“İnönü’de neden Kürd yoktu?”
Bu soru ne de çok soruluyor son günlerde. Soruyu
soranların derdi, özelde Yorum’u genelde Cephe hareketini köşeye sıkıştırmak.
Ondaki “milliyetçileşme eğilimi”ni ispatlamak. Hareketin politik kimi
adımlarını daha baştan çelmelemek.
Soruyu soranlar, kendi birey bütünlükleri gibi
bütünlükler arıyor, muhataplarında. Bu bütünlükleri kendi bireyliklerine ait
düz, doğru, net, kalıplaşmış zihniyet üzerinden "eksikli" kabul
ediyorlar. Oysa kolektif olana birey muamelesi yapılmamalı, eksikli, ucu açık
ve geçici yönleri eleştiri konusu olmamalıdır.
İnönü’de Kürd aramak, böylesi bir kafa yapısının
yanılgısı. Orada nesnel bir bütün olarak gördükleri Kürd’ü görmek isteyenler,
Batman’daki DTP mitinginde “Said-i Nursi” posteri ile partiyi destekleyen
Müslüman’a bu sefer de, “bunun ne işi var burada?” diyecektir.
Yorum ve Cephe, bu bireylerin kendi çaplarına uygun
bütünlükler kurguladıkları ânda başka bir yerde, başka bir bütünleşmeyi
gerçekleştirmektedir. Geçmişte bir Roma-Galatasaray maçında, ölüm orucu ile
ilgili dağıtılan bildirilerin sahaya yumruk gibi inmesi buna bir örnektir.
“Her sene bitti” diyenlerin o senenin Bir Mayıs’ında
Cephe kortejini ağzı açık izledikleri de bilinmektedir. Sormak gerek: dert ne
peki, hesap ne?
Kürd’ün kendi coğrafyası var artık, göbeğini kendisi
kesmiş, gücü ortada, varlığı, dost-düşman, herkesçe kabul görüyor. Daha bir
Kürd neden çıkıp Yorum’u eleştirir? Kosmosunda değil ki!
Cephe’nin coğrafyası var ama çok sınırlı, göbeğini
kesme imkânı, şeraiti yok, gücü malum, varlığı gene de dost-düşmanca biliniyor.
Daha neden bir Cepheli Kürd’e saldırır? Kosmosu, yani misakı milliyi ortak
kabul ettiği için olmasın?
Yorum, son dönemin Amerikan karşıtlığı taktiğini bu
konserle zirvelendirdi o kadar. Bu minvalde ilgili anti-emperyalist söylemin
çeşitli renklerini biraraya getirmiş olması gayet doğal. Ama görülmesi ve
izlenmesi gereken, konserin o taktiği aşan yanları. Kolayca etiketleme ve tozlu
rafa kaldırma çabası, bu yaşanan gerçeğin gözümüzün önünde silinmesini getirir.
Bu ülkede Amerikan karşıtlığı birkaç bölük gerilla ile değil, elli bin kişilik
bir stad konseri ile sonuçlanabiliyor. Gerçek, gerçeğimiz bu.
Elbette o renk tayfı içinde yüzeysel bir emperyalizm
karşıtlığı ile “kitle avlama” stratejisini çoktan aşmış, artık emperyalist güç
odakları ile pazarlık yapacak konuma gelmiş bir Kürd yer bulamazdı. “Sıklet
farkı” bu olmalı.
Cumhuriyet dâhil,
çeşitli medyatik unsurların konsere ilgisi konserin politik gerçekliğini
karartmamalı bu açıdan. Gerçeğe tersten bakılmamalı: koşullayan politik
müdahale değerlendirilmeli. O politik müdahale, doğası gereği Kürd’ün dışında.
Dışında olmak kaydıyla, tabiî ki bir Kürd nezdinde “Kürd düşmanı” olarak
görülecek. Çünkü Kürd, zalimin kendisini sıkıştırdığı bir alanda kendi
sınırlarını çizer, o sınırın öte yanını düşman kabul eder. Cepheli Türk kadar,
Baasçı Arap da onun düşmanıdır. Bu noktada, bu taraftaki Kürd’cülere ne oluyor?
Apo, “radikal demokrasi” çağrısı yapıyor ve özellikle
Cephe’nin oraya gelmesini istiyor, “Biz Mahir’in intikamını almak için yola
çıktık” diyorsa, birileri 1 Mayıs alanında Cephe’ye karşı “darbeciler”i savunur
pozisyon alıyorsa, mahallelerde bir tür Cephe karşıtlığı ile yol almayı politik
zanneden örgütler mevcutsa, Cephe gerçeğinin ve ondan yansıyan Yorum’un çektiği
çizgiyi, bu çizginin kimilerince sınır kabul edilişini irdelemek gerekiyor.
Örgüt bünyesindeki kimi kişilerin ahlâkından, karakterinden, özel bazı
zaaflarından dem vurarak örgüt bütünde eleştiriliyorsa, çekilen sınırda çokça
kan dökülüyorsa, bu sınırın -iyi/kötü değil- nesnel bir değerlendirmesi
yapılmayı bekliyor.
Bu sınır, eksiği gediği ile devrimle tanımlı
bir sınır. Kürd’ünki ise kurtuluş ekseninde tanımlı. Biri içten dışa,
diğeri dıştan içe doğru sınırı biçimlendiriyor. Ülke içinde siyaset yapmanın
sırta yüklediği yumurta küfesini taşımak Kürd için anlamsız. O, bu taşıma
işlemini bile sınırlandırıcı buluyor.
Cephe, devrimciliğin içindeki iktidara yatkın sınır
çizgilerini belirginleştirirken, PKK ayrımsız, her muktedir olana karşı direnç
örüyor. İlki, devletin gölgesinde büyümüş kesimleri kendi varlığı ile politik
anlamda bölmek isterken, ikincisi, tersten, yekpare, yekvücut bir düşman
oluşturmak istiyor. Özetle, en genel anlamda Cephe’nin bölmek istediğini PKK
birleştirmeye, birleştirmek istediğini bölmeye çalışıyor. Her iki örgüt de
devlet karşısındaki konumsal nitelikleri açısından karşı karşıya geliyor. Bu
nesnel karşıtlıkta dışarıda duran kimi sol çevrelerin Cephe nezdinde devlet,
PKK nezdinde burjuvazi istismarına yönelmeleri bir anlam ifade etmiyor. En
fazla, bunların her iki yapıya yönelik eleştirileri, çatışmanın şiddet
yoğunluğuna dair işaretler veriyor.
Dışarıdakilerin önemli bir kısmı “halkların
kardeşliği” edebiyatına sarılıyor. Tuttukları dal bu oluyor. Tam da bu
edebiyat, suların karışmasına sebep olan oysa. Bu edebiyatı koşullayan ise
“içteki düşman”. Bu slogan, savaş kaçkınlarını, cephe gerisini kendine
örgütlemek istiyor. Önce Kürd ile Türk’ü “halk olmak”ta eşitliyor, böylelikle
aslında birinin kendi özgücü ile milletleşme eğilimini diğerinin
emperyalistlerce koşullanmış milletleşmişliği altında ezme imkânı buluyor.
Cephe, “emperyalistlerce koşullanmış milletleşmişliği”n eksikliğini görüyor ve
bu eksikliği devrime doğru tamamlamak istiyorken, PKK tam da bu eksikliklerden
beslendiğinden, Cephe’nin çabasını “düşman” kabul ediyor.
Her kardeşlik çağrısı, liberal bir zulmün koçbaşı
görevini görüyor. Sanılanın aksine, liberal zulüm, “açık faşizm” demek oluyor
ve eskiden gizli yapılanların şimdi açıktan, pervasızca yapılmasını ifade
ediyor. Hücreler liberal saldırının somut karşılığı oluyorlar.
“İşçilerin birliği, halkların kardeşliği” şiarı,
işçilerin içindeki sınıf mücadelesine ve halklar arasında bu sınıf
mücadelesinin tezahürü olarak yaşanan savaşlara karşı körleşmeye çağırıyor.
Her bireyi “işçi” ya da “halk” ismi altında birleşmeye
çağırmak nafile yani. Bölmek için birleşenlere, birleşmek için bölenlere bakmak
gerekiyor.
Bu edebiyat, ister istemez, İnönü’de Kürd arıyor.
Oranın coşkusuna entel bir zombinin hayata karşı direnç göstermesi gibi, direnç
geliştiriyor. Etin kemiğinden ayrılmıyorsa, sol memenin altında cevahir yumruk
olup yerinden fırlamıyorsa, bunu Kürd lafzı ile örtmenin manası ne?
Yorum’a dönük medya ilgisi altında, her şeyde olduğu
gibi, meselenin içini boşaltma teşebbüsü var. Aynı teşebbüs, statta Kürd sesi
duymak isteyenlerde de mevcut. Kürd bulamadığı için onca küfür sallayan zevat,
devletin konser ardından gerçekleştirdiği “operasyon”lara ne diyecek peki?
Devletin politikası, faşist zor’la devrimci hareketi
sindirmek, korkuya uşak etmek. Bu uşaklaşmaya liberal lafazanlıkla katkı sunmak
neyin nesi? Kürd’ü buna nasıl âlet edersin?
Liberal lafazanlık, “bunun Kürd’ü eksik” diye bakıyor.
Açın önünde bir dilim ekmek, “bunun tereyağı yok” diye yakınıyor.
Halkların kardeşliği, işçilerin birliği”, liberal bir
lafız olarak dillendiriliyor. Kürd’ün karşısına “İşçi” çıkartılıyor. İşçi
örtüsü arkasına gizlenmiş birey-solcular oynadıkları oyuna figüran arıyorlar.
Kürd de işçi de bunların ağzında helva misali dağılıyor.
Bu esnada Kardeş Türküler çıkıyor sahneye. Her telden
türküyü piyasaya tahvil ediveriyor. Adana konserinde bir ağıt olarak yakılmış
Marcel Khalife türküsü “Asfur”u oyun havası gibi çalıyor.
Kardeş Türküler, doksanların başında yaygınlaşan
türkü-bar geleneğine denk düşüyor. Grup Yorum ise o barlarda kendi şarkılarının
söylenmesini yasaklayan bir “Stalin sureti” olarak duruyor karşımızda.
Kardeş Türküler, Avrupa Birliği’ne “işte Türkiye
gerçeği bu” denilerek, dönemin dışişleri bakanı İsmail Cem elinden yetkililere
hediye edilen turistik bir malzeme. Grup, bu anlamda Japonya’dan Fransa’ya
dönemin burjuvazisi tarafından gezdirilen Ajda Pekkan’dan farksız.
Kendinden menkul bir devlet düşmanlığı, burjuvaziyi,
onun mirasını, birikimini kendince aklıyor. Tüm bunları üstlenen bir tür
solculuk üretiyor. Tersten, esasında o mirasa, birikime balıklama dalmak için
devlete husumet besleniyor. Ve artık Grup Yorum, eskiden türküden tiksinen
solcu aydınlar benzeri tiplere “arkaik” ve “geri” geliyor.
Devlet düşmanlığını, onun sınıfı olan burjuvazinin
imkân sahasında gezinmeyi iş ve siyaset zannedenler yapıyorlar. Devlet
düşmanlığı bir bakıma burjuva-liberal kapılardan içeri girmenin parolası
oluyor. Bunlarda aslında devlet ve düşmanlık sadece lafta yan yana geliyor,
pratik gerçekte uzak diyarlara fırlatılıp atılmak üzere.
Entel ortamlarında Grup Yorum eleştirmek, “yaw şu
Kardeş Türküler ne güzel müzik yapıyor” demek, kişilere puan kazandırıyor.
Kardeş Türküler, çok şey yaparmış gibi görünüp hiçbir şey yapmamanın adı
oluyor. (Eskiden Zülfü Livaneli böyleydi.)
Hayıflanılacak, üzülecek yerde, Grup Yorum’u yirmi beş
yıl beslemiş damarların bir kısmının düşman tarafından kesilmesine, bir
kısmının kan verilmediği için kurumasına seviniliyor. Kardeş Türküler, tam da
bu katastrofik gerçekte sahte bir ümit kapısı olarak doğuyor.
O, doksanlardaki türkü-barların akademi (Boğaziçi)
eliyle yüksek estetiğe duhul edilmesidir. Bir bakıma Müslüm Gürses’in
Etiler-Nişantaşı hattındaki lüks barlarda çıkması türünden. O barlarda Müslüm,
Afrika cangıllarında bulunup New York’a getirilmiş bir mahlûkat gibi izleniyor.
Mazlumun hüznü olan, zalimin mizahı oluveriyor.
Grup Yorum estetize edilmeye direniyor. O hâlâ
mapushanelerden, gerilladan, eylem alanlarından, grev çadırlarından, maden
ocaklarından beslenen yanını piyasaya çıkartmaya direnen haylaz çocuk.
Onlarda da Kardeş Türküler’in halesine kapılan bir yan
var artık, kabul etmek gerek. Yorum, örgüt tarafından, bir yayın organı gibi
kullanılıyor. Söylenecekler orada söyleniyor, yapılacaklar orada yapılıyor.
Eskiden hareketin arkasından giden grup, bugün önünden gidiyor. Bu yükün
hafiflemesi için liberal rüzgârlara saçlar kaptırılıyor bir miktar. Başka bazı
örgütler ise bu rüzgârda savrulan saçlarına toka niyetine takıyor Kardeş
Türküler'i.
Kardeş Türküler’in halesi dâhilinde, örneğin bir Adana
konserinde, Yorum bir çingene türküsü söylediği vakit, salonda tuhaf bir
homurdanma duyuluyor. Onlar da liberal girdaba bir kollarını kaptırıyorlar ama
gene de belli bir dirençle.
Bu söylenenden, “çingene türküsü söylenmemeli” anlamı
çıkmamalı tabiî ki. Yorum, örneğin Sulukule-Ahırkapı halkı yıkımlara karşı
ciddî bir direniş örmüş olsaydı, o türküyü söylerdi, kastedilen bu. Öbür
türlüsü havada asılı, boş bir uğraş oluyor. Başkalarına "yakışan" bu
gömlek, onların üzerinde durmuyor. Direnişin ve mücadelenin karşılığı olan
Yorum, durduk yere çingene türküsü söylerse, o liberal “ezilen” yandaşlığına
malzeme oluyor. Öyle de kalmıyor, giderek kendisini de o reyonda bir yere yerleştiriyor.
(“vah zavallı çocuklar, türkü söyledikleri için hapse girmişler, ne yazık!”
deniliyor.)
Yeni yeni liberalleşmenin nimetlerinden faydalanan
solcular Kardeş Türküler’i göğe çıkartıyorlar. Onda kendi bukalemunluklarının
meşru sesini duyuyorlar. Bastırılmış sesler, ticarîleşiyor, öfke, hüzün, mizah
ve dirençten yoksun, mat birer renk olarak kulaklardan şöyle bir geçip gidiyor.
(Arif Sağ bir yerde, “ben bir türküyü söylemek için yıllarca çalışırım, uzun
uzun düşünürüm, becerebilir miyim diye, şimdiki türkücüler, stüdyoya
giriyorlar, bir günde söyleyip çıkıyorlar.” der. Buradaki eleştiri, bölgenin türkülerini
tüketen Kardeş Türküler için de geçerlidir. Şivan’la yaptıkları çalışmaya (Roj
u Heyv -1999) yönelik Şivan’ın eleştirisi, “Kürt müziğinde vurmalıların bu
kadar yeri yoktur, yaylılar daha ağırlıktadır” şeklinde olmuştur. Bu eleştiri
de meselenin ne denli piyasa, ne denli üstünkörü ve liberal bir üslupla
gerçekleştirildiğini gösterir.)
Müzik de futbol gibi fena hâlde politiktir.
Kitlenin olduğu yerde, beğenileri, zevkleri politik
yönelimler biçimlendirir. Grup Yorum ile Kardeş Türküler’i ayıran çizgi burada
netleşir. İkisini basit anlamda liberalizm-muhafazakârlık karşıtlığına oturtmak
mümkün değildir. Yorum, devrimciliğin alanında tüm birikimi ile dimdik
durmaktadır. Devrimcilik düşüyorsa o da düşmektedir. Yani özetle, Yorum’a
değil, içte ve dışta devrimciliği düşürenlere kızmak gerekmektedir.
İnönü’de neden Kürd yok?” diye soranların “Kürd’ün
Grup Yorum’u neden yok?” sorusunu sormaları gerekir.
Bu kasıtlı soruyu soranlar, liberal bir yerden, Yorum
konserini eleştirirler. Mevcut oldukları için hayıflandıkları isimler, belli
bir “anti-emperyalizm” başlığı altında toplanabilecek öznelerdir. Kürd’ün orada
olması, bu toplanmayı bölecek, kıracaktır. Ama zaten bu bölücü ve kırıcı
niteliğinden ötürüdür ki o statta ona yer yoktur. Buna kızmak değil, sevinmek
gerekir aslında. Kendi politik gerçekliğinin sınırları ile paranteze
alındığında İnönü’de yaşanan karşısında selâm durmak şarttır.
Eren Balkır
18 Haziran 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder