Erdoğan’ın Osmanlı padişahlarına atıfla, “zillullah”
olarak görüldüğü bir dönemdeyiz. Böylesi bir dönemde Erdoğan ne yapsa helâldir.
Haramı helâl kılan, kapitalizmdir. Gölgesi düşen
sermayedir, Allah olduğunu zannetmekse şirktir, küfürdür.
Galiba mesele, için dışı yağmalamasına ya da dışın içi
yağmalamasına bir biçimde dâhil olmaktır. Millet, devletteki iki yönelim
üzerinden ikiye bölünmüştür. Bu nifakı sokanlar, sermayenin emrini yerine getiriyorlar.
İlk yağma AKP’yi, ikincisi Fethullah’ı figüran kılmıştır. İlki halka, ikincisi
millete düşmandır. İlki efendilerin gölgesi, ikincisi kıtmiridir.
Millet yağma ve rant değil, karşılıksız kardeşlik için
dışa çıkacaksa ve eğer halk yağmaya ortak olmak için değil, kardeşlik sofrasını
ülkenin orta yerine kuracaksa, o gölgeden ve tasmadan kurtulmalıdır.
Son dinleme kayıtları montajdır, zira saatleri,
günleri bulan kayıtlardan belirli bir kısım cımbızlanıp montajlanmış olmalıdır.
İnternete düşen kısma Fethullahçılar kendilerince yorum düşmektedirler. 17
Aralık’tan bir iki gün sonra “solcu” kimi haber sitelerinde çıkan, Tayyip’in
ailesiyle birlikte paraları toplayıp kaçmaya hazırlandığı haberi de gösteriyor
ki, bugün sızan kayıt o günlerde söz konusu sitelere iletilmiştir. O gün
yayınlansa daha da etkili olacak bu haberin aylar sonraya saklanması manidardır.
Bu inkıtalar Tayyip’in elini güçlendirmekte, komployla ilgili lügatini
zenginleştirmektedir. Demek ki iki taraf arasındaki pazarlık, genel seçimlere
dek sert biçimde sürecektir.
Dışın içi yağmalaması Fethullah eliyle
gerçekleşmektedir. Yabancı sermayedarların paralarıyla gazeteler kurulmakta,
Gezi’nin birikimi efendilerin kapışmasına kurban edilmektedir. Karşı yakanın
basını AKP gerçekliğinde dipten, Müslüman milletin köklerinden, devrimci İslamî
bir hurucun gerçekleşmesinin çeşitli müdahalelerle engellendiği momentte anlam
kazanmaktadır. Devrimci İslam’ın lafları Fethullahçıların yanlış ağızlarındadır
ve karikatürleştirilmektedir.
* * *
Hristiyan din adamı John Calvin, İsa’nın tüm insanlar
değil, sadece Tanrı’nın seçtikleri için kurban edildiğini söylüyor. Dinin özel
bireylere kapatılması, bireyle Tanrı arasındaki vicdanî-imanî pratiğe
indirgenmesi Fethullah hattında bariz. TV kanalında semadan inen nur olarak
sembolize ettikleri Peygamber de bu kesimin muhayyilesinde İsa’nın ikamesinden
başka bir şey değil. Millet Fethullahçılar eliyle İsevîleştirilmiş bir İslam’a
ısındırılıyor. Kıtmir, Ashab-ı Kehf’in köpeği, hangi mağaranın kapısına bağlı,
belli oluyor. TV’deki bu hamle ile peygamber gibi görülen Tayyip,
değersizleştirilmeye çalışılıyor. O’nun ancak kendisine yardım edeceğini
söylüyor. Calvin gibi, Tanrı’nın sadece seçilmişleri göreceğini iddia etmiş
oluyor. Bavullara sığmayan avrolar, dolarlar da Allah’ın “yürü” dediği kulunun
ibadetinin bir parçası oluyor öte yandan, kenz zemzeme daldırılıp çıkartılıyor
arlanmadan. Mağarada muhafaza edilen dine bekçilik eden köpek, birden
efendilerin av köpeğine dönüşüyor.
Zillullah olarak görülen Erdoğan, tam da kendi
TV’sinin ekranlarında “cennet” mizansenleri kurgulayan Adnan Hoca’nın hitap
ettiği yere güveniyor. Oysa sadece özel insanlara ve özel kavimlere açık olan
bir Allah, yoktur. İsrailoğulları’na kapatılmış bir tanrının, İsa’nın eti ve
ruhuna indirgenmiş bir tanrının neshedilmesi demektir Allah. Eğer öyle ise,
“zillullah” zihniyeti, şirktir.
Fethullah’ı halkın evladı olarak görüp onun AKP’ye
kapanmış devletin zulmünü yıktığı için yoldaş kabul edenler var. Bu kesim,
devlet karşıtlığını anarşizmden ilhamla ifa ediyorlar. Anarşizmse devletin
bireye kapanması, bireyde müşahhas olmasının ideolojisi sadece.
Yeryüzünde her ideolojinin kaderi, özel kişilerin
varlığına indirgenmek. Yenilgi döneminin bir sonucu olan bu eğilim, ideolojinin
dışa açılan tüm yönlerini törpülemek zorunda. Dışarıyla ilişki ister istemez
sadece o kişiyle gerçekleşecektir.
İslam da modern dünyanın gerçeklerine uymak,
hümanistleşmek, bireycileşmek, özel alana çekilmek zorunda. Aracılar silinmeli,
Kur’an ile Peygamber, Peygamber ile Allah arasındaki mesafe belirli özel
kişilerin varlığına kapatılmalıdır. Fethullah’taki sürekli Peygamber vurgusu,
ismini andığı her vakit ağlaması, gösteriden ibaret. Her yere ve her şeye
yayılan bir Peygamber imgesinin hayatiyeti özel bir kişiye bağlıdır. İfrat
tefriti doğurur ve Peygamber şeklen her yerdeyken, özde her şeyden uzak
tutulmuş olur. Ezandan ve Kelime-i Şehadet’ten isminin çıkartılmasının sebebi
budur. “Ben varken ona ne gerek” diyen Fethullah, Yahudi-Hristiyan dünyada
İslam’ın bekasının, yaşama ihtimalinin temel gerekçesi olarak sunmaktadır
kendisini. Bu da söz konusu dünyanın zihinlerdeki algısını mutlaklaştırmaktadır
bir biçimde. Özele, bireye, bireyin varlığına bağlanmış bir ideoloji çürütür.
* * *
Diyelim ki kadın konusunda bir tartışma yürütülür,
ortamdaki kadın erkeklere “siz anlamazsınız!” der durur. Buna göre, kadın
hakkında konuşmak için kadın olmak şarttır. Eskiden kendisini “feminist” olarak
tanımlayan erkeklere bugün “siz pro-feminist olabilirsiniz ancak”
denilmektedir. Bu feministin müdafaa ettiği kadın, kadın değildir. O, anne,
kızkardeş ve eş-sevgili olmayan müşahhas bir varlıktır. Erkeğe göre
tanımlanmayacak, kendinden menkul bireysel bir oluş kolektif hayatın ve
pratiğin karşısına çıkartılmıştır. Kadının evlendiğinde kızlık soyadını
muhafaza etmesi hakkını Avrupa üzerinden kadına kazandırmış olmakla övünen
kadın bir avukat, kazanımı kadının özgürleşmesi olarak görmektedir. Oysa o
kızlık soyadı da bir erkeğe aittir. Burada esasta bataklığa batmış kişiye
“saçlarından tutup kendini yukarı çek” denilmektedir. Kadınlık, feministlerdeki
“kadın”dan daha güçlü bir ideolojidir. Batılı, ilerlemeci bir refleksle,
kadınlık ideolojik gücünden arındırılmakta, tekil, parçalı, dağınık
birey-kadınlara hapsedilmektedir.
Benzer ideolojik yaklaşım Vehhabi, Selefî, Haricî
geleneğin nüfuzunda da karşımıza çıkmaktadır. İslam bedenle, bedeni yöneten
bireysel ruhla tanımlı kılınmaktadır. Dolayısıyla O’nun başkalarına açılması,
başkalarına mana kazandırması mümkün değildir. İslam, İslamcılardaki “din”den
daha güçlü bir ideolojidir. İlkinde Allah herkesi ve her şeyi görür,
ikincisinde gören, özel kişilerin gözleridir. İslam’daki Allah’a iman ve
bağlılık (teslimiyet) her ân başkalarını gören bir çift göz ve idrak talep
eder. İslamcılıkta ise göz imansız ve idraksizdir, varolan durumu muhafaza etme
hâli içinde, tek damla gözyaşı üretmez. Fethullah gibiler Roboskîli gençler ya
da Mavi Marmara’daki Furkan için asla gözyaşı dökemez. Onda o iman ve idrak
yoktur.
Vehhabi, Selefî, Haricî çizgisi, “ben olmazsam İslam
ölür” korkusundan beslenir. İslam’ın bekasını belirli özel şahıslara bağlamak,
ciddi bir hatadır. Bu yaklaşım, ya Allah ya da Peygamber olma arzusuna denk
düşer.
Kemalist cumhuriyetin yazdığı din kitaplarında
Kur’an’ı bizatihi Hz. Muhammed’in yazdığı söylenmektedir. Bugün kimi liberaller
de bireyin varlığı, üstünlüğü ve egemenliği için bu tezi savunmaktadırlar.
Kemalist ya da liberal çevrelerin bugün başbakanı eleştirmesi boştur, çünkü
başbakan tam da onların kendi laboratuvarlarında imal ettikleri bir isimdir.
Müslüman ahali, ne yaparsa yapsın, Tayyip’in kendisi
ve İslam için çalıştığına inanmaktadır. Bu inancın gericilik, cehalet olduğunu
gene Kemalistler ve liberaller dillendirmektedir. Ahaliyi kendi seviyelerine
çıkmaktan aciz bir koyun sürüsü olarak gören bu kesimlerin hakiki bir devrimci
hat çıkarmaları mümkün değildir. Tayyip ile bireysel, özel, öznel bir rekabet
ve husumet ilişkisi kuranlar, onu imge, bilgi ve simge olarak kuran kitleyi
gözsüz, idraksiz ve imansız zannetmektedirler. Oysa kişi başkasını kendisinden
bilmektedir. Başkalarını kendimizden değil, ait olduğumuz hakikat kavgasından
bilmek şarttır.
* * *
Haricîlikteki mesele, kabilelerin ilişkilenmeye, cem
olmaya karşı geliştirdikleri dirençtir. Çok sınırsız, çok özgürlükçü ve çok
evrenselmiş gibi görünen tepkilerinin altında, kabilelerinin bekasını koruma
arzusu vardır. Bu arzunun saklanması için ideolojinin gerçeğe değmeyen bir
yerde kurgulanması zorunludur. İdeolojik manada marksizmin ve sosyalizmin de bu
eğilimden muaf olduğu söylenemez. Onlar da küçük burjuvaların küçük dünyalarını
büyük göstermek zorunda olan birer aynaya dönüşecektir.
Marksizmini, solculuğunu, Müslümanlığını kendi
bireysel varlığına kapatmış, indirgemiş olanların Fethullah’ta sıcak ve yakın
buldukları çok şey olmalıdır. Lafla peynir gemisi yürüteceklerini zannedenler,
“ona da bi ‘ezilen’ deriz, bizden olur, onun gücünü çıkarımız için kullanırız”
demektedirler. Kavramlarla oyunlar oynanırken, dipten derinden, bir güç olarak
bir tür ideoloji sızmaktadır içeriye. O kadar savunmacılık, korumacılık, hemen
teslim olur düzene, derhal beyaz bayrağı çeker, burnundan kıl aldırmayan
devrimciler bir anda işret âlemlerinde bulur kendilerini, sonra “hep hayatta
kalmak için yaptık ne yaptıksa” derler. “Biz yaşamasaydık ideoloji ölecekti”
diye de eklerler. Saldırı ve huruc döneminde ideolojinin bireysel
prangalarından kurtulması, tam da bu nedenle zorunludur.
* * *
“Cehennemde tek dal odun yoktur, insan ateşini kendisi
götürür” der ozan… Milyon dolarların cehennemi harlayacak odun olduğunu
bilmeyenlerde ahirete iman olmadığı açıktır. Bu koşullarda gerçek iman
erlerinin, yürekli alperenlerin, mazlumun basit, sade “medeniyet”ini
amelleriyle kuranların önü daha fazla açılacak demektir. İslam’ın politik
alandan temizlendiğine sevinenlerin anlamadığı, bu coğrafyada zulme ve sömürüye
karşı mücadelenin yeraltına, diplere daha fazla kök salıp, oradan daha güçlü
bir ideoloji olarak zuhur edecek olmasıdır.
Ezilenlerin ve sömürülenlerin dini, İslam’dır. O
felahın bayrağı olarak, taçların başlardan ayrıldığı gün semaya yükselecektir.
Eren Balkır
25 Şubat 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder