Pages

15 Eylül 2024

Ahenk


Sol, 13 Eylül 1980’den bugüne sınıfı ve kitleyi bırakıp küçük burjuva sol bireyi üretti. Bir yapının/çevrenin içinde olan da olmayan da sadece bu sol birey. Bunların dışında kalan yapılar da “tarikat, geri, kadın düşmanı, eril, vulgar” kabul edilip sohbetlerde ve yayınlarda karikatürize ediliyor.

Onların yayınlarında Marksizmin literatüründen bolca alıntı yapılıyor. Yazıyı okuyan, yarın düzen değişecek sanır. Sempati kazandırılan birey de yapıya katılınca liberalleştiriliyor. Söz eylemin önünde gidiyor, olmayan eylemin yüksek perdeden, epik tonda propagandası yapılıyor.

Diyalektiğe göre nicel birikimlerin nitel sıçramaları getireceğini öne sürüp her sivil toplumcu eylemde sadece muhalif yan görerek söz eylemin üzerine çıkarılıyor. Diyalektik hayata geçirilirken yanlış eyleniyor. Nicel birikimler sınıf hattında politize edilmeden ve uygun şartlar oluşmadan, nitel sıçramanın gerçekleşeceği sanılıyor. Böyle olunca sınıfsal temeli olmayan çevre, yaşam biçimi, cinsel kimlik eylemlerinin inceliğine umut bağlanıyor. En geri sendikada bile kalınacağı tezi de yanlış yorumlanıyor. Sanılıyor ki sadece eleştirmeyle ve saygı duyulmayla sorumluluk yerine getiriliyor.

Aslolan, eleştiriyi sahiplenen nicel birikimi sendikal bir hatta örmek. Bu yapılmadığı sürece sözün hayatı değiştirme gücü atıl kalıyor. Aynı biçimde, sivil toplumcu eylemlere katılan politik çevreler de sendika tezi gibi kitleyi dönüştüreceğine inanıyor. Bunun en yakın dönemdeki örneği Gazete Yolculuk çevresinin kadınlarının eylemliliğidir. “Saygın adamları korku basacak” (Gazapizm şarkısı) denilerek post-modernize edilen 8 Mart’a katılım sağlanıp ardından konsolosluk önünde Filistin için protesto düzenleneceğini söylediler. Sandılar ki kitle içinde yer alırlarsa kitleyi politize edip konsolosluk önüne getirebilirler. Öyle olmadı, olamazdı da çünkü daha baştan referans Gazapizm’di.

Geriye kalan solun önemli bir bölümü de taktiği yanlış yerden geliştiriyor. Gezi’yi Haziran olarak geliştirip aşamadıklarından 2007-2008 sürecindeki liberalleşmelerini Gezi’den beri zirveye çıkardılar. Koç’un otelinde kalanlar, Kavala’nın restoranında Yılmaz Güney’e en eril film sahnesini çektiği iddiasıyla “ödül” veriyor, Gezicilerin bileşeni olduğu HDP bu restoranda aday tanıtım toplantısı yapıyor. Evrensel gazetesi çevresi de sosyal ilişkilerde HDP'yi kurma “projesinin” kendilerine ait olduğunu iddia ederek referans diye Özgürlük Dünyası dergilerini gösteriyor ama gerçek şu ki partinin kuruluşu Milliyet gazetesine sızdırılan çözüm süreci tutanaklarında geçiyor: “Aşın bu sorunları, Türk solunu başıboş bırakmayın, gerekirse vekil verin onlara...”

Özü ve ilkeleri savununca Kürt “düşmanı”, anti-emperyalizmi savununca “ulusalcı”, kadının kurtuluşunun sınıfsız sömürüsüz bir düzende mümkün olduğunu ve özel mülkiyetin gelişim seyriyle kadınların baskı altına alındığını söyleyince “eril, kadın düşmanı”, sol bir çevrenin barının ve meyhanesinin olmasını eleştirince “gerici”, bireylerin yaşamlarını değil, LGBT’nin aldığı fonları ve emperyalizmle kurduğu ilişkiler sonucunda halka ve ideolojiye karşı mücadele yürüttüğünü söyleyince “cinsiyetçi, feodal”, sadece hayvan haklarını savunup her gün katledilen işçiler, Filistinliler, Iraklı kadınlar için sokağa inilmemesini eleştirince “türcü, geri kafalı” sayılabilirsiniz.

Sorular çok basit:

- Halkın gazetesi olan duvarlar ve halk çocuklarının eğitim gördüğü okullar faşizmle işlenirken, neden soldan da sendikalardan ses çıkmaz?

-İranlı kadınlar için sokağa inen kadınlara göre Filistinli, Iraklı kadınlar “amasız, fakatsız” kadın değil midir?

- Narin için sokağa inenler, sermayenin iş yerlerinde MESEM adı altında yaşamları ellerinden alınırken neden sokağa inmezler? Okul çağındaki çocuklar ve bebekler katledilirken, sendikalar neden sokağa inmezler?

- Aşı yapılması için aylarca muhalefet eden TTB, neden aşı karşıtlarını gericilikle ve bilim düşmanlığıyla suçlar da aşının zararlarına karşı başka ülkelerde dava açılırken TTB ortadan kaybolur? Sol nasıl ki bir Allende çıkaramazsa TTB de kendisini lisenin önüne zincirleyen Tevfik Fikret çıkaramaz. Daha kendi kurumlarını savunamıyorlar.

-Mühimmat hazırlama görüntüleri propaganda edilen Ukraynalı kadınlar, sol ve feministler tarafından yüceltilirken, Kobane’ye gidip orada IŞİD’e karşı can veren kadınlar kahramanlaştırılırken, neden Filistin’e gidip destek olan sosyalist Ayşenur'un adı bile anılmaz?

Tüm bunların ve daha fazlasının yanıtı emperyalizm ve reformizmse, o zaman onlara yöneltilen eleştirileri sol bireylerin üzerine almaması gerekir. Bu yükü size sivil toplumcu sol yüklüyor. Gezi günlerinde değişimin kapıda olduğuna inananlar, umudu 7 Haziran seçimlerine bağlayanlar, sistem içi rekabetten medet umanlar, bugün tarihin gerisinde kaldıklarını kabul etmedikleri gibi neden hep solun eleştirildiğine kızıyorlar? 

Eleştiri sola yapılır, değiştirmek istediğiniz düzene eleştiri yapılmaz, söz düzleminde ideolojik mücadele verilir. Eleştiri düzeltmek içinse kim değiştirmeyi amaçladığı düzeni ve öznelerini eleştirir!

Eleştirilere yansıyan dil hassasiyeti konusunda da belirtmek gerekir ki Marx’ın Paris Komünü’nün dağıtılmasına ortak olan esnaf için söylediği sözler yenilir yutulur cinsten değildir. Marx, acaba dil konusunda ve Proudhon eleştirisinde “kaba, eril, geri” mi davrandı? Kautsky’ye “alçak, dönek” diyen Lenin çok mu “kaba” ve “sekterdi”?

Daha net olursak, bugünkü solun ideolojik-politik kapasitesi, eylemi, çizgisi Kautsky’nin bile gerisinde. Eleştirileri “kaba” bulan sol bireyler, ya kendini bir yapı sanıyor ki bu, anarşizmdir ya da hümanizmin Marksizme aykırı olduğunu gözden kaçırıyor.

Eleştirilere yansıyan dil konusuna gelince, bir anektoda başvurmak gerekiyor. “Seks işçisi” tabiri, Marksizme de emekçi halkın yapısına da uymadığı söylenip eleştirilirken utangaç sol, bu sömürüyü işçilik adı altında fakat “patronsuzluk” düzleminde savunuyordu.

Alevi ve Kürt halkının yoğunlukta yaşadığı bir mahalledeki okulun solcu öğretmenleri, bir gün okul kapısının önünde sohbet ederken kadınlardan birinin sohbetinde “seks işçisi” diye bir söz geçer. Okul güvenliği de öğretmenlerin sevdiği bir mahalleli emekçidir. Adamcağızın tepkisi şudur: “Hocam, bizim ne yanlışımızı gördün de biz işçiyiz diye mi bize ‘seks işçisi’ dedin?” der ve üzülür.

Derdimiz, tam olarak bu. Hiçbir halk, kendinden olmayan bir solun peşinden gitmez. Buradaki mesele, halkın geri yanlarını sahiplenmek değildir, çünkü sınıflar mücadelesi, emekçi halkın içinde, onu dönüştürerek ama ondan biri olarak ilerler. Bu düzene halk hâlen daha geri olduğu için mahkûm olduğumuz iddiası sola ait. Havuzlu lüks sitelerde yaşayanlar, hayvan haklarını savunduğu halde evcil hayvanın bedenine müdahale edip kokmasın ve hırçınlaşmasın diye onu kısırlaştırıp hadım eden, beş yaşın üzerindeki araca binmeyen, yaz tatilinin planını Ocak’tan yapan, politikayı ve mücadeleyi bar masasında üreten, yoksul mahalleden nefret eden, salgın döneminde çalışmak için evden çıkan emekçiyi “cahil” kabul eden sol, eleştiri dilini gerekçe olarak gösteremez. Sert olan bir gerçek varsa o da sömürü düzenidir.

Sivil toplumcu eylemlere nitel sıçrama umuduyla yaklaşanlar, TKP gibi yapıların sözcülerinin ve yazarlarının “Bizim dönüştüreceğimiz kesim yine CHP’nin tabanıdır” teziyle yan yana konumlanır. Orta sınıf solu sadece muhalefetten ibarettir, düzene muhalif olan, düzenden pay isteyendir. Sol bireylerin de bu eylemlerde dönüştüreceği Kemalist, sivil toplumcu, demokrat bireyleri çağıracağı bir mücadele odağı yoktur.

Yarın sınıfsız bir düzene geçilecek olsa bunun önündeki en büyük engel, yine CHP ve onun yoksul olmayan tabanıdır. Bu solu yaratan da 12 Mart’ta ve 12 Eylül’de soluğu Avrupa’da alan, orada ikamet ve vatandaşlık hakkını emperyalistlerden alıp kitleyi oradan dönüştüren şeflerdir. Bu yüzden popülizm ve nicellik bugün ilkeden üstün tutuluyor. Bu yüzden dil konusu eleştiride bir gerekçedir çünkü içinden geldiği halkın şiirine “ırkçı”, şairlerine de “yaltaklanmacı, sadist”, “yeri MHP-CHP’nin yanıdır” diyenlere alan açan çevrelere sol sesini çıkarmıyorsa dönüp vuracağı yer de “kabalık, despotluk, erillik” düzlemi üzerinden var edilir. Kaldı ki Kemalistler de bu saldırıya sessiz kaldılar, hem de defalarca.

Pozitivizmi, bilimi ve aydınlık yarınları sahiplenenler, Pavlov’un laboratuvarını sel basınca yüzlerce köpeğin telef olduğunu bilmezler. Pavlov bu yüzden eleştirildiğinde, “Olumsuzluklar olsa da insanın kadim dostu köpekler yine dostu insan için yardımcı olacak” der. Bilimi savunan sol sendikalar, halen Pavlov’un deneylerinin sonucunun eğitimde kullanılmasının sonucunu eleştirmezler. Kendi iç tutarlılıklarına ters bir durumdur bu. Aynı şekilde, son on yılda yapılan bir eylem vardır: İstanbul’da veterinerlik fakültesinin laboratuvarında koyunlar üzerinden uygulamalı ders anlatılırken sınıfı hayvan hakları savunucuları işgal edip, “Burada hayvanlara tecavüz gerçekleştiriliyor” derler ve ajitasyonlarını kameraya alırlar.

Sol çevre ve birey bazındaki diğer çarpıklık da şu olsa gerek: Vegan hareketini sadece muhalif kitlesinden dolayı destekleyip onlara söz ettirmeyenler vejetaryen bile değiller. Lokantada ve mangalda et yemekten vazgeçmeyenler, dışarıda kadın haklarını savunup evinde eşine şiddet uygulayan erkekten farksızdır. Önce kendimize karşı samimi olmalıyız. İrade, samimiyet ve etik sınıf ideolojisinin verdiği ahlak yasasıdır.

Sorun, köpeğin yaşam hakkını savunup meydanları dolduran insanların mücadelesine, Kürt’ün ve Alevi’nin haklarını savunanlara, ekoloji mücadelesi verenlere, cinsel kimliğinden dolayı toplumdan dışlananların ses çıkarmasına söz etmek değil, tüm bu mücadelelere ve kapitalizmin yarattığı doğa-insan ayrışmasına karşı çıkmak, sınıfsız düzen ideolojisinin ve mücadelesinin gereklerindendir. Asıl sorun, bu mücadeleyi suistimal edip popülizmden politika üreten, temel çelişkiyi sonlandırmak için alanları doldurmayıp, orta sınıfın hassas bireylerinden insan devşirmeyi ve gündemin bileşeni olmayı politika üretme sanan solun ve bireylerinin olmasıdır. Yoksa vicdan sahibi hiçbir insan, köpeğin uyutularak katledilmesine sessiz kalamaz.

Anadolu’da ve Çukurova köylerinde bir inanış vardır ve sol bunu bilmez: Köpek ve kedi öldürenin iflah olmayacağına inanılır. Sanılanın aksine, sadist kişiliklerin hayvana yaptığı işkence, halkın gerçek yapısının sonucu değildir. Köylerde çocuklar kediye sarılıp uyurken, o çocukların ninesi ve dedesi de köpeklerini dost beller. Hatta meşhur bir söz vardır: Köy yerinde komşu kavgası ya çocuktan ya köpekten dolayı çıkar. İçinden gelip içinde olduğumuz halkı tanıyoruz. Kaldı ki köpeğe “güvenlik” faydası açısından bakan o “geri” mahalle halkı bile böyle bir şeye razı olmaz. Asıl sorun, hegemonyayı yanlış yerde ve biçimde kuran soldadır. İşçiyi savunurken işçinin, Kürt’ü savunurken Kürt'ün, köpeği savunurken o sokak köpeklerinin konakladığı yoksul mahallelerin içinde olmayan soladır eleştirimiz.

Yaşamak istediği ülkeler Avrupa, o da olmazsa Ege kıyıları, o da olmazsa Kadıköy olan solun ve bireyinin bu mücadeleleri sahiplenmesi söz konusu olamaz. Mahallede hayvanlara zarar veren ve işkence eden insanlar yok değildir. Bu profilin çoğu, yozlaştırılmış ailelerden ve ideolojisi bırakılmış çevreden gelip uyuşturucu bataklığına saplandırılmış insanlardır ama solun mahallelerdeki uyuşturucu satışıyla bir çelişkisi olmadığı gibi kendi kültür merkezinde bira satmayı siyaset sanır.

Tüm eleştirimiz sola olduğu gibi bir gerçeği daha belirtelim: “Sistem, önce köpekleri uyutur, sonra sıra insana gelir” argümanı gerçekliği tam olarak yansıtmıyor çünkü sistem, önce emekçi halkın zihnini ideolojik manipülasyonlarla şekillendirip uyuşturucu ve yozlaştırmayla kirletir, sonra da sıra köpeğe gelir.

Van’da Muharrem bebeğinin cansız bedeninin karla kaplı yolda babasının sırtındaki çuvalla hastaneye götürülüşünü, yoksulluktan kaynaklı ucuz kömür yakıp “uykudayken” zehirlenen insanları, hatta bu odun kömürü bile alamayıp fon makinesiyle çocuklarını ısıtmaya çalıştıktan sonra diğer odaya geçip intihar eden anneyi, iş yerlerinde katledilen çocukları unutmuyoruz. O bebeklere, kadına ve çocuklara sahip çıkılsaydı, sistem, bugün gözünü sokak köpeklerine dikip oradan CHP belediyeleriyle hesabını görmeye çalışmazdı. Kayyum kaygısıyla ve Şafi halkın inancına siyaset yapma motivasyonuyla sokak köpeklerini “yaka paça” toplattıran Silvan Belediyesi’ni yöneten partiye nedense sol sessiz kalıyor.

Bugünkü sol 74 affı ve 12 Eylül ile üretildi, 19 Aralık’la da bireycileştirildi. Halkına yabancı, hümanist, sivil toplumcu emperyalizm dostu bir sol ortaya çıktı. Bu tür toplumsal muhalefet eylemlerine destek vermeleri kitleyi dönüştürmek için değil, kitleden birey çekebilme ve esasında varoluşunu duyurma amacını taşıyor. Kapitalist toplum düzeninin ortaya çıkardığı sevgisizlik, yabancılaşma, insansızlaştırma politikalarının da etkisiyle hayvanseverliği sisteme yönelik tepkiye çeviren bireylere sözümüz yok. Onları haklı kılan gerçek, düzene karşı ideoloji aşılamayan solun varlığıdır. Bu bireylerin hassasiyetlerini suistimal edip sivil toplum hareketi şefleri de hayvan barınaklarını hapishane diye görür ama bugün kuyu tipi hapishanelere karşı sokağa inmez. Ayrıca bu solun istediği düzen gelse sokakta köpek istemeyecek olan yine onlardır çünkü denetlenemeyen her canlı, onların güvenlik ve hijyen kaygısını tehdit eder. O yüzden, onlar için her mahalle bir Kadıköy olmalıdır. Onları üretilip siyasi kimliklerinin verildiği tarih, 12 Eylül’ü 13 Eylül'e bağlayan gecenin sabahıdır.

S. Adalı
14 Ağustos 2024

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder