“Gelin
İdrisi Bitlisi-Yavuz ittifakını güncelleyelim.”
“Emperyalist
askeri paktlar nasıl Balkanlar’ı, Kosova’yı özgürleştirdiyse Türkiye’ye
müdahale etsin Kürtleri de özgürleştirsin.”
“Gezi’de
halk darbesini gördük, biz böyle bir darbenin içinde yer almayız.”
“Esad
gelsin kendi topraklarını savunsun” (Afrin’den çekilirken)
“Biji
Obama” (2014, Yer: Urfa ve Kızıltepe)
“Nasıl
desem, demeye dilim varmıyor ama Türk solu ilkel, gelişmemiş.”
“Biz
başından beri Sovyetler’e karşıydık, Marksizm modaydı.”
“Biz
onlardan değiliz” (19 Aralık 2000)
“Türk
solunu başıboş bırakmayın.”
“Bizim
partinin tabanı Sünni-Şafi. Partide bu kadar Alevi yöneticinin yer alması doğru
değil.”
“HDP’nin
başına bir Türk geçemez.”
Yukarıdaki
sözler Kürt siyasetinin farklı platformlarındaki söylemleri.
24
Ağustos 2024’te Yeni Yaşam’ın Forum bölümünde Müslüm Yücel imzalı “Türk
Entelektüelleri”[1] başlığıyla bir yazı yayınlandı. Yazının görselinde Ahmet
Telli, Hasan Hüseyin, Ahmed Arif, Nazım Hikmet gibi solun önemli değerlerinin
fotoğrafları yer alıyor.
Yazının
özeti şu: Türklerin yazar ve şairi kısıtlı, olanı da Nazım gibi “sadist,
yaltakçı”, Türk aydını yoktur, hepsi egemenlere “yaltaklanır”, katliamlardan
Türk aydını sorumludur, onları kim affedecekmiş, hatta çocukları onlara bu
gerçeği bile soracakmış! Alıntılanan yazarların dili ve üslubu eleştirilirken
yazarın kullandığı dil de pespaye. Nazım’ın sadist olduğunu analiz edecek kadar
psikiyatrist bir yazar. Hatta Nazım linçten söz eden bir provokatör.
Geçen
yaz da Turgut Uyar üzerinden Türk şiirinin ırkçı olduğuna yönelik bir yazı[2]
aynı forumda yayınlanmıştı ve cevabı İştiraki’de vermiştik.[3] O zaman da
dediğimiz gibi mesele ne Turgut Uyar ne de Nazım ne de Türk solu. Mesele,
sosyalizm düşüncesini bitirmek ve Kürt'ün sosyalist ideolojiyle bağını kesmek.
Bu ideolojik sapma, gerektiğinde bu ırkçı yazıların kaleme alınmasına kadar
vardırılıyor. Hiçbir sol çevre değerlere sahip çıkmıyor, yanıt sadece İştiraki’den
geliyor.
Turgut
Uyar konulu yazıya neden alan açtığını, bir halkın şiirine ırkçı denilmesinin Yeni
Yaşam’ın ezilen halk söylemiyle ne kadar örtüştüğünü sormuştuk. Sorun şu ki
İştiraki dışında hiçbir solun yayınından ilgili yazıya eleştiri gelmedi. Sol,
halktan koptuğunu ilan etmedi. “Duymayalım, ciddiye almayalım” politikası,
bugün Nazım üzerinden tüm değerlere saldırıya vardırılıyor. Sivas’ta yakılan
insanlar bile geçelim aydın olup olmamasını, katledilmiş insanlar olarak ilgili
yazının görseli haline getiriliyor. Bir mezar yeri bile olmayan Sabahattin Ali’nin
de fotoğrafı ekleniyor.
Aydın
tartışması, önce Yalçın Küçük ve Aziz Nesin üzerinden yürütülüyor. Yalçın
Küçük, Kürt siyaseti açısından ne anlam ifade ediyor, bunu en iyi kendileri
bilir. Aziz Nesin, Madımak’tan sonra yaptığı basın toplantısında özeleştirisini
de veriyor. Aydın tartışmasında Attila İlhan da yer alır ama yazar, onun
görüşlerine yer vermiyor. Attila İlhan, “Türk aydını dediğin Batı’nın manevi
ajanıdır” diyor. Bunun ne anlama geldiğini yazının sonunda ifade edelim.
Yazının
görselinde Ahmet Kaya’nın şiirlerini bestelediği şairlerin fotoğrafları yer
alıyor, Ahmed Arif de dâhil. “Türk şiiri ırkçılığın savunusudur” ile Türk
aydını tartışması birlikte değerlendirildiğinde milliyetçiliğin nasıl bir inkâr
mekanizmasını işlettiği görülebilir. İlk olarak Akif Kurtuluş, Metin Altıok,
Ahmet Telli, Şükrü Erbaş, Adnan Yücel, Sennur Sezer, İzzet Yasar ve daha birçok
şair ve yazar nereye konulacak, eserlerinde Kürtleri diliyle, kültürüyle,
yaşadıkları baskıyla yansıtıyorlar. Var olanının adını anmamak nasıl bir nesnel
bakıştır? Bu şairler Kürtçe bilip demeyelim hatta Kürt olup aynı şiirleri
yazsaydı daha mı “makbul” olacaktı.
Nazım’ın
Kore Savaşı konulu şiirini alıp bağlamsız şekilde onun özel hayatına uygulamak
gibi bir yanlışa düşülüyor fakat bu, bilinçli yapılıyor. Nazım’ın “dört nala
gelip Uzak Asya’dan/ Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan” dizeleri de
başkasının vatanını işgal etmek diye eleştiriliyor? Tarih bugünden bakılarak mı
yargılanıyor?
Kropotkin,
Karşılıklı Yardımlaşma kitabında Kavimler Göçü üzerinde de durur.
Sosyolojide geçen itme-çekme nedenli göç kavramının işaretlerini verir. Göçün
nedeni hayatta kalma mücadelesidir. Bunun sonucunda Roma ve Avrupa kıtasındaki
dengeler değişir. Şimdi şunu mu demeliyiz: Kavimler geldi, başkasının vatanını
işgal etti. Vatanı ulus temelli değerlendirme Fransız İhtilali’nin sonucudur.
Yurtlaşma farklı bir açılıma işaret eder. “Niye güvercinlerle değil de akıllı
telefonlarla iletişim kurmadı Romalılar?” demekle aynı idealist sapmaya
karşılık gelen söylemler eleştiri değildir. Eleştiri nesnel ölçütler
gerektirir.
Dil
saldırgan ve nefret dolu sözcüklerle kurulmaz. Başka bir halkın değerleri de
dayanaksız şekilde yere vurulup kendi halkınızı da o halka “düşmanlaştırmanın”
adı eleştiri değil, doğrudan hedef göstermektir. Hatta Turgut Uyar konulu
yazıda da yazar, Kürt arkadaşlarına çağrı yapıp “bu şiirleri belgesellerinizde
kullanmayın” diyordu. Ruslarla Osmanlı savaştı diye Rus edebiyatını mı
okumayalım? Türkler Çin ile kadim “düşman” anlatısına kapılıp Çin’in
değerlerinden nefret mi edelim?
Birçok
Türk şair, şiirlerinde Mem u Zin hatırlatması yapar, 90 sonrası bölgeden göç
eden Kürtleri yazar, Adnan Yücel nehir şiiri Ateşin ve Güneş’in Çocukları’nda
kimin tarihini ve mitolojisini anlatır? Aynı şekilde, hangi sol müzik grupları
Kürt şairlerinin şiirlerini besteler?
Divan
şairlerinin para karşılığında padişahlara şiir yazması “yaltaklanma” diye ele
alınmış. Doğrudur fakat halk şairleri Pir Sultan’ın, Dadaloğlu’nun, Köroğlu’nun
egemenler karşısında Anadolu halkını direnişe çağırması yok sayılıp adları bile
anılmıyor. Ülkede cumhuriyet döneminde edebiyatçı kısıtlılığı olduğu
söyleniyor. Sonra Divan şiiri eleştirilerek tarih genişletiliyor. Amaç belli: “Türk
şiiri diye bir şey yoktur!”
Sorun
aslında bunların hiçbiri değil. Yeni Yaşam suya taş atıyor. İlk halkada
Nazım bir kök olarak saldırıya uğruyor. İkinci halkada Türk şairleri saldırıdan
nasibini alıyor. Üçüncü halkada “Türklerin edebiyatı diye bir şey yok” söylemi
geliştiriliyor, bu halkada sola da gözdağı veriliyor. Sorun yine de bunlar
değil, haset daha sonra ortaya çıkıyor. “Bakın Türkler de yazarları, aydınları,
şairleri de bayrağına, vatanına nasıl sahip çıkıyor” diye bir söylem
geliştiriliyor. Turgut Uyar yazısının eksik bıraktığı tamamlanıyor. Dönüp Kürt’e
kızılıyor: “Neden milliyetçilik yapmıyorsunuz!!!” Asıl söylenmek istenen bu.
Yazının asıl muhatabı da Kürtler. Kürt entelektüeli üretilmeye çalışılırken
bunu bedeller ödeyen Türk aydınına ve soluna, yazarlarına, şairlerine ve bir
bütün olarak halkların sahiplendiği değerlere saldırarak gerçekleştirileceği
sanılıyor. Politikanın iflası. Halklar arası gerilim hızlandırılıp
milliyetçilik körükleniyor. Newroz'da Deniz’in fotoğrafının yer aldığı flama
yakılıyor ama nedense hiçbir Kürt entelektüelinden ses çıkmıyor, çıkmaz çünkü
soldan ses çıkmıyor. Taviz tavizi doğuruyor. Turgut Uyar, Deniz, Nazım,
Cevahir... Her biri de gerekçeden ibaret fakat asıl gerçek, milliyetçi
politikalara rağmen halen çocuğuna “Deniz” adını veren Kürtlerin varlığıdır.
Barzanilerin açtığı yoldan ilerlemek size bir şey kazandırabilir ama Kürtlere
kaybettirir.
Şimdi
sorulması gerekeni soralım. Irak’ta Arap halkı katledilip zindanlarda erkekler
soyulup emperyalist askerlerin köpeklerle saldırdığı işkenceye neden sesiniz
çıkmadı? Neden Afrin’e Esad yönetimi çağrılıp ondan “toprağını” savunması
istendi? Suriye petrolü özelinde bölgeye emperyalistlerin gelmesine neden izin
verildi? Arap halkı Saddam özelinde yalnız bırakıldı fakat ezilen Filistin
halkıyla sorununuz neydi de Siyonistlerin katliamlarına sessiz kaldınız? Tarihi
geriye kaydıralım, Divan şiiri tartışması gibi. Mesela İdrisi Bitlisi’nin Yavuz’la
ittifakında kimler yerinden yurdundan edildi? Ulusal sorunlar bu dönemde
yaşanmazken neden bu ittifakın mağdurlarına şairleriniz o dönemde şiir yazmadı?
Buradan
başka bir soruna geçelim. Yazar, yazısının sonunda eleştirdiği halkın
aydınlarının “yaltaklanmacı” olduğunu fakat Kürt siyasetçilerinin böyle
olmadığını, cezaevlerinde ağır koşullarda kaldığını söylüyor. Yine aydınların
sessizliğine eleştiri getiriliyor. 24 yıl geriye gidelim. Orada cezaevlerinin
ağır koşulları konusunda ne yaptığınıza bakalım: O gün “Biz onlardan değiliz”
dediniz.
Cezaevlerinin
koşullarına karşı gelme konusunda ağır bedeller ödeyen Türk soludur, 84
itibariyle. Böyle bir direniş gösterdiniz de Yaşar Kemal başta olmak üzere
aydınlar komisyon kurup size sözcülük mü yapmadı?
Tüm
bu süreçte barış akademisyenleri, 10 Ekim, bedel ödeyen aydınlar yok sayılıyor
ama bu yok sayma için yazı yayınlanmasına Yeni Yaşam izin veriyor.
Mesela çok okuduğunuz Türklük Sözleşmesi kitabının yazarı da ihraç
akademisyen ve bir Türk. Fikret Başkaya, Akın Birdal, Beşikçi, Sırrı Süreyya da
Türk. Kendi siyasetinizin tarihine de bir bakın, kimler Türk diye. İsim
saymakla bitmez. İşte böyle, milliyetçiliğin iflası burada başlıyor. Türk aydını
hiçbir zaman Batıcı ve Batılı olamamış. Öyle bir dertleri olmadı, olanlar sizle
hareket ediyor.
Kürt
halkının ödediği bedeller üzerinden iftira, karalama, kirli propaganda
yapılmasına alan açtığı için ilgili gazete ne yaptığını bir kez daha düşünmeli.
Şimdi
biz asıl eleştirmemiz gerekenlere geçelim. Nazım adına kültür merkezi açan
çevre, neden bu yazılara yanıt vermiyor? İşçi sınıfının gazetesi olduğunu iddia
edip Sennur Sezer adına şiir ödülleri dağıtan çevre, neden iki yıldır bu konuda
tek söz etmiyor. Temel çelişkiyi laiklik olarak gören kendiliğindenci çevre,
neden gazetesinde bir eleştiri metni kaleme almıyor? Onların şairi Haydar
Ergülen, işçi sınıfının gazetesine verdiği röportajda “laiklik için yan yana
gelelim, belediye seçimlerinde bunu başardık” diyor. Niye? Suavi’nin konserine
saldırı oluyor, ardından Konya konserini düzenleyecek olan CHP’li belediye,
ülkü ocaklarına karşı duramadığından, konseri tek taraflı iptal ediyor ama
iptal açıklaması MHP’den geliyor. Daha kendi sanatçısına sahip çıkmayan
belediyeler ve onlardan konser alan sanatçılar için mi yan yana geleceğiz?
Engelli
insan, iş istemek için İmamoğlu’yla görüşmeye çalışıyor ama korumalar onu alıp
dışarı atıyor, bu insan hüngür hüngür ağlıyor. Madenciye atılan tekmeden ne
farkı var? TKH, kendi içinde itiraz edeni aforoz ediyor fakat Nazım dâhil tüm
değerlere saldıran yazılara kendi yayınlarında bir cümle karşılık vermiyor.
Yeni
müfredata karşı mücadele ettiğini söyleyen Eğitim Sen, tam da müfredatı
ilgilendiren böyle bir yazı karşısında neden ses çıkarmıyor? Bu yazıların
geleceği yer müfredat hazırlayıcılığıdır. Yeni müfredat bu yazar ve şairlerin
adlarına yer vermediğinden eleştiriliyor. 29 Aralık greviyle başlatılan ihraç
sürecinde bedel ödeyen sendika neden sessiz kalıyor?
Yukarıdaki
tüm soruların yanıtını biliyoruz. Sizden yanıt değil tepki bekleniyor. Yeni
Yaşam hangi gazetenin matbaasında basılıyor biliyoruz, sendika başkanlığı
kendilerine gelmeyince çekip gidip bu yazı gibi söylemlere karşı durduklarını
iddia eden fakat sonraki dönem başkanlık verilince sessiz kalanları da
emekçiler biliyor.
Yazarın
diğer iddiası da sosyalist şairlerin belirli kişileri şiirleriyle hedef
göstermesi iddiası üzerinden 70 yıllık tarih atlaması yapıp Kayseri’de
mültecilere yönelik düzenlenen ırkçı saldırıyla söz konusu şiirleri
bağdaştırması.
Denklemi
doğru kuralım: Bir üniversitede söyleşi veren bir müzik grubuna (Yorum) Kürt
bir genç Suriye’nin kuzeyindeki (Yeni Yaşam'ın diliyle) “politik değişim”in
Marksist karşılığını soruyor. Müzik grubunun emekçisi de Suriye’de IŞİD’e karşı
halkın olağanüstü mücadele verildiğini ama yaşanan politik değişimi sosyalist
çizgi açısından kabul etmediklerini, bu sorunun yanıtını politik çevrelerin
vermesi gerektiğini ve kendilerinin müzik grubu olduklarını belirtiyor. Bu
arada soru soran gencin diğer arkadaşı videoya alıyor. Gelecek yanıt bilindiği
halde. Sonra müzik grubu protesto edilip salon terk ediliyor. Daha sonrasında
Perinçekçi öğrenciler grubun müzik çizgisini "ulusalcı” bulmadıkları için salonu
terk ediyorlar.
Sonraki
süreçte Kürt halkının bu grupla bir bağının kalmadığı söylemi üzerinden linç
kampanyası geliştiriliyor. Daha sonra da Van’da düzenlenecek konserin
gerçekleşeceği düğün salonunun sahibi baskı altına alınıyor ve konser kısıtlı
bir kitleyle zor koşullarda bahçede düzenleniyor. Salonda düzenlense de halk
gelmeseydi!? Sorun, konser yasağı uygulamak. Bugün kimler konser iptal ettiriyor,
kimler linçe uğradığından konserleri iptal ediliyor? Hangi taraftasınız? Kürtçe
müzik yapmanın bedelini ödeyenler politik bir yanıt verince linçe mi uğrayacak?
Kaldı ki onların verdiği yanıtın aynısını ilgili bölgenin siyasi temsilcileri
de verdi, sorun bu değil ki, o da bir gerekçe, amaç Marksizme saldırmak, her
çevreyi emperyalizmle uzlaştırmak.
Son
iki yıldır Yeni Yaşam’da çıkan yazılar eleştiri diline uygun mudur? Bu
örnek denklem üzerinden kararı tarih versin. Kim kimi nasıl hedef gösterip linçe
uğratıyor?
İkinci
denklem de şu: Kayseri özelinde linçin ortağı sizsiniz. Geçtiğimiz yıl genel
seçimlerde mültecileri “her şekilde” göndereceğinin propagandasını yapan,
belediyelere kayyum atayacağını söyleyen partinin liderinin ortak olduğu
ittifakın adayına oy istediniz. Şimdi bundan da mı Türk edebiyatı tarihi ve
aydınları sorumlu?
Müslüm
Yücel şahsında Yeni Yaşam çevresinin bilmesi gereken gerçek şu: Bizim
emperyalizmle sorunumuz var; uzlaşmayacağız, yozlaşmayacağız. Bugün ülkemizin
her kentine uyuşturucu yayıldıysa, insanlar maaşlarını kiraya yetiremiyorsa,
bir ana baba çocuğuna okul pantolonu ve yiyecek alamadığı için intihar
ediyorsa, emekçi halk kendi içinde birbirine şiddet uyguluyorsa, yılda yüzlerce
kadın katlediliyorsa, insanlar yozlaştırılarak onursuzlaştırılıyorsa, çocuklar
işyerlerinde can veriyorsa bunun tek sorumlusu emperyalizmdir. Bu politikalar ezilen
ve sömürülen dünya halkalarına yöneliktir. Bunun için Ortadoğu’daki
mücadelesinin meşruiyetini dünya halklarının kabul ettiği Filistin direnişini
savunuyoruz, Filistin özgürleşirse Ortadoğu özelinde dominonun ilk taşı
yıkılacak.
Kürtlerin
anadilde eğitim talebi seçmeli derslerle başlayan bir sürece girmişti fakat
Ortadoğu dengelerine feda edildi. Okulların ilk haftası boykot düzenleyenler
çözüm sürecinde gelen seçmeli dersi geri itti. Bölgedeki veliler seçmeli ders
dilekçeleri vermeleri yönünde harekete geçirilseydi ardından az sayıda atanan
Kürtçe öğretmenlerine daha çok ihtiyaç olacaktı. Bu, tek başına çözüm değil
fakat çözümün ilk adımıydı. Bu yapılmayıp, 4+4+4 sistemiyle getirilen zorunlu
seçmeli derslere karşı gelinmedi. Tarih atlamalı şekilde ilerlemiyor, nicel
birikimlerin uygun şartlar oluştuğunda nitel sıçrama gerçekleştirmesiyle yön
buluyor. Sözcülük yaptığınız halka sürecin özeleştirisini vermeyip emekçi
halkların değerlerine saldırmak size hiçbir şey kazandırmaz.
Her
türlü saldırıya rağmen değerlerimizi koruyacağız. Ağır bedeller ödenerek bize
miras bırakılan ilke, ahlak ve değerleri taktik adına terk etmeyeceğiz. Türk’e,
Kürt’e, Müslüman’a, mülteciye düşmanlık edilmesine ve halklar arası körüklenen
milliyetçiliğe izin vermeyeceğiz. Sola rağmen bunu yapacağız. Bu yazıyı bir
faşist yazsaydı, solun tepkisi yine aynı mı olacaktı? Evet, yine sessiz
kalırlardı.
Bu
iftira dolu saldırı yazılarına ellerinde yayınevi bulunduğu halde soldan
gelmeyip İştiraki’den geliyorsa mevcut sol da artık tarihi ve değerleri
sömürmeyi bıraksın. Bu haliyle bu sol ne bir daha Nazım ne de Sennur Sezer
yetiştirebilir.
Yazı
daha da genişletebilir fakat genel olarak verilmek istenen noktalara değindik.
Eleştirdiğimiz yazı poetik bir tartışmayı değil, yamalı bohça diye tabir edilen
alakasız bilgilerin bağlamdan kopuk bir araya getirildiği kara propagandayı
içeriyor. Biz yanıtımızı verdik, ilgili yazıya Kürt halkı da yanıtını
verecektir.
“Ben
yazarken kusuyorum
Sen okurken kusuyorsun
İnsanlık dışı şeyler bunlar”
[İzzet Yasar]
Nazım’ı
da Enver Gökçe’yi de tüm değerlerimizi de anlatmaya sayfalar yetmez. Onları “aklamaya”
çalışmak hadsizlik olur. Yaşamlarıyla ve eserleriyle onları anlatarak, yazarak
yaşatmak boynumuzun borcudur.
S. Adalı
26 Ağustos 2024
Dipnotlar:
[1] Müslüm Yücel, “Türk Entelektüelleri”, 24 Ağustos 2024, Yeniyaşam.
[2]
Bayram Balcı, “‘Türk Şiiri’ Irkçılığa Karşı Değil, Aksine Savunucusudur”, 3
Ağustos 2023, Yeniyaşam.
[3] S. Adalı, “Toplu Monolog”, 6 Ağustos 2024, İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder