Devletin
ve sermayenin Ortadoğu’yla jeostratejik ve jeo-ekonomik düzeyde kurduğu
ilişkilerde sola İslam’la dövüşme görevi veriliyor. Galiyev’in gözünü diktiği
Türkistan’la kurulan ilişkilerde de sola milliyetçilikle dövüşmek düşüyor. Sol,
disiplin, terbiye ve kontrol aparatı olarak rol oynuyor. Sol, o ilişkilerle
dövüşme gereği duymuyor. Sadece kendisine verilen görevi ifa etmekle
ilgileniyor.
Vaktiyle
“emperyalizmi öfkelendirmemek gerek. Türk’ün ve Müslüman’ın birliği konusunda
adım atmayalım” diyen şeflerinin emrine uyan sol, bu emrin sınıfsal ve politik
niteliğini sorgulamıyor. Türk ve Müslüman içi sınıf mücadelesini anlamadığı
gibi, bunlara yönelik saldırının sınıfsallığını da anlamaya çalışmıyor.
Sol,
Türk’ün ve Müslüman’ın ezilen-sömürülen yanını örgütleme gereği duymuyor. Bu yönde
bir kavgası olmadığı için MHP’nin millilikle; AKP’nin Müslümanlıkla bir
alakasının bulunmadığını görmüyor. Herkes, özneliğini bu körlüğe borçlu olduğu
için bu gerçeklerin tartışılmasına bile izin vermiyor. MHP’deki gayrimilliliği,
AKP’deki gayrimüslimliği faş edecek bir eyleme tanık olunamıyor. Müslüman’ın ve
Türk’ün iradesini egemenler gasp ediyor.
Türk’e
ve Müslüman’a ayrı ayrı veya bütün olarak düşman olan bireylerin kendinden
menkul birliğine “Sol” deniliyor. Bu birlik, ancak devletin ve sermayenin
gölgesinde yaşayabileceğini biliyor. Devlet, sermaye adına, Türk’e ve Müslüman’a
sınırlı roller veriyor, sonra da solun eline sopa verip bunları dövdürtüyor. Sermaye,
devlet adına, Türk ve Müslüman’ın önünü açıyor, sonra da bir dengeleme ve
kontrol işlemi dâhilinde solu onların üzerine salıyor. Komünist hareketin, Türk
ve Müslüman’ın ezilen-sömürülen yanını örgütlemesi, ona örgütlenmesi gerekiyor.
Sola
verilen görevler, biraz da ezilenin-sömürülenin millet ve dinle ilişkilerini
kesmesini sağlamak için veriliyor. Burada asıl düşmanlık edilen husus, bu iki
tarihsel güçle kurulan ilişkiler. Devlet, bu ilişkilerin törpülenmesini
istiyor. Komünist hattın millet ve din içerisinde açılmasına tahammül edemiyor.
MHP,
fukara halka “Barzani’ye küfrettiriyor, ama kendi yönetimindeki isimler,
şirketleri üzerinden Barzani ailesiyle iş tutuyor. O millilikle kurulan
ilişkilerin kesilmesi, o şirketlerin de istediği bir şey. Zira o şirketler, o
milliliğin o şirketleri basacağını iyi biliyor. (Yıllar önce MHP, bir sahil
kasabasına yanaşan Amerikan gemisini protesto eden ülkücü gençleri aynı gün
içerisinde partiden atmıştı.)
Türk
ve Müslüman, sınır ve sınıf dışı olgular olarak görülüyor. Solun Türk’ü ve
Müslüman’ı sınır ve sınıf dışı olgular olarak görmesinin sebebi, solun kendisini
sınır ve sınıf dışı bir olgu olarak inşa etmek istemesi. Kendi sınır ve sınıf
dışılığının karşı görüntüsü olarak inşa edilen Türk ve Müslüman’ın gerçekle bir
ilişkisi yok. Dolayısıyla, sol, gerçek dışı siyaset yürütme, siyaseti gerçek
dışına kaçırma iradesi olarak vücut bulmak zorunda.
Sol,
buradan, her türlü aidiyeti yok etmek istiyor. Onun Türk düşmanı ve Müslüman
düşmanı olmasını isteyenler, devlet ve sermaye. Bu düşmanlık, Türklüğe ve
Müslümanlığa sızamıyor, nüfuz edemiyor, çatlaklara yerleşilmesine imkân
vermiyor.
Yekpare,
havada asılı, su sızdırmaz, kendinden menkul düşman olgular olarak Türklüğün ve
Müslümanlığın karşısında aynı ölçüde yekpare, havada asılı, su sızdırmaz, kendinden
menkul bir solculuk inşa ediliyor. Bu solculuğun somut hayatın ve somut
gerçekliğin içinde ezilen ve sömürülen Türk’e ve Müslüman’a bir hayrı olamaz.
1920’de
Türkler arasındaki birliğe ve Müslümanlararası birliğe karşı inşa ettikleri
devlet, 1980’de yeni bir hamle yapıyor ve kontrgerilla masasında “Türk-İslam
sentezi”ni inşa ediyor. Bu devletin ve masanın memuru Namık Kemal Zeybek, onca yıl
Türk İslamı’ndan söz ettikten sonra, bugün Fatiha suresini Atatürkçülüğe göre tefsir
ediyor, “dosdoğru yol, vasat yol, Atatürk’ün yoludur” diyor. Onu yeni din
olarak benimsetmeye çalışıyor. Sola da sağa da savaş açtığını söylüyor.
Türk-İslam sentezinden çalan bu tür zevat, bugün Türk ve Müslüman’ın kavgasını
yok etmek için uğraşıyor. İttihat ve terakki, sermayenin ve emperyalizmin ilerleyişi
ölçüsünde tanımlanıyor. Zeybek gibiler, Mehmet Akif’in sözünü ettiği “komünizm
tehlikesi”ne karşı mücadele ettikten sonra şimdi de “İslam tehlikesi”ne karşı
mücadele ediyorlar. Bunların ajanlığı ifşa edilmeyi bekliyor.
Bu
koşullarda sosyalistlere, Müslüman’ın kavgasına küfreden Türkçülere alkış
tutmak düşüyor. Oradaki ırkçılığa onay ve destek veriliyor. İslam düşmanı Türkçünün
gevezelikleri baş tacı ediliyor. Bireye işaret eden bir imge olarak tarif
edilen Türk’e ezilenin tarihine ve toplumuna, kavgasına ve davasına ait olmaya
düşman olmak öğretiliyor.
“İslamî”
olan politik yapılardaki gayrimüslimlik; “Türkçü” olduğu iddiasındaki politik
yapılardaki gayri Türklük, ancak dövüşerek, kavganın toprağında görülebilecek
olgular. Bu kavganın sosyalizm mücadelesinin tüm teorik ve pratik birikimine
ihtiyacı olduğu açık.
Sosyalizm
mücadelesi, gerçekten, tarihten, toplumdan arınmış, tecrit olmuş özel
bireylerle yürütülebilecek bir şey değil. Bu mücadele, Birey’in farklı bir şekli
olarak Türk’e ve Müslüman’a vurarak, Türk’ün ve Müslüman’ın kolektif kavgasına,
davasına ve mücadelesine ait olarak ilerlemek zorunda.
Bu
mücadeleden, kolektiften ve davadan kaçışın adı olarak sol, kendisini inşa
etmek için bir düşmana atıfta bulunuyor. “Türk-İslam sentezi” denilen olgunun
sınıfsal, nesnel, politik değerlendirmesini yapamıyor. Kendisini bir adım geriye
çekerek, gerçeğe bakamıyor. Türk-İslam sentezinin egemenlerin yoksul, ezilen,
sömürülen Türk’e ve Müslüman’a yönelik saldırının bir alt başlığı olduğunu
göremiyor. Darbenin kurumsallaştırdığı bu saldırıya karşı kitleler içerisinde
bir hat açma gereği duymuyor. Sol, darbeye teslim olduğu gibi darbenin ideolojik
argümanlarına da teslim oluyor.
Kitlelerin
dine ve millete duydukları ihtiyaç, solda çözülüp dağılıyor. Mesele, özel
bireylerin serzenişine ve mızmızlanmasına indirgeniyor. Özel bireyler, kurtuluşu,
devrimi ve davayı kolektif niteliğinden arındırmaya çalışıyorlar.
Arapların
hafızasında kayıtlı bir meselde şu söyleniyor: Aç bir kurt bir köye geliyor.
Köyün çocuklarından birini yemek istiyor. Köydeki her hane, kendisini diğer
hanelerden daha akıllı gördüğünden, kurdu savuşturmak için dışarı çıkma riskinden
kaçınıyor, bunun yerine, kurdun başkasının çocuğunu seçeceğini umuyor. Yapılacak
en akıllıca şeyin bu olduğunu düşünerek hiçbir şey yapmıyor.
Vicdanın
kolektifliği, kuru aklın bireyselliği altında eziliyor. Kurtuluşun, devrimin ve
davanın kolektif niteliği, batının kuru aklıyla yok ediliyor. İnsanların
kolektife, kolektif kavgaya ait olmalarını kabullenemeyen özel bireyler, o kolektife
ve aidiyete savaş açıyorlar. Soldaki Türk düşmanlığı ve Müslüman düşmanlığı, bu
liberalizmle ilgili bir sonuç.
Sovyetler
varken Türk ve Müslüman’la kısmi ve sınırlı ilişki kurabilen sosyalist hareket,
efendisinin eteğinin dibine oturduktan, özellikle Sovyetler dağıldıktan sonra,
o Türk’ü ve Müslüman’ı egemenlere teslim etti. Bununla birlikte, kendi
öznelliğini ve varlığını Türk düşmanlığı ve Müslüman düşmanlığı üzerinden
tanımladı. Kendisini buradan tanımlayan ve inşa eden öznenin Ortadoğu’daki ve
Türkistan’daki jeo-stratejik ve jeo-ekonomik gelişmeleri anlaması mümkün değil.
Mevcut
sol, benmerkezciliği ve kibriyle, tüm olgu ve olayları ancak kendi özneliğine
yarayıp yaramadığı ve o öznelliğe zarar verip vermediği ölçüsünde
değerlendirebilir. Komünist hareketin bu solcu bataklıktan kurtulması, Ortadoğu
ve Türkistan’da ezilenin-sömürülenin kuvvesini fiile taşıması şart.
Eren Balkır
30 Temmuz 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder