Pages

14 Kasım 2012

Amilcar Cabral’ın Sınıf İntiharı Teorisi


Devrimci sosyalistler, zor zamanlardan geçiyorlar. Sovyetler Birliği’nin hızlı çöküşü ve dağılması, Sandinistlerin seçim mağlubiyeti, Küba’da yaşanan birçok mesele, Afrika’da devrimci Marksizm-Leninizm’in terk edilişi, temel fikirlerin ve stratejilerin ciddi anlamda sorgulanmasını gerektiriyor. Küresel sermayenin dünya genelinde neredeyse herhangi bir itirazla karşılaşmaksızın hâkim olduğu bir dönemden geçiyoruz. Eğer devrimci sosyalizm yeniden dirilecekse, devrim ve sosyalizmle ilgili gerçeklerin yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Mevcut ciddi sorunlar sorgulanmayı bekliyor. Birçok başarısız devrim, neden bazı seçkinci yönetim biçimleri ile sonuçlandı? Bu soruya verilen birçok cevap, yeniden dirilen kapitalizmin küresel bağlamına vurgu yapıyor. Ancak aynı zamanda sosyalist devrimlerin içeriden de incelenmesi önem arz ediyor.

Sosyalist devrimler, çoğunlukla merkezden çok, dünya kapitalizminin çevresinde meydana geldiler. 1917’de Marksist devrim, Marx’ın devrim beklentisi içinde olduğu Büyük Britanya ya da Almanya’da değil, Rusya’da gerçekleşti. 1949’da ise devrim sahnesi, Çin’di. 1959’da sıra Küba’daydı. Güney Asya, Afrika ve Orta Amerika’da da yakın dönemde devrimler gerçekleşti.

Gelişmiş tekelci kapitalizmin temel çelişkisinin gelişmiş merkez ülkelerle sömürülen çevre arasında yaşandığını söyleyen Lenin, Buharin ve yakın döneme ait bir isim olarak Samir Amin, muhtemelen haklı. Elbette klasik Marksizm, sosyalist devrimi çoğunluğu teşkil eden endüstriyel işçi sınıfının failliği altında gelişmiş dünyada gerçekleşecek bir olay olarak gördü. Oysa çevrede meydana gelen devrim, farklı bir toplumsal fail aracılığıyla gerçekleşiyor ve öte yandan ikamecilik mantığına ilişkin kimi tehlikeleri içeriyor.

Sosyalist devrimler, tam anlamıyla endüstrileşmemiş, üretim güçlerinin en iyi ihtimalle gelişme aşamasında bulunduğu, sanayi proletaryasının çok küçük olduğu, halkın önemli bir bölümünün köylü ve çiftlik emekçisi olarak yaşadığı yerlerde gerçekleşti.

Küresel kapitalizmin mevcut niteliği ve yapısal ayarlamalarla yeniden sömürgeleştirme sürecinin koşulladığı ekonominin yol açtığı giderek artan sefalet, özellikle Üçüncü Dünya’da devrimci durumlar oluşturmaya devam ediyor. Bir kez daha sosyalizmin geleceği, Marx ve Engels’in çok az çalışma imkânı bulduğu bölgelerde yatıyor. Sosyalistlerin küresel kapitalizmin çevresiyle ilgili bir devrim teorisi geliştirmeleri gerekiyor. Bereket versin ki fikirleri doğrudan bu durumu ele alan Amilcar Cabral gibi devrimci sosyalist teorisyenlerimiz var.[1]

Amilcar Cabral

Amilcar Cabral, Gine-Bisav’ı Portekiz sömürgeciliğinden kurtaran millî kurtuluş hareketinin devrimci sosyalist lideridir. Önemli bir tarihsel aktör olmasına karşın, ben, burada daha çok çevrede gerçekleşecek sosyalist devrimin genel teorisi dâhilinde deneyimlediği gelişimle ilgileneceğim.

Portekiz sömürgesi Gine’de 1924’te doğan Amilcar Cabral, eğitimini Cape Verde Adası’nda tamamladı ve Lizbon’da tarımbilim bölümünü bitirdi. 1951’de Gine’ye tarımbilimci olarak dönen Cabral, burada sömürge ülkesi için ulus genelinde kapsamlı bir ziraat araştırması yaptı. Bu çalışma, onun ülkesindeki sömürgeciliğin sosyo-ekonomik yapısı konusunda derinlikli bir bilgi edinmesini sağladı. 1954 ise ileride Gine ve Cape Verde için Afrika Bağımsızlık Partisi’ne (GCABP) dönüşecek olan kurtuluş hareketinin örgütlenme sürecine katkı sundu.

GCABP, küçük bir örgüttü ve merkez kadroları küçük burjuva memurlarla diğer maaşlı çalışanlardan oluşuyordu. Cabral’ın devrimci stratejisi, kitlelerin büyük teorik ideallerden ziyade, pratik maddî meseleler üzerinden politik anlamda seferber edilmesine vurgu yapıyordu. Cabral, Portekizlilerin ve içteki muhaliflerin tasarladığı bir parti içi darbe sonucu gerçekleşen trajik bir suikasta kurban gitti. Gine-Bisav 1962’de, Cabral’ın vefatından sekiz ay sonra onsuz, bağımsız oldu.

Cabral’ın Teorisi

Cabral’ın sosyalist devrim teorisi, Üçüncü Dünya’nın gerçek sosyo-ekonomik durumuna dair kapsamlı bir anlayışa dayanan, Marksizmin metodolojik materyalizmine sadık bir teoridir. Cabral, bu bağlamda üretim güçlerinin gelişiminin tarihi harekete geçiren güç olduğu kanaatindedir. Belirli üretici teknolojilere dayanan her bir üretim biçimi özel bir toplumsal sınıf yapısı ile sonuçlanır. Sömürge ekonomileri ve tarım politikaları, toprak mülkiyetindeki yoğunlaşma ve üretimin makineleşmesi üzerinden, sömürgelerin iç durumunu önemli ölçüde değiştirmiştir. Yani özel küçük ya da komünal arazilerdeki tarım faaliyeti, yerini giderek makineleşmiş ziraatın hüküm sürdüğü özel mülk arazilerine bırakmıştır.

Toplumsal sınıflar, zamanla özel mülkiyete ve teknik bilgiye bağlı hâle gelmişlerdir. Yüksek maliyetli makineler ve ihracata dayalı üretim, yabancı kapitalistlerin, teknisyenlerin ve yereldeki müttefiklerinin ülkenin ekonomik yönü üzerinde kontrolü ele geçirmelerini sağlamıştır. Ayrıca sömürgecilik, Avrupa yaşam tarzının özümsenmesi ve yerel kültürlerle kimliklerin inkâr edilmesi ile sonuçlanmıştır. Cabral’a göre emperyalizm, emperyalist gücün bir başka toplumda üretim güçlerinin gelişiminin kontrolünü ele geçirdiği ve ülkenin tarihine hükmetmeye başladığı sömürüye ait bir yapıdır.

Bir yandan emperyalizmin ülkesindeki üretime ait faal güçleri değiştirdiğinin farkında olan Cabral, aynı zamanda ülkedeki millî proletaryanın da kütle olarak çok küçük olduğunun da gayet farkındadır. Gine-Bisav halkının önemli bir bölümü köylüdür. Şehirlerde hâkim olan ana nitelik, kırsaldan gelen genç ve yeni göçmen grupları ile lümpen proletaryadan oluşan “sınıf dışı” unsurlardır. Aynı zamanda ülkede görece az sayıda olan küçük burjuvazi de meslek sahipleri ile üst düzey memurlar ile alt kesimdeki memurlar ve çiftçilerden oluşan iki ana bölüme ayrışmış durumdadır. “Üst” küçük burjuvazi olarak nitelenebilecek ilk grupta genel eğilim, emperyalist/sömürgeci politikaları kabul etmek yönünde iken, alt küçük burjuvazi eğitimine ve sömürgeci ayrımcılık ile emperyalist sömürü deneyimine bağlı olarak millî kurtuluş mücadelesine katılma imkânı barındırmaktadır. Bir de bu noktada küçük bir komprador seçkin grubundan da söz etmek gerekir. Elbette bu grup, küresel kapitalizmin çevresinde epey yaygın olan bir sınıfsal yapıdır. Kimilerinin teorik dogmatizmine aldırış etmeksizin söylemek gerekir ki küresel kapitalizmin çevresindeki toplumlar, büyük ölçüde şehirlerin dış mahallerinde yaşayanlar, köylüler, küçük burjuvazi ve küçük bir millî seçkin grubundan oluşurlar. Cabral, çevre toplumlarının çoğunlukla köylülerden müteşekkil olduğunu ve başarılı bir toplumsal devrimde bu sınıfın en önemli fizikî güç olması gerektiğini kabul eder.

Cabral’a göre, tekelci kapitalizm çağında emperyalizme karşı sürdürülen Üçüncü Dünya hareketleri tarihin merkezî unsuru hâline gelmiştir. Bir yandan üretim güçlerinin yereldeki kontrolünü içeren gerçek bir toplumsal değişim bir yandan da saf bir politik bağımsızlık yeni sömürgecilik olarak zuhur eden emperyalizmin sürekliliğine halel getirmemektedir. Politik bağımsızlık kurtuluş mücadelesinin sonu değildir, sadece bu mücadelenin aşamalarından biridir. Her şeyin ötesinde tarihi belirleyen, üretim güçlerinin gelişimidir, o hâlde bir halk kendi tarihini ancak kendi üretici teknolojilerinin kontrolünü eline aldığı takdirde kazanabilir. Bundan daha azını yapmak, basit anlamda yeni sömürgecilikten başka bir şeye işaret etmez.

Cabral’ın Gine’nin sınıfsal yapısına ilişkin tespiti, onun Üçüncü Dünya’ya dönük kimi Marksizm uygulamalarının aksine, başarılı bir devrimi yapabilecek tek bir sınıfın bulunmadığı fikrine dayanır. Ona göre, çevre toplumlarındaki ana toplumsal sınıf çelişkisi, emperyalizmin içeride ve dışarıdaki destekçileriyle bir “millet sınıfı” olarak kitleler arasındaki çelişkidir. Devrim için gerekli potansiyel, köylülük ve küçük burjuvaziyi içeren muhtelif toplumsal sınıflar arasında anti-emperyalist bir ittifakın oluşmasına bağlıdır. Bu “millet sınıfı”, kendi bütünlüğü dâhilinde politik bağımsızlığı arzulayabilir ama tek başına ancak görece daha radikal kesimlerinin öncülük edeceği bir toplumsal devrimle sonuçlanacak bir süreci başlatabilir. Ancak bağımsızlık ardından bir millî burjuvazi, seçkinler ve alt küçük burjuvazi ile Cabral gibi aydınlar grubunu içeren “alt toplumsal sınıflar” oluşacak, bu aydınlar grubu devrimin teorik liderliğini üstlenecek, devrimci sosyalist hedeflere ulaşma noktasında büyük bir işçi sınıfının olmadığı koşullarda önemli roller oynayacaktır.

Şurası açığa kavuşturulmalıdır ki, Gine’nin kimi özel niteliklerini dışarıda tutarsak, Cabral, Üçüncü Dünya genelinde yaygın olan bir toplumsal-sınıfsal yapıyı tarif etmektedir. Buralarda gerçekleşecek sosyalist devrimler işçi sınıfı çoğunluğu olmaksızın yapılmalıdırlar. Rusya’dan Nikaragua’ya dek yaşanan tüm tarihsel sosyalist devrimlerin içinde bulunduğu durum bu şekildedir. Üçüncü Dünya devrimcileri, “işçi sınıfı olmayan bir toplumda bir işçi sınıfı bilinci tesis etmelidirler.” Devrimin ana “fizikî” gücünü teşkil eden toplumsal çoğunluk, köylülerdedir. Köylüler, anti-emperyalist olabilirler ama onların ideoloji ve liderlik olmaksızın sosyalist devrimci olmaları gayet güçtür. Liderlik, küçük burjuvazinin devrimci kanadı üzerinden kurulur, bu sınıfsa hem emperyalizm hem de devrimci sosyalist teori ile doğrudan temas içerisindedir.

“Sınıf İntiharı”

Cabral, çevrede başarılı bir devrimci sosyalizmin oluşma imkânının millî hareketin küçük burjuva liderliğinin bağımsızlık sonrası üstleneceği role dayandığını düşünür. Bu sınıf, politik açıdan saf anlamda bağımsız olmakla yeni sömürgeciliğin vaatlerine kanacak mı, ellerindeki politik kontrolü devleti hâkim sınıfsal formasyona ait bir araca dönüştürmekle mi yetinecekler, ana mesele budur. Eğer öyle ise, politik bağımsızlık, üretim güçlerinin halk kontrolüne geçmesi olarak tarif edilebilecek hakiki kurtuluşu asla getirmeyecektir. Eğer milliyetçi liderlik, küresel kapitalizmin bağlamı içinde kendi dar sınıfsal çıkarı uyarınca hareket ederse, küçük burjuva sınıfı kendisini imtiyazlı bir sınıf olarak muhafaza edip kendi varlığını yeniden üretecek ve belki de sahte bir millî burjuvaziye dönüşecektir. Küçük burjuvazinin millî bir politik zafer sonrası liderlik konumunu ve iktidarını muhafaza etmesine neden olan da bu cazip durumdur. Ancak toplumsal devrim, bağımsızlık hareketlerinin küçük burjuva liderliğinin bir tür “sınıf intiharı” gerçekleştirmesini gerektirir.

Devrimci küçük burjuva liderliğin gerçekleştireceği sınıf intiharı, sınıfın kendi toplumsal ve maddî çıkarları uyarınca hareket etmek yerine, kendi devrimci bilincine kulak vermeyi emreder. Liderlik, kendisini emekçi sınıflarla tanımlamak suretiyle sınıfsal konumunu, imtiyazlarını ve gücünü feda etmelidir. Bu ise küçük burjuva kesimlerindeki devrimci bilincin gücüne ve maddî temeline tabidir. Devrimci liderliğin sınıf intiharı gerçekleştirmesine ilişkin fikir, muhtemelen Cabral’ın bugünün sosyalist devrimcilerine dönük en önemli mesajıdır.

Sınıf intiharının yaşanmadığından, başlangıç itibarıyla sosyalizm bayrağı altında harekete geçen birçok devrimin ilerici potansiyeli körelmiştir. Muhtemelen devrimci mücadelelerin liderlerinden “sönümlenme”lerini ve iktidarı sosyalizme geçiş aşamasında iktidarı terk etmelerini beklemek, romantik bir beklenti olacaktır. Böylesi bir şey asla mümkün değildir. Ancak şurası açık ki, bu yapılmazsa, sosyalist devrimler gerçek bir sosyalist demokrasiden ziyade, ister sahte sosyalist isterse devletçi kapitalist olsun, şu veya bu şekilde otoriter bir devletçiliğe meyledeceklerdir. Kapitalizmin küresel bir sistem olarak elde ettiği iktidar, ulusötesi kapitalizmi, kendi sınıfsal çıkarlarına uygun düştüğü için benimsemeyi seçen milliyetçi küçük burjuvazinin muhafazakâr hizbine dayanır.

İlk bakışta küçük burjuva liderliğin gerçekleştireceği “sınıf intiharı” anlayışı gerçek dışıymış gibi gelebilir ancak Üçüncü Dünya’da sosyalist devrimle ilgili, halklar arasında mevcut rakip birçok imaj için “sınıf intiharı” ilgili gerçekliğini bir biçimde muhafaza etmektedir. Kimilerine göre, “gerçek” sosyalist devrimler, kitlelerin kendiliğinden patlamaları şeklinde gerçekleşmelidir. Bu yaklaşıma göre söz konusu olaylar, resmî bir politik örgüt ya da liderlikle kitleler arasında politik rol paylaşımları olmaksızın yaşanırlar. Buradaki tartışma, sosyalizmin hükümet olma arzusu taşımayan devrimci bir hareket ya da hatta silâhlı bir mücadelenin uzun soluklu ateşi içine giren bir hareket olarak bile olsa, radikal manada demokratik olması ile ilgilidir. Kendiliğinden kitle demokrasisi olarak sosyalist devrim imajı, sınıf intiharı fikrinden daha da romantik bir fikirdir. Hiçbir devrim, örgüt ya da liderlik olmaksızın başarılı olamaz. Sosyalizmin ancak liderleri, takipçileri, örgütü, ideolojisi ve yönü olmaksızın gerçekleşeceğini söylemek, sosyalizmin hiç gelmeyeceğini söylemek demektir.

Üçüncü Dünya’da sosyalist devrime ilişkin ikinci imaj da onun işçi-köylü ittifakı liderliğinde, bu sınıflardan çıkan “organik liderlik” ile birlikte örgütlenen bir hareket eliyle gerçekleştirileceğine ilişkindir. Benim de eğimli olduğum bu imaj da tarihsel gerçeklikle örtüşemeyecek kadar romantik bir yaklaşımdır. Tarihin verdiği derslerin de gösterdiği üzere, çevre ülkelerdeki sosyalist devrimler, Çin’de Mao, Vietnam’da Ho, Küba’da Castro ve Che, Nikaragua’da Ortega, Mozambik’te MonDlane ve Machel, Zimbabwe’de Mugabe liderliğinde gerçekleşmiştir. Elbette bu, Marksist sınıf analizinin bu noktada köylü bilincinin radikal olduğunu ve köylülerin büyük toprak sahiplerinin elindeki toprakları almak istediğini, Üçüncü Dünya’da işçi sınıfının, kendisi için sınıf anlamında, sayıca az ve yeni olduğunu, henüz sosyalist dönüşümlere dönük maddî bir çıkara sahip toplumsal bir sınıf hâline gelmediğini keşfetmesiyle ilgilidir.

Üçüncü Dünya’da işçiler ve köylüler, sosyalist teoriyi bilen ve bu sınıfları temsil edebilecek bir politik liderlik üretebildiği noktada, sosyalizm için temel bir güç hâline geleceklerdir. Çevre toplumlarının önemli bir bölümünde hem Marksist bilgi birikimine sahip olan hem de emperyalizm ve sömürgeciliğin elinde zulüm gören tek sınıf, küçük burjuvazidir. Her şeyin ötesinde sosyalizm, eğitim, düşünce ve hatta tartışmanın bulunmadığı koşullarda, ancak az sayıda insanın vakıf olabildiği “bilimsel” bir teori ve davranıştır. Üçüncü Dünya’daki sosyalist hareketlerin liderlerinin küçük burjuvazinin çeşitli kesimlerinden çıkması tesadüfî değildir. Dolayısıyla sosyalizmin bir tür “sınıf intiharı” gerçekleştirmesi gereken küçük burjuva liderlere sahip politik örgütler aracılığıyla çevre ülkelere taşınacağını düşünmek asla romantik bir yaklaşım değildir. Esasında romantik olan, bunun aksini düşünmektir.

Gerçek bir ihtimal hâline gelebilmek için sınıf intiharının küçük burjuva liderliği iktidarın cazibelerinden alıkoyacak ve onu imtiyazlı konumlarını terk etmeye zorlayacak radikal manada yeni toplumsal kurumlar gibi belirli bir maddî zemine yerleştirilmesi zaruridir. Kanaatime göre bu, görevdekilerin derhal görevden alınmaları, politik liderlere işçi ücreti verilmesi, görev rotasyonu, halk mahkemeleri ve halk milisleri gibi, Marx ve Engels’in savunduğu doğrudan demokrasiye ait politik mekanizmaların nihai önemini izah eder.[2]

Şurası açık ki eğer liderler sürekli görevde kalırsa, çok yüksek maaşlar alırsa ve özel becerilere sahip olduklarını iddia ederlerse derhal görevden alınırlar. Bu noktada “sınıf intiharı”, irade gücü ya da bilinç üzerinden gerçekleşmez. Ancak liderlerin maddî deneyimleri, radikal sosyalist demokrasinin kurumsal yapıları eliyle oluşturulduğu takdirde gerçekleşir. Askerî örgütlenme ve “demokratik merkeziyet”, silâhlı mücadele ve iktidarın alınması öncesi yaşanacak belirli dönemler için gerekli olabilir ancak bunların “devrim sonrası”na ait politik kurumların tasarlanması aracılığıyla reddedilmeleri gerekir.

Hem kurtuluşun bizatihi kendisi hem de sosyalizm, devrimci hareketin içindeki ve dışındaki imtiyaza dayalı tüm hiyerarşilere bir son vermeyi gerektirir. İşçi sınıfı çoğunluğuna dayalı kendiliğinden bir sosyalist devrim romantikliği üzerinden gerçekliği inkâr etmek yerine, “sınıf intiharı” gibi gereklilikleri de içeren bağımsızlık sonrası sınıf mücadelesi için hazırlık yapan ve kendisini buna göre örgütleyen liderlere ve yapılara sahip olmak evladır.

Tom Meisenhelder
Kasım 1993
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Cabral’ın çalışmaları ve hayatı ile ilgili iyi bir inceleme için bkz.: Jock McCulloch, In The Twilight of Revolution (1983) ya da Ben Magubane, “Amilcar Cabral: Evolution of Revolutionary Thought”, Ufahama (1973), Cabral’ın yazılarının iyi bir takdimi için Revolution in Guinea (1969) isimli çalışmaya bakılabilir.

[2] Fransa’da İç Savaş ve Gotha Programı Eleştirisi’ndeki tartışmalara bakınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder