Pages

18 Haziran 2010

Grup Yorum vs. Kardeş Türküler

“İnönü’de neden Kürd yoktu?”

Bu soru ne de çok soruluyor son günlerde. Soruyu soranların derdi, özelde Yorum’u genelde Cephe hareketini köşeye sıkıştırmak. Ondaki “milliyetçileşme eğilimi”ni ispatlamak. Hareketin politik kimi adımlarını daha baştan çelmelemek.

Soruyu soranlar, kendi birey bütünlükleri gibi bütünlükler arıyor, muhataplarında. Bu bütünlükleri kendi bireyliklerine ait düz, doğru, net, kalıplaşmış zihniyet üzerinden "eksikli" kabul ediyorlar. Oysa kolektif olana birey muamelesi yapılmamalı, eksikli, ucu açık ve geçici yönleri eleştiri konusu olmamalıdır.

İnönü’de Kürd aramak, böylesi bir kafa yapısının yanılgısı. Orada nesnel bir bütün olarak gördükleri Kürd’ü görmek isteyenler, Batman’daki DTP mitinginde “Said-i Nursi” posteri ile partiyi destekleyen Müslüman’a bu sefer de, “bunun ne işi var burada?” diyecektir.

Yorum ve Cephe, bu bireylerin kendi çaplarına uygun bütünlükler kurguladıkları ânda başka bir yerde, başka bir bütünleşmeyi gerçekleştirmektedir. Geçmişte bir Roma-Galatasaray maçında, ölüm orucu ile ilgili dağıtılan bildirilerin sahaya yumruk gibi inmesi buna bir örnektir.

“Her sene bitti” diyenlerin o senenin Bir Mayıs’ında Cephe kortejini ağzı açık izledikleri de bilinmektedir. Sormak gerek: dert ne peki, hesap ne?

Kürd’ün kendi coğrafyası var artık, göbeğini kendisi kesmiş, gücü ortada, varlığı, dost-düşman, herkesçe kabul görüyor. Daha bir Kürd neden çıkıp Yorum’u eleştirir? Kosmosunda değil ki!

Cephe’nin coğrafyası var ama çok sınırlı, göbeğini kesme imkânı, şeraiti yok, gücü malum, varlığı gene de dost-düşmanca biliniyor. Daha neden bir Cepheli Kürd’e saldırır? Kosmosu, yani misakı milliyi ortak kabul ettiği için olmasın?

Yorum, son dönemin Amerikan karşıtlığı taktiğini bu konserle zirvelendirdi o kadar. Bu minvalde ilgili anti-emperyalist söylemin çeşitli renklerini biraraya getirmiş olması gayet doğal. Ama görülmesi ve izlenmesi gereken, konserin o taktiği aşan yanları. Kolayca etiketleme ve tozlu rafa kaldırma çabası, bu yaşanan gerçeğin gözümüzün önünde silinmesini getirir. Bu ülkede Amerikan karşıtlığı birkaç bölük gerilla ile değil, elli bin kişilik bir stad konseri ile sonuçlanabiliyor. Gerçek, gerçeğimiz bu.

Elbette o renk tayfı içinde yüzeysel bir emperyalizm karşıtlığı ile “kitle avlama” stratejisini çoktan aşmış, artık emperyalist güç odakları ile pazarlık yapacak konuma gelmiş bir Kürd yer bulamazdı. “Sıklet farkı” bu olmalı.

Cumhuriyet dâhil, çeşitli medyatik unsurların konsere ilgisi konserin politik gerçekliğini karartmamalı bu açıdan. Gerçeğe tersten bakılmamalı: koşullayan politik müdahale değerlendirilmeli. O politik müdahale, doğası gereği Kürd’ün dışında. Dışında olmak kaydıyla, tabiî ki bir Kürd nezdinde “Kürd düşmanı” olarak görülecek. Çünkü Kürd, zalimin kendisini sıkıştırdığı bir alanda kendi sınırlarını çizer, o sınırın öte yanını düşman kabul eder. Cepheli Türk kadar, Baasçı Arap da onun düşmanıdır. Bu noktada, bu taraftaki Kürd’cülere ne oluyor?

Apo, “radikal demokrasi” çağrısı yapıyor ve özellikle Cephe’nin oraya gelmesini istiyor, “Biz Mahir’in intikamını almak için yola çıktık” diyorsa, birileri 1 Mayıs alanında Cephe’ye karşı “darbeciler”i savunur pozisyon alıyorsa, mahallelerde bir tür Cephe karşıtlığı ile yol almayı politik zanneden örgütler mevcutsa, Cephe gerçeğinin ve ondan yansıyan Yorum’un çektiği çizgiyi, bu çizginin kimilerince sınır kabul edilişini irdelemek gerekiyor. Örgüt bünyesindeki kimi kişilerin ahlâkından, karakterinden, özel bazı zaaflarından dem vurarak örgüt bütünde eleştiriliyorsa, çekilen sınırda çokça kan dökülüyorsa, bu sınırın -iyi/kötü değil- nesnel bir değerlendirmesi yapılmayı bekliyor.

Bu sınır, eksiği gediği ile devrimle tanımlı bir sınır. Kürd’ünki ise kurtuluş ekseninde tanımlı. Biri içten dışa, diğeri dıştan içe doğru sınırı biçimlendiriyor. Ülke içinde siyaset yapmanın sırta yüklediği yumurta küfesini taşımak Kürd için anlamsız. O, bu taşıma işlemini bile sınırlandırıcı buluyor.

Cephe, devrimciliğin içindeki iktidara yatkın sınır çizgilerini belirginleştirirken, PKK ayrımsız, her muktedir olana karşı direnç örüyor. İlki, devletin gölgesinde büyümüş kesimleri kendi varlığı ile politik anlamda bölmek isterken, ikincisi, tersten, yekpare, yekvücut bir düşman oluşturmak istiyor. Özetle, en genel anlamda Cephe’nin bölmek istediğini PKK birleştirmeye, birleştirmek istediğini bölmeye çalışıyor. Her iki örgüt de devlet karşısındaki konumsal nitelikleri açısından karşı karşıya geliyor. Bu nesnel karşıtlıkta dışarıda duran kimi sol çevrelerin Cephe nezdinde devlet, PKK nezdinde burjuvazi istismarına yönelmeleri bir anlam ifade etmiyor. En fazla, bunların her iki yapıya yönelik eleştirileri, çatışmanın şiddet yoğunluğuna dair işaretler veriyor.

Dışarıdakilerin önemli bir kısmı “halkların kardeşliği” edebiyatına sarılıyor. Tuttukları dal bu oluyor. Tam da bu edebiyat, suların karışmasına sebep olan oysa. Bu edebiyatı koşullayan ise “içteki düşman”. Bu slogan, savaş kaçkınlarını, cephe gerisini kendine örgütlemek istiyor. Önce Kürd ile Türk’ü “halk olmak”ta eşitliyor, böylelikle aslında birinin kendi özgücü ile milletleşme eğilimini diğerinin emperyalistlerce koşullanmış milletleşmişliği altında ezme imkânı buluyor. Cephe, “emperyalistlerce koşullanmış milletleşmişliği”n eksikliğini görüyor ve bu eksikliği devrime doğru tamamlamak istiyorken, PKK tam da bu eksikliklerden beslendiğinden, Cephe’nin çabasını “düşman” kabul ediyor.

Her kardeşlik çağrısı, liberal bir zulmün koçbaşı görevini görüyor. Sanılanın aksine, liberal zulüm, “açık faşizm” demek oluyor ve eskiden gizli yapılanların şimdi açıktan, pervasızca yapılmasını ifade ediyor. Hücreler liberal saldırının somut karşılığı oluyorlar.

“İşçilerin birliği, halkların kardeşliği” şiarı, işçilerin içindeki sınıf mücadelesine ve halklar arasında bu sınıf mücadelesinin tezahürü olarak yaşanan savaşlara karşı körleşmeye çağırıyor.

Her bireyi “işçi” ya da “halk” ismi altında birleşmeye çağırmak nafile yani. Bölmek için birleşenlere, birleşmek için bölenlere bakmak gerekiyor.

Bu edebiyat, ister istemez, İnönü’de Kürd arıyor. Oranın coşkusuna entel bir zombinin hayata karşı direnç göstermesi gibi, direnç geliştiriyor. Etin kemiğinden ayrılmıyorsa, sol memenin altında cevahir yumruk olup yerinden fırlamıyorsa, bunu Kürd lafzı ile örtmenin manası ne?

Yorum’a dönük medya ilgisi altında, her şeyde olduğu gibi, meselenin içini boşaltma teşebbüsü var. Aynı teşebbüs, statta Kürd sesi duymak isteyenlerde de mevcut. Kürd bulamadığı için onca küfür sallayan zevat, devletin konser ardından gerçekleştirdiği “operasyon”lara ne diyecek peki?

Devletin politikası, faşist zor’la devrimci hareketi sindirmek, korkuya uşak etmek. Bu uşaklaşmaya liberal lafazanlıkla katkı sunmak neyin nesi? Kürd’ü buna nasıl âlet edersin?

Liberal lafazanlık, “bunun Kürd’ü eksik” diye bakıyor. Açın önünde bir dilim ekmek, “bunun tereyağı yok” diye yakınıyor.

Halkların kardeşliği, işçilerin birliği”, liberal bir lafız olarak dillendiriliyor. Kürd’ün karşısına “İşçi” çıkartılıyor. İşçi örtüsü arkasına gizlenmiş birey-solcular oynadıkları oyuna figüran arıyorlar. Kürd de işçi de bunların ağzında helva misali dağılıyor.

Bu esnada Kardeş Türküler çıkıyor sahneye. Her telden türküyü piyasaya tahvil ediveriyor. Adana konserinde bir ağıt olarak yakılmış Marcel Khalife türküsü “Asfur”u oyun havası gibi çalıyor.

Kardeş Türküler, doksanların başında yaygınlaşan türkü-bar geleneğine denk düşüyor. Grup Yorum ise o barlarda kendi şarkılarının söylenmesini yasaklayan bir “Stalin sureti” olarak duruyor karşımızda.

Kardeş Türküler, Avrupa Birliği’ne “işte Türkiye gerçeği bu” denilerek, dönemin dışişleri bakanı İsmail Cem elinden yetkililere hediye edilen turistik bir malzeme. Grup, bu anlamda Japonya’dan Fransa’ya dönemin burjuvazisi tarafından gezdirilen Ajda Pekkan’dan farksız.

Kendinden menkul bir devlet düşmanlığı, burjuvaziyi, onun mirasını, birikimini kendince aklıyor. Tüm bunları üstlenen bir tür solculuk üretiyor. Tersten, esasında o mirasa, birikime balıklama dalmak için devlete husumet besleniyor. Ve artık Grup Yorum, eskiden türküden tiksinen solcu aydınlar benzeri tiplere “arkaik” ve “geri” geliyor.

Devlet düşmanlığını, onun sınıfı olan burjuvazinin imkân sahasında gezinmeyi iş ve siyaset zannedenler yapıyorlar. Devlet düşmanlığı bir bakıma burjuva-liberal kapılardan içeri girmenin parolası oluyor. Bunlarda aslında devlet ve düşmanlık sadece lafta yan yana geliyor, pratik gerçekte uzak diyarlara fırlatılıp atılmak üzere.

Entel ortamlarında Grup Yorum eleştirmek, “yaw şu Kardeş Türküler ne güzel müzik yapıyor” demek, kişilere puan kazandırıyor. Kardeş Türküler, çok şey yaparmış gibi görünüp hiçbir şey yapmamanın adı oluyor. (Eskiden Zülfü Livaneli böyleydi.)

Hayıflanılacak, üzülecek yerde, Grup Yorum’u yirmi beş yıl beslemiş damarların bir kısmının düşman tarafından kesilmesine, bir kısmının kan verilmediği için kurumasına seviniliyor. Kardeş Türküler, tam da bu katastrofik gerçekte sahte bir ümit kapısı olarak doğuyor.

O, doksanlardaki türkü-barların akademi (Boğaziçi) eliyle yüksek estetiğe duhul edilmesidir. Bir bakıma Müslüm Gürses’in Etiler-Nişantaşı hattındaki lüks barlarda çıkması türünden. O barlarda Müslüm, Afrika cangıllarında bulunup New York’a getirilmiş bir mahlûkat gibi izleniyor. Mazlumun hüznü olan, zalimin mizahı oluveriyor.

Grup Yorum estetize edilmeye direniyor. O hâlâ mapushanelerden, gerilladan, eylem alanlarından, grev çadırlarından, maden ocaklarından beslenen yanını piyasaya çıkartmaya direnen haylaz çocuk.

Onlarda da Kardeş Türküler’in halesine kapılan bir yan var artık, kabul etmek gerek. Yorum, örgüt tarafından, bir yayın organı gibi kullanılıyor. Söylenecekler orada söyleniyor, yapılacaklar orada yapılıyor. Eskiden hareketin arkasından giden grup, bugün önünden gidiyor. Bu yükün hafiflemesi için liberal rüzgârlara saçlar kaptırılıyor bir miktar. Başka bazı örgütler ise bu rüzgârda savrulan saçlarına toka niyetine takıyor Kardeş Türküler'i.

Kardeş Türküler’in halesi dâhilinde, örneğin bir Adana konserinde, Yorum bir çingene türküsü söylediği vakit, salonda tuhaf bir homurdanma duyuluyor. Onlar da liberal girdaba bir kollarını kaptırıyorlar ama gene de belli bir dirençle.

Bu söylenenden, “çingene türküsü söylenmemeli” anlamı çıkmamalı tabiî ki. Yorum, örneğin Sulukule-Ahırkapı halkı yıkımlara karşı ciddî bir direniş örmüş olsaydı, o türküyü söylerdi, kastedilen bu. Öbür türlüsü havada asılı, boş bir uğraş oluyor. Başkalarına "yakışan" bu gömlek, onların üzerinde durmuyor. Direnişin ve mücadelenin karşılığı olan Yorum, durduk yere çingene türküsü söylerse, o liberal “ezilen” yandaşlığına malzeme oluyor. Öyle de kalmıyor, giderek kendisini de o reyonda bir yere yerleştiriyor. (“vah zavallı çocuklar, türkü söyledikleri için hapse girmişler, ne yazık!” deniliyor.)

Yeni yeni liberalleşmenin nimetlerinden faydalanan solcular Kardeş Türküler’i göğe çıkartıyorlar. Onda kendi bukalemunluklarının meşru sesini duyuyorlar. Bastırılmış sesler, ticarîleşiyor, öfke, hüzün, mizah ve dirençten yoksun, mat birer renk olarak kulaklardan şöyle bir geçip gidiyor. (Arif Sağ bir yerde, “ben bir türküyü söylemek için yıllarca çalışırım, uzun uzun düşünürüm, becerebilir miyim diye, şimdiki türkücüler, stüdyoya giriyorlar, bir günde söyleyip çıkıyorlar.” der. Buradaki eleştiri, bölgenin türkülerini tüketen Kardeş Türküler için de geçerlidir. Şivan’la yaptıkları çalışmaya (Roj u Heyv -1999) yönelik Şivan’ın eleştirisi, “Kürt müziğinde vurmalıların bu kadar yeri yoktur, yaylılar daha ağırlıktadır” şeklinde olmuştur. Bu eleştiri de meselenin ne denli piyasa, ne denli üstünkörü ve liberal bir üslupla gerçekleştirildiğini gösterir.)

Müzik de futbol gibi fena hâlde politiktir.

Kitlenin olduğu yerde, beğenileri, zevkleri politik yönelimler biçimlendirir. Grup Yorum ile Kardeş Türküler’i ayıran çizgi burada netleşir. İkisini basit anlamda liberalizm-muhafazakârlık karşıtlığına oturtmak mümkün değildir. Yorum, devrimciliğin alanında tüm birikimi ile dimdik durmaktadır. Devrimcilik düşüyorsa o da düşmektedir. Yani özetle, Yorum’a değil, içte ve dışta devrimciliği düşürenlere kızmak gerekmektedir.

İnönü’de neden Kürd yok?” diye soranların “Kürd’ün Grup Yorum’u neden yok?” sorusunu sormaları gerekir.

Bu kasıtlı soruyu soranlar, liberal bir yerden, Yorum konserini eleştirirler. Mevcut oldukları için hayıflandıkları isimler, belli bir “anti-emperyalizm” başlığı altında toplanabilecek öznelerdir. Kürd’ün orada olması, bu toplanmayı bölecek, kıracaktır. Ama zaten bu bölücü ve kırıcı niteliğinden ötürüdür ki o statta ona yer yoktur. Buna kızmak değil, sevinmek gerekir aslında. Kendi politik gerçekliğinin sınırları ile paranteze alındığında İnönü’de yaşanan karşısında selâm durmak şarttır.

Eren Balkır
18 Haziran 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder