Devrim Belirtileri
Tarih, büyük alt üstlükler ve değişiklikler önüne
geldiği zaman toplumda bazı kıyamet işaretleri belirir. Din hurafesine göre;
güneş batıdan doğar, yecüc mecüc Çin Seddi’ni yaran, Deccal çıkar! Bunlar, her
büyük devrimlerin mistikleştirilmiş ve kişiselleştirilmiş ifadeleridir.
Modern toplum devrimlerinin öncesinde de birtakım kıyamet işaretleri belirir. Deccal, insanların ruhunda çıkar. Psikolojik hoşnutsuzluk, çarçabuk birtakım unsurları fışkırtır.
Her sınıf, kendine göre
bir sürü sol eğilimler ortaya atar. Hele kapitalist sınıfı devrim savaşında
kendisine ne kadar az güvenirse, sosyalist doktrinleri üzerinde o kadar çok
demagoji yapar. Mesela, Almanya’dan İtalya’ya kadar Avrupa’yı baştan başa saran
1848 devrimlerinden önce, ortalıkta hüküm süren ruh ve fikir hareketlerini,
1844’lerde Marks’a yazdığı mektuplarında, Engels gayet canlı anlatır.
“Barmen’de
polis komiseri komünisttir. Kolonya’da, Düsseldorf’da Elberfelet’de bulundum.
Her tarafta adım başında insanın ayağına bir komünist takılıyor.” “En saf, en
görenekçi ve dünyada hiçbir şeyle ilgili olmayan kalabalık, hemen komünizme
karşı antuzyazm (coşku)”
Lenin’in (1913’de yazıp da 28 Kasım 1920 tarihli
“Pravda”da çıkan) Engels hakkındaki bir yazısı şu karşılaştırmayı yapar:
“1844
Alman taşrasındaki genel hayat, 1905 devriminden önce XX. Yüzyıl
başlangıcındaki Rus hayatını hatırlatır. Herkes, politika eğilimini besler,
herkes hükümete karşı muhalefetle kaynar.”
Yakın Tarihten Birkaç Yaprak
Türkiye’de de, dünya savaşından hemen sonra, yukarıda
anlatılanlara pek benzer durumlar görüldü. Zaman oldu, Meclis, İştirakiyyun
Partisi liderlerinden Nazım’ı çoğunlukla içişleri bakanı seçti. Yunanlılar
Bursa’yı aldıkları zaman, Burdur Vekili İsmail Suphi şöyle bağırmıştı: “Kutsal
değerlerimizi korumak için gerekirse şeytan olacağız, Bolşevik olacağız.”
(Meclis notları)
Serbest Partici ve Şimdiki Yeni Adam’ın sahibi
İsmail Hakkı, bir soruya şu cevabı verir:
“Kanun
önünde eşitsin dediğimiz insanlar, köpekler gibi açlıktan ölüyorlar! Servetler,
gösterişler, savurganlıklar, bu çaresizlerin leşi üzerinde yükseliyor.” (Kurtuluş,
1920 Şubat)
Prof. Mehmet Vehbi Sarıdal, Sosyalizm ve Uygulaması’nı
tercüme ederken, Türkiye hakkındaki şu kanısını başa geçirir:
“Ne
Türkiye proletaryasının örgütsüzlüğü, ne de Türkiye’nin sanat ve fabrikalar
ülkesi olmaktan ziyade çiftçi bir ülke olduğu iddiası, bugün tamamıyla yeni ve
bilimsel esaslara dayanarak karşımıza çıkan sosyalizm sisteminin Türkiye’de
uygulanamayacak bir şey olduğu sonucunu vermez.” (Kurtuluş, 20 Eylül
1919)
Ressam Namık İsmail, “Sanat ve Sosyalizm”i şöyle
anlatır:
“İnsanlar
değişebilirler ve değişiyorlar. Değişmek istemeyenler, memnun olanlardır.
Zanneder misiniz ki, dünyada saltanatlar, servetler olmasaydı sanatlardan
mahrum kalırdık. Sanat bir süs değil, bir ihtiyaçtır.” (Kurtuluş, Kasım
1919)
Din adamları komünist:
“Darülhikmetül
İslâmiye adına dergilerden birinde yayınlanan bir makalede, İslamiyet’in
sendikalizm ve kapitalizmden daha çok sosyalizm ve komünizme yakın olduğu
söyleniyor. Sosyalizm aleyhinde propaganda yapanlar, İslamiyet’e karşıttır diye
herkesi aldatmaya çalışıyorlar. Darülhikmetül İslamiye’nin bu açıklaması ile
propagandacıların elinden bir silah uçmuş ve gitmiş bulunuyor.” (20 Kasım 1919)
Farmasonlar Komünist:
“Dünyanın
bütün insanlarının ve ulusların birliği için toplanan ve çalışan uluslararası
sosyalist kongreleriyle el ele, bütün farmasonluk alemi her gericiliğe, her
militarizme karşı çalışmaya ahdetmiştir.” (Farmason Kongresi Kararlarından, 20
Ekim 1919)
Türkiye’deki Marksist harekete sürtünüp geçen tipler
arasında, bir de Nazım Hikmet gibileri vardır. Bunlar, burjuva toplumundaki
kimliklerini, konumlarını, Marksizm kılığına bürünerek elde ettiklerinden, bu
kılıktan bir türlü ayrılamazlar. Şair Nazım Hikmet’in şiirlerle vermek istediği
“sözde Marksist” şekli, eğreti bir gömlek gibi soyup atınız: Altından, Babıâli
kaldırımlarında her dakika rastladığımız bir küçük burjuva şairliği fırlayıp
çıkacaktır. İşte Nazım’ın bazı radikal “Marksist” terimlerle sahnede yürütmek
isteyişi, hep o “edebi kimliği”ni maskeleyerek mistikleştirmek ve korumak
kaygısındandır. Bu tipler, muhakkak ki, Marksizme herkesten daha zararlıdırlar.
Bir zamanlar ateşli komünist geçinen Şevket Süreyya, Vedat Nedim, Ahmet Cevat
ve ilh. gibilerinden söz bile etmek istemiyoruz.
Şimdiki Sahte (Kalp) Marksizmin Sebebi
Türkiye’de, akım olarak ilk doğan sosyalizm, tarihi
materyalizm, yani bilimsel sosyalizm oldu. (Aydınlık ve Kurtuluş dergileri
gibi, 1919-1925) Bunun iki sebebi vardı:
Avrupa’da Marksizm doktrini proletaryanın biricik
devrim (İnkılâp) teorisi haline geldikten ve proletarya devrimleri (ihtilal)
çağına girildikten sonra, Türkiye proletaryası sosyalizmi benimsedi.
Türkiye, yarı sömürgelikten Kurtuluş Savaşı’na
giriştiği andan itibaren, komşu Bolşevik devrimi ile el ele verdi; objektif
olarak Avrupa’daki komünist, Spartakist isyanları ile müttefik oldu.
Avrupa’daki devrim hareketlerinin fikriyatı ise, Marksizm idi.
Onun için Türkiye’de -gerçek Marksizme karşı çıkan-
her sahte (kalp) sosyalistlik, ister istemez Marks’tan referanslar yapacaktı.
Örnek olarak Kadro Dergisi etrafındaki grubu alalım. Şevket Süreyya, Vedat
Nedim kadroculuğu, Tarihi Materyalizm etiketi altında demagoji yapıyordu. Bu
gibi demagojiler, Marks’ın ismini ve Marksizmin bazı “zararları” giderilmiş
formüllerini dillerine dolayarak öne sürülürler. 1914-1918 Dünya Savaşı’ndan
daha uzun süren ve maddi manevi tahribatı dünya savaşından aşağı kalmayan, sosyal
sonuçları ise gittikçe yaklaşan bir dünya krizi içindeyiz. 6-7 yıllık düzelmez
kriz yüzünden maddi durumları kötüleşen kitleler radikalleştikçe, psikolojik
hoşnutsuzluk yayılıyor. İşte bu atmosferde yeni sosyal zaruretler beliriyor.
Hoşnutsuzluğa çevirme hareketi yapmak için bir sahte
(kalp) Marksizm kışkırtmak ve bu Marksizmin iç yüzünü -yani anti
Marksistliğini- başarı uğruna gizlemek.
Bu sayede konspirasyon (gizlilik) ve illegalite (yasa
dışılık) eğilimlerini önlemek üzere bir psödomarksizm kapıcığı açmak ve ilh.
Bu gibi zaruretler sonucunda Marksizm etrafındaki
doğru yanlış yayına “gözetici ve denetleyici” bir hoşgörü… Bu bakımdan
Türkiye’de bugün en devrimci akımın da, en gerici ve demagojik akımın da Marks
etrafında seferber hale gelmesi -bir zıtlık olmasına karşın- tarihi bir zaruret
gibi görülüyor.
Bize düşen görev, Marks’ın kelimesini değil,
Marksizmin ruhunu temsil edenle etmeyeni birbirinden ayırt etmek, sahte (kalp)
Marksizmin manevralarını doğmadan boğmaktır.
Hikmet Kıvılcımlı
[Kaynak: Marksizm
Kalpazanları Kimlerdir – Kerim Sadi, Hikmet Kıvılcımlı, Marksizm
Bibliyoteği Yayınları, 1936.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder