Aşağıdaki metin, FHKC’nin kurucusu Corc Habeş’in 1970’te Ürdün’ün başkenti Amman’da bulunan Cebelü’l-Hüseyn mahallesinde 1 Mayıs kutlamaları için toplanan halka yaptığı konuşmanın çevirisidir.
* * *
1970
Mayıs’ının ilk gecesi üç binden fazla yurttaş, uluslararası işçi bayramını
kutlamak için Cebelü’l-Hüseyn’deki[1] Avdet[2] Kampı’nda, Filistin Halk
Kurtuluş Cephesi’nin burada düzenlediği kalabalık bir törende bir araya geldi.
Yoldaş doktor Corc Habeş, bu törende işçi ve yurttaşlardan oluşan kitleye bir
konuşma yaptı.
Filistin
Halk Kurtuluş Cephesi Merkezî Enformasyon Dairesi, bu konuşmanın tam metnini
yurttaşlara sunar.
Merkezî Enformasyon Dairesi
10
Mayıs 1970
* * *
İşçi
yoldaşlar, yurttaş kardeşler,
Bu
töreni işçi bayramını kutlamak için düzenliyoruz. Bazıları bize “sizinle
işçilerin ne ilgisi var, gerilla faaliyetiyle işçilerin ne ilgisi var, Filistin
Halk Kurtuluş Cephesi ile işçilerin ne ilgisi var?” diyebilir, aslında diyorlar
da. Halk Cephesi’nin bu bayramı, işçi bayramını kutlaması, kurtuluş
mücadelesine dair siyasî hattı ve görüşü ile uyumludur. İşçi bayramını
kutluyoruz çünkü inanıyoruz ki işçi sınıfı kurtuluş devriminin önderidir ve
sadece onun teorisi, tavrı ve fikirlerine dayanarak zafere ve kurtuluşa ulaşmak
mümkündür. Biz işçi bayramını bu sebeple kutluyoruz.
Yurttaş
kardeşlerim! Bunlar, bizim işçi sınıfı hakkında söylediğimiz, yazdığımız,
üzerine konuştuğumuz ve öncelikle işçi sınıfının devrimin maddesi olduğunu,
ikinci olarak ise devrimin önderi olduğunu ve işçilerin teorisi, tavrı ve
fikirlerine dayanmaksızın kurtuluşun elde edilemeyeceğini özetleyen ifadeler,
bizim açımızdan soyut ifadeler midir? Soyut kelimeler midir? Sadece kendimizi
eğlendirmek ve kitlelerin hislerini gıdıklamak için kitaplardan aldığımız soyut
birtakım özetler midir?
Burada
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi adına, savaşçıları adına, siyasî örgütü adına ve
merkez komitesi adına ilan ediyorum ki, söylediğim bu ifadeler bizim açımızdan
retorik ifadeler değildir, kati suretle inandığımız bilimsel ve devrimci
ifadelerdir, ilk olarak dünyadaki büyük devrimlerin deneyimleriyle, ikinci
olarak Filistin’deki deneyimlerimizle ve üçüncü olarak da bugünkü durumla
desteklenmektedir.
İşçi
sınıfı neden devrimin maddesidir?
İşçi
sınıfı neden devrimin öncüsüdür?
Neden
“Devrim, sadece işçi sınıfının teorisine dayanarak başarıya ulaşabilir”
diyoruz?
Devrim
nedir?
Devrimin
yüzlerce tanımı vardır, fakat bunların hiçbiri onun esas özünü değiştirmez.
Tarihteki her devrim, sömürülenlerin, sömürenlere karşı, mazlumların zalimlere
karşı, yoksulların ve bahtsızların yoksulluklarına ve perişanlıklarına ve
ızdıraplarına neden olanlara karşı bir devrimidir.
Tarihteki
her devrim, ulusal veya sınıfsal baskıya karşı bir devrimdir. Eğer devrim
buysa, o halde Filistin kurtuluş devrimine dair yaklaşımımız nedir? Kim, kime
karşı baş kaldırıyor? Halkımızı sömürenler kimlerdir ve sömürülenler kimlerdir?
Tablo önümüzde açıktır kardeşler: on dokuzuncu yüzyılın sonlarında kapitalist
hareketin dünya çapında büyümesine yaslanan, dünya kapitalizmi ile ittifak
kuran ve Yahudi kitlelere yönelen zulümden yararlanan Yahudi kapitalistler
grubu, sermayesini geliştirebileceği ve sömürüsünü yoksul sınıflar ve halk
üzerinde sürdürebileceği bir proje planladı. Ayrıca dünya kapitalizmiyle
ittifak kurarak Filistin’de bir Siyonist Yahudi devleti kurmayı planladı ve
1948’de vatanımızda emperyalizmin gücüne dayanarak düşmanımız olan İsrail
devletini kurana kadar faaliyetlerini sürdürdü.
İsrail,
Siyonizm ve emperyalizmin çıkarlarını ve nüfuzunu koruması için, halk
kitlelerimizin kısıtlı kalması, isyan edememesi ve sömürüye karşı mücadele
edememesi için, aramızda, halkımıza masadan kırıntı veren bir sınıf bulunuyor.
Bu sınıf, halkımızın ve hareketimizin elinin kolunun bağlanmasından sorumlu
olan gerici kapitalistler sınıfıdır.
Filistin’in
kurtuluş savaşında tablo açıktır: İsrail, Siyonizm, emperyalizm ve Arap
gericiliği. Halkımızı ve halkımızın evlatlarını sömüren o İsrailli, Siyonist,
emperyalist, gerici, dörtlü ittifak işte güçlerden oluşmaktadır.
Yurttaş
kardeşlerim:
Peki
bu sömürücü ittifakın karşısında ne var?
Anavatanlarından
koparılan, sürülen Filistin halk kitlelerimiz de var, aynı tehlikeyle tehdit
edilen sömürülen Arap halk kitleleri de. Ancak bu genel görünüm içerisinde, bu
sömürüden en çok zarar gören sınıfın işçi sınıfı olduğunu da ekleyelim. Bundan
dolayı [işçi sınıfı] devrimin ateşidir, devrimin meşalesidir.
Bu
sebeple, işçi sınıfının devrimin maddesi olduğunu söylüyoruz. Neden işçi
sınıfı? Cevap şu: Sömürücü topluluktan en sert biçimde zarar gören kesim işçi
sınıfıdır. Çünkü işçi sınıfı, hiçbir şeye sahip olmayan, üretim araçlarından
herhangi birine sahip olmayan, sermayeye sahip olmayan, toprağa sahip olmayan,
makineye sahip olmayan ve hiçbir şeyin katiyen sahibi olmayan sınıftır. Sahip
olduğu, sadece kolları, teri ve bedenidir. İnsanlık dışı sömürü koşullarında
yaşamanın tek yolu, emek gücünü en düşük fiyata satmaktır. Her gün sömürünün
baskısı altında yaşayan bu sınıf devrimin maddesidir, devrimin ateşidir,
devrime önderlik edebilecek tek sınıftır.
Devrimin
Maddesi ve Önderliği
Tel
Aviv’deki kafe ve otel çalışanlarının ve ayakkabı boyacılarının %85’inden
fazlasını oluşturan ve her gün onlarca defa “Arabim hemur” (Arap eşeği)
tabirine maruz kalan evlatlarımız, İsrail içinde yaşayan işçi sınıfının
evlatları, kuşkusuz bunlar devrimin maddesi ve önderliğidir.
Çiftliği
olmayan, sermayesi olmayan, kolları dışında hiçbir şeyi olmayan, günlük
ekmeklerini temin etmek için çalışma fırsatı bekleyen Gazze’deki evlatlarımız,
bunlar devrimin maddesidir ve önderliğidir.
Doğu
Şeria’da[3] […][4], kamplarda vatansız, serveti olmadan, sermayesi olmadan,
üretim araçları olmadan, alın teri ile günlük geçimini sağlayan evlatlarımız,
bunlar devrimin maddesidir, devrimin önderliğidir.
Eğer
devrim, mazlumların zalimlere karşı devrimiyse, sömürülenlerin sömürenlere
karşı devrimiyse, eğer devrim, bu gerçeği, fakirlik ve sefalet gerçekliğini
değiştirecekse, o zaman işçi sınıfı devrimin maddesidir, çünkü bu durumdan, bu
sefaletten en çok zarar gören sınıftır. Ancak işçi sınıfının devrimin maddesi
olduğunu söylememiz kâfi değildir. İşin gerçeği, işçi sınıfı Arap Filistin
vatanında elli yıldır daima devrimin maddesi olmuştur. Bu sınıfın evlatları
1936 devriminde ölenlerdir. Bu sınıfın evlatları, Filistin topraklarını her
zaman kanlarıyla sulamış olanlardır. O halde, “İşçiler devrimin maddesidir”
demek yetmez, onların devrimin maddesi ve önderi olduğunu söylememiz gerekir.
36
devriminde[5] işçi evlatları devrimin maddesiydi. Ancak devrimin liderliği,
devrim için ve hatta devrimcilerin kanı için pazarlık yapmak üzere Britanya
sömürgeciliğinden fırsat ve işaret bekleyen feodal kapitalist ailelerden
geliyordu. Devrimle ilgili tüm endişeleri, sömürgeciliğe bağlı bir kukla
hükümet yaratmak için hükümet koltuklarına erişmekti, bu yüzden devrim başarılı
olmadı.
Devrimin
maddesi işçi sınıfıydı, fakat önderlik, gerici sınıftan, kapitalist ve feodal
sınıflardan yanaydı. Devrime önderlik eden aileleri biliyoruz, dolayısıyla,
devrim başarısızlıkla sonuçlandı. 36’dan sonra devrimin önderliğine ulusal
burjuvazi ve sonra da küçük burjuvazi geldi, devrim başarılı olmadı. İşte bu
nedenle, şu andan itibaren işçi sınıfının devrimin önderi olmasını
sağlamalıyız. Fakat biliyoruz ki, devrimde işçi sınıfının önderliği keyfi
olarak sağlanamaz.
Bu
sözler lafta kalacak, lakin işçi sınıfı lafta değil fiilen, somut bir biçimde
devrimin reisi ve önderi olana dek yıllar süren çaba, örgütlenme, seferberlik
ve fedakârlıklar sonrasında bunu gerçeğe dönüştüreceğiz.
Saftaki
Birlik ve Önderliğin Kıymeti
İşçi
yoldaşlarım:
İyi
bilmelisiniz ki, bu önderliğin onsuz ulaşılamayacak bir kıymeti vardır.
Önderlik etmek isteyenlerin önder vasfında olması gereklidir. İşçi sınıfı,
maddi yaşamına ilişkin durumundan, fakirlik, sefalet ve sömürülme durumundan
dolayı devrimin maddesidir ve devrime önderlik etmeye adaydır. Ancak üç koşul
karşılanmadıkça bunun gerçekleşmesi olanaklı değildir:
İlk
olarak: İşçi sınıfının kendi gerçekliğinin ve tarihteki rolünün bilincinde
olması. İşçi sınıfının kim olduğunu ve nasıl bir rol oynayabileceğini bilmesi
gerekir. İşçi sınıfının liderleri, bu sınıfın sınıf algısını geliştirmek için,
her gün karşı karşıya kaldığı zulüm uygulamalarının daima farkında olana,
kendisini yolundan saptırmaya ve sömürünün üzerini örtmeye çalışan tüm
eğilimlerle mücadele edene dek çalışmalıdır. Bu bilinçlendirmeye dayanarak
örgütlenilmesi gerekir.
İçinizden
bir işçinin yapabileceği nedir? İçinizden on işçinin yapabileceği?
Sendikalarınızdan biri ne yapabilir? Ne var ki işçi sınıfının tamamı,
kenetlenmesiyle, kendisi için seferberliğiyle, örgütlenmesiyle ve Arap ve
uluslararası işçi sınıfıyla ittifakına yaslanarak o an devrime önderlik etme
yeteneğine sahip olur. Bu, zahmetli bir yoldur ve işçi sınıfı bedel ödemedikçe
önderliğe ulaşılamaz ve bu bedel çaba, yorgunluk, seferberlik, mücadele ve
fedakârlıktır.
İşçi
sınıfı, geri kalmış bu ülkedeki güçsüzlüğü ve sayıca az olması ve büyük işçi
yığınları halinde mevcut olmaması nedeniyle, önderliğe giden zorlu yolunu kan
ve fedakârlık ile kat etmek için bunu bilinç, örgütlenme ve hakiki bir mücadele
ile telafi etmesi gerektiğini idrak etmelidir.
Bundan,
işçi sınıfının devrimin maddesi ve önderi olduğunu söylememizden sonra,
devrimin işçi sınıfının teorisi, işçi sınıfını seferber etme biçimi, tutumu ve
fikirleri olmaksızın zafere ulaşamayacağını da söylememiz gerekir. Burada
bazıları şöyle diyebilir: İşçi sınıfının kendisine ait bir teorisi var mı?
Kendisine has fikirleri var mı? Kendisine has bir davası var mı? Cevap: Evet,
hiç kuşkusuz işçi sınıfının olaylara, mücadeleye, mevzilere ve seferberlik
yöntemine dair kendine has bir bakış açısı vardır, çünkü her gün zulüm,
fakirlik ve sefalet içinde yaşar. Bu halde yaşadığı için, örgütlenme konusunda
kendine özgü bir bakış açısına sahiptir ve işçi sınıfının teorisi ve tutumuna
dayanmadıkça devrimin zafere ulaşması olanaklı değildir. İşçi sınıfı, kurtuluş
mücadelesi için daha açık ve daha ilmî bir vizyon sunar. İşçi sınıfı, kurtuluş
mücadelesi için seferber olma yeteneği daha yüksek olan bir strateji sunuyor.
İşçi sınıfı, kurtuluş mücadelesi için özel bir savaş yöntemi sunuyor. İşçi
sınıfı, kurtuluş mücadelesi için özel bir örgütlenme sunuyor. Bunlar işçi
sınıfının kavramlarıdır. Bununla neyi kastediyoruz? Kurtuluş mücadelesine dair
işçi sınıfının teorisi nedir?
İşçi
sınıfı, kuşkusuz ki burada düşmanlarının kim olduğunu belirleyerek kurtuluş
mücadelesinin aynı zamanda ulusal bir mücadele ve bir sınıf mücadelesi olduğunu
söylüyor. Bundan dolayı, işçi sınıfı, düşmanlarını belirledikten sonra, artık
bu savaşta yüz yüze geldiğimiz düşmanımızın yalnızca İsrail veya İsrail ve
Siyonizm veya İsrail ve emperyalizm olduğunu söylemekle yetinmeyiz. [İşçi
sınıfı] açıklığı ve bilimselliğiyle daha da ileri gidiyor ve diyor ki, burada,
yurdumuzda, İsrail, Siyonizm ve emperyalizme ek olarak, sömürgecilikle ve
Siyonizmle bağlantılı düşman kuvvetler de mevcuttur, bunlar düşmanımızdır. Bu
gerçeği bilmeliyiz, zira eğer bilmezsek, mücadelemizin başarılı olması olanaklı
değildir. İşçi sınıfı ve halk bu gerçeği öğrendiğinde, o zaman 36 ve 48’de
olduğu gibi devrimin sırtından bıçaklanması ve durdurulması olanaklı
olmayacaktır.
Mücadelenin
ulusal bir mücadele olduğunu, şu anda İsrail’le karşı karşıya olduğumuzu ve
İsrail’e karşı tüm güçlerimizi bir araya getirmemiz gerektiğini, bu yüzden
safımızı bir arada tutmamızın zarurî olduğunu söylüyorlar. Bu, bizce mükemmel
bir ifadedir. Peki nasıl aynı safta oluruz? Sömürenlerle sömürülenler aynı
safta olamaz. Şehitlerimizin, işgal altındaki topraklarımızda [yaşayan] işçi
sınıfının evlatlarının kanı ile yüz bin dinarlık gelinlik arasında birlik
olması olanaklı değildir.
Sömürü
varken, sömürenler ve sömürülenler varken, iç cephe nasıl güçlü olabilir?
Yurdumuzda
büyük bir sömürünün olmadığını, büyük sınıf farklılıklarının bulunmadığını
söylemek, tüm bu ifadeler boş, doğru olmayan ve bilim dışı ifadelerdir. Her gün
sömürünün, berbat bir sömürünün varlığını, sömürenlerle sömürülenler arasında
saf birliğinin olamayacağını haykıran onlarca örnek [vardır]. Saftaki birlik,
sömürüyü ortadan kaldıran ve sonrasında da ulusal düşmana karşı safta birlik
çağrısı yapan işçi sınıfının önderliğini gerektirir.
İşçiler,
72 bin dinarın 12 bin dinarını alınca dünya hop oturup hop kalktı:
Sömürü
yok. Nasıl sömürü olmaz? Ürdün Üniversitesi’nde bir keresinde yönetim kurulu
toplantılarından birinde bir münakaşa cereyan etti. Gündemin ilk maddesinde
yönetim kurulunun ve yönetim kurulu üyelerinin telhunî[6] ve tel[7]
vb olarak aldıkları tahsisleri vardı. Yönetim kurulunun bu tahsisleri konusu
tartışılırken, üniversitede yirmi yıl çalışmış, tam olarak hatırlamıyorum ama
12 veya 14 dinar alan basit bir görevli vardı. Bu görevli, yedi veya sekiz
çocuğa baktığını ve ücretinin on sekiz dinara yükseltilmesini talep ettiğini
söyleyen bir dilekçe sunmuş idi. Bunun olanaklı olmadığını, zira mezkûr
görevlinin talebine olumlu yanıt verilmesi durumunda tüm çalışanların aynı
talebi sunacağını söylediler. Sonra “sömürü yok” diyorlar! Onlarla bu sohbeti
hemen bitirmek istedim. “Sömürü yok” diyorlar değil mi? “Hepimiz biriz, sınıf
farkları yok” mu diyorlar? O zaman, mevzu çok basittir. Cebelü’l-Hüseyn’deki,
Cebelü’l-Lüveybde’deki ve Amman’daki saraylarını bıraksınlar, yoksul halk gidip
kısa bir süre bu saraylarda yaşasın. Kamplardaki ahali saraylara gittiğinde,
saraydaki ahali kamplara geldiğinde, o zaman saftaki birliği kabul etmeye
hazırız, ama bunların hepsi boş laftır. Hepsi gerçeği çarpıtmaya çabalıyor.
Gerçekler ise bize sömürünün var olduğunu, işçi sınıfının sömürülen sınıf
olduğunu, dolayısıyla, saftaki birliğin de işçi sınıfı mefhumuna sahip olması
gerektiğini söylüyor. Devrimin tüm sınıflarının aynı safta meydana getirdiği
birliğe işçi sınıfı önderlik ediyor ve bundan sonra saftaki birlikte ve
herkesin eşitliğinde ciddilerse, eğer samimiyseler, gelirlerinin faizini
gerilla faaliyetlerine, devrime ve tüm gerilla örgütlerine versinler. Bilhassa
bu kapitalist sınıfın gerilla faaliyetine ne kadar katkı sağladığını biliyoruz.
İşi çok açık kılmak gerek. Şimdi gerillaların üslerine gidelim ve her savaşçıyı
ayrı ayrı alıp ona şunu soralım: “Sen, ey yoldaş! Kimin evladısın? Senin ailen
kim? Orada ne bulursunuz? Orada kapitalist sınıfın evlatlarını mı bulacaksınız?”
Oradakilerin hepsi işçi ve köylülerin evlatlarıdır, dolayısıyla işçi sınıfının
kendine has teorisini ortaya koyma ve şunu söyleme hakkı vardır:
Filistin'in
kurtuluş mücadelesi ulusal bir mücadeledir ama aynı zamanda bir sınıf
mücadelesidir. Bunu söylerken, çıkarları sömürgecilikle bağlı, gerici bir
feodal kapitalist sınıfın var olduğunu kastediyoruz. Bu sınıf devrimci
güçlerden birisi olamaz, zira şüphesiz biliyorsunuz ki devrim emperyalizme
karşı, Amerika’ya karşıdır. Sonra, [bir kapitalistte] eğer bir Amerikan
otomobil şirketinin, bir Amerikan sigorta şirketinin ya da bir Amerikan
bankasının şubesi varsa, emperyalizm yenilgiye uğratıldıktan sonra bu kişinin
devrimin yanında durması akla yatkın mıdır? Bunu açık bir biçimde tanımlamak
istiyoruz: Bir sınıf var ve bu sınıf, toplumun küçük bir kısmını oluşturuyor ve
milyonlara sahip olan bu sınıfın alın teriyle ve yorularak değil, aksine,
Amerikan kapitalizminin simsarları oldukları, yabancı şirketlerin acentelerine
sahip oldukları, vatan hainliği yaptıkları ve boyun eğdikleri için ellerinde
milyonlar var. Bu sınıf karşı devrimcidir. Bizimki hem ulusal ve hem de aynı
zamanda sınıfsal bir mücadeledir, İsrail’in, Siyonizmin ve Amerikan
emperyalizminin temsilcisi olduğu ulusal baskıya karşıdır, ama aynı zamanda
çıkarları sömürgecilik ve emperyalizm ile bağlı olan feodal kapitalist büyük
burjuva sınıfına da karşıdır.
Sizlere
bu gerici kapitalist sınıfın yüzde 1’i geçmediğini, genişletilirse dahi yüzde
10’u geçmediğini söylemek isterim. Sonra, geriye halkımızın çıkarları
sömürgecilik ve emperyalizm ile bağlı olmayan, bu yüzden devrimin düşmanı
değil, devrimin güçlerinden biri olan %90’ı kalır. Ancak, eğer halkımızın
tamamının kurtuluştan yana olduğunu söylersek (ki bu doğrudur), o zaman şunu
söylemeliyiz ki, bu kitlesel tablonun tam ortasında, bu %90’ın seferberliğinin
işçi sınıfının önderliğinde gerçekleşmesi gerekiyor. Ve her onurlu insan, her
onurlu aydın, avukat, doktor veya mühendis (burada onurlu ulusal küçük
burjuvaziyi kastediyorum) işçi sınıfının önderliğinden gurur duymalıdır. Burada
ulusal seferberlik doğrudur, burada aslında kitlelerimizin yüzde doksanını
harekete geçirerek, işçi sınıfının önderliğinde, işçi sınıfı teorisi ve işçi
sınıfı kavramlarına dayanarak ulusal baskılar karşısında saf birliğini
oluşturmuş olduk.
Bu,
her gün gözlememiz gereken birçok örnekten biridir. Bütün bu örnekler işçi
sınıfı tutumu ile onun önderlik etmediği ve ortaya atmadığı ulusal tutum
arasındaki farklılığa işaret ediyor. İşçi sınıfı her konuda radikaldir. Tam ve
net olarak meseleleri ortaya koymak istediği gibi, devrimci seferberliğin
tamamlanmasını da ister. Yani işçi sınıfı kavramları ve bunların dışında
kavramlar vardır hep.
Örneğin,
düşmanın kim olduğu mevzuuna bakalım. Bu kavramla ilgili olarak işçi sınıfı,
sadece düşmanın İsrail, Siyonizm ve emperyalizm olduğunu söylemekle kalmaz,
aksine, düşmanın bir parçası olarak Arap gericiliğini de ekler. İşçi sınıfı
mücadele yöntemi konusunda çok nettir ve siyasi mücadelenin yöntemine, yani
protestolara, coşkuya, gösterilere ve benzeri siyasî mücadele biçimlerine ve
bunlar aracılığıyla kurtuluşu elde edebileceğine güvenmez. Her gün zulüm
yaşayan bu sınıf, Arap ordularının Filistin’i kurtarmasını bekleyemez. Neden
bekleyemez? Çünkü her gün adaletsizlikle yaşıyor ve bu adaletsizlikten bir
defada kurtulmak istiyor. İşçi sınıfı, halk kurtuluş savaşı yöntemini ortaya
atarken ne diyor? Bu sınıf diyor ki, “biz mazlumlarız, biz silahlanmak,
savaşmak istiyoruz, düşman bizden daha güçlü ve bizim bir yıl, iki yıl, hatta
on yıl feda etmemize bir engel yok.” Ben de diyorum ki, “hiç kuşkusuz işçi
sınıfı zafer elde edene kadar bin yıl savaşmaya hazırız.” Bunu sadece bu sınıf
işçi sınıfı olduğu için söylemiyoruz. Mesele, sözlerle ilgili değil. İşçi
sınıfı mazlum olduğu için bunları ortaya koymak istiyor, bu zulümden kurtulmak
istiyor. Bu mücadelesinde kaybedeceği bir şeyi yok, bu yüzden de savaşmaya
gerçekten hazırdır.
İşçiler
ve Örgütlenme Meselesi
Halk
Cephesi’nin öne attığı kavramlar, havada asılı sofistike şifahî kavramlar
değiller: Bu kavramlar, radikal işçi sınıfının, meseleyi açık bir biçimde
ortaya koymak isteyen, hattının niteliğini, seferberlik ve ayrıca örgütlenme
yöntemini belirlemek isteyen tamamen net kavramlarıdır. İşçi sınıfı, örgütlenme
yönteminde de kavramlara sahiptir. Sömürülen, köleleştirilen, mazlum bir
sınıftır. Bu yüzden, kendi örgütünde bu sömürüye karşı gelmek ister. Bu yüzden
işçi örgütünde üst düzey liderler, bürokratik liderler yoktur. İşçiler,
baskıya, zulme ve köleliğe karşı isyan ederler. Bu yüzden, örgütlenmeleri de
demirdendir, demokratik yoldaşlık münasebetlerine dayalıdır.
İşçi
sınıfının her şey için kendi kavramları vardır: Tefekkürde, mücadelenin
analizinde, düşmanı tanımlamada, seferberlik yöntemini belirlemede, halk
kurtuluş savaşı sloganını tanımlamada, örgütünün doğasında ve siyasî
tutumlarında.
Bu
konu, 10 Şubat 1970 tarihinde tamamen netleşti. O gün işçi sınıfı ve tüm yoksul
kitleler ne diyordu? Hepsi nasıl hissetti? Diğerlerinden daha yurtsever
oldukları için değil, istisnaî koşullarda yaşadıkları için.
10
Şubat 1970 günü her biri kendisine “Ülkemden kovuldum ve yirmi yıl kamplarda,
yoksulluk ve hastalık koşullarına, yetersiz sıhhî hizmetlere ve işsizliğe
katlanarak yaşadım” diyordur. Muhtemelen, “İlk çocuğumu ilâç bulamadığım için
kaybettim ve ilk defa önümde gerilla faaliyeti denen bir şey var ve içimdeki bu
umudu öldürmek mi istiyorsunuz?” diyordur. Onlarca yıl zulüm altında yaşayan bu
yoksul kitleler, 1936’da bıçaklandılar, 1948’de bıçaklandılar ve yirmi yıl
boyunca utanç ve yoksulluk içinde, kamplarda bir hayat yaşadılar. Gerilla
faaliyetinde kurtuluş için bir umut ışığı gören bu kitleler, 10 Şubat günü
Amman’ın her sokağında devrimi savunmak ve korumak için ölümüne savaşmaya
kararlıydı. Bu, işçi sınıfının tutumudur.
Biz
buraya alkışlamaya değil, meselelerimizi tam bir açıklıkla anlamaya ve ortaya
koymaya geldik. Bize yalnızca işçi sınıfının önderlik edebileceğini söylemek
istiyorum. Bu nedenle çıkarları sömürgecilikle değil halkının çıkarlarıyla bir
olan çiftçinin, öğrencinin, avukatın ve esnafın işçi sınıfının liderliğini
desteklemesi ve yanında yer alması gerektiğini söylemek istiyorum. Bu destek,
içinde bulunduğu koşullar ve günlük yaşamıyla zaferi elde edebilecek tek
sınıfın işçi sınıfı olmasının bir sonucudur. İşçi sınıfının tavrını ABD dışişleri
bakan yardımcısı Joseph Sisco’nun ziyaretine karşı yapılan gösterilerde
izleyebiliyoruz. Ortalama milliyetçi tutum ile yurttaşların kendisine işaret
etmesini ve onu önderi olarak görmesini sağlamış bulunan işçi sınıfının tutumu
arasındaki fark netti. Arzuladığımız bu tutum, işçi sınıfının tutumu ve işçi
sınıfının teorisidir. O halde işçiler, devrimin maddesi ve önderleridir.
İşçilerin tutumları, kendisine yaslanarak devrimin zafere ulaşabileceği tek
teoridir.
Size
son bir noktayı vurgulamak istiyorum. İşçi sınıfı, sertliği ölçüsünde de,
konumundan dolayı ilmîdir, çünkü zafere açtır. Zafere yönelik bu gerçek istek,
onun mücadeleyi açık ve bilimsel bir şekilde görmesini zorunlu kılar. Bu
yüzden, Filistinli ve Arap kitlelere işçi sınıfının önderliği, maceracı ve
bilim dışı bir önderlik olamaz. İşçi sınıfı, savaşta kendi önderliği için
mücadele eder ve önderlik pozisyonunu aldığında, tüm ulusal sınıfları kurtuluş
devrimi için seferber etme konusunda çok istekli olacaktır. Dolayısıyla bu
önderlik, köylülerin, işçi sınıfının kendisinin ve ulusal küçük burjuvazinin
önderliği haline gelir. Bu sebeple, devrimin tüm güçlerini tam olarak seferber
ederek gerçek düşmanına karşı zafer kazanmaya gerçekten heveslidir.
Dolayısıyla,
işçi sınıfı devrimciliğinde sert olduğu gibi ilmîdir de, zira sömürüyü bitirmek
ve zafer kazanmak istemektedir.
Kitlelerin
Önündeki Üç Mesele
Kardeşlerim,
kurtuluş mücadelesinin ana hatlarının net olması gerektiği ölçüde, zaman zaman
devrimin meseleleri ve her dönemde karşılaştığı sorunlar da zihinlerimizde net
olmalıdır. Bu dönemde işçi sınıfının ve zafere ulaşmak isteyen halk
kitlelerimizin üç temel meseleyi idrak etmesi gerekmektedir:
1.
gericiliğe karşı gerilla savaşının sürdürülmesi meselesi.
2.
Birleşik komuta meselesi
3.
İşgal altındaki bölgedeki çatışmalar ve bunların yoğunlaştırılması
Devrimin
zaferi için bu üç konuyu kitleler idrak etmeli ve günlük olarak izlemelidir.
Halk
Cephesi’nin açığa kavuşturmak istediği ilk meseleyle ilgili olarak, 10
Şubat’tan sonra gerçekleşen bu ateşkes gerici yönetimin[8] kendisi tarafından
mayınlanan bir ateşkestir, bu otorite suskunluk halindedir, ancak devrimi hedef
almak ve tasfiye etmek üzere planlar yapmaktadır. Sadece kitleler ve onların bu
komplolara dair bilinci aracılığıyla bu komploları engelleyebileceğimizi ve 10
Şubat’tan bu yana yönetimin şeklen geri çekildiğini ve yumuşak sözler
söyleyerek gerilla faaliyeti ile ordu arasında birliği öne çıkardığını
söylüyoruz. Fakat gerçek böyle değil ve bizi artık kandıramazlar. Aklımızı
kullanmak ve somut olarak, gördüğümüz şekliyle hüküm vermek istiyoruz:
Gerçekleri incelediğimizde, yönetimin 10 Şubat’tan bu yana gerilla hareketi
için alçakça planlar yaptığını görüyoruz. Halk Cephesi ve bir başka gerilla
örgütü daha bunu gördü, gerici yönetim tarafından batılılar için, gerilla
hareketine saldırı amacıyla hazırlanan planı ortaya çıkardı. Burada ayrıntıları
konuşmaya vakit yok.
[Ürdün]
idaresi, ordunun, güvenlik güçlerinin, muhaberatın ve askerî istihbaratın
dışında özel bir aygıt oluşturdu. Buna çok yüksek bir özel bütçe ayırdı ve bu
aygıtı bölümlere ve şubelere böldü. Bunların hepsi gerilla faaliyetine gerçek
bir kötülük ve düşmanlığa işaret eden planlar. Biz, bu sözleri yönetime hakaret
olsun diye söylemiyoruz, aksine, bu aygıttan kimin sorumlu olduğunu, bu aygıtın
hangi emre bağlı olduğunu, temel unsurlarını, her bir bölümünü, her birimini,
çalışmalarını biliyoruz. Bu aygıtın başındaki kişi, Prens Ali bin Nayef’le
bağlantılı olan reis Abdülkerim Ömer’dir ve önümde baş yardımcılarının
isimlerinin yer aldığı bir liste bulunmaktadır. Bu insanlar, büyük bir plan
üzerinde çalışıyorlardı ve bunların bazıları şu an gerilla şubesinde, bazıları
medya faaliyetlerinde ve siyasî faaliyetlerde. Yani halkçı çizgide çalışan
devrimciler olmak istiyorlar(!) Bu şube bu konuda uzmanlaşmış durumda. Kuşkusuz,
bazılarınız “Devrimci Bilinçlendirme Komitesi” adına imzalanan bildirileri
görmüşsünüzdür. Bu bildirileri okursanız, bu insanların halk safları arasında
yaydığı zehri göreceksiniz.
Bu
şube, gerilla faaliyeti ilgili kuşkuları sürekli artırıyor ve ordunun gerilla
eylemine olan nefretini yükseltmek için Filistin ve Ürdün arasındaki nefreti
kışkırtıyordu. Gerilla üslerini, her bir üsteki gerilla sayılarını ve
buralardaki silahları izlemeye ayrılmış başka bir şube daha vardı. Örneğin bir
birimde emekli bir subay ve yirmi yardımcısı var ve bunların görevi
gerillaların herhangi bir hareketini rapor etmek ve tüm üsleri incelemek.
Suikastlar ve kaçakçılık için birer şube daha var. Bu plan, insanlara saldırmak
ve gerilla faaliyetlerine zarar vermek için gerilla adına insanları silah
altına almaya dayanıyor, ardından gerilla faaliyetiyle ilgili bir velvele
koparılıyor ve bunu da gerilla faaliyetine saldırmak için bir gerekçe olarak
kullanıyorlar. Dile getirdikleri itirafların sadece başlıklarını belirtmek
istiyorum; suikastlar ve ardından tutuklamalar, söylentilerin ve yalan
haberlerin yayılması, halkın yüreğine korku salınması, silahlı mücadele adı
altında insanların tutuklanması, ordunun izlenmesi ve gerilla örgütleri ve
vatandaşların hareketlerini ve bağlantılarını izlemek, direniş hareketini
izlemek ve gerilla hareketlerine mensup örgütlerin yerlerini, üslerini ve üye
sayılarını bilmek, yönetim taraftarlarına silah dağıtmak, terörü
derinleştirmek, iki yakanın[9] sakinleri arasında anlaşmazlık çıkması,
duvarlara slogan yazılması, “Devrimci Bilinç Komitesi” adına bültenler
çıkarılması, afiş basılması ve dağıtılması, üye veya işe alınan kişinin elde
ettiği tüm bilgileri günlük olarak raporlaması. Gerici yönetimin kendi
adamlarına vermek istediği en önemli noktalar bunlardı. Sizi temin ederim ki
bu, gericiliğin ve onun babaları olan CIA’in basit bir nüshasıdır. Bu ülkedeki
kurumların ve şirketlerin rolünü biliyoruz: Mesela bir İngiliz Bankası’nın
üstündeki ticari kurum nedir, ne yapar? Cebel Amman [mahallesindeki] Ortodoks
Kulübü’nün arkasında bulunan binayı ve ne işe yaradığını biliyoruz, Cebel Amman’daki
ve Amman’daki tüm saklanma yerlerini ve ne işe yaradıklarını biliyoruz.
Son
zamanlarda Halk Cephesi, İsrail ile doğrudan işbirliği yapan grupları
tutukladı. Bu işbirliğinin amacı, insanları Gazze ve Batı Şeria’dan Ürdün’e
kaçırmaktı, zira İsrail’in hedefi, en fazla sayıda yurttaşımızdan kurtulmak. Bu
görevi kolaylaştıran bir kişi var, bu şahıs emirlerden biri ve adı Hüseyin bin
Zaid veya Zeyd bin Hüseyin ve Batı Şeria'dan veya Gazze Şeridi’nden kaçan her
vatandaş için 9 dinar alıyor ve haftada yaklaşık 80-100 yurttaş bu şekilde
kaçıyor.
Gericilikle
Mücadele
İlk
konumuza dönüyoruz. Bizim, kitlelerin ve işçi sınıfının boynunda bir güven
meselesi var. Bu konu gericiliktir. Gericilik daima hareket halindedir, bu
konuda sözlere değil, eylemlere inanmak zorundayız. Biz Halk Cephesi olarak
eylemlerden başka bir şeye inanmıyoruz. Bu anlamda da yönetimin tüm eylemleri
hâlâ gerilla faaliyetine saldırıya işaret ediyor. Buna karşı kitlelerin,
gericiliği dar bir köşeye hapsedip, tekrar gerilla hareketine saldırı fikrine
dönmeyeceği hale gelene kadar bilinçlerine dayanarak uyanık olması, gerilla
hareketinin etrafını sarması, her şeyi göze alarak onu koruması, bir işaretle
sokağa inmesi gerektiğini söylüyoruz. “Şimdi iç çekişmelerin zamanı değil”
diyorlar, biz ise diyoruz ki “11 Nisan savaşını kim başlattı? Peki Ürdün’deki
10 Şubat savaşını? Nisan 69’da Lübnan’daki savaşı kim başlattı? Peki ya Lübnan’daki
Mart savaşını?” Kuşkusuz gericilik. Gerilla faaliyetine saldırı pozisyonu alan
ve saldırıyı planlayanlar gericilerdir ve biz Filistin Halk Kurtuluş Cephesi
olarak diyoruz ki, “Asıl arzumuz ve çabamız, işgal altındaki topraklarda
saldırı ve mücadele üzerinde yoğunlaşmalıdır.” Ancak aynı zamanda gericilerin
gerilla faaliyetlerini yok etmeye yönelik her girişimine şiddetle karşılık
vereceğiz.
Kitlelerin
sorumlu kılınması için önlerine getirilmesi gereken bir konu daha mevcut. Çünkü
devrimden kitleler sorumludur. Bu nedenle, kitlelere gerçeklerin anlatılması
gerekiyor ki devrimi korumadaki görev ve rollerini bilsinler. Bu konu, gerilla
örgütleri arasındaki ilişkilerdir. Konumuz bir ve diri bir liderliğe sahip
olmak, mevcut pratiği sürdürmek ve sürekli büyümeye teşvik etmektir. Kitleler
ve onların uyanıklığı, onların denetimi, etkileşimi, bu pratiğin haberlerinin
peşine düşmeleri olmaksızın, bu pratiğin kazanmasını güvence altına alamayız.
Bu başarıyı güvence altına almayı sağlayacak tek koşul, tüm örgütler ve
bunların liderlerinin, kitlelerin öncelikle birleşik bir önderliğin pratiğini,
ikinci olarak da bu sayede başarılı olmasını ve öncekinden daha gelişmiş yapıya
bürünmesini istediklerini bilince çıkarmasıdır. Üçüncüsü, Halk Cephesi olarak
Filistin sahasındaki tüm gerilla örgütlerinin bizim nazarımızda ulusal örgütler
olduğunu ilan ediyoruz. Düşmanın kim olduğu gibi konularda bu örgütlerden
ayrılıyoruz. Bir tanım sunuyoruz ve muhtemelen bunu her örgüt sunmamakta.
Örgütlenmenin biçiminde ve siyasî duruşlar anlamında da farklılıklar mevcut,
ama bütün bunlara rağmen bu örgütlerin hepsi ulusal örgütlerdir. Bunların
savaşçıları çoğunlukla bugün bayramını kutladığımız işçi sınıfının
mensuplarından oluşuyor. Bu yüzden, Halk Cephesi olarak, biz, “El-Fetih,
Es-Saike (Yıldırım Kuvvetleri), FDHKC, El-Ensar Güçleri, Mücadele Cephesi
ve diğer tüm örgütler aynı saftayız” diyoruz. Sömürgeciliğin, gericiliğin ve
İsrail’in bu safı parçalamasına izin vermeyeceğiz. Bu safta farklı bakış
açıları var, sürekli diyalog ve farklı projeler var. Biz Halk Cephesi olarak,
mücadeleye hizmet eden gerçek bir ulusal birliğin sağlam temellerle sağlanması
gerektiğine inanıyoruz ve bu temelleri attığımızda, mücadelenin ve siyasî
eylemin gerçek anlamda tırmanmasına yol açacak etkili, ilerici ve devrimci bir
ulusal birlik istiyoruz.
Bu
nedenle, mücadelenin stratejik siyasî temel hatlarını sürekli netleştiren,
ilerici bir siyasî programın olmasının gerekli olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca, bu
örgütlerin devrime katkıda bulunmaları için uygun iklimin doğması amacıyla,
birleşik önderlik içindeki ilişkilerin açık ve tüm örgütler arasında denk
olması gereklidir.
Bunu
savunmak kitlelerin görevlerindendir. Bazıları, birleşik önderliği FKÖ’nün
ayrılmaz bir parçası olarak anlamış olabilir, bu da bizim önceki deneyimlerden
hiç istifade etmediğimiz anlamına geliyor ve söz konusu olan eski biçimin
Filistin hareketine istediği genişlemeyi sağlamadığını biliyoruz. Bu nedenle,
birleşik önderlik, eski biçimlerden daha gelişmiş olan yeni bir biçimi, bir
siyasî programa ve bir iç nizama dayanarak, örgütler arası işbirliği iklimi ve
farklı faaliyet yönlerini temsil eden programlar bakımından oluşturmalıdır.
Dolayısıyla, Halk Cephesi’ne ait üsler de dâhil olmak üzere, üsler ve kitleler,
birleşik komuta çalışmasını geliştirmek ve bu pratiğin başarıya ulaşması için
sürekli baskı yapmalıdır.
Örgütsel
ve siyasî muhteva anlamında hakiki bir değişiklik yapılmaksızın, örneğin küçük
bir ulusal meclisin, bir merkez komitesinin veya birleşik bir liderliğin olması
gerektiğini söylemek, değersiz bir ifade olur.
Dolayısıyla,
bu pratiğin kitlelere ait olduğunu ve bu nedenle başarılı olmaları için onların
istekli olmaları gerektiğini kabul ediyoruz.
Konuşmamı
nihayetlendirmeden önce sizi temin ederim ki, tüm örgütlere bakış açımız,
bunların ulusal örgütler olduğu, aynı meseleyi yaşayan tek bir halkın evlatları
olduğu yönündedir. Kuşkusuz, tüm örgütlerin üslerinin temel unsuru işçi
sınıfının üyeleridir. Tüm örgütlerle işbirliğine dayalı ilişkileri sürekli
olarak kurmalıyız. Ütopik ya da hayalperest olmak istemiyoruz: Bu işbirliği
içerisinde devamlı olarak farklı bakış açıları ve bunları daha devrimci
fikirlere sürükleyen kitleler olacaktır, ta ki tüm siyasî örgütler ve kitle
örgütleri ve tüm teorik faaliyetler bunları benimseyene kadar. Bunların hedefi,
mücadeleyi desteklemek olmalıdır.
Gericiliğe
ve devrimin aracı sorununa karşı her türlü bilinçlendirme ve yanıt, mücadelenin
hizmetine adanmalıdır. Bu üç meselenin kitleler tarafından desteklenmesi ve
benimsenmesi gereklidir. Dolayısıyla kardeşlerim, İşçi Bayramı bizim açımızdan
görevlerimizi daha net görebilmemiz, yaşadığımız stratejik hususları gözden
geçirmemiz için bir fırsattır.
Yaşasın
devrimin maddesi ve önderi işçi sınıfı!
Yaşasın
Arap devriminin bir parçası olan Filistin devrimi!
Corç Habeş
1 Mayıs 1970
Arapçadan Çeviren: Kutlu Dâne
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Mahallenin ismi “Hüseyin Dağı” anlamına geliyor -ç.n.
[2]
“Geri dönüş”. Burada Siyonist işgal altındaki Filistin topraklarına dönüşe atıf
yapılıyor -ç.n.
[3]
Ürdün -ç.n.
[4]
Baskıda çıkmayan ifade -ç.n.
[5]
Burada bahsedilen, Birleşik Krallık mandası altındaki Filistin’de 1936-1939
yılları arasında gerçekleşmiş, vergi boykotu ve genel grevi de içeren, o
dönemde giderek artarak Filistin’deki sosyal dengeleri tepetaklak eden,
Siyonist göçleri ve Siyonistlerin Birleşik Krallık mandasınca kayrılmasını
hedef alan, Filistin’in aslında ilk intifadası olan ayaklanmadır -ç.n.
[6]
(التلهوني)
[7]
(التل)
[8]
Konuşmanın yapıldığı 1970 yılının Eylül ayında yaşanan olaylara kadar
Filistinli gerillaların mukim bulunduğu Ürdün kastediliyor -ç.n.
[9] Kastedilen yakalardan (ضفة) biri, batıdaki, bugün sıklıkla adını duyduğumuz Batı Şeria, yani Filistin ve Ürdün’ü ayıran nehrin batı yakasıdır. Diğeri ise Ürdün tarafı, yani doğu yakasıdır, Ancak bu ikinci ifade aynı sıklıkta kullanılmamaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder