Pages

23 Haziran 2010

Malcolm X

Kırk yıl önce dün Malcom X, Harlem’deki Audubon Balo Salonu’nda konuşmak için ayağa kalktı. Tüm ABD genelinde hüküm süren ırk ayrımcılığına dair bir şeyler söyleyecekti. Kardeşlerine beyazların zulmüne karşı direnmelerini ve dövüşmelerini rica ettiği bir ânda silâh patladı. O vakit ülkenin tepesinde oturanlar rahat bir nefes aldılar. Zira adaletsizliğe karşı yükselen en gür ses artık susmuştu.

Malcolm’ın Gençliği

Malcolm Little, 19 Mayıs 1925’te Omaha, Nebraska’da dünyaya geldi. O dönemde Amerika’da on üç milyon siyah yaşamakta, bunların önemli bir bölümü güney eyaletlerinde ikamet etmekteydi. Siyahlar, esas olarak çiftçilik ve ortakçılıkla iştigal ediyorlardı. Kuzeydeki siyahlar ise çeşitli sanayi kollarında işçilik yapıyorlardı. Güneyde yürürlüğe konulan Jim Crow yasaları, ırk ayrımcılığına dayalı bir rejimi devreye sokmuş, Afrikalı-Amerikalıları toplumun geri kalan kısmından ayrıştırmıştı. Bu yasanın pratik sonuçları, siyahların evlerinin beyazlarınkinden ayrıştırılmasını, siyahî çocukların beyazlardan ayrı okullara gitmelerini, hatta umumî tuvaletlerin bile ayrılmasını öngörüyordu.

Bu alabildiğine tehlikeli yasalar, siyahî işçilerin sendikalara katılmasına yasak getirdi. Bu durum, beyaz işçiler arasında ırkçılık zehri saçan Amerikalı patronların lehine bir sonuç üretti. Sözkonusu “böl ve yönet” taktikleri, birçok işçi mücadelesinin yenilmesine yol açtı ve ABD işçi sınıfının birleşmesine mani oldu.

Kuzeydeki durum, fiiliyatta görece daha iyiydi. Siyahlar, New York’taki Harlem ya da Şikago’daki South Side gibi yerlerde, kalabalıklar hâlinde, kimi gettolarda ikamet ediyorlardı. Buralarda ırkçılık hüküm sürüyordu. Ancak Birinci Dünya Savaşı, patronları siyahları sanayi bölgelerine sürmeye mecbur etti. Bu gelişme, birçok Afrikalı-Amerikalının koşulların giderek iyileşeceğine dair umut beslemesine neden oldu. Oysa bu umudun gerçekleşme imkânı yoktu.

1919’da savaşın sona ermesi ile ABD’yi boydan boya sarsan kitlesel işçi eylemleri gerçekleşti. Patronlar işçi eylemlerine, ırkçılığı kışkırtmak ve siyahların işsizliğin ana sebebi olarak gösterip işçi sınıfını bölmek, kuzeydeki beyaz işçilerin grevleri kırmak için güneyden siyah işçiler getirmek suretiyle cevap ürettiler.

Amerikan Emek Federasyonu’nun Afrikalı-Amerikalı işgücünü örgütlemeyi reddetmesi ve bürokrasinin ölümcül kimi faaliyetleri, Amerikan proleter hareketinin patronlarca ezilmesine katkı sundu. Devrim ve karşı devrim her daim kol kola ilerliyordu. Aynı yılın Yaz’ında 25 ayrı yerde toplu katliamlar gerçekleştirildi. Irkçılık, patronların bölücü taktiklerince kullanılan en faydalı araçlarından biri hâline geldi. Birçok siyah gibi Malcolm’ın ailesi de bu ırkçı şiddete bir biçimde maruz kaldı.

Malcolm’ın babası, siyahların kurtuluşuna dair fikirlere sahip Marcus Garvey’ye bağlı bir vaizdi. O günlerde birçok siyah, ırkçı zulme karşı ırkî gururu öne çıkartan örgütlere üye oluyordu. Marcus Garvey, Afrika’ya dönüş hareketinin müdafilerinden birisiydi. Bu fikirler, Afrikalı-Amerikalılar arasında yaygın bir ilgiye mazhar oldu. Sonrasında, altmışlarda, Afrika’da millî kurtuluş hareketlerinin orta çıkması ile sözkonusu mistik fikir, yeniden popülarite kazandı.

Malcolm, dört yaşında iken ailesinin evi ırkçı bir çete tarafından ateşe verildi. Altı yaşında iken babası Ku Klux Klan üyelerince katledildi. Bu toplumsal bağlam dâhilinde çocukluğu ve gençliğinde onun belânın içine neden daldığını anlamak pek de güç değil.

Gençlik dönemini Boston, Lansing, New Haven, Flint ve New York’ta geçirdi. Buralarda kumar, hırsızlık ve torbacılık gibi yasadışı kimi eylemlere iştirak etti. Birçok siyah gibi o da iş bulma umudu ile Doğu Sahili’ne gitti. İşçileşme imkânı bulsalar bile siyahlar en berbat işlere koşuluyorlardı. Hayatlarını idame etmek için birçoğu yasadışı işlere meylediyorlardı. 1946’da Malcolm, silâhla bir eve girip hırsızlık yaptığı gerekçesi ile tutuklandı. Sekiz ilâ on yıl arasında hapis cezası ile yargılanan Malcolm, mahpusta altı yılını geçirdi.

Malcolm Little Malcolm X Oluyor

Mahpusta Siyahî Müslüman Hareketi olarak da bilinen İslam Milleti’ne katıldı ve “Malcolm X” ismini aldı. On dört yılını bu dinî grup içinde geçirdi. Kısa sürede grubun en önemli simalarından biri hâline gelen Malcolm, hareketin perde arkasındaki lideri Eliya Muhammed’in sözcüsü oldu.

İslam Milleti, Allah’a gerçek manada tabi olup beyaz toplumdan ayrışarak İslam Milleti’ni teşkil etmek suretiyle siyahların kurtulabileceğini öne süren dinî bir tarikattı. Grubun öğretisi, siyah milliyetçiliğinin en sekter versiyonlarından birisiydi. Grup, siyah ırkçılığını müesses nizamın beyaz ırkçılığı ile baş edebilmenin en iyi yolu olarak görüyordu. İktisadî cephede de aynı taktiği uygulayan örgüt, beyaz kapitalizmine karşı siyah kapitalizmini çıkartıyordu.

Marx’ın da izah ettiği üzere, toplumsal varlık toplumsal bilinci belirliyor, siyah olanın satın alınması fikri, şehirlerin iç bölgelerinde ve gettolarda küçük dükkân sahibi olan siyah orta sınıfına ait sınırlı bir katmanın yaşadığı hayal kırıklığını ifade ediyordu.

Siyahî orta sınıfın ilerlemesi önündeki esas engellerden biri kurumsal ırkçılıktı. Bu konumun sınırları alabildiğine aşikârdı. Her şeyin ötesinde siyahî orta sınıfın ideolojisi ve bakış açısı kapitalizmin temellerine, Afrikalı-Amerikalılara yönelik ırkçı zulmün gerçek kaynağına, asla saldırmıyordu. Grup, saldırılarını üstünlük yanlısı beyazların siyahî iş dünyasına yönelik koydukları tahdide hücum etmek üzerine kurmuştu. Hareketin dayandığı bu sınırlar, onların piyasaya girmelerine ve beyazların kontrolündeki iş alanlarından istifade etmelerine mani oluyordu. Bu teorinin yüzeysel radikalizmine karşın, arka planındaki gerici fikirler tümüyle ortadaydı. Tüm bir ırkî grubun iş adamı olması mümkün değildi. Siyahî iş adamlarına ait bu fikir, temelde siyahların küçük bir kesimine, orta sınıfa hitap ediyordu.

Siyahî Müslümanlar, beyaz burjuvaziye karşı çıkmak için Afrikalı-Amerikalı burjuvazisi yaratma peşindeydiler. Onlar, üstünlük yanlısı çevrenin deri renginin ötesinde nelerin olduğunu hiçbir zaman görememişler, üretimdeki ve toplumdaki beyaz burjuvazinin oynadığı rolü asla anlayamamışlardı. Sözkonusu fikirlerin iflası, bu noktada daha fazla aşikârdı. ABD’de Jesse Jackson ile temsil olunan küçük bir siyahî azınlığın tesisi, Afrikalı-Amerikalıları yukarı çekmediği gibi, onlar şehirlerin iç kesimlerinde ve gettolarda sefalet, şiddet ve uyuşturucunun hüküm sürdüğü koşullarda yaşamaya devam ettiler. Bu küçük siyahî seçkinler grubu, siyahî kitlelerin mücadelesini parçalamak amacıyla ABD yönetici sınıfı tarafından kullanıldı, (Malcolm X’in ılımlı siyahî liderlere yönelik tabiri ile) Tom Amca’lar, hareketi ABD burjuvazisinin liberal kanadına, Demokratlara bağlamak için devreye sokuldular.

Marcus Garvey gibi İslam Milleti de Afrika’ya dönüş fikrine sırtını yaslıyordu. Yirmilerin başlarında Marcus Garvey’nin Evrensel Siyahî Islah Derneği gibi bu fikir de ABD’deki Afrikalı-Amerikalıların geniş bir kesimince ilgiyle karşılandı. Leon Troçki, bu fikri otuzlarda şu şekilde analiz ediyordu:

“Siyahî Amerikalılar ‘Afrika’ya Dönüş’ hareketinin bayrağı altında toplanıyorlar; zira bu hareket, siyahların kendi vatanlarına dönük arzularının tam manasıyla gerçekleşmesini ifade ediyor. Onlar, fiiliyatta Afrika’ya gitmek istemiyorlar. Bu, gerçekte kendi kaderlerini kontrol ettikleri, beyaz hâkimiyetinden kurtuldukları bir vatan için duyulan mistik bir arzunun ifadesi aslında.” [“On Black Nationalism”, Leon Troçki]

Malcolm’ın İslam Milleti içinde geçirdiği yıllar boyunca örgütün üye sayısı önemli ölçüde arttı. ABD Komünist Partisi, sözkonusu yıllarda McCarthy liderliğinde yürütülen tasfiye sürecinin mağduruydu. Ellilerin başında KP liderliğindeki sendikaların önemli bir bölümü, Sanayi Örgütleri Kongresi’nden ihraç edildi. Otuzlar boyunca KP, siyahî işçilerin önemli bir bölümünü örgütlemeyi başarmıştı. Ancak ellilerde parti, Demokrat Parti ile aynı argümanları kullanır hâle geldi. KP, ABD’deki ırk sorununu güney sorununa ve Jim Crow yasalarına indirgedi. Parti, kuzeydeki siyahî kitleler için bir seçenek hâline gelmeyi beceremedi.

Siyahların mücadelelerini ifade edebilecekleri uygun herhangi bir araç mevcut değildi. Friedrich Engels’in de ifade ettiği üzere, doğa boşluk kabul etmiyordu. Bu boşluk, ırkçı zulme karşı radikal nutuklar atan, birbirinden farklı dinî gruplarca dolduruldu. Aralarında Malcolm’ın da olduğu birçok siyahî genç, beyaz zulmüne karşı çıktığı gerekçesi ile Siyahî Müslümanlar Hareketi’ne meyletti. Bu hareket, kendi gençliğindeki ıstırapları anlamaya çalışan bir kişi olarak Malcolm için muazzam bir izahat sunuyordu. Mahpusta İslam’a ihtida etmesi ve ölene dek Müslüman kalmasına karşın, onun esas meselesi, halkının maruz kaldığı zulme karşı mücadele etmek olmuştu. İslam Milleti’nden ayrıştığında, zamanla, dinini politika ile ilişkisi içinde tali bir konuma çekti. İslam Milleti ile birlikte olduğu dönemde bile Eliya Muhammed’in en politik vaizlerinden biri olduğu söylenip durulmuştu. O, tüm ülkeyi ve dünyayı gezen, hareketle ilişkisi olmayan başka insanlarla hemhal olabilen politik bir simaydı.

Siyahî Müslümanlarla geçirdiği on dört boyunca o grubun en parlak sözcüsüydü. Tüm ABD’yi, Afrika’yı ve Ortadoğu’yu gezen Malcolm, buralarda şiddetli ve samimi ifadelerle, ırkçı zulme karşı konuşmalar yaptı. Onun “Amerika’nın en kızgın insanı” unvanını kazanması boşuna değildi. O, ılımlı siyahî liderlerin riyakârlıklarını reddediyordu. Müesses nizamın kendisine borçlu olduğunu düşündüğü basit kimi tavizler konusunda ondan asla ricada bulunmuyordu. Bu anlamda Malcolm, siyahî kurtuluş hareketinin en uzlaşmaz simasıydı.

Ancak ondaki bu sekterci yan (ki üyesi olduğu İslam Milleti’nin de en önemli özelliklerinden birisidir bu.) onun görece daha fazla sayıda insana ulaşmasına mani oldu. Spike Lee’nin yönettiği Malcolm X isimli filmin bir sahnesinde beyaz bir kadın öğrenci Malcolm’a yaklaşır ve cesaretini toplayarak, ona hareket için bir şeyler yapıp yapamayacağını sorar. Malcolm tepeden bakar kıza ve hakaretamiz bir ifade ile “hiçbir şey!” diye cevap verir. Siyahî Müslümanlar ile yollarını ayırmış olmasına rağmen fikriyatında hâlâ eski sekterciliğinin kimi kalıntıları mevcuttur. Ayrışma sonrası Cleveland’da buldozerin altında kalarak can veren beyaz bir insan hakları eylemcisi için düzenlenen anma toplantısında konuşması istendiğinde o şu sözleri sarf eder:

“İyi, o adamın yaptığı tabiî ki iyi bir şey. Ama bu hayli geç bir tarihte, beyazların katkıları karşısında ayağa kalkıp alkış tutacak siyah insanlar bulmanın günü değil artık. (…) Beyaz bir adamın fedakârlığını alkışlamak için tüm enerjimi harcayacağımı mı düşündünüz? Hayır, böylesi bir fedakârlık için artık çok geç.”

Böylesi bir sekterci yaklaşım, bırakalım ırkî zulme karşı geniş bir hareket teşkil etmeyi, gerçek ve uzlaşmaz bir dinamiğin bile örgütlenmesini zorlaştırıcı nitelikteydi. Ömrünün son aylarında bu sekterciliğini düzeltmeye gayreti içine girse de artık geç kalmıştı. İslam Milleti üyesi iken yaptığı kimi tespitler, insan hakları eylemcilerinin geniş bir kesiminin kendisinden uzaklaşmasına neden oldu. Sonrasında burjuva medyası, sözkonusu eylemcilerin Malcolm X’ten uzak durması konusunda ilgili sekter tutumları sürekli istismar etti.

Ayrışma ve Malcolm’ın İdeolojik Evrimi

Eliya Muhammed’in grubu politik bir örgüt olmaktan uzaktı. Gene de Siyahî Müslümanlar, işçi sınıfının geleneksel politik örgütlerinden doğan boşluğu doldurmayı bildi. Bu örgütlerin ne siyahî kitlelere ne de özellikle gençliğe alternatif teşkil etme imkânı vardı.

İslam Milleti, politikadan uzak durma siyaseti güdüyordu. Bir yandan Demokratlara ve Cumhuriyetçilere karşı destekleyici bir konum alıyor, insan hakları hareketinin iyi huylu liderlerini eleştirmiyor, ama öte yandan da politikadan uzak durma siyaseti gereği, ne siyahlara liderlik edebilme becerisi ediniyor ne de onların öfkelerinin somut bir ifade aracı olabiliyordu.

Altmışların başında İslam Milleti, çokça sert laf edip hiçbir şey yapmamakla ünlendi. Bu anlamsız siyaset, neticede Malcolm için bir deli gömleği hâline geldi. 1962’de Los Angeles polisi, yedi silâhsız Müslüman’ı vurup on altısını gözaltına aldı. Malcolm, Los Angeles’a giderek olaya yönelik tepkileri örgütlemek istedi. Diğer dinlere mensup kişilerin de duhul ettiği hareketi örgütleme esnasında Eliya Muhammed tarafından geri çekildi. Grubun sınırlarını aşma gayreti, ileride yaşanacak ayrışmanın öncelikli sebeplerindendi.

Sonrasında liderliğin yozlaşması da onun örgütten ayrılmasını etkileyen sebeplerden birisiydi. Eliya Muhammed’in ABD’deki Nazi Partisi’nin başı olan George Lincoln Rockwell ile temasta olduğu kimse için sır değildi. 1963’te Eliya Muhammed, Phoenix’teki müsriflik abidesi malikânesine çağırdığında Malcolm’a onun örgüt içindeki gençlerle cinsel ilişkiye girdiğine ilişkin dedikoduları ve söylentileri alaycı bir üslupla doğrulatmak istedi. Malcolm, örgütün tepesindekilerin, vaaz ettiklerinin aksine, pratikte farklı bir seyir içinde olduklarını görüp hayal kırıklığına uğradı.

1 Aralık 1963’te, John F. Kennedy suikastından dokuz gün sonra, New York’ta düzenlenen bir toplantıda Malcolm X, JFK’nin ölümünü, beyaz adamın yarattığı nefret ve şiddet iklimine bağladı. Devamında şunları söyledi:

“Tavuklar eve tünemek için gelirler. Tavukların eve tünemek için gelişleri yaşlı bir çiftlik insanı olarak beni asla üzmez; aksine bu, her daim memnun eder beni.”

Kimi yazarların ortak iddiasına göre, ilk tespit, Malcolm’ın İslam Milleti’nden ayrışması için katalizör görevi gördü. Her ne manaya gelirse gelsin, gerçekte Eliya Muhammed, bu tespit sonrası Malcolm’a konuşmayı yasaklamış ve sessiz kalmasını söylemişti. Malcolm ile Siyahî Müslümanlar arasındaki kopuşu tetikleyen, işte bu gelişmeydi.

Diyalektik materyalizmin izahatına göre zorunluluk kendisini tesadüfler aracılığıyla ifade eder. Malcolm X, İslam Milleti içinde devrimci bir seçenek aramış, bulamadığında da çekip kapıyı çıkmıştı.

12 Mart 1964’te örgütten ayrılıp Müslüman Camii’nin kuruluşunu ilân etti. Mekke’ye gitmesinden çok kısa bir süre sonra İslam’a ihtida etti. Orada yaşadıkları ona fikriyatını genişletme ve dini tali bir konuma taşıma imkânı verdi. İlgili mesele üzerine şu değerlendirmeyi yaptı:

“Hiçbir din, ülkemdeki halkımın koşullarını unutturamayacak bana, […] hiçbir tanrı, hiçbir din, hiçbir şey sözkonusu zulüm durana, kesilene, ortadan kalkana dek bu gerçeği unutturamayacak. Bu noktanın iyice açıklığa kavuşmasını isterim.”

Öte yandan Malcolm, Müslüman Camii’nin de ırkî zulme karşı siyahların kitlesel hareketini toparlama hususunda kâfi gelmeyeceğinin farkındaydı. Bu gerçeği aklında tutarak o, Afrikalı-Amerikalı Birliği Örgütü’nü kurdu. Bu yeni örgütün dinle bir işi yoktu. Aksine örgüt, dinî zeminine bakmaksızın, tüm Afrikalı-Amerikalılara birleşme çağrısı yaptı ve onların geniş tabanlı bir hareket meydana getirmelerini talep etti. Kuruluş programını derinliğine etkileyen en önemli husus, o günlerde Afrika’da hüküm süren kurtuluş mücadeleleriydi. Irkçı saldırılara karşı kendini müdafaaya dayalı kimi ilginç konumlar aldı. Bu, sürmekte olan ırkçı saldırılar karşısında hareketi korumasız bırakmış kimi ılımlı siyahî liderlerin desteğindeki şiddet dışılık siyasetine nazaran daha ilericiydi. Ancak örgüt, sosyalist olmaktan da uzaktı ve ekonomi siyaseti genel anlamda siyah milliyetçiliğinin küçük burjuva fikirlerine dayanıyordu. Ayrıca hareket beyazların iştirakine de karşıydı. Bu fikir, beyazlarla siyahların birleşmesinden önce, siyahların kendi aralarında birleşmeleri gerektiğini savunan Malcolm’a aitti. Zamanla bu fikir, ırkî zulme karşı mücadeleyi basit anlamda bu zulmün kurbanlarına indirgemişti. O günlerde bu siyaset, ırkî zulme karşı mücadeleye sempati duyan işçi ve öğrencilerin mücadeleye iştirak etmesine mani olmuştu.

Siyah milliyetçiliğinin kapitalizm tarafından uygulamaya konulan ırkî zulmün dolaysız bir sonucu olduğu doğrudur. Ancak o, sonuçta bir yandan da mazlum siyah işçi sınıfı ile beyaz işçi sınıfının birliğini frenleyen bir etmendi.

ABD tarihi, siyahî işçilerin somut bir şeyler kazanmak adına beyaz işçilerle birlikte mücadeleye giriştiklerinde küçük burjuvazinin etkisinin azaldığına ilişkin örneklerle doludur. İlk akla gelen örnek, toptan et satışında çalışan siyah ve beyazların Şikago’nun siyah mahallesinde kol kola yürümelerine tanık olan 1919 grev dalgasıdır.

En nihayetinde Malcolm, kapitalizmin siyahlara dayattığı ırkî zulme yönelik bir çözüm yolu olarak takdim edilen Siyah milliyetçiliğinin sınırlarının farkındaydı. Suikasta kurban gitmeden bir ay önce verdiği bir mülâkatta, Gana’da, Cezayir büyükelçisi ile yaptığı görüşmeden bahsediyordu:

“[…] Mayıs ayında Gana’dayken, kelimenin tam anlamıyla devrimci ve aşırı militan bir kişilik olan Cezayir büyükelçisi ile görüşmüştüm. […] Ona sahip olduğum politik, sosyal ve ekonomik felsefenin siyah milliyetçiliği olduğunu söylediğimde, o bana bunun nereleri geride bıraktığını sordu. Zira o beyazdı. Afrikalıydı ama Cezayirliydi ve tüm görünümü itibarıyla beyaz bir adamdı. Devamında, ona siyah milliyetçiliğinin hedefini izah ettim, tekrar aynı soruyu sordu. ‘Siyah milliyetçiliği nereleri gerisinde bırakıyor, Fas, Mısır, Irak ve Moritanya’daki devrimcilere ondan ne kalıyor?’ Böylelikle o, gerçek birer devrimci olan ve gerekli her türlü araca başvurarak sömürü sistemini yıkmaya hayatlarını adamış insanlara yabancılaştığımı bana gösterdi.”

Ayrıca Malcolm, süreç içinde ırkî zulmün sebebinin kapitalizmin çürümüş doğası olduğunu da kavradı: Harlem’daki bir toplantıda, “ırkçılık olmadan kapitalizm olmaz” dedi. Başka bir ortamda ise Afrika’daki kurtuluş mücadelelerinden bahsederken, şunları söyledi:

“Akbaba gibi olmadan kapitalist bir sistemi işletemezsiniz. […] Bana bir kapitalist gösterin ben de size onun nasıl bir kan emici olduğunu göstereyim.”

Zamanla daha da ileri gitti. Aşağıdaki alıntı, onun sınıfî bir konuma doğru meylettiğini gösteriyor:

“Bir devrim çağında yaşıyoruz ve Siyahî Amerikalıların isyanı, bu çağa niteliğini veren zulüm ve sömürgeciliğe karşı ayaklanmanın bir parçasıdır. […] Siyahların isyanını basit anlamda beyaza karşı siyah çelişkisi ya da saf anlamda bir Amerikan menşeli bir mesele olarak sınıflandırmak doğru değildir. Aksine, biz bugün mazlumun zalime, sömürülenin sömürene karşı küresel ayaklanmasına tanık olmaktayız.”

Bu cümleler, onun fikriyatındaki oldukça önemli değişimlere işaret ediyordu. Ancak gene de ideolojisindeki evrim bu noktada durmadı. Birkaç hafta değilse bile, birkaç ay içinde konuşmalarını hiçbir şekilde sulandırmaksızın, eski sekterciliğine ait kalıntılardan açık biçimde kurtuldu. Siyah ve beyazlar arası yapılan evliliklere ilişkin önyargılarından vazgeçti ve kadınların siyahların kurtuluş mücadelesindeki rolünü kabul etti. Dahası, Afrikalı-Amerikalı Birliği Örgütü’nün üyelerinin deri renklerine aldırış etmeksizin, diğer tüm örgütlerle çalışması gerektiğini söyledi, zira artık Malcolm, üstünlük yanlısı beyazlara karşı dövüşen savaşçıların yürüttüğü politikanın yegâne önemli mesele olduğunun farkındaydı.

ABD’deki iki burjuva partisine yönelik tavrı da zamanla değişti. Siyahî Müslümanlar, salt politik olmayan gerekçelerle hem Demokratlara hem de Cumhuriyetçilere karşı konumlanırlarken, Malcolm, her iki partinin de esasta beyaz yönetici sınıfının çıkarlarını temsil ettiğini biliyordu. O, ayrıca insan hakları hareketinin ipini Demokratların ellerine teslim etmeye çalışan siyahî liderlere karşı da mücadele etti.

Malcolm, ABD’deki mazlum azınlıkların en hain ve en berbat düşmanlarının Amerikan burjuvazisinin en ilerici kanadı olduğunu açığa çıkarttı. Ona göre Demokratların kökleri, ABD’nin güney eyaletlerinden gelmiş köle sahiplerine dayanıyordu.

Eleştirilerini Siyahî Müslümanlardan da esirgemedi, zira onlar, İslam Milleti çerçevesi dâhilinde inşa edemediği zulme karşı dövüşecek hakikî bir örgüt kurma gayretlerini sürekli boşa düşürüyorlardı.

Malcolm, aynı zamanda ABD’deki müesses nizamın gözünde de tehlikeli bir isim hâline gelmişti. O, hayatta kalıp düşüncelerini incelttikçe gerçek anti-kapitalist mücadelenin yanında ırkî zulme karşı uzlaşmaz mücadeleyi başlatma iradesine sahip bir kişiydi. Hâlihazırda siyahî kurtuluş hareketinin radikalleşmesine tanık olan ABD’li kapitalist sınıfın her şeyin ötesinde korktuğu gerçek buydu.

Malcolm X, sadece yönetici sınıf değil, ayrıca onu sürekli sert bir dille eleştiren İslam Milleti gibi unsurların içinde bulunduğu orta sınıf siyahlar için de ciddî bir meseleydi. Biraz muğlâk ama tam manasıyla uzlaşmaz olan fikirleri ona çokça düşman kazandırmıştı. 21 Şubat 1965’te Harlem’de tertiplenen toplantının başında vurularak öldürülmesinin nedeni de buydu.

Ülke içindeki ve dışındaki kimi Marksist grupların iddialarının aksine, Malcolm X sosyalist değildi ve hiçbir zaman öyle olduğuna ilişkin bir iddiada da bulunmamıştır. Yukarıda takdim edilen alıntının da gösterdiği üzere, onun anti-kapitalist ve anti-emperyalist bir konuma meylettiği, ilk başlarda sosyalist fikirlere yönelik husumetinin zamanla değiştiği doğrudur. Onun zafere yürüyen hareketin liderliğini yapacak yegâne sınıf olarak işçi sınıfının sahip olduğu rolü de kavradığı söylenemez. Tüm bunlara rağmen o bir devrimcidir, gerçek bir devrimci örgüt kuramamış olması bu gerçeği değiştirmez. Trajik bir biçimde uğradığı suikast yaşanmamış olsaydı Malcolm’ın sonrasında nasıl bir değişime uğrayacağını kimse kestiremez.

Tek bildiğimiz ise onun politik faaliyetinin önemli bir bölümünü, siyah orta sınıf için çözümler arayıp her daim bir avuç kırıntı için hareketi satan Tom Amca’ların ihanetlerini ifşa etmeye tahsis ettiğidir. Malcolm, siyahî orta sınıf liderlerin hareketin içinde fren görevi gördüğünü anlamış bir isimdir.

Malcolm X, kapitalist sistemin adaletsizliği ve zulmü karşısında konuşmaktan çekinmemiş bir insandı. Kimi mevcut sınırlarına rağmen o, yirminci yüzyılın en dürüst ve en uzlaşmaz savaşçılarından birisiydi.

Ray Smith
20 Temmuz 2005
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder