Pages

13 Kasım 2012

F…..N ve K…..N


İster “Madde” ister “Allah”, önce ve öncenin bilgisi arasında, zamanın deştiği bir uçurum var. Bilmek, önce’ye öykünmektir ve kimi vakit gereksiz öyküler devşirmekle yetinilir. Öncenin bilgisi hiçbir şeyi öncelemez, sadece öyle zannedilir. Zan, her daim kan akıtır.

Arapların Yahudilerden ya da Kürdlerin Türklerden önce o topraklarda olmasının bir önemi yoktur yani. Ya da Yahudiliğin en eski din olmasının. Köyleri bombalayanlara konuştuğu düşünülen Allah ile o köylerde zeytin ağaçlarıyla birlikte kavrulan insanların Allah’ı aynı olamaz. Mazlumun Allah’ı o zeytin ağacı olur gerekirse, ama asla sadece özel birilerine yüzünü göstermiş bir Allah değil. İşte o Allah yoktur ama zeytin ağacı vardır ve bizimle birlikte yanar, kimi vakit. Kürd’ün dili, dağları Allah’ın ayetidir, kavgası da… Bunlar yoksa, Allah da yoktur. Ayetler delildir, önceye, hayata ve sonraya. Delil ses ister, çığlık ister hep, önce de delil.

Mesele önce’lik değildir ama. Sonraya dair kavga önceye doğru yankılanır, o kadar. Bir Yahudi, artık hiç Yahudi olmadığı bir vatan toprağını Tevrat misali göğsünde taşır, bebelerine Araplara atılacak bombaların üzerine küfürler yazmayı öğretir sonra. Filistinli çocuklara ise olmayan bir milletin, olmayan bir devletin silik gölgesinde o küfre direnmek düşer.

Kefiye ile poşu aynı şehidin boynuna sarıldığından, hep kardeştir.

Tüm tarihe, rüzgâra, ekine, zeytinlere hüküm koyan, bunları mülkiyet hanesine yazanların Allah’ı birlemesi, kendilerinin gerçeğine karşı hakikati çıkartanları ezmek içindir. Siyonistler kapı kapı dünyanın herhangi bir yerinde, misal Afrika’da, ülke kurmak için toprak dilenirken, kulaklara Filistin üflenir. Bugün hâlâ efendiler, misal IMF, “Ortadoğu’da köklü reformlar şart” emri vermektedir zira. Tarih, milletin zamanına, coğrafya mekânına sahip olmak için inşa edilmiş ilim kapılarıdır. Burada bağı kuran dil ise bugünü kuşatmak adına, sivriltilir. Üçü bir araya gelip cumhuriyetin kurucu üniversitesi olur. Temellerinde Kürd’ün, Ermeni’nin, Alevi’nin, Müslüman’ın, komünistin, kemikleri çürür.

Solcusu da dâhil, herkes, tüm Siyonistlerin geri kalmış Ortadoğu’ya medeniyet bayrağı dikmeye geldikleri yalanına inanır. İsmet İnönü’nün “Kürt Raporu” da medeniyetleştirme projesidir öte yandan. Dersimli kızlar medeniyet öğrensin diye devlet memurlarının yanına hizmetçi verilir. Medeniyet bayrağı bugün Müslüman değil, misli’manlardadır. Devletin düşmanına misliyle cevap verebilmek için.

“İman edenler, iman ediniz” buyuran Allah, “güveniniz” demektedir aslında. Önceye güvenmeden, sonraya yol alınmaz. Efendilerin önceye ipotek koyması, bugünde sarsıntı hâlinde olan mülklerinin, burçlarının tahkimatı için şarttır. Türkiye Kürd, Ortadoğu Arap ezilmeden kurulmaz zira. Sonrası, yani 2071 için bu toprakların fethini kutsayacak bir iki dua bulunmalıdır, bulunmuştur. Seçimlerde bir iki milliyetçiyi avlamak için ördek düdükleri çalınmalıdır, çalınmıştır. İp atlanan, bahçeli müstakil devlet, plaza devlet olmak için yeniden ilmeği yağlamalıdır. Olsun, örgütlü halkı hiçbir güç yenemez, yazmıyor mu tarihte?

Gene de birileri çıkar, öncenin bilgisi ile önceye sahip olduklarını zannederler. O bilgi, sahip olmak içindir zaten. Zan, kan demektir. Devletten, şimdilerde burjuvaziden yana saf tuttukları için AVM’lerde refah içinde geziyor olmalarını ilahi bir nimet gibi karşılarlar, zemzem “birik” demek ya, biriktirirler, bu iktidarın köküne gül suları dökerler. “Bu memleket bizim” diyerek, kibirle yürürler sokaklarında. Arada zevahiri kurtarmak için Kemalist selefleriyle kayıkçı dövüşüne girişirler, hepsi bu.

O AVM’lere ne çok güvenlik ne çok kamera yerleştirmiş olmak, pimi çeker bir yerlerde, fitili tutuşturur. Abid olmakla abad olmak arasında ilahi bir uçurum vardır, aşılmaz zira.

Birileri o huzursuzluğunun penceresinden kafasını uzatıp, öncenin bilgisi ile önceyi kendisinde örtüştürür. Allah, onda dile gelmiştir artık. Susmaz, susmak ölümü çağırır, çağrıştırır, konuşur durmadan, sussa, haksız olacağı korkusuna kapılır, “gelenek, muhafazakârlık” diyerek daha çok bağırır, kadim geleneğe bağlılığın efendilerin eteğini hiç bırakmamak olduğunu iyi bilir, dişlerini sivrilterek, gözlerini kör ederek konuşur. Hep devletin ve zalimin yanında olmuşluğu, öncesini, geçmişini, postmodern, liberal suya yatırır. Halkın nabzıyla yaşamak ile nabza hep şerbet vermeyi birmiş gibi satar. Kendi sesine âşıktır, şiir yazar, okur, Atatürk’e o ulu geçmişe set çektiği için kızar sadece. Atatürk dirilip boşbakan olduğu vakit, puthanesinin başköşesine yerleştirir onu. Geçmişin onda ululandığını anlar aniden. Hep devletin kökü dışarıda diye ürküttüğü, mala ve dolayısıyla devlete daha çok sarılsın diye, öcü hâline getirdiği “sol” yanlarından Atatürk’ü arındırdığında, birden, kendisini bulur onda. Kışın ortasında on katlı apartmanındaki kiracısını sokağa atar, apartmanın kapısında Arapça “lehülmülk” yazmaktadır, alay edercesine.

“İsrail zindanlarında yükselen çığlığa sessiz kalmayalım” der bir yandan, bir yandan da kendi zindanlarında olanı biteni “şov” gibi seyreder. Aradaki farkı da kendisi ikrar eder: “onlar Zerdüşt, onlar Ezidi.”

“Ermeni” denir, “İngiliz” sonra “Amerikan uşağı” denir, “dış mihrakların oyunu” denir, “hain” de, ortadaki iradeyi küçük gösterecek tüm kelimeler özel odalarda seçilip yan yana dizilir hep. Bu cümleler kulaklara bebeğin kulağına okunan ezan gibi üflenir. Devletin birliği ile Allah’ın birliği arasındaki açı, birileri şahsında, kapanır zamanla. Müşrik İslam’ı, artık muktedirdir.

Eskiden Diyarbekir zindanlarının işkencehanelerinde “burada Allah yok, peygamber izne çıktı” denilirdi, şimdi tüm ülkeyi zindana, hayatı işkenceye çevirerek bu lafı anbean eder olurlar. Meseleyi önce’liğe, kimlik meselesine indirgemek, evet, liberal bir küfürdür ama bugün bu zindanda her çığlık Kürtçedir biraz.

“Ez lıvırım”, esasında her mazlumun kütüğündeki gerçek ismidir. Burada olduğunu söylemek, geçmişten geleceğe, kavganın mevcudiyetine dair bir delildir. Mesele, önce-sonra ya da Türk-Kürd değil, bu kavganın salahiyetidir. Zalim mazlumu bölmek, talileştirmek, şahsileştirmek, tekilleştirmek, lime lime etmek, münferitleştirmek, bağsız-köksüz bırakmak, kendi bağlarını korumak için tüm bağ emekçilerini dövmek ve özünde, kavgayı belli bir mekâna ve zamana boğmak ister. “Ben buradayım” demek, ayağa kalkmak ve tüm tarihe, coğrafyaya mazlumlar adına dil vermek demektir. O kemikler haşrolsun diye.

Kavgada en uzak diyarlar etine değer, en silik hatıralar ıslık olur. Böyle bir vakitte, “Mazlumun dini sorulmaz” diyeni sırtından bıçakladıkları dipdiri, capcanlıdır. Gazze sokaklarını cehenneme çeviren pilotları eğitmeleri, daha bugün gibidir. Roboski ile Gazze, öyle komşu, öyle iç içedir ki, değil mi yoksa?

Kinini din yapanı muktedir kılacakları bu efendilerin, öyle bellidir ki. Önce’nin tanrısının sonranın evlatlarına kan kusturacağı, o kadar kesin ki. Kürd de yok Filistinli de yok o öncede. Sonra da olmasın diye vurmak gerek kellesine.

Şimdi Suudilerin bir prensi, “Ortadoğu’daki devlet başkanları Filistin meselesini kendi iktidarlarını korumak, halklarını susturmak için istismar ediyorlar.” diyor. Bu zamana dek Filistin için ettikleri tek laf bu. Bu beylerin sofralarına servis edilecek bir Filistin yaratmak için Katar Emiri Gazze’yi ziyaret ediyor. “O ablukada, musluklardan kan aktığı günlerde neredeydi?”, diye sormak gerekiyor.

Muhtemelen Siyonistlerin kontrolündeki uluslararası bir şirketin iş yemeğinde.

O iş yemeklerinin huzuru için İslamî siyaseti eğip bükenler, bugün “Filistin’le Kürdistan’ın ne alâkası var?” diyor. Filistin’deki açlık grevine giren tutsakları yalandan göğe çıkartırken, Kürd tutsakları diri diri toprağa gömüyor. Filistin’in çok uzak, Kürdistan’ın çok fazla yakın olduğunu biliyor. Aklı birincisine, yüreği ikincisine körleşiyor. Mevzubahis kavgadan kaçanların, o kavgaya silâh çekmişlerin, kavganın yelinde düşmanın koltuğuna sığınmışların iktidarı bu çünkü. Onlar, peçesi yırtıldı diye antebi, maraşı düşmana mezar edenin iradesinden hep korktu, korkuyor. O nedenle Filistin masal, Kürdistan bir cin hikâyesi.

Bugün önceyle ilgili bilgilerimizi yarıştırmanın, çarpıştırmanın vakti değil. Bugün artık o önce, gelip, kendisine dair olduğu söylenen bilgiyi inkâr ediyor. Ümmi bir yetim ayağa kalkıp kavganın hakikatini haykırıyor. Duymamak şirk, duymak haktır.

Eren Balkır
12 Kasım 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder