İster “Madde” ister “Allah”, önce ve öncenin bilgisi
arasında, zamanın deştiği bir uçurum var. Bilmek, önce’ye öykünmektir ve kimi
vakit gereksiz öyküler devşirmekle yetinilir. Öncenin bilgisi hiçbir şeyi
öncelemez, sadece öyle zannedilir. Zan, her daim kan akıtır.
Arapların Yahudilerden ya da Kürdlerin Türklerden önce
o topraklarda olmasının bir önemi yoktur yani. Ya da Yahudiliğin en eski din
olmasının. Köyleri bombalayanlara konuştuğu düşünülen Allah ile o köylerde
zeytin ağaçlarıyla birlikte kavrulan insanların Allah’ı aynı olamaz. Mazlumun
Allah’ı o zeytin ağacı olur gerekirse, ama asla sadece özel birilerine yüzünü
göstermiş bir Allah değil. İşte o Allah yoktur ama zeytin ağacı vardır ve
bizimle birlikte yanar, kimi vakit. Kürd’ün dili, dağları Allah’ın ayetidir,
kavgası da… Bunlar yoksa, Allah da yoktur. Ayetler delildir, önceye, hayata ve
sonraya. Delil ses ister, çığlık ister hep, önce de delil.
Mesele önce’lik değildir ama. Sonraya dair kavga
önceye doğru yankılanır, o kadar. Bir Yahudi, artık hiç Yahudi olmadığı bir
vatan toprağını Tevrat misali göğsünde taşır, bebelerine Araplara atılacak
bombaların üzerine küfürler yazmayı öğretir sonra. Filistinli çocuklara ise
olmayan bir milletin, olmayan bir devletin silik gölgesinde o küfre direnmek
düşer.
Kefiye ile poşu aynı şehidin boynuna sarıldığından,
hep kardeştir.
Tüm tarihe, rüzgâra, ekine, zeytinlere hüküm koyan,
bunları mülkiyet hanesine yazanların Allah’ı birlemesi, kendilerinin gerçeğine
karşı hakikati çıkartanları ezmek içindir. Siyonistler kapı kapı dünyanın
herhangi bir yerinde, misal Afrika’da, ülke kurmak için toprak dilenirken,
kulaklara Filistin üflenir. Bugün hâlâ efendiler, misal IMF, “Ortadoğu’da köklü
reformlar şart” emri vermektedir zira. Tarih, milletin zamanına, coğrafya
mekânına sahip olmak için inşa edilmiş ilim kapılarıdır. Burada bağı kuran dil
ise bugünü kuşatmak adına, sivriltilir. Üçü bir araya gelip cumhuriyetin kurucu
üniversitesi olur. Temellerinde Kürd’ün, Ermeni’nin, Alevi’nin, Müslüman’ın,
komünistin, kemikleri çürür.
Solcusu da dâhil, herkes, tüm Siyonistlerin geri
kalmış Ortadoğu’ya medeniyet bayrağı dikmeye geldikleri yalanına inanır. İsmet
İnönü’nün “Kürt Raporu” da medeniyetleştirme projesidir öte yandan. Dersimli
kızlar medeniyet öğrensin diye devlet memurlarının yanına hizmetçi verilir.
Medeniyet bayrağı bugün Müslüman değil, misli’manlardadır. Devletin düşmanına
misliyle cevap verebilmek için.
“İman edenler, iman ediniz” buyuran Allah, “güveniniz”
demektedir aslında. Önceye güvenmeden, sonraya yol alınmaz. Efendilerin önceye
ipotek koyması, bugünde sarsıntı hâlinde olan mülklerinin, burçlarının
tahkimatı için şarttır. Türkiye Kürd, Ortadoğu Arap ezilmeden kurulmaz zira.
Sonrası, yani 2071 için bu toprakların fethini kutsayacak bir iki dua
bulunmalıdır, bulunmuştur. Seçimlerde bir iki milliyetçiyi avlamak için ördek
düdükleri çalınmalıdır, çalınmıştır. İp atlanan, bahçeli müstakil devlet, plaza
devlet olmak için yeniden ilmeği yağlamalıdır. Olsun, örgütlü halkı hiçbir güç
yenemez, yazmıyor mu tarihte?
Gene de birileri çıkar, öncenin bilgisi ile önceye
sahip olduklarını zannederler. O bilgi, sahip olmak içindir zaten. Zan, kan
demektir. Devletten, şimdilerde burjuvaziden yana saf tuttukları için AVM’lerde
refah içinde geziyor olmalarını ilahi bir nimet gibi karşılarlar, zemzem
“birik” demek ya, biriktirirler, bu iktidarın köküne gül suları dökerler. “Bu
memleket bizim” diyerek, kibirle yürürler sokaklarında. Arada zevahiri
kurtarmak için Kemalist selefleriyle kayıkçı dövüşüne girişirler, hepsi bu.
O AVM’lere ne çok güvenlik ne çok kamera yerleştirmiş
olmak, pimi çeker bir yerlerde, fitili tutuşturur. Abid olmakla abad olmak
arasında ilahi bir uçurum vardır, aşılmaz zira.
Birileri o huzursuzluğunun penceresinden kafasını
uzatıp, öncenin bilgisi ile önceyi kendisinde örtüştürür. Allah, onda dile
gelmiştir artık. Susmaz, susmak ölümü çağırır, çağrıştırır, konuşur durmadan,
sussa, haksız olacağı korkusuna kapılır, “gelenek, muhafazakârlık” diyerek daha
çok bağırır, kadim geleneğe bağlılığın efendilerin eteğini hiç bırakmamak
olduğunu iyi bilir, dişlerini sivrilterek, gözlerini kör ederek konuşur. Hep
devletin ve zalimin yanında olmuşluğu, öncesini, geçmişini, postmodern, liberal
suya yatırır. Halkın nabzıyla yaşamak ile nabza hep şerbet vermeyi birmiş gibi
satar. Kendi sesine âşıktır, şiir yazar, okur, Atatürk’e o ulu geçmişe set
çektiği için kızar sadece. Atatürk dirilip boşbakan olduğu vakit, puthanesinin
başköşesine yerleştirir onu. Geçmişin onda ululandığını anlar aniden. Hep
devletin kökü dışarıda diye ürküttüğü, mala ve dolayısıyla devlete daha çok
sarılsın diye, öcü hâline getirdiği “sol” yanlarından Atatürk’ü arındırdığında,
birden, kendisini bulur onda. Kışın ortasında on katlı apartmanındaki
kiracısını sokağa atar, apartmanın kapısında Arapça “lehülmülk” yazmaktadır,
alay edercesine.
“İsrail zindanlarında yükselen çığlığa sessiz
kalmayalım” der bir yandan, bir yandan da kendi zindanlarında olanı biteni
“şov” gibi seyreder. Aradaki farkı da kendisi ikrar eder: “onlar Zerdüşt, onlar
Ezidi.”
“Ermeni” denir, “İngiliz” sonra “Amerikan uşağı”
denir, “dış mihrakların oyunu” denir, “hain” de, ortadaki iradeyi küçük
gösterecek tüm kelimeler özel odalarda seçilip yan yana dizilir hep. Bu
cümleler kulaklara bebeğin kulağına okunan ezan gibi üflenir. Devletin birliği
ile Allah’ın birliği arasındaki açı, birileri şahsında, kapanır zamanla. Müşrik
İslam’ı, artık muktedirdir.
Eskiden Diyarbekir zindanlarının işkencehanelerinde
“burada Allah yok, peygamber izne çıktı” denilirdi, şimdi tüm ülkeyi zindana,
hayatı işkenceye çevirerek bu lafı anbean eder olurlar. Meseleyi önce’liğe,
kimlik meselesine indirgemek, evet, liberal bir küfürdür ama bugün bu zindanda
her çığlık Kürtçedir biraz.
“Ez lıvırım”, esasında her mazlumun kütüğündeki gerçek
ismidir. Burada olduğunu söylemek, geçmişten geleceğe, kavganın mevcudiyetine
dair bir delildir. Mesele, önce-sonra ya da Türk-Kürd değil, bu kavganın
salahiyetidir. Zalim mazlumu bölmek, talileştirmek, şahsileştirmek,
tekilleştirmek, lime lime etmek, münferitleştirmek, bağsız-köksüz bırakmak,
kendi bağlarını korumak için tüm bağ emekçilerini dövmek ve özünde, kavgayı
belli bir mekâna ve zamana boğmak ister. “Ben buradayım” demek, ayağa kalkmak
ve tüm tarihe, coğrafyaya mazlumlar adına dil vermek demektir. O kemikler
haşrolsun diye.
Kavgada en uzak diyarlar etine değer, en silik
hatıralar ıslık olur. Böyle bir vakitte, “Mazlumun dini sorulmaz” diyeni
sırtından bıçakladıkları dipdiri, capcanlıdır. Gazze sokaklarını cehenneme
çeviren pilotları eğitmeleri, daha bugün gibidir. Roboski ile Gazze, öyle komşu,
öyle iç içedir ki, değil mi yoksa?
Kinini din yapanı muktedir kılacakları bu efendilerin,
öyle bellidir ki. Önce’nin tanrısının sonranın evlatlarına kan kusturacağı, o
kadar kesin ki. Kürd de yok Filistinli de yok o öncede. Sonra da olmasın diye vurmak
gerek kellesine.
Şimdi Suudilerin bir prensi, “Ortadoğu’daki devlet
başkanları Filistin meselesini kendi iktidarlarını korumak, halklarını
susturmak için istismar ediyorlar.” diyor. Bu zamana dek Filistin için
ettikleri tek laf bu. Bu beylerin sofralarına servis edilecek bir Filistin
yaratmak için Katar Emiri Gazze’yi ziyaret ediyor. “O ablukada, musluklardan
kan aktığı günlerde neredeydi?”, diye sormak gerekiyor.
Muhtemelen Siyonistlerin kontrolündeki uluslararası
bir şirketin iş yemeğinde.
O iş yemeklerinin huzuru için İslamî siyaseti eğip
bükenler, bugün “Filistin’le Kürdistan’ın ne alâkası var?” diyor. Filistin’deki
açlık grevine giren tutsakları yalandan göğe çıkartırken, Kürd tutsakları diri
diri toprağa gömüyor. Filistin’in çok uzak, Kürdistan’ın çok fazla yakın
olduğunu biliyor. Aklı birincisine, yüreği ikincisine körleşiyor. Mevzubahis
kavgadan kaçanların, o kavgaya silâh çekmişlerin, kavganın yelinde düşmanın
koltuğuna sığınmışların iktidarı bu çünkü. Onlar, peçesi yırtıldı diye antebi,
maraşı düşmana mezar edenin iradesinden hep korktu, korkuyor. O nedenle
Filistin masal, Kürdistan bir cin hikâyesi.
Bugün önceyle ilgili bilgilerimizi yarıştırmanın,
çarpıştırmanın vakti değil. Bugün artık o önce, gelip, kendisine dair olduğu
söylenen bilgiyi inkâr ediyor. Ümmi bir yetim ayağa kalkıp kavganın hakikatini
haykırıyor. Duymamak şirk, duymak haktır.
Eren Balkır
12 Kasım 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder