Binlerce Perinçek var!
Sözde aydınlık, özünde ise karanlık bir yapıdan ibaret
olan Aydınlık/Perinçek’in “Deniz ve Mahir dolduruşa geldi; kulaklarını çektim”
söylemi gündeme oturdu. Sol kurumlar ve solcu bireyler bu söylemi haklı ve
meşru olarak mahkûm ettiler. Mahir’i ve Deniz’i sahiplendiler.
Öyle de olması gerekiyordu, zira bu sözler, Deniz’i ve
Mahir’i düşmanın yöntemi olan psikolojik savaş ile küçülten, “kandırılmış,
birileri tarafından kullanılmış” türü argumanlarla kitleleri manipüle ediyor,
devrimcileri “bir şeker ile kandırılmış yaramaz çocuklar” olarak lanse ediyor.
Tabii MİT gibi yapılarla arası çok iyi olan, mahalle
bakkalını bile fişleten, yayın organlarında devrimcileri ihbar eden, NATO
destekçisi, karşı devrimci Perinçek için normal ve yerinde bir şey.
Öte yandan, bu karşı devrimcinin TDH’nin önderlerinden
olan Deniz ve Mahir ustalara karşı kibirli, kendini beğenmiş, onları aşağılayan
bu tür söylem ve pratikleri mahkûm etmek de devrimci kişi ve kurum için normal
ve gerekli görülmelidir.
Lâkin Perinçek’in “Deniz ve Mahir dolduruşa geldi;
kulaklarını çektim” söyleminin altında yatan, devrimcileri küçümseyen, onları
birileri tarafından kullanılmış-kandırılmış kişiler olarak takdim eden
ifadesinin benzerlerini bugün Perinçek’in bu sözünü mahkûm edenlerde de görmek
mümkündür.
Hatta bu kokuşmuş cümlelerini gizlemeden, açıktan dile
getirmiş olması sebebiyle Perinçek, onu bu sözünden ötürü mahkûm eden ama aynı
şekilde kokuşmuş, çürümüş cümleleri dillerine dolayanlardan bir nebze de olsa
daha masummuş gibi görünüyor.
Zira yakın tarihte halkın avukatları olan Ebru Timtik
ve Aytaç Ünal, açlık grevlerine başlayıp, devletin ve hukukun kendi yazıp
çizdiği yasalara uymadığını, devrimcilik yapmanın, halkın haklarını savunmanın
meşru ve haklı olduğunu duyurmak için bir direnişin fitilini yakmıştı. Ne yazık
ki Ebru Timtik, bu açlık grevinde devletin-sermayenin bilinçli, programlı
pratikleri ile ölümsüzleşti.
Bu iki devrimci avukat, özelde kendilerine karşı
yapılmış gibi gözükse de genelde işçi sınıfına, halklara ve devrimcilere karşı
yapılan sistematik baskıyı dünyaya teşhir etmek için bedenlerini ateşe atıp bir
kıvılcım çaktı.
Ama gelin görün ki bugün Perinçek’in devrimcileri
küçümseyen, “kandırılmış, kullanılmış” türünden sözlerini mahkûm edenler, o gün
aynı lafları açlık grevine yatan bu iki devrimci avukat için sarf ettiler. Bu
iki devrimci avukat “eline şeker verilip kandırılan, kullanılan kişiler” olarak
sunuldular. Onları eleştirenler, bu yöntemin eskimiş, artık geçerliliği olmayan
bir yöntem olduğunu, işçi sınıfına bilinç götürülmesi gerektiğini söylediler.
“Bu işler açlık grevleriyle olmaz” diye de akıl vermeyi ihmal etmediler.
Oysa devlet ve sermaye açısından asıl mesele de buydu.
Açlık grevi yapan bu insanlar, neticede tatil köylerinde güneşlenirken alınıp
götürülmediler. Haksız hukuksuz, hiçbir somut gerekçe olmadan zindanlara
atıldılar. İşçi sınıfının ve halkların haklarını mevcut sistem dâhilinde
savunmak isterken, en nihayetinde, devrim ve sosyalizm için mücadele ederken
hapse atıldılar.
Onlar, işçi sınıfına ve halklara bilinç getirdiği için
hedef seçildiler. Ve bunu da onları küçümseyen ahmakların akıl vermeleri ile
değil, sahip oldukları ideolojik-teorik çizginin zorunluluğu gereği, hiçbir
karşılık beklemeden yaptılar.
Bu açlık grevlerini yadsıyan, açlık grevlerindeki
devrimcilere akıl veren kliklere mesela Yüksel Direnişi’ni hatırlatmak gerek.
Hani şu kendi sendikaları tarafından darbedilen, ihbar
edilen, tek başlarına da kalsalar mücadele edenlerden ve en sonunda da kendi
sendikalarından ihraç edilenlerden bahsediyorum.
Ne yazık ki bu keskin sınıf savaşçılarına bir şey
beğendiremiyoruz.
Zira buna açlık grevine de sokakta mücadeleye de
“olmaaaz” deyip duruyorlar.
Aslında bu klikler, o çokça mahkûm ettikleri
Perinçek’in utangaç versiyonudurlar. Çünkü en azından Perinçek karnından
konuşmuyor. Gelgelelim bu utangaç klikler, mücadele edenleri “tek başına bir
şey olmaz, işçi sınıfının ve halkların şahlanması lazım. Maceracılık yapmanın
âlemi yok!” deyip mücadele içerisinde olanları tasfiye ettikleri gibi bir de
psikolojik savaşla onları küçümseyen, mücadelelerine burun kıvıran o küçük
burjuva kendini beğenmişlikleri ve kibirleriyle herkese akıl veriyorlar.
Onlardaki çürümüşlük ve koku daha beter, daha keskin.
Bu akıl verenlerle Perinçek arasında biçimsel
farklılıklar söz konusudur. Hatta akıl verenler, Perinçek’ten daha zararlıdır.
Zira onlar, Perinçek’i mahkûm ederek, kendilerini temize çekmiş oluyorlar.
Oysa iki taraf da mücadele eden devrimcileri
“maceracı, kandırılmış” gibi laflarla faşizmin devrimcilere yönelik insanlık
dışı muamelesini perdeliyor. Buradan da suçu devrimcilerin üzerine atıyor.
“Eğer uslu olursanız, devlet de sizi cezalandırmaz” diyor. Tabii bunu açıktan
söyleyemedikleri için arkadan dolanıp mücadele yöntemlerini eleştirmeye
kalkıyor, böylece kendilerini tatmin ediyorlar.
Türkiye devrimci hareketinin ustaları bize önemli bir
miras ve deneyim bıraktı. Perinçek’in neye ve kime hizmet ettiğini tam da bu
zemin bize öğretiyor. Biz onun gibi isimlerden nasıl ve ne tür zararlar
geleceği konusunda kestirimde bulunabiliyoruz. Lâkin asıl önemli olan, pirinç
çuvalının içindeki siyah değil beyaz taşlardır. Bu devrimcilere akıl verip
duranların beyaz taş oldukları asla unutulmamalıdır.
Serkan Yıldırım
7 Aralık 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder