Kırk yıl önce dün Malcom X, Harlem’deki Audubon Balo
Salonu’nda konuşmak için ayağa kalktı. Tüm ABD genelinde hüküm süren ırk
ayrımcılığına dair bir şeyler söyleyecekti. Kardeşlerine beyazların zulmüne
karşı direnmelerini ve dövüşmelerini rica ettiği bir ânda silâh patladı. O
vakit ülkenin tepesinde oturanlar rahat bir nefes aldılar. Zira adaletsizliğe
karşı yükselen en gür ses artık susmuştu.
Malcolm’ın Gençliği
Malcolm Little, 19 Mayıs 1925’te Omaha, Nebraska’da
dünyaya geldi. O dönemde Amerika’da on üç milyon siyah yaşamakta, bunların
önemli bir bölümü güney eyaletlerinde ikamet etmekteydi. Siyahlar, esas olarak
çiftçilik ve ortakçılıkla iştigal ediyorlardı. Kuzeydeki siyahlar ise çeşitli
sanayi kollarında işçilik yapıyorlardı. Güneyde yürürlüğe konulan Jim Crow
yasaları, ırk ayrımcılığına dayalı bir rejimi devreye sokmuş, Afrikalı-Amerikalıları
toplumun geri kalan kısmından ayrıştırmıştı. Bu yasanın pratik sonuçları,
siyahların evlerinin beyazlarınkinden ayrıştırılmasını, siyahî çocukların
beyazlardan ayrı okullara gitmelerini, hatta umumî tuvaletlerin bile
ayrılmasını öngörüyordu.
Bu alabildiğine tehlikeli yasalar, siyahî işçilerin
sendikalara katılmasına yasak getirdi. Bu durum, beyaz işçiler arasında
ırkçılık zehri saçan Amerikalı patronların lehine bir sonuç üretti. Sözkonusu
“böl ve yönet” taktikleri, birçok işçi mücadelesinin yenilmesine yol açtı ve
ABD işçi sınıfının birleşmesine mani oldu.
Kuzeydeki durum, fiiliyatta görece daha iyiydi.
Siyahlar, New York’taki Harlem ya da Şikago’daki South Side gibi yerlerde,
kalabalıklar hâlinde, kimi gettolarda ikamet ediyorlardı. Buralarda ırkçılık
hüküm sürüyordu. Ancak Birinci Dünya Savaşı, patronları siyahları sanayi
bölgelerine sürmeye mecbur etti. Bu gelişme, birçok Afrikalı-Amerikalının
koşulların giderek iyileşeceğine dair umut beslemesine neden oldu. Oysa bu
umudun gerçekleşme imkânı yoktu.
1919’da savaşın sona ermesi ile ABD’yi boydan boya
sarsan kitlesel işçi eylemleri gerçekleşti. Patronlar işçi eylemlerine,
ırkçılığı kışkırtmak ve siyahların işsizliğin ana sebebi olarak gösterip işçi
sınıfını bölmek, kuzeydeki beyaz işçilerin grevleri kırmak için güneyden siyah
işçiler getirmek suretiyle cevap ürettiler.
Amerikan Emek Federasyonu’nun Afrikalı-Amerikalı
işgücünü örgütlemeyi reddetmesi ve bürokrasinin ölümcül kimi faaliyetleri,
Amerikan proleter hareketinin patronlarca ezilmesine katkı sundu. Devrim ve
karşı devrim her daim kol kola ilerliyordu. Aynı yılın Yaz’ında 25 ayrı yerde
toplu katliamlar gerçekleştirildi. Irkçılık, patronların bölücü taktiklerince
kullanılan en faydalı araçlarından biri hâline geldi. Birçok siyah gibi
Malcolm’ın ailesi de bu ırkçı şiddete bir biçimde maruz kaldı.
Malcolm’ın babası, siyahların kurtuluşuna dair
fikirlere sahip Marcus Garvey’ye bağlı bir vaizdi. O günlerde birçok siyah,
ırkçı zulme karşı ırkî gururu öne çıkartan örgütlere üye oluyordu. Marcus
Garvey, Afrika’ya dönüş hareketinin müdafilerinden birisiydi. Bu fikirler, Afrikalı-Amerikalılar
arasında yaygın bir ilgiye mazhar oldu. Sonrasında, altmışlarda, Afrika’da
millî kurtuluş hareketlerinin orta çıkması ile sözkonusu mistik fikir, yeniden
popülarite kazandı.
Malcolm, dört yaşında iken ailesinin evi ırkçı bir
çete tarafından ateşe verildi. Altı yaşında iken babası Ku Klux Klan üyelerince
katledildi. Bu toplumsal bağlam dâhilinde çocukluğu ve gençliğinde onun belânın
içine neden daldığını anlamak pek de güç değil.
Gençlik dönemini Boston, Lansing, New Haven, Flint ve
New York’ta geçirdi. Buralarda kumar, hırsızlık ve torbacılık gibi yasadışı
kimi eylemlere iştirak etti. Birçok siyah gibi o da iş bulma umudu ile Doğu
Sahili’ne gitti. İşçileşme imkânı bulsalar bile siyahlar en berbat işlere koşuluyorlardı.
Hayatlarını idame etmek için birçoğu yasadışı işlere meylediyorlardı. 1946’da
Malcolm, silâhla bir eve girip hırsızlık yaptığı gerekçesi ile tutuklandı.
Sekiz ilâ on yıl arasında hapis cezası ile yargılanan Malcolm, mahpusta altı
yılını geçirdi.
Malcolm Little Malcolm X Oluyor
Mahpusta Siyahî Müslüman Hareketi olarak da bilinen
İslam Milleti’ne katıldı ve “Malcolm X” ismini aldı. On dört yılını bu dinî
grup içinde geçirdi. Kısa sürede grubun en önemli simalarından biri hâline gelen
Malcolm, hareketin perde arkasındaki lideri Eliya Muhammed’in sözcüsü oldu.
İslam Milleti, Allah’a gerçek manada tabi olup beyaz
toplumdan ayrışarak İslam Milleti’ni teşkil etmek suretiyle siyahların
kurtulabileceğini öne süren dinî bir tarikattı. Grubun öğretisi, siyah
milliyetçiliğinin en sekter versiyonlarından birisiydi. Grup, siyah ırkçılığını
müesses nizamın beyaz ırkçılığı ile baş edebilmenin en iyi yolu olarak görüyordu.
İktisadî cephede de aynı taktiği uygulayan örgüt, beyaz kapitalizmine karşı
siyah kapitalizmini çıkartıyordu.
Marx’ın da izah ettiği üzere, toplumsal varlık
toplumsal bilinci belirliyor, siyah olanın satın alınması fikri, şehirlerin iç
bölgelerinde ve gettolarda küçük dükkân sahibi olan siyah orta sınıfına ait
sınırlı bir katmanın yaşadığı hayal kırıklığını ifade ediyordu.
Siyahî orta sınıfın ilerlemesi önündeki esas
engellerden biri kurumsal ırkçılıktı. Bu konumun sınırları alabildiğine
aşikârdı. Her şeyin ötesinde siyahî orta sınıfın ideolojisi ve bakış açısı
kapitalizmin temellerine, Afrikalı-Amerikalılara yönelik ırkçı zulmün gerçek
kaynağına, asla saldırmıyordu. Grup, saldırılarını üstünlük yanlısı beyazların
siyahî iş dünyasına yönelik koydukları tahdide hücum etmek üzerine kurmuştu.
Hareketin dayandığı bu sınırlar, onların piyasaya girmelerine ve beyazların
kontrolündeki iş alanlarından istifade etmelerine mani oluyordu. Bu teorinin
yüzeysel radikalizmine karşın, arka planındaki gerici fikirler tümüyle ortadaydı.
Tüm bir ırkî grubun iş adamı olması mümkün değildi. Siyahî iş adamlarına ait bu
fikir, temelde siyahların küçük bir kesimine, orta sınıfa hitap ediyordu.
Siyahî Müslümanlar, beyaz burjuvaziye karşı çıkmak
için Afrikalı-Amerikalı burjuvazisi yaratma peşindeydiler. Onlar, üstünlük
yanlısı çevrenin deri renginin ötesinde nelerin olduğunu hiçbir zaman
görememişler, üretimdeki ve toplumdaki beyaz burjuvazinin oynadığı rolü asla
anlayamamışlardı. Sözkonusu fikirlerin iflası, bu noktada daha fazla aşikârdı.
ABD’de Jesse Jackson ile temsil olunan küçük bir siyahî azınlığın tesisi, Afrikalı-Amerikalıları
yukarı çekmediği gibi, onlar şehirlerin iç kesimlerinde ve gettolarda sefalet,
şiddet ve uyuşturucunun hüküm sürdüğü koşullarda yaşamaya devam ettiler. Bu
küçük siyahî seçkinler grubu, siyahî kitlelerin mücadelesini parçalamak
amacıyla ABD yönetici sınıfı tarafından kullanıldı, (Malcolm X’in ılımlı siyahî
liderlere yönelik tabiri ile) Tom Amca’lar, hareketi ABD burjuvazisinin liberal
kanadına, Demokratlara bağlamak için devreye sokuldular.
Marcus Garvey gibi İslam Milleti de Afrika’ya dönüş
fikrine sırtını yaslıyordu. Yirmilerin başlarında Marcus Garvey’nin Evrensel
Siyahî Islah Derneği gibi bu fikir de ABD’deki Afrikalı-Amerikalıların geniş
bir kesimince ilgiyle karşılandı. Leon Troçki, bu fikri otuzlarda şu şekilde
analiz ediyordu:
“Siyahî
Amerikalılar ‘Afrika’ya Dönüş’ hareketinin bayrağı altında toplanıyorlar; zira
bu hareket, siyahların kendi vatanlarına dönük arzularının tam manasıyla
gerçekleşmesini ifade ediyor. Onlar, fiiliyatta Afrika’ya gitmek istemiyorlar.
Bu, gerçekte kendi kaderlerini kontrol ettikleri, beyaz hâkimiyetinden
kurtuldukları bir vatan için duyulan mistik bir arzunun ifadesi aslında.” [“On
Black Nationalism”, Leon Troçki]
Malcolm’ın İslam Milleti içinde geçirdiği yıllar
boyunca örgütün üye sayısı önemli ölçüde arttı. ABD Komünist Partisi, sözkonusu
yıllarda McCarthy liderliğinde yürütülen tasfiye sürecinin mağduruydu.
Ellilerin başında KP liderliğindeki sendikaların önemli bir bölümü, Sanayi
Örgütleri Kongresi’nden ihraç edildi. Otuzlar boyunca KP, siyahî işçilerin
önemli bir bölümünü örgütlemeyi başarmıştı. Ancak ellilerde parti, Demokrat
Parti ile aynı argümanları kullanır hâle geldi. KP, ABD’deki ırk sorununu güney
sorununa ve Jim Crow yasalarına indirgedi. Parti, kuzeydeki siyahî kitleler
için bir seçenek hâline gelmeyi beceremedi.
Siyahların mücadelelerini ifade edebilecekleri uygun
herhangi bir araç mevcut değildi. Friedrich Engels’in de ifade ettiği üzere,
doğa boşluk kabul etmiyordu. Bu boşluk, ırkçı zulme karşı radikal nutuklar atan,
birbirinden farklı dinî gruplarca dolduruldu. Aralarında Malcolm’ın da olduğu
birçok siyahî genç, beyaz zulmüne karşı çıktığı gerekçesi ile Siyahî
Müslümanlar Hareketi’ne meyletti. Bu hareket, kendi gençliğindeki ıstırapları
anlamaya çalışan bir kişi olarak Malcolm için muazzam bir izahat sunuyordu. Mahpusta
İslam’a ihtida etmesi ve ölene dek Müslüman kalmasına karşın, onun esas
meselesi, halkının maruz kaldığı zulme karşı mücadele etmek olmuştu. İslam
Milleti’nden ayrıştığında, zamanla, dinini politika ile ilişkisi içinde tali
bir konuma çekti. İslam Milleti ile birlikte olduğu dönemde bile Eliya
Muhammed’in en politik vaizlerinden biri olduğu söylenip durulmuştu. O, tüm
ülkeyi ve dünyayı gezen, hareketle ilişkisi olmayan başka insanlarla hemhal
olabilen politik bir simaydı.
Siyahî Müslümanlarla geçirdiği on dört boyunca o
grubun en parlak sözcüsüydü. Tüm ABD’yi, Afrika’yı ve Ortadoğu’yu gezen
Malcolm, buralarda şiddetli ve samimi ifadelerle, ırkçı zulme karşı konuşmalar
yaptı. Onun “Amerika’nın en kızgın insanı” unvanını kazanması boşuna değildi.
O, ılımlı siyahî liderlerin riyakârlıklarını reddediyordu. Müesses nizamın
kendisine borçlu olduğunu düşündüğü basit kimi tavizler konusunda ondan asla
ricada bulunmuyordu. Bu anlamda Malcolm, siyahî kurtuluş hareketinin en
uzlaşmaz simasıydı.
Ancak ondaki bu sekterci yan (ki üyesi olduğu İslam
Milleti’nin de en önemli özelliklerinden birisidir bu.) onun görece daha fazla
sayıda insana ulaşmasına mani oldu. Spike Lee’nin yönettiği Malcolm X
isimli filmin bir sahnesinde beyaz bir kadın öğrenci Malcolm’a yaklaşır ve
cesaretini toplayarak, ona hareket için bir şeyler yapıp yapamayacağını sorar.
Malcolm tepeden bakar kıza ve hakaretamiz bir ifade ile “hiçbir şey!” diye
cevap verir. Siyahî Müslümanlar ile yollarını ayırmış olmasına rağmen
fikriyatında hâlâ eski sekterciliğinin kimi kalıntıları mevcuttur. Ayrışma
sonrası Cleveland’da buldozerin altında kalarak can veren beyaz bir insan
hakları eylemcisi için düzenlenen anma toplantısında konuşması istendiğinde o
şu sözleri sarf eder:
“İyi,
o adamın yaptığı tabiî ki iyi bir şey. Ama bu hayli geç bir tarihte, beyazların
katkıları karşısında ayağa kalkıp alkış tutacak siyah insanlar bulmanın günü
değil artık. (…) Beyaz bir adamın fedakârlığını alkışlamak için tüm enerjimi
harcayacağımı mı düşündünüz? Hayır, böylesi bir fedakârlık için artık çok geç.”
Böylesi bir sekterci yaklaşım, bırakalım ırkî zulme
karşı geniş bir hareket teşkil etmeyi, gerçek ve uzlaşmaz bir dinamiğin bile
örgütlenmesini zorlaştırıcı nitelikteydi. Ömrünün son aylarında bu
sekterciliğini düzeltmeye gayreti içine girse de artık geç kalmıştı. İslam
Milleti üyesi iken yaptığı kimi tespitler, insan hakları eylemcilerinin geniş
bir kesiminin kendisinden uzaklaşmasına neden oldu. Sonrasında burjuva medyası,
sözkonusu eylemcilerin Malcolm X’ten uzak durması konusunda ilgili sekter
tutumları sürekli istismar etti.
Ayrışma ve Malcolm’ın İdeolojik Evrimi
Eliya Muhammed’in grubu politik bir örgüt olmaktan
uzaktı. Gene de Siyahî Müslümanlar, işçi sınıfının geleneksel politik
örgütlerinden doğan boşluğu doldurmayı bildi. Bu örgütlerin ne siyahî kitlelere
ne de özellikle gençliğe alternatif teşkil etme imkânı vardı.
İslam Milleti, politikadan uzak durma siyaseti güdüyordu.
Bir yandan Demokratlara ve Cumhuriyetçilere karşı destekleyici bir konum alıyor,
insan hakları hareketinin iyi huylu liderlerini eleştirmiyor, ama öte yandan da
politikadan uzak durma siyaseti gereği, ne siyahlara liderlik edebilme becerisi
ediniyor ne de onların öfkelerinin somut bir ifade aracı olabiliyordu.
Altmışların başında İslam Milleti, çokça sert laf edip
hiçbir şey yapmamakla ünlendi. Bu anlamsız siyaset, neticede Malcolm için bir
deli gömleği hâline geldi. 1962’de Los Angeles polisi, yedi silâhsız Müslüman’ı
vurup on altısını gözaltına aldı. Malcolm, Los Angeles’a giderek olaya yönelik
tepkileri örgütlemek istedi. Diğer dinlere mensup kişilerin de duhul ettiği
hareketi örgütleme esnasında Eliya Muhammed tarafından geri çekildi. Grubun
sınırlarını aşma gayreti, ileride yaşanacak ayrışmanın öncelikli
sebeplerindendi.
Sonrasında liderliğin yozlaşması da onun örgütten
ayrılmasını etkileyen sebeplerden birisiydi. Eliya Muhammed’in ABD’deki Nazi
Partisi’nin başı olan George Lincoln Rockwell ile temasta olduğu kimse için sır
değildi. 1963’te Eliya Muhammed, Phoenix’teki müsriflik abidesi malikânesine
çağırdığında Malcolm’a onun örgüt içindeki gençlerle cinsel ilişkiye girdiğine
ilişkin dedikoduları ve söylentileri alaycı bir üslupla doğrulatmak istedi.
Malcolm, örgütün tepesindekilerin, vaaz ettiklerinin aksine, pratikte farklı
bir seyir içinde olduklarını görüp hayal kırıklığına uğradı.
1 Aralık 1963’te, John F. Kennedy suikastından dokuz
gün sonra, New York’ta düzenlenen bir toplantıda Malcolm X, JFK’nin ölümünü,
beyaz adamın yarattığı nefret ve şiddet iklimine bağladı. Devamında şunları
söyledi:
“Tavuklar
eve tünemek için gelirler. Tavukların eve tünemek için gelişleri yaşlı bir
çiftlik insanı olarak beni asla üzmez; aksine bu, her daim memnun eder beni.”
Kimi yazarların ortak iddiasına göre, ilk tespit,
Malcolm’ın İslam Milleti’nden ayrışması için katalizör görevi gördü. Her ne
manaya gelirse gelsin, gerçekte Eliya Muhammed, bu tespit sonrası Malcolm’a
konuşmayı yasaklamış ve sessiz kalmasını söylemişti. Malcolm ile Siyahî
Müslümanlar arasındaki kopuşu tetikleyen, işte bu gelişmeydi.
Diyalektik materyalizmin izahatına göre zorunluluk
kendisini tesadüfler aracılığıyla ifade eder. Malcolm X, İslam Milleti içinde
devrimci bir seçenek aramış, bulamadığında da çekip kapıyı çıkmıştı.
12 Mart 1964’te örgütten ayrılıp Müslüman Camii’nin
kuruluşunu ilân etti. Mekke’ye gitmesinden çok kısa bir süre sonra İslam’a
ihtida etti. Orada yaşadıkları ona fikriyatını genişletme ve dini tali bir
konuma taşıma imkânı verdi. İlgili mesele üzerine şu değerlendirmeyi yaptı:
“Hiçbir
din, ülkemdeki halkımın koşullarını unutturamayacak bana, […] hiçbir tanrı,
hiçbir din, hiçbir şey sözkonusu zulüm durana, kesilene, ortadan kalkana dek bu
gerçeği unutturamayacak. Bu noktanın iyice açıklığa kavuşmasını isterim.”
Öte yandan Malcolm, Müslüman Camii’nin de ırkî zulme
karşı siyahların kitlesel hareketini toparlama hususunda kâfi gelmeyeceğinin
farkındaydı. Bu gerçeği aklında tutarak o, Afrikalı-Amerikalı Birliği Örgütü’nü
kurdu. Bu yeni örgütün dinle bir işi yoktu. Aksine örgüt, dinî zeminine
bakmaksızın, tüm Afrikalı-Amerikalılara birleşme çağrısı yaptı ve onların geniş
tabanlı bir hareket meydana getirmelerini talep etti. Kuruluş programını
derinliğine etkileyen en önemli husus, o günlerde Afrika’da hüküm süren
kurtuluş mücadeleleriydi. Irkçı saldırılara karşı kendini müdafaaya dayalı kimi
ilginç konumlar aldı. Bu, sürmekte olan ırkçı saldırılar karşısında hareketi
korumasız bırakmış kimi ılımlı siyahî liderlerin desteğindeki şiddet dışılık
siyasetine nazaran daha ilericiydi. Ancak örgüt, sosyalist olmaktan da uzaktı
ve ekonomi siyaseti genel anlamda siyah milliyetçiliğinin küçük burjuva
fikirlerine dayanıyordu. Ayrıca hareket beyazların iştirakine de karşıydı. Bu
fikir, beyazlarla siyahların birleşmesinden önce, siyahların kendi aralarında
birleşmeleri gerektiğini savunan Malcolm’a aitti. Zamanla bu fikir, ırkî zulme
karşı mücadeleyi basit anlamda bu zulmün kurbanlarına indirgemişti. O günlerde
bu siyaset, ırkî zulme karşı mücadeleye sempati duyan işçi ve öğrencilerin
mücadeleye iştirak etmesine mani olmuştu.
Siyah milliyetçiliğinin kapitalizm tarafından
uygulamaya konulan ırkî zulmün dolaysız bir sonucu olduğu doğrudur. Ancak o,
sonuçta bir yandan da mazlum siyah işçi sınıfı ile beyaz işçi sınıfının
birliğini frenleyen bir etmendi.
ABD tarihi, siyahî işçilerin somut bir şeyler kazanmak
adına beyaz işçilerle birlikte mücadeleye giriştiklerinde küçük burjuvazinin
etkisinin azaldığına ilişkin örneklerle doludur. İlk akla gelen örnek, toptan
et satışında çalışan siyah ve beyazların Şikago’nun siyah mahallesinde kol kola
yürümelerine tanık olan 1919 grev dalgasıdır.
En nihayetinde Malcolm, kapitalizmin siyahlara
dayattığı ırkî zulme yönelik bir çözüm yolu olarak takdim edilen Siyah
milliyetçiliğinin sınırlarının farkındaydı. Suikasta kurban gitmeden bir ay
önce verdiği bir mülâkatta, Gana’da, Cezayir büyükelçisi ile yaptığı görüşmeden
bahsediyordu:
“[…]
Mayıs ayında Gana’dayken, kelimenin tam anlamıyla devrimci ve aşırı militan bir
kişilik olan Cezayir büyükelçisi ile görüşmüştüm. […] Ona sahip olduğum
politik, sosyal ve ekonomik felsefenin siyah milliyetçiliği olduğunu
söylediğimde, o bana bunun nereleri geride bıraktığını sordu. Zira o beyazdı.
Afrikalıydı ama Cezayirliydi ve tüm görünümü itibarıyla beyaz bir adamdı.
Devamında, ona siyah milliyetçiliğinin hedefini izah ettim, tekrar aynı soruyu
sordu. ‘Siyah milliyetçiliği nereleri gerisinde bırakıyor, Fas, Mısır, Irak ve
Moritanya’daki devrimcilere ondan ne kalıyor?’ Böylelikle o, gerçek birer
devrimci olan ve gerekli her türlü araca başvurarak sömürü sistemini yıkmaya
hayatlarını adamış insanlara yabancılaştığımı bana gösterdi.”
Ayrıca Malcolm, süreç içinde ırkî zulmün sebebinin
kapitalizmin çürümüş doğası olduğunu da kavradı: Harlem’daki bir toplantıda,
“ırkçılık olmadan kapitalizm olmaz” dedi. Başka bir ortamda ise Afrika’daki
kurtuluş mücadelelerinden bahsederken, şunları söyledi:
“Akbaba
gibi olmadan kapitalist bir sistemi işletemezsiniz. […] Bana bir kapitalist
gösterin ben de size onun nasıl bir kan emici olduğunu göstereyim.”
Zamanla daha da ileri gitti. Aşağıdaki alıntı, onun
sınıfî bir konuma doğru meylettiğini gösteriyor:
“Bir
devrim çağında yaşıyoruz ve Siyahî Amerikalıların isyanı, bu çağa niteliğini
veren zulüm ve sömürgeciliğe karşı ayaklanmanın bir parçasıdır. […] Siyahların
isyanını basit anlamda beyaza karşı siyah çelişkisi ya da saf anlamda bir
Amerikan menşeli bir mesele olarak sınıflandırmak doğru değildir. Aksine, biz
bugün mazlumun zalime, sömürülenin sömürene karşı küresel ayaklanmasına tanık
olmaktayız.”
Bu cümleler, onun fikriyatındaki oldukça önemli
değişimlere işaret ediyordu. Ancak gene de ideolojisindeki evrim bu noktada
durmadı. Birkaç hafta değilse bile, birkaç ay içinde konuşmalarını hiçbir
şekilde sulandırmaksızın, eski sekterciliğine ait kalıntılardan açık biçimde
kurtuldu. Siyah ve beyazlar arası yapılan evliliklere ilişkin önyargılarından
vazgeçti ve kadınların siyahların kurtuluş mücadelesindeki rolünü kabul etti.
Dahası, Afrikalı-Amerikalı Birliği Örgütü’nün üyelerinin deri renklerine
aldırış etmeksizin, diğer tüm örgütlerle çalışması gerektiğini söyledi, zira
artık Malcolm, üstünlük yanlısı beyazlara karşı dövüşen savaşçıların yürüttüğü
politikanın yegâne önemli mesele olduğunun farkındaydı.
ABD’deki iki burjuva partisine yönelik tavrı da
zamanla değişti. Siyahî Müslümanlar, salt politik olmayan gerekçelerle hem
Demokratlara hem de Cumhuriyetçilere karşı konumlanırlarken, Malcolm, her iki
partinin de esasta beyaz yönetici sınıfının çıkarlarını temsil ettiğini biliyordu.
O, ayrıca insan hakları hareketinin ipini Demokratların ellerine teslim etmeye
çalışan siyahî liderlere karşı da mücadele etti.
Malcolm, ABD’deki mazlum azınlıkların en hain ve en
berbat düşmanlarının Amerikan burjuvazisinin en ilerici kanadı olduğunu açığa
çıkarttı. Ona göre Demokratların kökleri, ABD’nin güney eyaletlerinden gelmiş
köle sahiplerine dayanıyordu.
Eleştirilerini Siyahî Müslümanlardan da esirgemedi,
zira onlar, İslam Milleti çerçevesi dâhilinde inşa edemediği zulme karşı
dövüşecek hakikî bir örgüt kurma gayretlerini sürekli boşa düşürüyorlardı.
Malcolm, aynı zamanda ABD’deki müesses nizamın gözünde
de tehlikeli bir isim hâline gelmişti. O, hayatta kalıp düşüncelerini
incelttikçe gerçek anti-kapitalist mücadelenin yanında ırkî zulme karşı
uzlaşmaz mücadeleyi başlatma iradesine sahip bir kişiydi. Hâlihazırda siyahî
kurtuluş hareketinin radikalleşmesine tanık olan ABD’li kapitalist sınıfın her
şeyin ötesinde korktuğu gerçek buydu.
Malcolm X, sadece yönetici sınıf değil, ayrıca onu
sürekli sert bir dille eleştiren İslam Milleti gibi unsurların içinde bulunduğu
orta sınıf siyahlar için de ciddî bir meseleydi. Biraz muğlâk ama tam manasıyla
uzlaşmaz olan fikirleri ona çokça düşman kazandırmıştı. 21 Şubat 1965’te
Harlem’de tertiplenen toplantının başında vurularak öldürülmesinin nedeni de buydu.
Ülke içindeki ve dışındaki kimi Marksist grupların
iddialarının aksine, Malcolm X sosyalist değildi ve hiçbir zaman öyle olduğuna
ilişkin bir iddiada da bulunmamıştır. Yukarıda takdim edilen alıntının da
gösterdiği üzere, onun anti-kapitalist ve anti-emperyalist bir konuma
meylettiği, ilk başlarda sosyalist fikirlere yönelik husumetinin zamanla değiştiği
doğrudur. Onun zafere yürüyen hareketin liderliğini yapacak yegâne sınıf olarak
işçi sınıfının sahip olduğu rolü de kavradığı söylenemez. Tüm bunlara rağmen o
bir devrimcidir, gerçek bir devrimci örgüt kuramamış olması bu gerçeği
değiştirmez. Trajik bir biçimde uğradığı suikast yaşanmamış olsaydı Malcolm’ın
sonrasında nasıl bir değişime uğrayacağını kimse kestiremez.
Tek bildiğimiz ise onun politik faaliyetinin önemli
bir bölümünü, siyah orta sınıf için çözümler arayıp her daim bir avuç kırıntı
için hareketi satan Tom Amca’ların ihanetlerini ifşa etmeye tahsis ettiğidir.
Malcolm, siyahî orta sınıf liderlerin hareketin içinde fren görevi gördüğünü
anlamış bir isimdir.
Malcolm X, kapitalist sistemin adaletsizliği ve zulmü
karşısında konuşmaktan çekinmemiş bir insandı. Kimi mevcut sınırlarına rağmen o,
yirminci yüzyılın en dürüst ve en uzlaşmaz savaşçılarından birisiydi.
Ray Smith
20
Temmuz 2005
Kaynak