Kargaşa, gökyüzünden yere düşen bir şey midir?
Kesinlikle hayır. Ukrayna’da bugün yaşanan ve yüzden fazla insanın ölümüne
neden olan kargaşa, diğer her türden politik olgu gibi, açıktan yaşanan bir
mücadeleye dönüşmüş olan ekonomik, toplumsal ve politik etmenlerin bir
sonucudur. Analiz noktasında esas olarak ele alınması gereken husus, hem Şangay
İşbirliği Örgütü ile müttefik Rus burjuvazisi hem de AB ile müttefik (ayrıca
diğer avroamerikan güçlerce desteklenen) Alman burjuvazisinin elindeki ekonomik
hâkimiyeti içeren sınıfsal ittifaklardır.
Ukrayna’da tanık olduğumuz protesto gösterileri ve
isyanları, Rus hükümetinin önerdiği 15 milyar dolarlık yardım paketinin
Yanukoviç hükümetince kabul edilmesi ve sonrasında Avrupa Birliği’nin önerdiği
Birlik Anlaşması’nın başarısız olması tetikledi. Önerilen bu anlaşma,
Ukrayna’ya tasarruf tedbirlerinin alınmasını emreden krediler dayatmaktaydı ve
bir dizi güvenlik politikası ile ülkenin askerî stratejisinin NATO’ya teslim
edilmesine dair hükümleri içeriyordu. Birlik anlaşması ticareti
serbestleştirecek, yedi yıl içerisinde Ukrayna’nın ihracat mallarına getirdiği
ithalat vergilerini düşürecek, on yıl içinde de ülkenin ithalat vergilerini AB
kaynaklı ihracat malları için sıfıra çekecekti. Bu ticarî serbestleşme, ülkenin
batı kesiminde bulunan büyük ve küçük burjuvaziye yığınla fırsat sunacaktı,
dolayısıyla bugün, ülkenin batı kesimi süregiden protestoların coğrafî güç
merkezini teşkil ediyor. Doğu kesiminde ise burjuvazi Rusya Federasyonu ile
ilişkisini hayatî kabul ediyor, Rusya ve Ukrayna arasındaki işbirliği üzerinden
yüksek oranlarda ithal edilen Rus gazına tabi sınaî işletmeler ve Rus boru
hattı şebekesi ülke ekonomisi bağlamında doğu kesimiyle bağlantılı durumda.
Buna göre Yanukoviç hükümetini destekleyenler, ülkenin
Rusça konuşan doğu kesiminde ikamet ederlerken, muhalifler çoğunlukla Ukraynaca
konuşan batı kesimindeler. Yanukoviç hükümeti, 1991 sonrası sovyetin elindeki
devlet mülklerinin özelleştirilmesi üzerinden zenginleşmiş oligark
kapitalistlerin ŞİÖ ile müttefik kesimin politik iradesini; muhaliflerse, aynı
oligarşinin AB ile müttefik kesiminin politik iradesini dile getiriyor.
Kâr peşinde koşan bu emperyalistler arası jeopolitik
mücadele, sahada halklar arasında yaşanan çatışmaya dönüşüyor. Lviv’de,
Ukrayna’nın batı bölgesinde, Petro Kolodiy’in başkan olduğu Halk Meclisi, yani
bölge meclisinin yürütme organı, milletvekillerinden, Meydan’daki özsavunma
güçlerinin temsilcilerinden, halktan isimlerden ve bilim insanlarından
oluşuyor. Bölgenin kaderini eline alacağından ve idarî kontrolü tesis etmekten
bahsediyor. Bu karar, Lviv’in merkezindeki savcılık binasının protestocularca
ele geçirilmesi sonrası alınmış, göstericiler polisi teslim olmaya zorlamışlar.
Halk Meclisi’nin ifadesiyle, “Rejim halka karşı faal bir askerî eylem başlattı
[…] Kyiv’de düzinelerce insan öldürüldü, yüzlercesi yaralandı […] Toplumun
iradesini gerçekleştirmek için Lviv bölge meclisi yürütme komitesi olarak Halk
Meclisi bölgenin ve yurttaşların tüm sorumluluğunu üstleniyor.”
Bölgedeki tüm idarî kurumların kontrolünü elinde
bulunduran yürütme komitesi, devlet memurlarına ve yurttaşlara Kolodiy
tarafından imzalanan kararları ve talimatları yerine getirme çağrısı yaptı ve
asayişin korunmasına ilişkin rolünü yeniden hatırlattı. Komite ayrıca
eylemcilerini Kiev’e gönderme, Meydan’daki eylemcilere ihtiyaç duydukları her
şeyi temin etme niyetinde olduğunu bildirdi. Yereldeki medya kaynaklarına göre,
kamu binalarına dönük saldırılar giderek yayılıyor, hâlihazırda Hmelnitski,
İvano-Frankivsk, Uzhorod ve Ternopil şehirlerinde bu tip saldırılara tanık
olunuyor. Muhalefet, vali Oleh Salo’yu Ocak’ta görevden indirmişti. O günden
beri muhalefet Lviv bölgesinin kontrolünü elinde bulunduruyor ancak bu durum
şimdilerde açık biçimde ilân ediliyor.
Ukrayna güvenlik hizmetleri, protestocuların bin beş
yüz ateşli silâhı ve yüz bin mermiyi ele geçirdiğini söylüyor. Güvenlik
Hizmetleri başkanı Aleksandr Yakimenko, ülkedeki olaylara “giderek artan
şiddetin ve aşırı uçtaki gruplarca ateşli silâhların yoğun biçimde
kullanılmasının” damga vurduğunu ifade ediyor. “Ülkenin birçok kısmında devlet
görevlileri, askerî tesisler ve cephanelikler ele geçirildi. Adliye binaları
yakılıyor, vandallar özel mülklere zarar veriyor ve barışçıl sivilleri
öldürüyor.” Güvenlik Hizmetleri’nin tespitiyle, “kundaklama, cinayet, adam
kaçırma ve halkı terörize etme gibi yöntemlerin bilinçli ve amaçlı bir biçimde
kullanılması”na karşı Güvenlik Hizmetleri ve Ukrayna Terörizmle Mücadele
Merkezi terörizmle mücadele operasyonlarına başlayacağını duyurdu ama bu karar
parlamento tarafından veto edildi. Silâhlı yaralanma sebebiyle hastanelik
olanlar arasında hem polisler hem de asiler var. Salı günkü çatışmalardan
alınan görüntülere göre, maskeli asiler silâh kullanıyor ve kamyonlarla polis kordonunu
yarmaya çalışıyor.
Bu konjonktürde ordunun, devletin esas baskı aygıtının
ne yapacağını anlamak hayatî önemde. Güçler dengesi uyarınca ordu büyük
ihtimalle gösterileri ezmek için Yanukoviç’ten yana saf tutacak. Görece daha
zayıf bir senaryoya göre ise ordu yönetime el koyacak. Darbe ihtimali epey
düşük, zira hükümet demokratik yollardan seçilmiş ve demokratik sürecin
herhangi bir vakit kesintiye uğrayacağına dair belirgin bir işaret yok ortada;
ordunun cumhurbaşkanını devirmek için müdahalede bulunması ve bir sonraki seçimlere
sadece bir yıl varken darbe yapılması pek zekice olmayacaktır. Dahası Yanukoviç
kısa süre önce ordunun başındaki ismi görevden aldı ve sivil hükümetin askerî
aygıt üzerinde daha güçlü bir kontrole sahip olmasını sağladı. Bugün Yanukoviç
hükümetteki hâkim isim. Muhalefetse birlikten yoksun, bu nedenle askerî
baskıdan politik bir güç olarak çıkması mümkün değil.
Şimdiye dek AB ve ABD Yanukoviç’i tavizde bulunmaya
zorladı: Yanukoviç tutuklulara yardım etti, gösteri düzenlemeyi kısıtlayan
kanunları anayasadan çıkarttı, hükümetinin önemli bir bölümünü görevden aldı ve
muhalefet liderlerine üst düzey görevler teklif etti, tüm bunlara rağmen bugün
gösteriler hâlâ sürüyor. AB ve ABD hizbinin çıkarları, Yanukoviç’in ve
muhalefetin uzlaşmasını talep ediyor ancak Rusya bu politik hegemonya
kavgasında batıya meydan okuyacak ölçüde güçlü. Rus hükümeti para diplomasisini
devreye sokmuş, Ukrayna ve AB arasındaki birlik anlaşmasını geçersiz kılmak
için ülkeye 15 milyar dolarlık yardım paketi teklif etmişti, ancak bugün
durumun sakinleşmesini beklemeyi tercih ediyor. Son hamlesinde Rusya, yardım
paketi içinden 2 milyar dolarlık bir dilimi vermeyi vadetti ancak Yanukoviç’in
Kiev merkezini göstericilere kaybetmesi ardından, bu yardımı durdurdu.
Atlantik’in diğer tarafında başkan Obama ise şunları
söylüyor: “Hedefimiz, Ukrayna halkının kendi geleceği ile ilgili kararları
kendisinin vermesini sağlamaktır […] Bay Putin, bu konuların çoğunda farklı bir
görüşe sahip ve ben bu durumun pek de sır olmadığından eminim.” Bu açıklama
Edward Said’in sözlerini getiriyor akla: “Oysa her imparatorluk, kendisine ve
dünyaya kendisinin diğer tüm imparatorluklardan farklı olduğunu, görevinin
yağmalamak ve kontrol etmek değil, eğitmek ve özgürleştirmek olduğunu söyler.”
Obama ve emperyalist meslektaşlarının kimlerle
dayanışma içerisinde olduğunu görmek gerçekten ilginç: bugün ABD, Avrupa
yanlısı olarak başlamış ve zaman içerisinde aşırı sağcı grupların ele geçirdiği
protestolarla dayanışma içinde. Aşırı sağcı gruplar arasında Svoboda (Hürriyet)
Partisi yandaşları da var. Partinin lideri Oleh Tyahnibok, Yanukoviç hükümetini
“Moskovacı-Yahudi mafyası” olarak tanımlıyor. Nazi örgütü Ukrayna Halkının
Özsavunma Örgütü (UNA-UNSO) üyeleri ise 2006’da, Estonya’da bulunan NATO
kontrolündeki terörist kamplarda eğitiliyorlardı. Aşırı sağcıların varlığı Financial
Times gibi burjuva kaynaklarca bile göz ardı edilemiyor. Gazete, Sağ Sektör
isimli militarize protesto grubunun varlığını kabul ediyor. Bu grup, ülke
genelinde aşırı sağcı örgütlerin destekçilerinden oluşuyor.
Avroamerikan güçler bloku bugün Yanukoviç üzerindeki
baskıyı artırmak için paramiliter faşist grupları destekliyor, Angela Merkel
Yanukoviç’e karşı tedbirler alınması fikrine dönük desteğini açıktan ifade
ediyor. Avroamerikan güçler blokunun ne istediği açık: Ukrayna’yı Rusya’dan
uzaklaştıracak, onu AB’ye yakınlaştıracak, değerlerin emekçi sınıflardan alınıp
Sovyet dönemi sonrası oluşan oligark kapitalizmine devredilmesine dönük
tedbirleri dayatacak herhangi bir rejim. AB’nin kafasındaki planları Birlik Anlaşması
teklifinin bizatihi kendisinden de okumak mümkün. Ukrayna’daki
avroamerikanlarla müttefik olan ve batılı güçlerin ülkedeki hâkimiyetini
artıran, Kliçko, Yatsenyuk ve Tyahnibok liderliğindeki muhalefet bu gayeyi
paylaşıyor. Kullandığı tüm retoriğe rağmen halk Obama’nın umurunda değil, o
sadece boru hatlarının derdinde. Merkel de aynı şekilde halkı umursamıyor, o
sadece Gürcistan ve Moldova gibi ülkeleri AB sahasına çekmek için Ukrayna’yı
bir sıçrama tahtası olarak kullanmak istiyor.
Obama yönetiminde stratejik haberleşme için ulusal
güvenlik danışmanlığı yapan Ben Rhodes meseleyi açık biçimde dile getiriyor:
“Bizim için de Ukrayna’nın ileride Atlantik topluluğunun bir parçası olacağı
açık bir husus, Ukrayna’nın Avrupa ve Transatlantik topluluğuna yönelmesi
ABD’nin dış politikasının önemli bir önceliği.” Almanya muhalefetle sıkı
politik bağlara sahip; bu haftanın başında Kliçko ve Yatsenyuk, muhalefetin iki
önemli ismi, Berlin’e gidip Angela Merkel ve Alman Dışişleri Bakanı Steinmeier’le
görüştü.
“Emperyalizmin
karakteristik özelliği öncelikle sadece tarım bölgelerini değil, ayrıca görece
en gelişmiş endüstri bölgelerini kendisine katmaktır (Almanya’nın Belçika’ya
yönelik iştahı; Fransa’nın Lorraine’e yönelik iştahı), bunun nedeni, (1)
dünyanın hâlihazırda parçalanmış oluşunun emperyalistleri her türden bölgeye
ulaşmak için dünyanın yeniden bölünmesine dair bir tahayyüle zorlaması ve (2)
emperyalizmin temel özelliğinin hegemonya, yani hasmını zayıflatıp onun
hegemonyasını azaltan, doğrudan bir tarzda değilse bile, bölgenin fethi için
verilen mücadelede bir dizi büyük güç arasında cereyan eden bir rekabet
oluşudur.” [Vladimir Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması]
Klaas Velija
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder