Sol,
13 Eylül 1980’den bugüne sınıfı ve kitleyi bırakıp küçük burjuva sol bireyi
üretti. Bir yapının/çevrenin içinde olan da olmayan da sadece bu sol birey.
Bunların dışında kalan yapılar da “tarikat, geri, kadın düşmanı, eril, vulgar”
kabul edilip sohbetlerde ve yayınlarda karikatürize ediliyor.
Onların
yayınlarında Marksizmin literatüründen bolca alıntı yapılıyor. Yazıyı okuyan,
yarın düzen değişecek sanır. Sempati kazandırılan birey de yapıya katılınca
liberalleştiriliyor. Söz eylemin önünde gidiyor, olmayan eylemin yüksek
perdeden, epik tonda propagandası yapılıyor.
Diyalektiğe
göre nicel birikimlerin nitel sıçramaları getireceğini öne sürüp her sivil
toplumcu eylemde sadece muhalif yan görerek söz eylemin üzerine çıkarılıyor.
Diyalektik hayata geçirilirken yanlış eyleniyor. Nicel birikimler sınıf
hattında politize edilmeden ve uygun şartlar oluşmadan, nitel sıçramanın
gerçekleşeceği sanılıyor. Böyle olunca sınıfsal temeli olmayan çevre, yaşam
biçimi, cinsel kimlik eylemlerinin inceliğine umut bağlanıyor. En geri
sendikada bile kalınacağı tezi de yanlış yorumlanıyor. Sanılıyor ki sadece
eleştirmeyle ve saygı duyulmayla sorumluluk yerine getiriliyor.
Aslolan,
eleştiriyi sahiplenen nicel birikimi sendikal bir hatta örmek. Bu yapılmadığı
sürece sözün hayatı değiştirme gücü atıl kalıyor. Aynı biçimde, sivil toplumcu
eylemlere katılan politik çevreler de sendika tezi gibi kitleyi dönüştüreceğine
inanıyor. Bunun en yakın dönemdeki örneği Gazete Yolculuk çevresinin
kadınlarının eylemliliğidir. “Saygın adamları korku basacak” (Gazapizm şarkısı)
denilerek post-modernize edilen 8 Mart’a katılım sağlanıp ardından konsolosluk
önünde Filistin için protesto düzenleneceğini söylediler. Sandılar ki kitle
içinde yer alırlarsa kitleyi politize edip konsolosluk önüne getirebilirler.
Öyle olmadı, olamazdı da çünkü daha baştan referans Gazapizm’di.
Geriye
kalan solun önemli bir bölümü de taktiği yanlış yerden geliştiriyor. Gezi’yi
Haziran olarak geliştirip aşamadıklarından 2007-2008 sürecindeki
liberalleşmelerini Gezi’den beri zirveye çıkardılar. Koç’un otelinde kalanlar, Kavala’nın restoranında Yılmaz Güney’e en eril film sahnesini çektiği
iddiasıyla “ödül” veriyor, Gezicilerin bileşeni olduğu HDP bu restoranda aday
tanıtım toplantısı yapıyor. Evrensel gazetesi çevresi de sosyal
ilişkilerde HDP'yi kurma “projesinin” kendilerine ait olduğunu iddia ederek
referans diye Özgürlük Dünyası dergilerini gösteriyor ama gerçek şu ki
partinin kuruluşu Milliyet gazetesine sızdırılan çözüm süreci
tutanaklarında geçiyor: “Aşın bu sorunları, Türk solunu başıboş bırakmayın,
gerekirse vekil verin onlara...”
Özü
ve ilkeleri savununca Kürt “düşmanı”, anti-emperyalizmi savununca “ulusalcı”,
kadının kurtuluşunun sınıfsız sömürüsüz bir düzende mümkün olduğunu ve özel mülkiyetin
gelişim seyriyle kadınların baskı altına alındığını söyleyince “eril, kadın
düşmanı”, sol bir çevrenin barının ve meyhanesinin olmasını eleştirince “gerici”,
bireylerin yaşamlarını değil, LGBT’nin aldığı fonları ve emperyalizmle kurduğu
ilişkiler sonucunda halka ve ideolojiye karşı mücadele yürüttüğünü söyleyince “cinsiyetçi,
feodal”, sadece hayvan haklarını savunup her gün katledilen işçiler,
Filistinliler, Iraklı kadınlar için sokağa inilmemesini eleştirince “türcü,
geri kafalı” sayılabilirsiniz.
Sorular
çok basit:
-
Halkın gazetesi olan duvarlar ve halk çocuklarının eğitim gördüğü okullar
faşizmle işlenirken, neden soldan da sendikalardan ses çıkmaz?
-İranlı
kadınlar için sokağa inen kadınlara göre Filistinli, Iraklı kadınlar “amasız,
fakatsız” kadın değil midir?
-
Narin için sokağa inenler, sermayenin iş yerlerinde MESEM adı altında yaşamları
ellerinden alınırken neden sokağa inmezler? Okul çağındaki çocuklar ve bebekler
katledilirken, sendikalar neden sokağa inmezler?
-
Aşı yapılması için aylarca muhalefet eden TTB, neden aşı karşıtlarını
gericilikle ve bilim düşmanlığıyla suçlar da aşının zararlarına karşı başka
ülkelerde dava açılırken TTB ortadan kaybolur? Sol nasıl ki bir Allende
çıkaramazsa TTB de kendisini lisenin önüne zincirleyen Tevfik Fikret çıkaramaz.
Daha kendi kurumlarını savunamıyorlar.
-Mühimmat
hazırlama görüntüleri propaganda edilen Ukraynalı kadınlar, sol ve feministler
tarafından yüceltilirken, Kobane’ye gidip orada IŞİD’e karşı can veren kadınlar
kahramanlaştırılırken, neden Filistin’e gidip destek olan sosyalist Ayşenur'un
adı bile anılmaz?
Tüm bunların ve daha fazlasının yanıtı emperyalizm ve reformizmse, o zaman onlara yöneltilen eleştirileri sol bireylerin üzerine almaması gerekir. Bu yükü size sivil toplumcu sol yüklüyor. Gezi günlerinde değişimin kapıda olduğuna inananlar, umudu 7 Haziran seçimlerine bağlayanlar, sistem içi rekabetten medet umanlar, bugün tarihin gerisinde kaldıklarını kabul etmedikleri gibi neden hep solun eleştirildiğine kızıyorlar?
Eleştiri sola yapılır, değiştirmek
istediğiniz düzene eleştiri yapılmaz, söz düzleminde ideolojik mücadele
verilir. Eleştiri düzeltmek içinse kim değiştirmeyi amaçladığı düzeni ve
öznelerini eleştirir!
Eleştirilere
yansıyan dil hassasiyeti konusunda da belirtmek gerekir ki Marx’ın Paris Komünü’nün
dağıtılmasına ortak olan esnaf için söylediği sözler yenilir yutulur cinsten
değildir. Marx, acaba dil konusunda ve Proudhon eleştirisinde “kaba, eril, geri”
mi davrandı? Kautsky’ye “alçak, dönek” diyen Lenin çok mu “kaba” ve “sekterdi”?
Daha
net olursak, bugünkü solun ideolojik-politik kapasitesi, eylemi, çizgisi
Kautsky’nin bile gerisinde. Eleştirileri “kaba” bulan sol bireyler, ya kendini
bir yapı sanıyor ki bu, anarşizmdir ya da hümanizmin Marksizme aykırı olduğunu
gözden kaçırıyor.
Eleştirilere
yansıyan dil konusuna gelince, bir anektoda başvurmak gerekiyor. “Seks işçisi” tabiri,
Marksizme de emekçi halkın yapısına da uymadığı söylenip eleştirilirken utangaç
sol, bu sömürüyü işçilik adı altında fakat “patronsuzluk” düzleminde
savunuyordu.
Alevi
ve Kürt halkının yoğunlukta yaşadığı bir mahalledeki okulun solcu öğretmenleri, bir gün okul kapısının önünde sohbet ederken kadınlardan birinin sohbetinde “seks
işçisi” diye bir söz geçer. Okul güvenliği de öğretmenlerin sevdiği bir
mahalleli emekçidir. Adamcağızın tepkisi şudur: “Hocam, bizim ne yanlışımızı
gördün de biz işçiyiz diye mi bize ‘seks işçisi’ dedin?” der ve üzülür.
Derdimiz,
tam olarak bu. Hiçbir halk, kendinden olmayan bir solun peşinden gitmez. Buradaki
mesele, halkın geri yanlarını sahiplenmek değildir, çünkü sınıflar mücadelesi, emekçi
halkın içinde, onu dönüştürerek ama ondan biri olarak ilerler. Bu düzene halk
hâlen daha geri olduğu için mahkûm olduğumuz iddiası sola ait. Havuzlu lüks
sitelerde yaşayanlar, hayvan haklarını savunduğu halde evcil hayvanın bedenine
müdahale edip kokmasın ve hırçınlaşmasın diye onu kısırlaştırıp hadım eden, beş
yaşın üzerindeki araca binmeyen, yaz tatilinin planını Ocak’tan yapan,
politikayı ve mücadeleyi bar masasında üreten, yoksul mahalleden nefret eden,
salgın döneminde çalışmak için evden çıkan emekçiyi “cahil” kabul eden sol,
eleştiri dilini gerekçe olarak gösteremez. Sert olan bir gerçek varsa o da
sömürü düzenidir.
Sivil
toplumcu eylemlere nitel sıçrama umuduyla yaklaşanlar, TKP gibi yapıların
sözcülerinin ve yazarlarının “Bizim dönüştüreceğimiz kesim yine CHP’nin
tabanıdır” teziyle yan yana konumlanır. Orta sınıf solu sadece muhalefetten
ibarettir, düzene muhalif olan, düzenden pay isteyendir. Sol bireylerin de bu
eylemlerde dönüştüreceği Kemalist, sivil toplumcu, demokrat bireyleri
çağıracağı bir mücadele odağı yoktur.
Yarın
sınıfsız bir düzene geçilecek olsa bunun önündeki en büyük engel, yine CHP ve
onun yoksul olmayan tabanıdır. Bu solu yaratan da 12 Mart’ta ve 12 Eylül’de
soluğu Avrupa’da alan, orada ikamet ve vatandaşlık hakkını emperyalistlerden
alıp kitleyi oradan dönüştüren şeflerdir. Bu yüzden popülizm ve nicellik bugün
ilkeden üstün tutuluyor. Bu yüzden dil konusu eleştiride bir gerekçedir çünkü
içinden geldiği halkın şiirine “ırkçı”, şairlerine de “yaltaklanmacı, sadist”, “yeri
MHP-CHP’nin yanıdır” diyenlere alan açan çevrelere sol sesini çıkarmıyorsa
dönüp vuracağı yer de “kabalık, despotluk, erillik” düzlemi üzerinden var
edilir. Kaldı ki Kemalistler de bu saldırıya sessiz kaldılar, hem de defalarca.
Pozitivizmi,
bilimi ve aydınlık yarınları sahiplenenler, Pavlov’un laboratuvarını sel
basınca yüzlerce köpeğin telef olduğunu bilmezler. Pavlov bu yüzden
eleştirildiğinde, “Olumsuzluklar olsa da insanın kadim dostu köpekler yine
dostu insan için yardımcı olacak” der. Bilimi savunan sol sendikalar, halen
Pavlov’un deneylerinin sonucunun eğitimde kullanılmasının sonucunu
eleştirmezler. Kendi iç tutarlılıklarına ters bir durumdur bu. Aynı şekilde,
son on yılda yapılan bir eylem vardır: İstanbul’da veterinerlik fakültesinin
laboratuvarında koyunlar üzerinden uygulamalı ders anlatılırken sınıfı hayvan
hakları savunucuları işgal edip, “Burada hayvanlara tecavüz gerçekleştiriliyor”
derler ve ajitasyonlarını kameraya alırlar.
Sol
çevre ve birey bazındaki diğer çarpıklık da şu olsa gerek: Vegan hareketini sadece muhalif kitlesinden dolayı destekleyip onlara söz ettirmeyenler vejetaryen
bile değiller. Lokantada ve mangalda et yemekten vazgeçmeyenler, dışarıda kadın
haklarını savunup evinde eşine şiddet uygulayan erkekten farksızdır. Önce
kendimize karşı samimi olmalıyız. İrade, samimiyet ve etik sınıf ideolojisinin
verdiği ahlak yasasıdır.
Sorun,
köpeğin yaşam hakkını savunup meydanları dolduran insanların mücadelesine, Kürt’ün
ve Alevi’nin haklarını savunanlara, ekoloji mücadelesi verenlere, cinsel
kimliğinden dolayı toplumdan dışlananların ses çıkarmasına söz etmek değil, tüm
bu mücadelelere ve kapitalizmin yarattığı doğa-insan ayrışmasına karşı çıkmak,
sınıfsız düzen ideolojisinin ve mücadelesinin gereklerindendir. Asıl sorun, bu
mücadeleyi suistimal edip popülizmden politika üreten, temel çelişkiyi
sonlandırmak için alanları doldurmayıp, orta sınıfın hassas bireylerinden insan
devşirmeyi ve gündemin bileşeni olmayı politika üretme sanan solun ve
bireylerinin olmasıdır. Yoksa vicdan sahibi hiçbir insan, köpeğin uyutularak
katledilmesine sessiz kalamaz.
Anadolu’da
ve Çukurova köylerinde bir inanış vardır ve sol bunu bilmez: Köpek ve kedi
öldürenin iflah olmayacağına inanılır. Sanılanın aksine, sadist kişiliklerin
hayvana yaptığı işkence, halkın gerçek yapısının sonucu değildir. Köylerde
çocuklar kediye sarılıp uyurken, o çocukların ninesi ve dedesi de köpeklerini
dost beller. Hatta meşhur bir söz vardır: Köy yerinde komşu kavgası ya çocuktan
ya köpekten dolayı çıkar. İçinden gelip içinde olduğumuz halkı tanıyoruz. Kaldı
ki köpeğe “güvenlik” faydası açısından bakan o “geri” mahalle halkı bile böyle
bir şeye razı olmaz. Asıl sorun, hegemonyayı yanlış yerde ve biçimde kuran
soldadır. İşçiyi savunurken işçinin, Kürt’ü savunurken Kürt'ün, köpeği
savunurken o sokak köpeklerinin konakladığı yoksul mahallelerin içinde olmayan
soladır eleştirimiz.
Yaşamak
istediği ülkeler Avrupa, o da olmazsa Ege kıyıları, o da olmazsa Kadıköy olan
solun ve bireyinin bu mücadeleleri sahiplenmesi söz konusu olamaz. Mahallede
hayvanlara zarar veren ve işkence eden insanlar yok değildir. Bu profilin çoğu,
yozlaştırılmış ailelerden ve ideolojisi bırakılmış çevreden gelip uyuşturucu
bataklığına saplandırılmış insanlardır ama solun mahallelerdeki uyuşturucu
satışıyla bir çelişkisi olmadığı gibi kendi kültür merkezinde bira satmayı
siyaset sanır.
Tüm
eleştirimiz sola olduğu gibi bir gerçeği daha belirtelim: “Sistem, önce
köpekleri uyutur, sonra sıra insana gelir” argümanı gerçekliği tam olarak
yansıtmıyor çünkü sistem, önce emekçi halkın zihnini ideolojik
manipülasyonlarla şekillendirip uyuşturucu ve yozlaştırmayla kirletir, sonra da sıra köpeğe gelir.
Van’da
Muharrem bebeğinin cansız bedeninin karla kaplı yolda babasının sırtındaki
çuvalla hastaneye götürülüşünü, yoksulluktan kaynaklı ucuz kömür yakıp “uykudayken”
zehirlenen insanları, hatta bu odun kömürü bile alamayıp fon makinesiyle
çocuklarını ısıtmaya çalıştıktan sonra diğer odaya geçip intihar eden anneyi,
iş yerlerinde katledilen çocukları unutmuyoruz. O bebeklere, kadına ve
çocuklara sahip çıkılsaydı, sistem, bugün gözünü sokak köpeklerine dikip oradan
CHP belediyeleriyle hesabını görmeye çalışmazdı. Kayyum kaygısıyla ve Şafi
halkın inancına siyaset yapma motivasyonuyla sokak köpeklerini “yaka paça”
toplattıran Silvan Belediyesi’ni yöneten partiye nedense sol sessiz kalıyor.
Bugünkü
sol 74 affı ve 12 Eylül ile üretildi, 19 Aralık’la da bireycileştirildi. Halkına
yabancı, hümanist, sivil toplumcu emperyalizm dostu bir sol ortaya çıktı. Bu
tür toplumsal muhalefet eylemlerine destek vermeleri kitleyi dönüştürmek için
değil, kitleden birey çekebilme ve esasında varoluşunu duyurma amacını taşıyor.
Kapitalist toplum düzeninin ortaya çıkardığı sevgisizlik, yabancılaşma,
insansızlaştırma politikalarının da etkisiyle hayvanseverliği sisteme yönelik
tepkiye çeviren bireylere sözümüz yok. Onları haklı kılan gerçek, düzene karşı
ideoloji aşılamayan solun varlığıdır. Bu bireylerin hassasiyetlerini suistimal
edip sivil toplum hareketi şefleri de hayvan barınaklarını hapishane diye görür
ama bugün kuyu tipi hapishanelere karşı sokağa inmez. Ayrıca bu solun istediği
düzen gelse sokakta köpek istemeyecek olan yine onlardır çünkü denetlenemeyen
her canlı, onların güvenlik ve hijyen kaygısını tehdit eder. O yüzden, onlar
için her mahalle bir Kadıköy olmalıdır. Onları üretilip siyasi kimliklerinin
verildiği tarih, 12 Eylül’ü 13 Eylül'e bağlayan gecenin sabahıdır.
S. Adalı
14
Ağustos 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder