldaşlara, Batı Avrupa’da kentsel ve kırsal özyönetimlerin mülkiyetlerinin genişlemesinden ibaret olan ve yoldaşlarımızın da benimsediği tüm politik eğilimin (tam da öyle!), İngiltere’de ‘belediye sosyalizmi’nin var olduğunu hatırlatmak isterim. Birçok belediyenin gayrimenkulleri var ve bu durum, bizim programımızla çelişmiyor. Şimdi belediyelerimiz için bilabedel(!) gayrimenkul edinme(!!) imkânımız var ve bu imkândan yararlanmalıyız. Elbette müsadere edilmiş toprağı belediyenin mülkü kılmak zaruridir.” (s.88)

“Bilabedel mülkiyet elde etme imkânı”na dair bu nahif bakış açısı, burada mükemmel biçimde ifade edilmiş. Ne var ki konuşmacı, esasta İngiltere’ye has özel bir eğilim olarak söz konusu belediye sosyalizmi örneğini aktarırken, bunun neden alabildiğine oportünist bir eğilim olduğu üzerinde hiç düşünmemiş. İyi de o vakit Engels, Sorge’ye mektuplarında, İngiliz Fabyusçularının bu aşırı aydın oportünizmlerini karakterize ederken, “toprakları belediye mülkü kılma” çabalarının küçük-burjuva niteliği üzerinde neden duruyordu?[1]

Kostrov’la ağız birliği içinde olan Larin ise Menşevik programına ilişkin yorumunda şunu söylüyor:

“Belki halkın yerel özyönetimleri, bazı bölgelerde bu büyük işletmeleri, örneğin bugün belediyelerin tramvayları ya da mezbahaları idaresi altında tutması gibi, kendi idaresine alabilecektir, ve o zaman onların bütün (!) safi hâsılatı tüm (!!) halkın hizmetinde olacaktır.”[3]

Yerel burjuvazinin hizmetinde olmayacak yani, öyle mi Bay Larin?

Batı Avrupa belediye sosyalizminin cahil kahramanlarının cahilane hayalleri gün ışığına çıkmaya başlıyor artık. Burjuvazinin iktidarda olduğu gerçeği gibi, sadece yüksek oranda proleter nüfusun bulunduğu kentlerde, belediye idarelerinden emekçiler için üç-beş kuruş koparılabildiği olgusu da unutuluyor. Neyse, şimdi temel meseleye gelelim. “Belediye sosyalizmi”nin toprakların belediye mülkü kılınması ile ilgili fikrindeki temel hata şudur:

İngiliz Fabyusçuları gibi Batıdaki burjuva aydınları da tam da sosyal barış, sınıflararası uzlaşma düşü kurdukları ve kamuoyunun dikkatini iktisat ve tüm devlet yapısının temel sorunlarından, yerel özyönetime ait küçük sorunlara çekmeye çalıştıkları için, belediye sosyalizmini özel bir “eğilim” derekesine yükseltmişlerdir. Birinci kategorideki sorunlar alanında, uzlaşmaz sınıf çelişkileri en keskin biçimde yaşanır, bu alan, daha önce de gösterdiğimiz üzre, burjuvazinin sınıfsal egemenliğine ait temellere tesir eder. O nedenle, sosyalizmin parça parça gerçekleştirilmesine dair cahilane ve gerici ütopya, ümitsiz bir vakadır. Dikkatler, burjuvazinin sınıf olarak egemenliği sorununa ya da bu egemenliğin temel araçları sorununa değil, bilâkis, yerel nitelikli küçük sorunlara, burjuvazinin “halkın gereksinimleri” için ayrılmasına izin verdiği üç-beş zavallı kırıntının harcanması sorununa çekilir. Doğalında burjuvazinin kendisinin sağlık hizmetleri (Engels, Konut Sorunu’nda, kentlerde salgın hastalıkların gelişmesinin burjuvaziyi korkuttuğuna dikkat çekmektedir) ve eğitim için (burjuvazinin tekniğin yüksek seviyesine ayak uydurabilecek eğitilmiş işçilere ihtiyacı vardır!) vs. ayırmak istediği (toplam artı-değer kütlesiyle ve burjuvazinin devlet giderlerinin toplam tutarıyla karşılaştırıldığında) son derece düşük olan bu miktarların harcanması sorunu öne çıkarıldığında, böylesine küçük sorunlar alanında “sosyal barış”, “sınıf mücadelesinin zararları” vs. üzerine güzel laflar etmek mümkün hâle gelir. Bizzat burjuvazinin “halkın ihtiyaçları”, sağlık hizmetleri, eğitim vs. için para harcadığı bir yerde sınıf mücadelesi nasıl mümkün olabilir? Eğer yerel özyönetimler sayesinde “ortak mülkiyeti” birazcık ve yavaş yavaş genişletmek ve üretimi -değerli Larin yoldaşın öylesine işine gelir biçimde işaret ettiği tramvayları, mezbahaları- “toplumsallaştırmak” mümkünse, sosyal devrime ne gerek var?

Esasında bu “eğilim”de karşımıza çıkan o cahilane oportünizm, “belediye sosyalizmi”nin (gerçekte İngiliz sosyal-demokratlarının Fabyusçulara karşı haklı biçimde açıkladıkları gibi, belediye kapitalizminin) dar sınırlarının unutulmasıyla ilgili bir meseledir. Bu insanlar, burjuvazi sınıf olarak egemenliğini sürdürdükçe, onun egemenliğinin gerçek temellerine sadece “belediye” üzerinden de olsa dokundurtmayacağını, diyelim ki burjuvazi “belediye sosyalizmi”ne izin verdi, ona göz yumdu, bunu tam da, o bu temellere dokunmadığı, zenginliğinin önemli kaynaklarına saldırmadığı ve burjuvazinin kendi isteğiyle “halk”a bıraktığı sınırlı yerel harcamalarla yetindiği için yaptığını unutmaktadırlar. Sosyalist belediyelerin, olağan, yani ufak, en küçük olanla yetinen, işçilere somut kolaylıklar getirmeyen idare-i maslahatın biraz dışına çıkma yönündeki her türlü girişiminin, sermayeye birazcık saldıran her faaliyetinin burjuva devletin merkezî iktidarının mutlaka vetosunu her daim yiyeceğini bilmek için Batı’daki “belediye sosyalizmi”ni bilmeye bile gerek yoktur.

İşte Batı Avrupalı Fabyusçuların, İmkâncıların ve Bernştayncıların bu temel hatası, söz konusu cahilane oportünizmi belediyeleştirmecilerimiz tarafından devranılmış durumdadır.

“Belediye sosyalizmi”, yerel yönetime ilişkin meselelerde tatbik edilen sosyalizmi ifade eder. Yerelin çıkarlarının sınırlarını aşan, devletin idarî işlevlerinin sınırının ötesine geçen her şey, yani egemen sınıfların en önemli gelir kaynaklarını, egemenliğini güvence altına almanın temel araçlarını ilgilendiren, devlet idaresine değil, devletin yapısına dokunan her şey, “belediye sosyalizmi”nin çerçevesi dışına çıkar. Fakat bizim çokbilmişlerimiz, tüm halkın davası olan, egemen sınıfların temel çıkarlarına en doğrudan biçimde dokunan toprak sorununun yakıcılığına, bu sorunu “yerel idarî sorunlar” kategorisine sokarak, yan çiziyorlar. Rus aydını, "Batı’da tramvaylar ve mezbahalar belediyelerin mülkü kılınıyor, niye biz de tüm toprakların yarısını belediye mülkü hâline getirmeyelim?” diye düşünüyor; bunu, hem bir restorasyon, hem de merkezî iktidarda tam bir demokrasinin olmaması bağlamında, hayırlı buluyor!

Yakıcı sorunlarda sınıf mücadelesinin, bu sorunların küçük, sadece yerel özyönetimleri ilgilendiren sorunlar kategorisi içine sokulması yoluyla yumuşatılmasına dayanan burjuva devriminde tarım sosyalizmi, en küçük burjuvasından bir sosyalizm, böylece oluşmuş oluyor. Oysa en iyi toprakların yarısının işletilmesi, ne yerel ne de idarî bir sorundur. Bu, devlet çapında genel önemi haiz bir sorundur, sadece toprak sahiplerine ait devletin değil, aynı zamanda burjuvalara ait devletin de yapısal bir sorunudur. Ayrıca halkı, tarımda “belediye sosyalizmi”nin gelişmesinin sosyalist devrimden önce mümkün olduğu düşüncesiyle tavlamak, en kötü türden demagoji yapmak demektir.

Marksizm, millîleştirmeyi burjuva devrimi programına almaya izin verir, çünkü mutlak rant, kapitalizmin gelişmesini engellemektedir, toprak ve arazi üzerinde özel mülkiyet onun için bir engeldir. Burjuva devriminin programına büyük çiftliklerin belediye mülkü kılınmasına dönük adımları dâhil etmek içinse Marksizmi Fabyusçu bir aydın oportünizmine dönüştürmek amacıyla yeniden modellemek gerekir.

Burjuva devriminde küçük-burjuva ve proleter yöntemler arasındaki fark, tam da bu noktada kendisini ele vermektedir. Küçük-burjuvazi, bizim Sosyalist-Devrimciler Partisi gibi en radikal olanı dahi, burjuva devriminden sonra sınıf mücadelesinin olmayacağı, evrensel bir refahın ve barışın hüküm süreceği beklentisi içerisindedir. O nedenle, kendisi için şimdiden “sıcak bir yuva” hazırlamakta, burjuva devrimine küçük-burjuva reform planlarını iliştirmekte, muhtelif “norm”lardan, toprak mülkiyetinin “düzenlenmesi”nden, emek ilkesinin ve küçük emek iktisadının sağlamlaştırılmasından vs. söz etmektedir. Küçük burjuva yöntem, mümkün olduğunca, sosyal barışı en fazla mümkün kılacak zemini hazırlamak için kimi ilişkilerin inşa edilmesi yöntemidir. Proleter yöntem ise yalnızca yolun bütün Ortaçağ kalıntılarından temizlenip sınıf mücadelesi için açılması yöntemidir. Dolayısıyla proleter, çeşitli toprak mülkiyeti “normları” üzerine tartışmayı küçük mülk sahiplerine bırakabilir: proleterleri sadece toprak sahiplerinin elindeki büyük arazilerin ilgası, tarımda sınıf mücadelesinin önündeki son engel olarak toprak ve arazi üzerindeki özel mülkiyetin yok edilmesi ilgilendirir. Bizi burjuva devriminde küçük-burjuva reformculuğu değil, küçük çiftlik sahiplerinin ileride huzurla kullanabilecekleri “yuva” değil, burjuva bir zemin üzerinden küçük burjuvanın her türden yatıştırma politikasına karşı yürütülecek proleter mücadelenin koşulları ilgilendirmektedir.

Bu proleter karşıtı ruh ve anlayış, toprakların belediye mülkü kılınması suretiyle burjuva tarım programına taşınmaktadır, zira bu anlayış, Menşeviklerin tümüyle yanlış anlayışının tersine, sınıflar mücadelesinin alanını genişletip onu şiddetlendirmez, bilâkis, köreltir. O, bunu merkezî iktidarda tam demokrasi olmadan yerel demokrasiye izin vererek de yapar. Toprakların belediye mülkü kılınması, köreltme işlemini “belediye sosyalizmi” düşüncesiyle de yapar, çünkü “belediye sosyalizmi”, burjuva toplumunda, ancak sınıf mücadelesinin büyük yolu dışında, sadece, burjuvazinin bile kendisinin sınıf olarak egemenliğini koruma imkânını kaybetmeksizin alttan alabileceği, uzlaşabileceği küçük, yerel, önemsiz sorunlarda makuldür.

İşçi sınıfı, burjuva toplumunun karşısına, toprağın burjuva millîleştirilmesi de dâhil, burjuva devriminin en saf, en tutarlı, en kararlı programını çıkartmak zorundadır. Proletarya, burjuva devriminde küçük burjuva reformculuğunu elinin tersiyle itip ona sırt çevirir: bizi cahile, küçük burjuvaya has saadet değil, mücadelenin özgürlüğü ilgilendirmektedir.

İşçi partisi içindeki aydınların oportünizminin başka bir çizgi takip etmesi gayet doğaldır. Bu aydınlar, burjuva devriminin geniş devrimci bir programını sunmak yerine, merkezî devlet iktidarı eksik bir demokratikleşmeye sahipken yereldeki demokrasiyi güvence altına almak, büyük “kargaşa”dan uzakta küçük burjuva reformizmi için belediye faaliyeti içinde küçük bir köşe temin etmek ve antisemitlerin reçetesini takip ederek, yani, önemli bir millî meseleyi küçük, yerel sorunlar alanına indirgemek suretiyle, toprak üzerindeki aşırı derecede derinleşmiş çelişkiden yan çizmek amacıyla dikkatleri bir küçük-burjuva ütopyasına çekmektedirler.

V. I. Lenin
Kasım-Aralık 1907
Kaynak

Dipnotlar:
[1] K. Marx ve F. Engels, Selected Correspondence, Moskova, s. 537. Türkçesi: İştiraki.

[2] V. I. Lenin, The Peasant Question and Social-Democracy, s. 66.

[3] K. Marx ve F.Engels, Selected Works, Cilt. 1, 1955; s. 578.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder