Bobby Sands de dâhil olmak üzere on kişinin öldüğü
1980/1981 açlık grevleri, siyasî bir silâh olarak açlık grevlerinin en meşhur
kullanım örneğidir. Ancak, açlık grevlerinin İrlanda siyasî kültüründe çok eski
bir tarihi vardır. Eski Keltlerde kişinin kendisine haksızlık yapan zenginin
kapısının eşiğinde kendini aç bıraktığı, Troscadh ya da Cealachan adı
verilen bir açlık grevi biçiminin uygulandığı söylenir. Bazı tarihçiler, bunun
bir ölüm orucu olduğunu; adaletin de kapı eşiğinde birinin ölmesine izin
vermenin utancıyla gerçekleştirildiğini söylerler. Diğer tarihçiler ise bunun
ölmek için yapılmadığını, sembolik bir eylem olduğunu, asıl amacının suçluyu
kamusal olarak utandırma olduğunu ifade ederler. Her hâlükârda, bu protestonun
iki biçimi de modern İrlanda’da siyasî bir silâh olarak oldukça düzenli bir
biçimde kullanılmıştır.
Britanya sömürgeciliğine karşı İrlandalıların
direnişinin tarihi, açlık grevinde ölen kahramanlarla doludur. En çok
tanınanlardan biri, Dublin’deki Mountjoy Hapishanesi’nde Britanya tarafından
zorla beslendikten sonra ölen, 1916’daki “Paskalya Ayaklanması” gazisi Thomas
Ashe’tir. 1920’de, Cork belediye başkanı Terence MacSwiney’nin de aralarında
bulunduğu üç erkek, İngiltere’nin Brixton Hapishanesi’ndeki açlık grevinde
ölürler. 1921’de İrlanda’nın parçalanmasının ardından kurulan yeni “Özgür
İrlanda Devleti” tarafından hapse konulmalarını protesto etmek için yaklaşık
8.000 IRA tutsağının 1923’ün Ekim ayında girdiği açlık grevi sırasında 2 erkek
ölür. 1940’larda İrlanda hükümetine karşı yaptıkları açlık grevi sırasında üç
erkek hayatını kaybeder. 1970’lerde IRA’nın kurulmasının ardından, açlık
grevleri tekrar yaygınlaşır. IRA’lı Michael Gaughan, 1974 yılında bir Britanya
hapishanesinde zorla beslendikten sonra ölür. Ve 1976’da Frank Stagg yaptığı 62
günlük açlık grevinin ardından ölür.
Her ne kadar pek çok açlık grevcisi eylemlerine
kimsenin ölmemesi gibi bir niyet olmadan başlamış olsa da, Türkiye’dekinden
farklı olarak İrlandalılar, “açlık grevi” ve “ölüm orucu” arasında bir ayrım
yapmazlar. 1972’de IRA’lı tutsaklar, kimsenin ölmediği bir açlık grevinde
başarılı bir biçimde siyasî tutuklu statüsü kazandılar. Daha sonra yatakhane
şeklindeki barakalarda yaşadıkları ve (gerilla eğitimini de kapsayan)
eğitimlerini, (el işi üretim kooperatifini de içeren) işlerini, boş zaman
faaliyetlerini, kaçıp savaşa yeniden katılma girişimlerini de kendilerinin
organize ettiği Long Kesh hapishane kampına taşındılar. Tutsaklar, kendi göreli
özgürlüklerini Britanya’nın İrlanda işgaline karşı mücadeleleriyle ilgili
kolektif ve bireysel bilinci artırmak için kullandılar. Che Guevara gibi
uluslararası devrimcileri, James Connolly gibi İrlandalı sosyalistleri
okudular. Bu, IRA’nın silâhlı mücadelenin bir parçası olarak toplumsal siyasete
daha çok önem veren, daha az hiyerarşik ve daha katılımcı bir yapıyı içerecek
şekilde yeniden kurulması için temel sağlıyordu.
IRA hapishanede kendi örgütlenmesini yeniden inşa
ettikçe, Britanya hükümeti de stratejisini değiştirdi. Bu yeni stratejinin
temel sacayağı, genç Katolik erkeklerin yaygın tutuklanmasını, işkence altında
ağır sorgulamaları ve genellikle sadece sorgu altında alınan sözlü ya da yazılı
ifadelere dayanılarak tek bir hâkimin suçluyu ilân ettiği jürisiz mahkemeleri
kapsayan bir dizi güvenlik operasyonuydu. Bu sürecin sonunda yeni bir hapishane
yapısı ortaya çıktı. Mart 1976 sonrasında yaptıkları eylemlerden dolayı suçlu
bulunan tüm tutsakların siyasî statüsü geri alındı ve bunlar, Long Kesh Hapishanesi’nin
yeni inşa edilen “H-Blokları”nda hücre hapsine çarptırıldılar. Daha sonra Güney
Afrika’daki Robben Adası’nda da kopya edilen bu sistemde, her iki kanadında 25
hücrenin ve orta hattında da idarî alanın olduğu, “H” şeklindeki sekiz tane
hücre bloğu bulunmaktaydı.
2000 yılında Türkiye’de gerçekleşen “Hayata Dönüş”
operasyonu ve tutsakların F-tipi hapishanelere şiddet yoluyla yerleştirilmesi
gibi, İrlanda’daki bu yeni hücre tipi hapishane yapısı, kaçınılmaz olarak,
içlerinde Bobby Sands’in de bulunduğu on kişinin ölümüne sebep olan yoğun bir
açlık grevine yol açmıştı.
2000-2006 yıllar arasında Türkiye’de gerçekleşen açlık
grevine ilişkin benzerlik, bu noktada ortadan kayboluyor. IRA tutsakları hemen
açlık grevine başvurmak yerine, hücre hapsine karşı beş yıl boyunca süren
amansız bir mücadele verdiler. İçinde bulundukları hapis koşulları korkunçtu:
herhangi bir IRA tutsağı suçluluğunu meşrulaştıracak hapishane üniformasını
giymeyi reddettiğinde; hiçbir giyecek, kalem, kâğıt, radyo ya da (İncil ve
başka dinî metinler haricinde) okuyacak materyal verilmeden küçük bir hücreye
atılıyordu. Hücrelerde yatak, masa ve dolaplar gibi temel eşyalar dışında bir
şey bulunmuyordu. Tutsaklara yasak olmayan bireysel eşyalar, sabun, diş macunu,
diş fırçası, tarak ve aylık dört ufak paket tuvalet kâğıdından ibaretti. Hiç
kıyafetleri olmadığı için tutsaklar battaniyelere sarınıyorlardı ve bu yüzden
“battaniye adamlar” diye anılır olmuşlardı. Bu tutsaklar, beş yıl boyunca
haftanın her günü 24 saat süresince kapalı tutuldular. Hücrelerinden yalnızca
Pazar günleri blok kafeteryasındaki dinî törenlere katılmak ve ayda bir kez
yarım saatliğine arkadaşları veya aileleri ile görüşmek üzere
ayrılabiliyorlardı.
Bu kısıtlı koşullarda inanılması güç olan gerçekleşti;
tutsaklar, rejime karşı birkaç yıl sürecek olan toplu direnişi başlattılar.
Otoriteler, her protesto eylemine dehşet verici yeni cezalandırmalar ve
mahrumiyetlerle cevap verdiler. Gardiyanlar, tutsakların duşa girmelerine izin
vermemeye başladılar; tutsakların dışkı kovalarını, ağızlarına kadar dolu
olmalarına rağmen, boşaltmayı reddettiler. Köpükten yapılma döşekleri
haricinde, tutsakların tüm eşyalarına el koydular. Tutsakların ellerine geçen
tek şey, ayda bir kez ailelerinden edinebildikleri ufak paket tuvalet
kâğıtlarıydı.
Tutsaklar, biriken idrarı hücre kapılarının altından
atmaya çalıştığında gardiyanlar bunu hücrelerine geri süpürüyor ve bu da köpük
döşeklerinin idrarla sırsıklam olmasına neden oluyordu. Dışkılarını pencereden
dışarı attıklarında ise, gardiyanlar bunları hücrelerine geri atıyordu.
Nihayetinde, tutsaklar, duvarları dışkılarıyla sıvanmış, köşelerine yemek
artıkları yığılmış hücrelerinde çırçıplak yatmaya zorlandılar.
Her yeni ceza, tutsakları şaşırtıcı bir şekilde daha
da güçlü kılmıştı. Her ay tanıdıklarının ziyaretlerine gittiklerinde tütün,
tükenmez kalem yedekleri, (üzerine yazmak için) sigara kâğıtları, eğitim
materyalleri (sigara kâğıtları üzerine yazılmış küçük yazılar) ve (tutsağın
vücudunda sakladığı her şeyi vücut sıvılarından korumak için) plastik ambalaj
gibi küçük şeyleri kaçak yollarla elde edebilmişlerdi. Bu sayede tutsaklar,
dışarıdaki hareketle de temas hâlinde kalabilmişlerdi. Dışarıya sızdırdıkları
hapishane koşullarına ilişkin bilgiler, halkın destek hareketinin ana dayanağı
olmuştu.
En mühimi ise, IRA destekçilerine ya da onların siyasî
partisi Sinn Fein üzerindeki yasaklara rağmen, tutsaklar, beş yıllık bu süreçte
İrlanda’daki herkesin H-Blokları’nda ne olup bittiğini bilmesini sağlayan bir
kamuoyu hareketi oluşturabilmişti. Her tutsağın sigara kâğıtları üzerine günde
birkaç tane mektup yazdığı ve bunların dışarı sızdırılıp dünya çapındaki etkili
isimlere ulaştırıldığı bir “propaganda fabrikası” inşa etmişlerdi. Bobby Sands,
tutsakları destekleyen kitlesel bir kamuoyu hareketinin taslağını çizen bir
mesajı dışarı sızdırmış ve şöyle yazmıştı:
“İnsanlara
ulaşma fikrinin amacı, onlara basit bir mesajı iletmektir. Herkese
gönderdiğimiz mesaj basitçe şöyle olabilir: ‘H-Blokları Parçala’ … Bu mesajın
herkese ulaşmasını; unutulmasının herkes için imkânsız hâle gelmesini; kim ve
nerede olursa olsunlar, bunu görmelerini, duymalarını istiyoruz. H-Blok’a
ilişkin materyaller, insanların duygularını harekete geçirmeye, onları
tetiklemeye ve ayaklandırmaya yardımcı olacaktır.”
Sands’in önerisine göre, hareket kapsamında
“milyonlarca afiş” asılacak, sloganları “H-Blokları Parçala” olacak ve bu,
İrlanda’daki hatta İngiltere’deki tüm duvar, köprü, otoban ve kamu binalarına
yazılacaktı. Ayrıca, “Babamın H-Blok’ta Ölmesine Göz Yumma” yazılı tişörtler
giyen ya da görseller taşıyan çocukların resimleri halka gösterilecekti.
Bunlar gerçekleşti. İngiltere ve İrlanda’da medyanın
kör edilmesine karşın, IRA tutsaklarının mesajları kısa süre içinde herkesçe
bilinir oldu. Gittikleri her yerde, hatta harcadıkları paralarda bile bu
gerçekle karşılaştılar (insanlar, paralarının üzerine harcamadan önce “H-Blok”
yazmışlardı). Sonrasındaysa mesaj, Kuzey Amerika, İngiltere ve Avustralya’daki
kalabalık İrlandalı göçmen toplulukları arasında da yayıldı.
Altı yılımı Bobby Sands’in biyografisi üzerine
yaptığım araştırmayla geçirdim. Bana “Bobby Sands hakkında öğrendiğin en önemli
şey nedir?” diye sorulduğunda, cevabım oldukça basit. Bobby Sands’e ilişkin en
önemli şey, onun açlık grevinde nasıl öldüğü değil, nasıl yaşadığıdır. Onun
ortaya koyduğu eylem gücüyle, H-Blok içerisinde dünyanın duyarsız kalamayacağı
bir hareket ve topluluk inşa edebilmiş olmasıdır.
Böylece İrlandalı tutsaklar, 1980 yılının sonlarına
doğru başlayan korkunç süreçte ucu ölüme varabilecek açlık grevine başlamış
oldular. İlk açlık grevi, Aralık 1980’de örgütün o alandaki yöneticilerinden
birinin, ölmek üzere olan açlık grevi eylemcisi tutsağa yemek verilmesi için
hapishane yetkililerine çağrıda bulunmasıyla başarısızlıkla sonlanmıştı. 1 Mart
1981’de Bobby Sands’in açlık grevine başladığı dönemde, açlık grevinde olan
tutsaklar, ölümle yüz yüze olduklarının bilincindeydiler.
Hiçbir tutsağa greve katılmaları konusunda baskıda
bulunulmadı. Tam aksine, IRA’nın Birlik Komutanı, açlık grevinde gönüllü olarak
yer alan tüm erkek ve kadınlara grevden çekilmeleri çağrısında bulunan bir
mektup gönderdi. Mektupta, açlık grevine başlanıldığı takdirde ölümün en olası
sonuç olduğu yazılıydı. Eylemcilerin kendilerinden emin olmaları gerektiği,
aksi hâlde “son anda vazgeçmeleri” durumunda açlık grevindeki diğer tutsaklar
için telafisi mümkün olmayan zararların ortaya çıkacağı belirtildi. Mektupta,
isimlerinin silinmesini isteyenlerin utanç duymalarının yersiz olduğu, açlık
grevinin bütünüyle gönüllü bir eylem olduğu ifade edildi. Bir kez başladığında,
gerekli olması hâlinde, ölüme uzanan bu süreçte yer alıp alamayacağından her
tutsağın emin olması gerekmekteydi.
Bobby Sands öncülüğündeki açlık grevinde on tutsak
yaşamını yitirdi. Tutsaklar tüm çıplaklığı ile, ahlâkî bir zafer kazandılar.
Dünya medyası etkin bir biçimde arkalarında durdu. New York Times,
ölümünden önce İngiltere Parlamentosu’na üye seçilen Bobby Sands’in “gözü pek
İngiltere Başbakanı’nın hakkından geldiğini” yazdı. Ulusal parlamentolar, açlık
grevindeki tutsakları, susma eylemleri yaparak ve deklarasyonlar yayınlayarak
onurlandırdılar. İlerleyen zamanlarda Zapatista hareketini oluşturan Meksika-Çiapas’taki
siyasî tutsaklar, 1981 Yaz’ında İrlanda’daki durumu örnek alarak açlık grevine
başladılar. Güney Afrika’daki ANC tutsakları ve Nelson Mandela da benzer
girişimlerde bulundular. Tüm bunlar, onlarca İrlandalı tutsağın başlattığı ve
on insanın hayatını yitirdiği açlık grevi sebebiyle gerçekleşti. Önemli bir
diğer neden ise, hareketin temsilcilerine yönelik saldırganca yasaklamalara
rağmen, battaniye adamların ve onların dışarıdaki destekçilerinin beş yıl
boyunca sürdürdükleri mücadele idi.
Açlık grevi sona erdiğinde, İrlandalı tutsaklar siyasî
statülerine tekrardan kavuşabildiler. Vakit kaybetmeden H-Blokları’ındaki
hapishane alanları üzerinde denetim edinip bunları kolektif hatlarda
yönettiler. Hapishaneden çıktıktan sonra birçok tutsak, siyasetlerini kendi
topluluklarına taşıyıp alternatif İrlanda okulları, konut projeleri,
kooperatifler, geliştirme teşkilatları, sanat grupları ve benzerlerine hayat
verdiler, bunlara katılımda bulundular.
Açlık grevindeki İrlandalı tutsaklar, dünya genelinde
hafızalara kazındılar. Tahran’daki İngiliz Büyükelçiliği önündeki caddenin adı
hâlen daha “Bobby Sands Caddesi”dir. Türkiye’deki tutsaklar da 2000 ve 2006
yılları arasında tüyler ürpertici bir ölüm orucu süreci yaşamışlardı.
Görüştüğüm tutsaklar, eylemleri için “Bobby Sands” kod adını kullandıklarını
anlatmaktaydı. Birleşik Devletler’in Ohio eyaletinde 2011 yılında ölüm cezasına
çarptırılmış üç tutsak, yaklaşık yirmi yıldır istisnasız tecrit hâlinde
tutulmaktaydı. Bobby Sands’i ve açlık grevi yapan İrlandalı tutsakları
öğrendiklerinde, sevdikleriyle güvenlik camı arkasında görüşmek yerine temasın
mümkün olduğu ziyaret haklarını edinmek için kendi açlık grevi eylemlerini
örgütlemeye niyetlendiler. 12 gün sonra mücadelelerini kazandılar. Aynı şekilde,
Bobby Sands ve İrlanda’daki yoldaşlarından haberdar olduklarında, yaklaşık
yirmi yıldan fazla içinde bulundukları korkunç tecrit koşullarına ilişkin
eyleme geçebileceklerine ikna olmuşlardı. Hem Ohio hem de Kaliforniya’daki
tutsaklar, Bobby Sands ve İrlandalı yoldaşlarından önemli mesajlar aldılar:
kendilerini manevî olarak destekleyecek ve haklı taleplerinin k’ale alınması
konusunda hükümete baskıda bulunabilecek bir kitle hareketi başlattılar.
Açlık grevi, oldukça ürkütücü bir eylemdir. Yavaş ve
acı içinde ölmek anlamına gelir. Bunu yeğleyenlerin içinde yaşadığı koşullar o
kadar tahammül edilemez hâle gelmiştir ki, bu korkutucu sürece göğüs germek
bile söz konusu koşullarda hayatta kalmaya çalışmaktan daha elverişlidir.
Direnişin son basamağıdır bu. Tutsak arkadaşlarına karşı öylesine çetin bir
bağlılık ve sevgi beslerler ki bu, bizim tahayyül edebileceğimizin ötesindedir.
Belki de açlık grevinin ehemmiyetini ifade etmeye en
çok yaklaşan, Bobby Sands ve yoldaşlarını överken söyledikleriyle Fidel
Castro’dur:
“Altmış
gün boyunca açlık grevinde kalarak idealleri uğruna ölme kudretine sahip
insanların huzurunda despotların eli ayağı titriyor! Bunun yanında, yüzyıllar
boyunca insanî feda ruhunun simgesi hâline gelen İsa'nın çarmıhtaki üç günü
nedir ki?”
Şimdiyse açlık grevi tekrar Türkiye’nin gündeminde.
İrlanda ve Kuzey Amerika’daki deneyimler gösteriyor ki, bu mücadelenin
kazanılmasını sağlayan tek şey var: halkın bilgisi ve desteği. Bu destek ve
bilgi olmadan tutsaklar kendi başına bırakılmış olacaktır.
Denis O’Hearn
5 Kasım 2012
Kaynak
Çeviri: Başak Can ve Samet Çamoğlu
[Denis O’Hearn, New York Eyalet Üniversitesi
(Binghamton) Sosyoloji Bölümü’nde Profesördür ve Nothing But an Unfinished Song: Bobby Sands,
The Irish Hunger Striker Who Ignited a Generation [“Hiç Bitmeyecek Şarkı: Bobby
Sands, Bir Nesli Ayaklandıran İrlandalı Açlık Grevcisi”] başlıklı Bobby Sands
biyografisinin yazarıdır. O’Hearn, Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde Hapishane
Deneyimleri dersi vermiştir.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder