Pages

03 Temmuz 2024

Semitizm

Savaş sonrası ortaya çıkan en ilginç olgulardan birisi de Yahudi rönesansıdır. Siyonizmin destekçileri, bugün İsrail halkını yeniden diriltmekten söz ediyorlar. Büyük göçün insanları, bir kez daha tarihte büyük bir rol oynamakla görevli olduklarını düşünüyorlar.

Siyonist hareket, tüm faaliyetleri tekeline alabilmiş değil. Birçok Yahudi, Siyonist harekete şüpheyle bakıyor, onun İngilizlerin emperyalist politikalarının kontrolünde ve güdümünde olduğunu düşünüyor.

Yahudi rönesansı ise çok daha kapsamlı bir olgu. Siyonizm, bu rönesans hareketinin sadece bir veçhesi, onun içindeki akımlardan biri.

Siyonizm denilen olgu, savaşın ürünü. Müttefik Kuvvetler’in gündeme getirdiği barış programı, İsrail’le ilgili eskiden beri dile dökülen hak iddialarına değinmeden yol alamazdı. Doğu Avrupa’daki Yahudiler, kitleler hâlinde paryalaştırıldılar, büyük eziyetler gördüler. Burjuva medeniyeti, Avrupa’da Ortaçağ’ın kimi kalıntılarıyla birlikte, Yahudilerin hukuki düzlemde aşağı konumda olmasına yol açan düzenlemeleri ve alışkanlıkları bir biçimde muhafaza etti. Dolayısıyla, bugün İsrailli halkların haklarını vermek ve korumak için yeni bir uluslararası kanuna ihtiyaç var.

İngiltere, gayet zeki ve akıllı bir yaklaşım dâhilinde, eskiden kalma Yahudi meselesinin Müttefik Kuvvetler lehine olacak şekilde yağını çıkartıp ekmeğine sürebileceğini gördü. Kasım 1917’de Balfour Deklarasyonu, Yahudilere Filistin’de kendi milli yurtlarını inşa etme hakkını verdi.

Bu süreçte Wilson’ın ilkelerine yönelik propaganda faaliyetleri yoğunlaştı ve ilgili faaliyetler İsrail halkının konumunu güçlendirdi. Savaş öncesi dönemde Yahudilere liberal bir üslupla yaklaşmış bir millet olarak ABD’nin savaşta ve barışta oynadığı rol, İsrail konusunda dillendirilen hak iddialarına verilen desteğin epey artmasını sağladı. Barış anlaşması, İsrail’in Milletler Cemiyeti’nin himayesine girmesine neden oldu.

Barışla birlikte Doğu Avrupa’daki İsrailli halk topluluklarının özgürleşme süreci de başlamış oldu. Polonya ve Romanya’da devlet, Yahudilere vatandaşlık hakkı verdi. Siyonist hareket, İsrail’in sağa sola dağılmış, eziyet gören çocuklarına Filistin’de Yahudiler için bir vatan inşa edeceğini duyurdu. Oysa İsrail rönesansının ardında savaşın doğurduğu devrimci kalkışmanın desteği vardı.

Rus Devrimi, sadece Çarlık rejimini değil, Yahudileri politika ve hukuk düzleminde eşitsizliğe mahkûm eden tüm uygulamaların kalıntılarını da ortadan kaldırdı. Devrim, Sami ırkına mensup birçok kişiyi hükümete dâhil etti. Sosyal demokrasinin iktidara gelmesiyle birlikte Alman devrimi de benzer bir sonucun oluşmasını sağladı. Marx ve Lassalle döneminden beri Alman sosyalizminin yönetim kadrosunda birçok İsrailli yer aldı.

Bu sebeple, reformcu ve devrimci politika, şu veya bu şekilde Yahudilerdeki canlanmayla bağlantılı. Batı genelinde gerici politikaya güçlü bir antisemitik renk çalınmış olmasının sebebi bu. Milliyetçiler ve gericiler, Avrupa genelinde Versay Anlaşması’nı İsraillilerin çıkarlarını ve duygularını esas alıyor iddiasıyla reddettiler. Bu kişiler, Bolşevizmin Hristiyan medeniyetine ait kurumlara karşı Yahudilerin geliştirdikleri korkunç bir komplo olduğunu söylediler.

Antisemitizm, Avrupa, hatta ABD’de epey yaygınlaştı ve saldırgan bir dil edindi. Siyonizm de kendisine bağlanmış kimi insanların zihinlerini tıpkı antisemitizm gibi zehirledi, benzer bir ruh hâlinin oluşmasına yol açtı. Siyonizm, savaş öncesi görülen krizden evvel varolmayan Yahudi milliyetçiliğini Batılı ve Doğulu milliyetçiliklerin karşısına çıkartmaya çalıştı.

Bu krizi nesnel planda gözlemleyen herkes, Yahudilerin reformist ve devrimci politikada oynadıkları rolü gayet rahat izah edebiliyor. Ortaçağ’da Yahudi ırkı günahkâr bir ırk kabul ediliyordu. Aristokrasi, asillere has addettiği mesleklerin hiçbirisini icra etmelerine izin vermiyordu. Bu dışlama çabası sebebiyle dünya genelinde Yahudiler, tüccar ve zanaatkâr bir ırk hâline geldiler. Kamplarda tutulan Yahudilerin dağılımına mani olundu. Şehirlerde, ticaretle, tefecilikle ve sanayiye ait işlerle geçinmek zorunda bırakılan Yahudiler, kent hayatı ve kalkınma süreciyle iyi ilişkilere sahip oldular. Tam da bu sebeple, Burjuva devrimi Yahudilere ait özsudan beslendi.

Kapitalist ekonominin oluşumunda işinin ehli olan tüccarlar ve sanayiciler olarak Yahudiler, önemli bir rol oynadılar. “Asillere has meslekler”se giderek zayıfladı. Toprak mülkiyeti dönüştü. Aristokrasinin elindeki imtiyazlar yitip gitti. Böylelikle kapitalist düzende bankacı, tüccar ve sanayici hâkim konuma geldi.

Bu tür alanlarda ehil ve hazırlıklı olan Yahudiler, ekonominin cereyan ettiği ana sahanın tarımdan kente kaymasını sağlayan ilgili tarihsel sürecin tüm sonuçlarından bir biçimde istifade ettiler.

Modern ekonominin en karakteristik unsurlarından biri olarak finans kapitalin gelişimi, sonrasında İsrailli burjuvazinin gücünü artırdı. Günümüzde ekonomik hayat içerisinde Yahudi, kapitalizm, sanayicilik, kentçilik ve enternasyonalizm gibi önemli hareketlerin örtüştüğü, en uygun biyolojik faktörlerden biri olarak görünüyor.

Güçlü çıkarlar üzerinden, sınırları kesen ilişkiler ve bağlar kuran finans kapital, Batı’nın tüm başkentlerinde Yahudileri en aktif ve en ehil ajanları hâline getirdi. Tüm bu sebeplere bağlı olarak İsrail burjuvazisi, demokratik-kapitalist düzene dair fikirleri ve bu düzenin kurumlarını beğeniyle karşılıyor. İsrail burjuvazisinin ekonomideki konumu, onu burjuva reformizminin safına fırlatıp atıyor.

Genel manada bankacılık, siyaset sahasında demagojiyle birlikte ilerleyen oportünist ve demokratik taktiklere bağlanma eğilimi gösteriyor. Bankacılar olağan koşullarda burjuvazinin ilerici partilerini destekliyorlar. Diğer yandan, toprak sahipleri ise muhafazakâr partilere giriyorlar.

Burjuva reformizmi, Milletler Cemiyeti’ni kudretsiz ve takatsiz bir enternasyonalizmin aracı olarak kurdu. Kendi çıkarlarıyla uyumlu bir davranış dâhilinde İsrail burjuvazisi, finans kapitalin yarattığı bu türden bir kuruma beğeniyle yaklaşmaya mecbur.

Yahudiler arasında burjuvazi ve küçük burjuvazi yanında proleter güçler de mevcut. Bu sebeple, Yahudilerin sosyalist ve komünist harekete iştirak etmesi kaçınılmaz.

Peki Yahudilerin bir ırk ve sınıf olarak iki kat zulüm gördüğü koşullarda onların devrimci fikre ve duyguya kayıtsız ve duyarsız kalması mümkün mü?

Sahip oldukları meşrep, psikoloji, yaşam tarzı, kentlerdeki huzursuzluğun izini taşıyor. Bu da İsrailli halk kitlelerini devrimi tutuşturacak en önemli yakıt kaynaklarından biri hâline getiriyor.

Devrim, felâketler ve yıkımlarla tanımlı, gizemli bir niteliği haiz. Bu anlamda devrim, Yahudi ırkına mensup bireylere özel olarak yönelmeye ve onlarla birlikte yol almaya mecbur. Aşırı sağ, bu konuda oldukça basit ve yavan bir hükümde bulunuyor, dolayısıyla, bu tür hususları hiçbir şekilde dikkate almıyor. Onun tercihi, sosyalizmde Yahudi ruhunun gelişkin hâlini bulmak yönünde. Aşırı sağ, Batılı Hristiyan medeniyetine karşı gettonun kininin sosyalizmi besleyip büyüttüğünü düşünüyor.

Yahudi rönesansı, bir millete ait olma bilincinin yeniden doğuşu olarak gerçekleşen bir şey değil. O, bir dinin yeniden doğuşuna da işaret etmiyor. Yahudi rönesansı, esasen Yahudi ruhunu, Yahudi aklını ve Yahudilik duygusunu yeniden doğurma iddiasında. “Yahudilere ait vatan” meselesi, bu dirilişin dillendirdiği olgulardan sadece birisi.

Bir Fransız yazarının da dediği gibi “Dünyanın en hayalci ve en pratik halkı” olan İsrail halkı, yüzlerce yılın ardından Filistin toprağında bir millet inşa etme ihtimali konusunda abartılı vehimlere sahip değil.

Barış anlaşması, ilk planda Yahudilere Filistin’de örgütlenmek ve özgürce yerleşmek için gerekli aracı temin edemedi. Anlaşmaya göre, Filistin temelde Büyük Britanya’ya ait bir sömürge. Britanya, Siyonizmi emperyalist politikasına ait bir teşebbüs olarak görüyor.

Barış anlaşmasının üzerinden altı yıl geçti. Paris’te iki aylık olarak yayımlanan La Revue Juive’nin [“Yahudi Eleştiri Dergisi”] aktardığına göre, o günden beri Filistin’e yerleşen Yahudi sayısı 43.500 civarında. Özellikle ilk yıllarda Filistin’e göç süreci, İngiltere’nin getirdiği bir dizi kısıtlamaya tabiydi. İngiliz makamları, göçmenleri sınıra varmazdan önce sıkı bir elemeye tabi tutuyorlardı.

Öte yandan, Avrupa ve Amerika’daki Yahudilerde Filistin’e yerleşme arzusunun pek güçlü olmadığı görülüyor. Filistin’e gelen göçmenlerin önemli bir bölümü Doğu Avrupalı. Bunun nedeni, söz konusu bölgede ekonomik koşulların ağır olması ve antisemitist fikirlerdeki yaygınlık. Kentli ve Batılı hayat tarzına alışkın olan Yahudi halk kitleleri kırsal yerleşimlerin ihtiyaçlarına kolaylıkla uyum sağlayabiliyorlar.

Yahudiler, genelde sanayici, tüccar, zanaatkâr ve işçi. Filistin ekonomisinin örgütlenmesi işi, bu anlamda tarım işçilerince üstlenilmek zorunda. Ama Filistin’de Yahudi yurdu inşa etme girişimi karşısında on iki yüz yılı aşkın bir süredir o topraklara sahip olan ve orada yaşayan Arapların direnişini buluyor. Filistinli Arapların sayısı 800.000 civarında. Filistin’de yaşayabilecek nüfus, en fazla dört ilâ beş milyonu bulabilir.

Diğer yandan, Charles Gide gibi isimler, Arapların “Vaat edilmiş toprakları ölü topraklar hâline getirdiğini” söylüyorlar. Bu türden iktisatçılar, bir yandan da “Kur’an’da toprağın onu işleyene, sulayana, ona can verene ait olduğunu söyleyen, bu anlamda, toprak mülkiyetini işgal ve talimat üzerine kurup miras hukukuna tabi kılan Roma hukukundan üstün olan bir kanundan bahseden ayet”i aktarıyorlar.

Bunlar, gayet güzel argümanlar. Fakat bugün için bu argümanları dillendirenler şu iki gerçeği görmezden geliyorlar:

1. Bugün itibarıyla İsraillilerin nüfusu, toplam Filistin nüfusunun yüzde onu bile değil, ayrıca yakın dönemde Yahudi göçünün hızlanması pek beklenmiyor;

2. Araplar, sadece toprakla ilgili haklarını değil, Arabistan’ın, Mezopotamya’nın, genel manada İngiliz emperyalizminin saldırısı altında olan tüm Müslüman âleminin bağımsızlığını savunuyorlar.

Siyonizme bağlı olan İsrailli aydınlar, ait oldukları hareketi ondaki milliyetçilik üzerinden yüceltiyorlar. Bu noktada, Yahudilerin kendi milli yurtları olmasının zaruri olduğunu, böylelikle asimile edilemeyen, Avrupa’da kendilerini yabancı ve rahatsız hisseden Yahudilerin göç edebilecekleri bir yerin oluşması gerektiğini söylüyorlar. Bugün gettolarda sıkışıp kalmış olan, Orta ve Batı Avrupa’da antisemitist önyargılarla uğraşan Yahudiler, bir azınlığı oluşturuyorlar. Siyonistler, vaat edilmiş toprakları ele geçirecek olan Yahudilerin Batı medeniyetince yüzüstü bırakılmaması gerektiğini, onlarla birlikte olunmasının şart olduğunu söyleyip duruyorlar.

Einstein, ahlaki meziyeti açısından Siyonizmde belirli bir değer buluyor.

“Siyonizm, Filistin’de Yahudilerin manevi hayatına ait bir merkez inşa etme yoluna koyulmuş durumda. Bu sebeple ben, milliyetçiymiş gibi görünen bir hareket olarak Siyonizmin sonuçta insanlık için bir değer ifade ettiğine inanıyorum.”

Yahudi rönesansı gerçek bir olgu ve her şeyden evvel, o büyük düşünürlerinin, büyük sanatçılarının ve büyük savaşçılarının manevi ve fikri eseri olarak varoluyor. La Revue Juive dergisine Albert Einstein, Sigmund Freud, Georges Brandes, Charles Gide, Israel Zangwill ve Waldo Frank gibi isimler katkı sunuyorlar. Doğu ve Batı’daki devrimci harekette Yahudi ırkına mensup çok sayıda insan yer alıyor. Bugün tüm bu değerleriyle İsrail halkı, teşekkürü ve hayranlığı hak ediyor. Yakın tarihte Einstein’ın da dile getirdiği biçimiyle, bu halkın misyonu, esas itibarıyla beynelmilel ve insani bir misyon.

José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak

Kitap PDF

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder