Mirsaid Sultangaliyev ve Müslüman Marksizmi Fikri
İmparatorluk, Üçüncü Dünya(lar) ve Praksis
Sultangaliyev’in
Hayatının İlk Dönemi ve Yönelimleri
Mirsaid
Sultangaliyev, 1892’de o dönem Rus İmparatorluğu’na ait olan Ufa şehrinin
Elembetevo isimli Başkırt köyünde dünyaya geldi. Herkesin saygı duyduğu bir
öğretmen olan babası İsmail Gasprinski’nin (Gaspıralı’nın) “yeni yöntem”ini[1]
Müslüman öğrencilerin eğitiminde kullanan bir isimdi. Oğlu Mirsaid’i de bu
yönteme göre yetiştirdi. Bu yöntemde “İslam tarihi ve İslamî düşünme
yöntemleri” başlığını taşıyan müfredata hem sosyal bilimler ve doğa bilimleri
hem de Rusça haricinde Tatarca ve Arapça gibi başka diller de eklenmişti.[2]
Mirsaid,
Rus edebiyatına düşkündü. Küçük yaştan beri Rus edebiyatının temel eserlerini
özgün dilinden okuyan Mirsaid, Müslüman halkına ait hikâyelere ve geleneklere
de meraklıydı.
Ceditçilerin
inşa ettiği eğitim sistemi, ona eleştirel düşünmeyi öğretti. Bu sebeple
Mirsaid, Müslüman coğrafyada yayın yapan dergilere ve gazetelere sunduğu ilk
yazılarında esas olarak modern Müslüman kültürüne aykırı kabul ettiği, zina
edenin taşlanması gibi cezalara karşı çıktı.[3]
Sonrasında
eğitim süreci, onu öğretmen yaptı. Gazetecilik ve edebiyat alanında ortaya
koyduğu eserler, Tatar coğrafyasındaki ceditçi aydınlardan destek ve ilgi
gördü. Kendi sınıfsal deneyimi sayesinde Mirsaid, Müslüman Tatarların hayatında
hâlen daha eksik olan, toplumsal eşitlik ve ekonomik adalet fikri üzerine
düşünme imkânı buldu.
Sultangaliyev’in
ailesi, sınıfsal açıdan karışık bir aileydi. Babası Tatar köylü sınıfına mensup
olanlara verilen ad anlamında “Mişar” olduğunu gururla dile getiren bir isimken,
annesi asil bir Tatar ailesine mensuptu.[4] Hayat hikâyesini aktardığı
mektubunda, annesinin kuzenlerinin babasının evinde kendisini aşağıladığından
ve bu türden saldırıların sınıf bilincini geliştirdiğinden söz eden
Sultangaliyev, 1923 tarihli yazısında, “Dedemin çiftliği, benim ilk ve gerçek
devrimci okulumdu, bendeki sınıfsal nefret duygusunu orası geliştirdi” der.[5]
Denilebilir
ki bu nefret duygusu ve sonrasında Tatar aydınları arasına girme imkânı
bulamaması, Sultangaliyev’i Marksist kitaplara itti. Nadiren bulup okuyabildiği
bu eserler, onu fazla etkilemedi. Ama sonrasında, toplumsal ve politik
hareketin içine girince gündelik hayatın aynasında yansıyan sınıfsal
farklılıkları idrak etmeye, o ceditçi aklıyla, her yerde Müslümanların bizzat
yaşadıkları, sömürge olmalarının sonucunda tecrübe ettikleri adaletsizliklere
gereken cevabı zihninde belirlemeye başladı.
1917’de
yazdığı bir yazıda bizzat tespit ettiği biçimiyle Sultangaliyev, bu toplumsal
ve politik hareketin Bolşeviklerde cisimleştiğini gördü, çünkü ona göre
“Bolşevikler, Müslümanlar için diğer herkesten daha fazla şey yapmışlardı.”
“Bolşeviklerin tek derdi
ve uğraşı, milletlerin kaderlerini ellerine teslim etmek. Dünya savaşını
kimlerin başlattığını onlar açığa çıkarttılar. Neden onların yanına gitmeyeyim
ki? Neticede Hindistan’ı, Mısır’ı, Afganistan’ı, İran’ı ve Arabistan’ı ezen
İngiliz emperyalizmine savaş açtılar. Bolşevikler, ayrıca Fas’ı, Cezayir’i ve
Afrika’daki diğer Arap devletlerini köleleştirmiş olan Fransız emperyalizmine
de silâh doğrultular. Onların safına nasıl katılmayayım? Onların ağzından, Rus
devletinin tarihinde daha önce dillendirilmemiş sözler dökülüyor. Rusya ve
Doğu’nun tüm Müslümanlarına seslenen Bolşevikler, İstanbul’un Müslümanların
elinde olması gerektiğini söylüyor.”[6]
Bu
açıklama, Sultangaliyev’in devrimci projesinin temel ilkelerini de ortaya
koyuyor. Açıktan ifade etmese bile onun asli meselesinin kesintisiz sınıfsal ve
sömürgeci zulmüne maruz kalan öznelliğiyle Müslümanlar olduğu görülüyor.
Müslümanları Üçüncü Dünya proletaryasının en kusursuz örneği olarak gören
Sultangaliyev, tarihi ve toplumsal yapısına hâkim olan birlik ve beraberliğinin
Müslümanları dünya devriminin fitilini ateşleyip bu devrime öncülük edecek bir
konuma taşıdığını düşünüyor. “Milliyet” türünden kavramları sıklıkla kullanan,
Türk milletinin çarlık sömürgeciliğinden, ardından da devrim sonrası Rus
hegemonyasından kurtulması meselesine özel ilgi gösteren Sultangaliyev, ait
olmakla suçlandığı Pantürkizm akımını dünya Müslümanlarının sosyalist
ayaklanmasına uzanan politik yollardan biri olarak değerlendiriyor.
Irk,
Sınıf ve Sömürgeler Enternasyonali
Sultangaliyev’in
dünya devrimi projesiyle doğrudan ilişkili olan, yazılarında üstü kapalı bir
biçimde değinilen, dolaylı yollardan formüle edilen diğer bir mücadele da
ırklararası eşitlik mücadelesiydi. Yazılarında yerli ve yabancı sömürgecilerden
söz eden Sultangaliyev, Doğu’nun beyaz olmayan halklarını ayrıca Amerika
kıtasındaki yerli halkları sömüren beyaz ırkçıları ırksal farklılık temelinde
ele alıyordu.[7] Sultangaliyev, bu noktada Türk ve Kafkas Müslümanlarını
“sömürgeci beyazlar” tanımına dâhil etmiyordu. Üçüncü Enternasyonal’le[8]
işbirliği yapacak veya belki de onun yerini alacak olan Sömürgeler
Enternasyonal’e dair görüşü uyarınca bu enternasyonal, ırksal ve sınıfsal
farklılıkların ortadan kalktığı bir yerdi. Öngörülü bir yaklaşım dâhilinde
Sultangaliyev, o günlerde Doğu’ya tatbik edilmesi durumunda Avrupamerkezci
sınıf mücadelesi tarz ve modellerinin anlam karmaşasına ve çelişkilere yol
açacağını düşünüyordu:
“Avrupa toplumuna ait bir
sınıfı dünya diktatörlüğünün tesisi üzerinden, bu sınıfın hasmıyla, aynı
topluma ait başka bir sınıfla ikame etme planının, insanlığın ezilen kesiminin
durumunda önemli bir değişikliğe yol açmayacağını düşünüyoruz. Bir değişiklik
olsa bile bu, iyi değil kötü sonuçlar doğuracaktır.”[10]
Sultangaliyev’e
göre Doğu’da sınıfsal farklılıklar, Avrupa sömürgeciliğiyle ve bu
sömürgeciliğin derinleştirdiği, kentle kır arasındaki uçurumla alakalıydı. “Büyük
emperyalist merkezlerin maddi kültürünün dayandığı gerici temellerin ve
asalaklığın bugünün küresel kapitalist gelişiminin ana faktörü hâline geldiğini”[11]
söyleyen Sultangaliyev, bu bağlamda, sömürgecilikle mücadelenin, ırkçılıkla
mücadelenin ve sınıf mücadelesinin suni bir müdahaleyle birbirinden
ayrıştırılamayacağını düşünüyordu.
Bolşevik
yoldaşlarının önemli bir kısmının savunduğu toplumsal devrimin İslam dâhil tüm
dinlerin ölmesini ifade ettiğini gören Sultangaliyev, dünya devrimi öncesi bu
tür bir hedef doğrultusunda çalışmanın bir anlam ve değeri olmadığı
iddiasındaydı.[12] Yakından bakıldığında onun bu hedefi hiç kıymetli görmediği
anlaşılıyor.[13] Buna karşın, Sovyet devletinin en üst makamında bulunan bir
Müslüman olarak[14] Sultangaliyev, yurttaşların ateistleştirilmesi fikrinin
ancak Bolşevik moderniteye ait bir ilke olduğu için kabul edebildi.
Bolşevik
ve Müslüman moderniteleri tek bir devrimci pratik dâhilinde birleştirme
çabasını anlamak için bir adım geri çekilip bu türden müdahalelerin
gerçekleştirildiği geniş bağlama bakılmalı.
Soldaki
Ceditçiler, Yüzünü Doğuya Dönmüş Bolşevikler
Sultangaliyev’i
yetiştiren ceditçilik akımı, Kırım’da Gaspıralı’nın savunduğu ceditçilikten de
Orta Asya’daki cedit düşüncesinden de farklıydı. Bu düşünce geleneğinin önde
gelen âlimlerinden birinin de dile getirdiği biçimiyle “cedidizm, kendi
yetiştirdiği öğrencileri hoca yapan, yeni yöntem üzerine kurulu okullar gibi
kendi kaynaklarını kendisi üreten kurumlarda gelişmiş, iç tutarlılığa sahip bir
hareket”ti. Buna karşın, hareketin birlik içerisinde geliştiğini söylemek
güçtü.[15] Ceditçilerin kendilerini ziyalılar (aydınlar) ve terakkiperverler[16]
(ilericiler) olarak adlandırıyor olmaları bile karşımızda ortak ilkeler
etrafında, gevşek bağlarla birleşmiş, çoğulcu bir yapı arz eden bir reformcu
cemaati olduğunu göstermektedir.
Bu
reformcular, bilginin üretimi ve yayılımı konusunda geliştirilmiş olan yeni
yöntemlere, bilhassa basım, tercüme ve pedagojiye bağlı kişilerdi.
Gaspıralı’nın ortak edebiyat dili üzerinden ceditçileri birleştirme gayretleri,
bilhassa Volga Tatarları arasında sonuç üretmedi, ayrıca, sonrasında çarlığın
son döneminde ve Sovyetler’in ilk döneminde Müslümanlar arasında akışkan bir
benlik anlayışı üzerinden birbirinden ayrı bir dizi milliyet üretme çabaları da
boşa düştü.
Türki
dillerde ve diğer dillerde, ayrıca farklı lehçelerde yazılmış birçok cedit
metninde “bir din olarak İslam’la bir topluluk olarak Müslümanlar arasındaki
ayrım tümüyle ortadan kalktı.”[17] Dahası, Üçüncü Dünya’da oluşmuş olan diğer
birçok bağlam dâhilinde bu türden bir Müslüman ve çoğulcu “cemaatçilik”, pek
yaygın görülen bir olgu değildi ve çoğunlukla bu cemaatçilik, Müslüman
modernitenin alamet-i farikası kabul edildi.[18]
Ceditçilik,
Müslümanlar arasında “millet” ve “vatan”[19] gibi kavramların politik ve
toplumsal öneminin arttığını görse de birçok ceditçi ve diğer birçok Müslüman
aydın, bu kavramları benimsemeyi reddetti. Kendi varlıklarını dini, etnik,
dilsel vs. olan muhayyel cemaatin sınırları üzerinden tanımlama fikrine karşı
çıkan bu aydınlar, ilgili kavramların kusurlarına işaret ettiler. Osmanlı’ya
ait eski bir kavram olan “millet”in[20] bilhassa tehlikeli olduğunu düşünen
aydınlar, onun Müslümanların büyük birliğini ve ortaklığını ortadan
kaldıracağını düşündüler.[21]
Neticede
ceditçilik, Rus ve Osmanlı imparatorluklarında Müslüman özneliğin on dokuzuncu yüzyıl
sonu ve yirminci yüzyıl başında dağılmasına karşı verilmiş bir cevaptı ve bu
cevap dâhilinde gelişti. Sovyetler’in ilk döneminde ve Türk devletlerinde
keşfedilen, milleti temel alan yeni imparatorluk anlayışına farklı tepkiler
geliştirildi. Bazı Müslüman aydınlar hilafetin kaldırılmasına[22] ağıtlar yakarken,
bazıları da bu gelişmenin Müslüman kimliğinin yeniden formüle edilmesi için bir
fırsat sunduğunu düşündü.
Gaspıralı
İsmail gibi isimler, bu tartışmaları başlatan kişiler olarak, pantürkizm gibi
fikirlere başvurdular. Bu insanların aklında hep “büyük resim” vardı. Yani bu
isimler, mevcut ölü hâlinden çıkıp dirilmesi gereken Müslüman ümmetine bakıyorlardı.[23]
Ceditçilerin sonraki kuşaklarına mensup kişiler, özellikle Sultangaliyev 1917
Rus Devrimi’ni bu diriliş için bir fırsat olarak gördüler.[24] Bu amaç
doğrultusunda hemen koşup devrim saflarına katıldılar.[25]
Ceditçilerin
fitilini ateşlemek için uğraştıkları Müslüman sosyalist devrimi, Bolşeviklerin
devriminden tabii ki farklıydı. Ama iki kesim de Doğu’nun devrimcileştirilmesi
hedefi konusunda ortaklaşıyordu. Bolşeviklere göre Üçüncü Dünya, Avrupa’yı
devrimcileştirme konusunda ortaya konulan (başarısız olmuş) çabalar karşısında
Avrupa’nın yerini alacak güç hâline geliyordu. Bu dönemde ceditçiler, Rus
Devrimi’ni “Hindistan ve Ortadoğu Müslümanlarının İngiliz ve Fransız zulmünden
kurtulmasına katkıda bulunmak için bir fırsat” olarak gördüler.[26] Ceditçiler,
sömürgecilik karşıtlığı ve komünizm fikirlerini Müslümanlardaki ve Türklerdeki “komünalizm”le
işte bu bağlamda birleştirmeye çalıştılar. Geleceğin mücadelesinin gelişeceği
toprağı bu zeminde hazırladılar.
İlk
başta ceditçiler ve diğer solcu Müslüman aydınlar, sosyalizme yönelik
yaklaşımlarındaki çoğulluğu muhafaza etmeye çalıştılar. Örneğin 1917’de Kazan’da
kurulan, kısa bir süre sonra Sultangaliyev’in de katıldığı Müslüman Sosyalist
Komitesi, kendi içinde çok farklı görüşleri barındırıyordu.[27] Bu insanları
bir araya getirense nitelik itibarıyla Müslüman, Üçüncü Dünyalı ve sosyalist/komünist
olan ortak devrimci faillikle ilgili fikirdi. 1918 yılında Sultangaliyev,
konuyla ilgili şu değerlendirmeyi yapıyordu:
“Doğu’nun emekçilerinin
ezilmesine mani olmak için bizim Müslüman kitleleri bize ait ve özerk olan bir
komünist hareket içerisinde birleştirmemiz gerekiyor.”[28]
Ancak
birkaç yıl sonra Sultangaliyev, bahsini ettiği projenin giderek hasım bir güç
hâline gelmekte olan Sovyet devleti içerisinde kimi manevralara başvurulmasına
ihtiyaç duyduğunu idrak etmeye başladı.
Müslümanlara
verilen tavizler dâhilinde şeriat mahkemelerini ve şuraları[29] kısa süreliğine
getiren, Doğu halklarıyla kurulan bağları korumak için her türlü çabayı ortaya
koyan Bolşevikler[30] yirmilerde bir yandan da Sultangaliyev gibi Müslüman
aydınların devrimci projelerinin geleceği konusunda endişelenmelerine neden
olacak, merkezi kontrolü giderek güçlendiren devlet politikalarını yürürlüğe
koydu.[31]
Bu
türden gelişmelere dair endişeleri üzerinden Sultangaliyev ve diğer Tatar
yöneticiler, Ekim 1922’de Sovyet halklarının üvey evlat-gerçek evlat diye
ayrılmasının adaletsizlik olduğunu söyleyerek, mevcuttaki özerk cumhuriyetlerin
ve oblastların Sovyetler Birliği’ne doğrudan dâhil olmasını, yani Rus Sovyet
Federe Sosyalist Cumhuriyeti’nden çıkartılmasını önerdiler. Stalin bu öneriyi
öfkeyle karşıladı.[33] Bu gelişme sonrası Sovyet devletinin gözünden düşeceğini
gören Sultangaliyev, faaliyetlerini yeraltına çekti.[34] Sultangaliyev ve diğer
solcu Müslüman aydınlar, güçlenen Stalinist rejimin eski imparatorluğun vasıf
ve niteliğini bir biçimde muhafaza ettiğini erkenden gördüler:
“Yirmilerde Müslüman
komünistlerin ortaya koydukları teoriler, tepeden tırnağa gerçekçilikle
yoğrulmuş teorilerdi. […] Her şeyden önce bu insanlar, imparatorluktan tevarüs
etmiş Büyük Rus geleneğinin hâlen daha yürürlükte olduğunu, bir toprak parçası Rusların
kontrolüne girdiği vakit her daim imparatorluğun parçası olarak kaldığını
anlamışlardı. […] Teori ve pratik, Büyük Rus emperyalizmini ta kaynağından
bertaraf etme amacına hizmet ediyordu. Bu çalışma sonuç vermezse, bu
emperyalizm, yeni ittifaklar ve yeni koalisyonlar kurarak mağlup edilecekti.”[35]
Bu
zor zamanlarda ortaya koyduğu çalışmasında Sultangaliyev, iki yolu takip etti:
bir yandan Müslümanlardaki öznelliği ve pratiği yeniden düşündü, bir yandan da ceditçilerde
görülen tehlikeli olan ama gelişkin yöntemlere sahip gizlilik sanatına (satr)
başvurdu.
Sonu
Ölümle Biten İki Yol
Sultangaliyev,
Sovyetler’le Müslümanlar arasında aracılık yapmaya çalıştı. Bu karmaşık bir
nitelik arz eden pratiğinde Sultangaliyev, 1921 yılı boyunca Zhizn Natsional’nostei
[“Milletlerin Hayatı”] dergisinde “Müslümanlar Arasında Din Karşıtı Propagandanın
Yöntemleri” başlığı altında bir dizi makale yazdı.[36] Bu türden bir
propagandanın sunacağı faydaları gören ve ateist olduğunu açıklayan Sultangaliyev,
Bolşevik okurlara İslam’ın dünya dinleri içerisinde en genç ve en zinde din
olduğunu, kendi içinde sosyalist değerler barındırdığını izah etmeye çalıştı. Bir
yazısında şunu söylüyordu:
“Şeriat denilen İslami
hukuk, Müslümanların budünyadaki hayatının her türden veçhesini yönetir. […] Bu
kanunlar içerisinde özünde olumlu görülebilecek birçok kanun da vardır. Şu kadarını
listelemek yeterli olacaktır: zorunlu eğitim […]; çalışma ve emek harcama
zorunluluğu […]; ebeveynlerin çocuklar yetişkin olana dek onları eğitme görevi;
medeni nikahın kabul edilirliği; toprak, su ve ormanlar üzerinde özel mülkiyetin
reddi; batıl inançların reddi; büyücülüğün, kumarın, lüksün, israfın, altın ve
gümüş takmanın, içkinin, rüşvetin ve yamyamlığın yasaklanması […]; gelişkin bir
artan oranlı vergi sisteminin kurulması […]. İslam’ın aile ve miras kanunları
bile kendi dönemi için ilericiydi. Örneğin araştırmacılar, Muhammed’in çokeşlilikle
ilgili hadisinin o dönemde yaygın olan çokeşlilik pratiklerini sınırlamak gibi
bir anlama sahip olduğu yorumunu yapıyorlar.”[37]
Devamında
Sultangaliyev, Tatar mollaları ve Özbek âlimlerinde örneklenen Müslüman din
adamlarını öven yazılar yazdı. Ona göre bu din adamları, Rus Ortodoks din
adamlarından farklıydı ve toplum içerisinde rahiplik, öğretmenlik, idarecilik, hâkimlik
hatta doktorluk gibi farklı işlevleri yerine getiriyordu.[38]
“Müslüman din adamları,
kendilerini halkın hizmetçisi görür, halkın sesine kulak verir, bu sebeple Rus
Ortodoks din adamlarına kıyasla daha demokrattırlar ve halktan daha fazla saygı
görürler, halk üzerinde daha fazla nüfuza sahiptirler.”[39]
Sultangaliyev’i
bu tür yazıları üzerinden “militan ateist” olarak görüp onu Müslüman
geleneğinin dışında biri olarak değerlendiren araştırmacılar, kanaatimce,
Sultangaliyev’in din karşıtı duyguların Sovyet devletinden aldığı cesaretle güçlendiği
bir dönemde yaptığı müdahalenin gerçek niteliğini anlayamamaktadırlar. Bu
yazılar, bırakalım din karşıtı propagandaya hizmet etmeyi, İslam’a dair olumlu
bir izlenim oluşsun diye uğraşmakta, Müslüman cemaat, din karşıtı devlet
içerisinde konumunu korusun diye gerekçeler üretmektedir. Bolşevik okuruna
kendisinin de ateist olduğunu söyleyen yazar, muhtemelen kendi değerlendirmesinin
gerekli yanını, hayat kurtaran yönünü korumak adına, dinsizliği dinsize has bir
dille aktarma ihtiyacı duymaktadır.[40]
İki
yöne bakan bu özel yaklaşımını anlamak için bizim ceditçilik geleneğinde
gizliliğin sahip olduğu değeri anlamamız gerekir.[41] Ünlü Başkırt tarihçi, Türkolog,
sonraki aşamada Bolşevizm ve Sovyet karşıtı devrimci Basmacı Hareketi’nin (1916-1934)
lideri olan, Sultangaliyev’in “karmaşık bir ilişki içerisinde olduğunu” sonrasında
itiraf ettiği Ahmet Zeki Velidov (Zeki Velidi Togan 1890-1970)[42] bir
seferinde Ebubekir isimli bir arkadaşına Gaspıralı İsmail’le ilgili şu görüşünü
aktarır:
“Gaspıralı İsmail Bey, fazla
köle ruhluydu! […] Rusların bize ‘ağabey’ kılıfı altında yaklaşmalarına, bizi
sevmelerine sonra da bize ihanet etmelerine izin veremezdik. Bu, bizim için çok
tehlikeli olurdu. […] En hayırlısı, İngilizlerin yaptığını yapmamak, gidip
Ruslarla sıkı fıkı olmamaktı. Sömürge halklar için en hayırlısı buydu.”[43]
Ebubekir
bu söz üzerine şu cevabı verir:
“O dönemde farklı şeyler
düşünülüyordu. Dahası, İsmail Bey böyle şeyler söylemeseydi, çıkarttığı
yayınlar sansürden geçmezdi. O, kötü zamanlarda bizi rahata erdirdi!”[44]
Gaspıralı’nın
sansürden kurtulma konusunda gösterdiği mahareti bir yorumcu, “politik
teslimiyet” olarak tarif ediyordu.[45] Belki de bu, politik gizlilik adına
atılmış başka bir adımdı. Düşmanla açıktan, göğüs göğse mücadele eden
yoldaşların ağır eleştirilerine karşın ceditçiler, politik gizlilik denilen
pratiği büyük bir beceri ve başarı ile ortaya koydular.
Mirsaid
Sultangaliyev, bu gizlilik yöntemini daha gelişkin bir tarzda uyguladı. Özellikle
1923 gibi bir yılda bu oyunun tehlikeli olduğunu o da biliyordu. Zira o yıl
Sultangaliyev, “Velidov tarzı Sovyet karşıtı bir örgüt kurmak için plan yapmak”
suçlamasıyla ilk kez gözaltına alındı, ardından da partiden kovuldu.[47]
Sultangaliyev’in
tutuklanma emrini Devlet Siyaset İdaresi adını taşıyan Sovyet gizli servisi GPU
(Gosudarstvennoe politicheskoe upravlenie) verdi. Emrin verilmesinin
nedeni, gizli servisin eline geçen ve Taci Bahşi isimli bir İranlı komüniste “Afgan,
Hintli, Arap ve Türk devrimcilerle Sömürgeler Enternasyonali kurulması amacı
doğrultusunda temas kurulması” emrini ileten mektuptu.[48] Mektup, okuyacak kişiye
şu uyarıyı yapıyordu:
“Devrimci doğu ülkeleri,
ancak kurtuluş mücadelelerinin başarısı güvence altına alındığı takdirde
birleşebilir. Birlik, ancak bu suretle mümkündür. Bu gerçeği aklınızdan asla çıkartmayın.”[49]
Sultangaliyev,
mucizevi bir şekilde bu badireyi atlattı, hatta serbest kaldıktan sonra kısmen
de olsa Stalin’in güvenini yeniden kazandı. Bu, dışarıdan başka biriymiş gibi
görünüp kendi içinde Sovyet rejiminden gerçek planlarını ve faaliyetlerini
gizleme becerisinin bir sonucuydu. Bu plan ve faaliyetler, en nihayetinde
Bolşevik ideolojiden kopması için gerekli zemini teşkil etti.
GPU’nun
eline başka mektuplar da geçti. Bu mektupların bazılarında Basmacı İsyanı’nın
lideri Zeki Velidov’la[50] bağ kurulmasına dair isteğini dile getiren
Sultangaliyev, Müslüman Üçüncü Dünya’da ayaklanmacı sosyalist hareketin Sovyet
devleti içinde ve ötesinde inşa edilebileceğini düşünüyordu.
Fakat
bir dizi gözaltı ardından Sultangaliyev, Stalin idaresi eliyle idam mangasının
önüne çıkartıldı. İdamı Ocak 1940’ta gerçekleştirildi. Bu tasfiye sürecinde
ailesinin kimi fertleri ve Tatar Müslüman aydınlar da Sultangaliyevcilik
suçlaması üzerinden ölüme gönderildiler.
Son
Söz
Böylelikle
Sultangaliyev’in Müslüman Marksizmiyle ilişkili deneyi, en azından bu deneyin gerçekleştirildiği
süreçte yaşanan bu ara dönem, bu şekilde sona ermiş oldu. İlgili deneyin geride
bıraktığı miras, uzak diyarlarla temas kurmayı bildi. Özellikle sömürgelikten
kurtuluş mücadelelerinin güç kazandığı altmışlarda, hatta onun da öncesinde,
Sovyetler dışından gelip KUTV’da eğitim gören kişilerin devrimci çalışmaları
dâhilinde bu miras, önemli sonuçlar verdi. Bilindiği üzere Doğu Emekçileri
Komünist Üniversitesi (KUTV, Kommunisticheski universitet trudyashchikhsya
ostoka), Endonezyalı komünist Tan Malaka, Vietnamlı devrimci Hồ Chí Minh, Çinli devrimci Liu Şaoçi, Çeçen
şair Magomet Mamakaev, Suriyeli Kürd komünist Halid Bektaş, Hintli komünist Manabendra
Nath Roy ve Türk komünist Nâzım Hikmet’in eğitim gördüğü okuldu. Bu isimler,
eğitim aldıkları dönemde Sultangaliyev’in “Sömürge Doğu ve Dünya Devrimi” adını
taşıyan dersine girdiler.[51]
Sultangaliyev’in
çalışmalarına saygı ve ilgi duyan isimler arasında Cemal Abdünnasır, Ahmed Ben
Bella gibi Arap sosyalizminin farklı biçimlerini uygulamaya koymuş politik liderler
de bulunuyor. Nasır ve Ben Bella’nın bürolarında Sultangaliyev’in portresinin
bulunduğu söylenir.[52] Fakat fikirlerinin etkisinin ulaştığı menzil, bu sembolik
jestin ötesine geçmemektedir. Gene de Sultangalyev’in, fiziki açıdan benzediği
Che Guevara’nın portesine yönelik ilgiyle kıyaslanabilecek bir ilgiye mazhar
olduğundan söz edilebilir.
Sultangaliyev’in
savunduğu Müslüman Marksizmi, sadece yöntemsel açıdan ayrıksı bir yapı değil. Zor
zamanlarda başvurduğu gizlilik yöntemine, devrim davasına katkıda bulunmak için
başvuruyor. Galiyev, çok erken bir tarihte sömürgelerde ve sömürgelik sonrası
dönemde sınıf mücadelesinin dini, kültürel ve ırksal anlamlarının bilincine
varmış bir isim.
Tamamlama
imkânı bulamadığı “Asya ve Avrupa’nın Türk Halklarının Sosyo-Politik, Ekonomik
ve Kültürel Gelişimi Üzerine Tezler” başlıklı çalışmasında[53] Sultangaliyev, tarihsel
materyalizmin Doğu’ya ait bir düşünce geleneği olarak ele alınmasının şart
olduğunu söylüyor. Bu çağrısı, bugün akademyada ve başka alanlarda küresel
kuzeyin geliştirdiği bilişsel ve teorik yaklaşımların hegemonyasına son
verilmesine dönük çağrılara benziyor.[54]
Sultangaliyev’in
dünyanın sosyalizmi inşa edip özgürlüğe kavuşmasıyla ilgili umutlarını ve
düşlerini bağladığı Müslüman’ın ayaklanmacı öznelliği, onun fikir dünyasında
hem doğası gereği karmaşık ve çok yönlü bir olgu olma vasfını muhafaza etti. Bu
öznellik, kendi varlığında etnik, milli ve dini aidiyet biçimlerini aynı anda cisimleştiriyor,
böylelikle, özel manada sosyalist, esasında devrimci olan Müslüman pratiğine yol
açıyordu.
Sultangaliyevciliğin
Müslüman Marksizmini Müslüman geleneği içerisindeki radikal reformun bir
ifadesi olarak görenler, kimilerinin Müslümanların kutsal pratiklerinden geriye
dönüşsüz ve hızla gerçekleşen kopuşun gerçekleşme biçimi olarak yorumladığı,
ateist olduğuna dair beyanı ile ilgili meseleyi çözüme kavuşturması gerekiyor.
Bu beyan, bence gizlilik yönteminin uygulanması esnasında başvurulmuş stratejik
bir hamle. Müslüman coğrafyasında oluşmuş farklı bağlamlarda görüldüğü üzere,
her Marksistin ateist veya agnostik olmasına gerek yok. Ayrıca çok karmaşık olan,
farklı aidiyet biçimlerini içeren bir ağ içerisinde Müslüman olunuyor. Tüm bu
sebeplere bağlı olarak Mirsaid Sultangaliyev’in Müslüman Marksizmi fikrinin, imparatorluk
sonrası gelişen dini, politik ve toplumsal benlik tasavvurunun yeniden formüle ve
tahayyül edilmesine yönelik olarak bugün ortaya konulan çabalara katacağı çok
şey var.
Vanya Hamziç
Ocak
2015
Kaynak
Dipnotlar:
[1] 1880’lerde Kırım’da Gaspıralı İsmail, Arap alfabesinin öğretilmesi
konusunda yeni bir yöntemi savundu. Müslümanlar içerisinde gelişen reformist
hareket ismini Usul-ü cedid olarak nitelendirilen bu yöntemden aldı
(cedidizm). Rus İmparatorluğu’nun son döneminde ve Sovyet devletinin ilk
döneminde esas olarak Müslüman topluluklar dâhilinde ortaya konulan bu ceditçi
faaliyetler, bugün İstanbul ve Kahire gibi İslam öğreten merkezlerde hâlen daha
yürürlükte.
[2]
Bkz.: Keller, To Moscow, Not Mecca, s. 20-25. Her ne kadar Orta Asya’ya
odaklanıyor olsa da Ceditçi eğitim reformlarının detaylı bir analizi için bkz.:
Khalid, The Politics of Muslim Cultural Reform, s. 155-183.
[3]
Sultan-Galiev, Izbrannye trudy, s. 27. Şeriatta sınırlar anlamına gelen
hudud en ciddi cezalarla ilgilidir. Bunlar Kur’an’da bahsi edilen suçlar
üzerinden verilir. Zina bu türden bir suçtur.
[4]
Fin etnik tarzını muhafaza etmiş, Kazan Tatar dilinin batıya ait özel bir lehçesini
konuşan cemaat; Bennigsen ve Wimbush, Muslims of the Soviet Empire, s. 233.
[5]
Sultan-Galiev, Izbrannye trudy, 476.
[6]
A.g.e., 108. Bahsi edilen çağrı metni için bkz.: “Rusya ve Doğu
Müslümanlarına Çağrı”, İştiraki.
[7]
A.g.e., 217-218.
[8]
Bennigsen ve Wimbush, Muslim National Communism in the Soviet Union, s. 58.
[9]
Yıllar sonra aynı sorunu ellilerde ve altmışlarda faal olan Bağlantısızlar
Hareketi de ele aldı. Tam da bu sebeple Maxime Rodinson, Sultangaliyev’in bu
hareketin “unutulmuş öncüsü” olduğunu söyler. Alexandre Bennigsen ve Chantal
Lemercier-Quelquejay, Sultan Galiev, le père de la révolution tiers-mondiste
[“Sultangaliyev: Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası”] ismini taşıyan bir kitap
yayımladı. Bkz.: Rodinson, Marxism and the Muslim World, 133-141; Bennigsen
ve Lemercier-Quelquejay, Sultan Galiev, le père de la révolution
tiers-mondiste.
[10]
1930’da Kazan’da Kontrrivolutsiyon Soltangäliefcheleke karshy (“Karşı-Devrimci
Sultangaliyevizme Karşı”] ismini taşıyan bir propaganda yayınında düşmanı
Tobolev’in Sultangaliyev’e atfen kullandığı ifade. Aktaran: Bennigsen ve
Wimbush, Muslim National Communism in the Soviet Union, s. 58. Bu
yayının niteliğinden bağımsız olarak, esasen yayında Sultangaliyev’in
Avrupamerkezcilikle ilgili görüşüne atıfta bulunuluyor. Örneğin bkz.:
Sultan-Galiev, Izbrannye trudy, s. 215-222.
[11]
Sultan-Galiev, Izbrannye trudy, s. 529.
[12]
A.g.e., s. 525-538.
[13]
A.g.e.
[14]
Mirsaid Sultangaliyev, Mayıs 1917’de ve Temmuz 1917’de Kazan’da düzenlenen
Birinci Tüm Rusya Müslümanları Kongresi’ne katıldı. Kazan Müslüman Sosyalist Komitesi’nin
önde gelen liderlerinden biri oldu. Kasım 1917’de Rus Komünist Partisi (Bolşevik)’e
girdi. Örgütleme konusunda sahip olduğu özel becerileri sayesinde parti
içerisinde üst makamlara geldi. Merkezi Müslüman Komiserliği üyesi, Müslüman Askeri
Birliği başkanı, Halkın Milliyetler Komiserliği (Bakanlığı) birlik üyesi,
Milletlerin Hayatı dergisi yayın yönetmeni, bakanlığın resmi kurullarının
üyesi, ayrıca Tatar Cumhuriyeti Merkezi İcra Komitesi üyesi oldu; Bennigsen ve
Wimbush, Muslim National Communism in the Soviet Union, s. 207-208. Sultangaliyev’in
Sovyet devleti içerisinde üstlendiği görevlere dair kısa bir değerlendirme için
bkz.: Davletshin, Sovetski Tatarstan, dipnot. 19, s. 133-134.
[15]
Khalid, The Politics of Muslim Cultural Reform, s. 8-9.
[16]
A.g.e., s. 93.
[17]
A.g.e., s. 93. Bu tür yazıların yazımında kullanılan dile bile o dönemde
“Müslüman dili” (musulmān tili, müsülman tili, musul’manski
iazyk) deniliyordu.
[18]
Müslüman modernitesi (veya İslami modernizm) çoğunlukla Müslümanların Avrupa
Aydınlanması, modernite ve sömürgecilikle ilişkili travmatik ve “üretken” sonuçlar
doğuran deneyimlerini temel alan toplama bir fikir olarak tarif edilir. Geniş bir
kapsam dâhilinde bu olgunun kökleri bir yanıyla on dokuzuncu yüzyılın son
döneminden önce farklı tarihsel Müslüman siyasetlerinde, özellikle Muhammed
Abduh (1849-1905) ile Cemaleddin Efgani’de (1838-1897) bulunabilir. Bu hâliyle
Müslüman modernitesi dünya genelinde “erken modernite” olgusunun diğer tarihsel
örnekleriyle kıyaslanabilir: Örneğin bkz.: Goldstone, ‘The Problem of the
“Early Modern” World’, s. 49- 84. İlerleme ve reformla ilgili fikirleriyle
Gaspıralı İsmail, kendi döneminin Müslüman modernistleri arasında sayılır.
[19]
Özellikle Bkz.: Khalid, The Politics of Muslim Cultural Reform, s. 184-
87; Critchlow, ‘Vatanand the Concept of “Homeland” in the Muslim Soviet
Republics’, s. 48 -488.
[20]
Osmanlı’da Tanzimat (1839-1876) öncesi kullanılan “millet” ifadesi esas olarak
kendi kişisel kanunlarına ait sistem üzerinden kendi kendisini yöneten, ayrı
dini cemaat anlayışına denk düşüyordu. Tanzimat, dini niteliğini muhafaza eden
cemaatlerle ilgili olarak kullansa da terimi batıdaki ulus kavramına yakın
anlamda kullanmaya başladı. Günümüz Türkçesinde millet, “ulus” karşılığı olarak
kullanılıyor.
[21]
Osmanlı Türkçesinde bir de “milliyet” kelimesi üretilmiş. Bu kelime, ucu açık
bir ifade olan “millet” kavramından ayrı bir anlama sahip. Bkz.: Meyer, Turks
Across Empires, s. 120-121.
[22]
Osmanlı sultanlarının yüzlerce yıllık halifelik iddiası 1924’te Mustafa Kemal
Atatürk’ün hilafeti kaldırmasıyla son buldu. Sünni Müslüman dünya bu gelişmeden
epey rahatsız oldu. Halife, Hz. Muhammed’in yeryüzündeki vekili veya halefi kabul
edilir, Müslüman ümmetini yöneten, doğrudan ayrılmayan idareciyi ifade eder.
[23]
Gaspıralı’nın iddiasına göre “Hz. Muhammed’in vefatından üç yüz yıl sonra
Müslüman dünyası öldü. Kaskatı kesildi. Bu durum ancak aklı merkeze alan eğitim
ve toplum politikalarıyla değiştirilebilir.”; Lazzerini, ‘Ismail ey Gasprinskii
and Muslim Modernism in Russia, s. 1878-1914’, s. 57. Buna karşın Gaspıralı, bu
türden bir değişimin yanılsama olarak görüp reddettiği sosyalizm aracılığıyla
gerçekleştirilebileceğini düşünmez; A.g.e., s. 163.
[24]
Burada hem art 1917’deki Şubat Devrimi, hem de aynı yıl içerisinde Kasım ayında
gerçekleşen Ekim Devrimi kastediliyor.
[25]
Khalid, The Politics of Muslim Cultural Reform, s. 288.
[26]
Khalid, Islam after Communism, s. 56.
[27]
Bennigsen ve Quelquejay, Les mouvements nationaux chez les musulmans de
Russie, s. 70-71.
[28]
Sultangaliyev’den aktaran: Bennigsen ve Wimbush, Muslim National Communism
in the Soviet Union, s. 46. Mart 1918’de Sultangaliyev, bir süre Rus
Komünist Partisi’nden bağımsız hareket eden Müslüman Komünist Partisi’ni kurdu.
Bkz.: Carrère d’Encausse, The Great Challenge, s. 141.
[29]
Türkistan’dan bir örnek için bkz.: Khalid, Islam after Communism, s. 61.
[30]
Bolşeviklerin bu dönemde ortaya koydukları çabalar içerisinde belki de en
simgesel anlama sahip çalışma, Komintern’in Eylül 1920’de Bakû’de düzenlediği
Doğu Halkları Kurultayı idi. Başarısız olan bu projenin yürürlüğe konulduğu
Bakû, o dönemde “Anti-emperyalist mücadelenin Mekke’si” sayılıyordu. Çok sayıda
Müslüman devrimcinin akın ettiği çalışma konusunda bkz.: Dumont, ‘Bakou,
carrefour révolutionnaire, 1919-1920’, s. 414.
[31]
Dağılmaya sebep olan bu sınırlandırma politikası neticesinde 1924’te Türkistan
Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti küçük sovyet cumhuriyetlerine ve oblastlarına ayrıştırıldı.
Birçok Sovyet Müslümanı, Türkistan’ın dağıtılmasını, Stalinist devletin Sovyet
Müslümanlarının iç işlerini kontrol etme girişimlerinin yoğunlaştırılması
girişimi olarak gördü.
[32]
Sultan-Galiev, Izbrannye trudy, 409.
[33]
Martin, The Affirmative Action Empire, s. 397.
[34]
Sultangaliyev’in yeraltına çekilişi birilerinin dikkatini çekti. 10 Haziran 1923
günü Komünist Partisi Merkez Komitesi Dördüncü Konferansı’na hitabında
Sultangaliyev’i eleştirmesinden ay önce Stalin onu “tehlikeli bir oyun” oynadığını
söyleyerek ikaz etti. Bkz.: Baker, ‘Did He Really Do It?’, s. 599. Stalin’in Sultangaliyev’i
pantürkizmle ve panislamizmle suçladığı konuşmasının tam dökümü için bkz.: ‘Rights
and “Lefts” in the National Republics and Regions’, s. 308-319.
[35]
Bennigsen ve Wimbush, Muslim National Communism in the Soviet Union, s. 51.
[36]
Sultan-Galiev, Izbrannye trudy, s. 363-374.
[37]
A.g.e., s. 363-364.
[38]
A.g.e., s.364.
[39]
A.g.e.
[40]
Dinsiz Müslüman olma ihtimali, Müslüman öznelliğini radikal bir biçimde ele
alan yaklaşımı temel alıyor. Hâkim Müslüman geleneklerini reddeden bu yaklaşım,
diğer İbrahimî dinlerde, özellikle liberal Yahudi teolojisinde agnostisizm ve
ateizme yönelik keşif çabalarına benziyor. Örneğin bkz.: Kaplan, The Meaning
of God in Modern Jewish Religion.
[41]
İslam geleneği içerisinde ceditçiler ve Osmanlı’daki gizlilik sanatı, Sünnilerin
Iztırar (zaruret hâli) dedikleri fıkhi ve felsefi kavramla ve Şiilerdeki takiyye
anlayışıyla kıyaslayabiliriz. Her iki anlayış da tehlikenin ve baskının ifrata vardığı
dönemlerde müminleri gerçek dini inançlarını ve kutsal pratiklerini, bu
anlamda, ibadetlerini gizlemeyi emrediyor.
[42]
Sultan-Galiev, Izbrannye trudy, 511-512.
[43]
Velidi Togan, Bugünkü Türkili (Türkistan) ve Yakın Tarihi, s. 556.
[44]
A.g.e.
[45]
Kuttner, ‘Russian Jadīdism and the Islamic World’, s. 384.
[46]
Satr (gizlilik pratiği), Ceditçilerin eski (mevcut örnek dâhilinde Osmanlı’ya
ait) bir toplumsal aracı yeni bir anlayışla kullandıkları tek örnek değil. Yirminci
yüzyılın ilk döneminde Orta Asya’daki ceditçi söylemi hakkında konuşurken Edip
Halid, ceditçilerin “İslam geleneğinde derin kökleri bulunan, yeni bir biçim
kazandırdıkları, kıymetli bir örnekten nasihat olmayı ifade eden ve edebiyatta
kullanılan ibret usulünü benimsediklerini” söylüyor. Khalid, ‘Representations
of Russia in Central sian Jadid Discourse’, s. 197.
[47]
Rossiiskaya kommunisticheskaya partiya (bol’shevik). Tainy national’noi
politiki TsK RKP, 16; aktaran: Baker, ‘Did He Really Do It?’, s. 599.
[48]
Sultanbekov ve Sharafutdinov, Neizvestnyi Sultan-Galiev, s. 37-38; Akt.:
Baker, ‘Did He Really Do It?’, s.601.
[49]
A.g.e.
[50]
Sultan-Galiev, Izbrannye trudy, s. 471.
[51]
Tagirov ve Sultanbekov, ‘Veliki providets’, s. 7.
[52]
A.g.e. Arap komünizminin yirminci yüzyılda geliştirdiği fikirlere, inşa
ettiği hareketlere ve Sultangaliyev’in asarıyla ilişkilerine dair genel bir
değerlendirme için bkz.: Ismael, The Communist Movement in the Arab World.
[53]
Sultan-Galiev, Izbrannye trudy, s. 525-538.
[54] Örneğin bkz.: de Sousa Santos, Another Production is Possible; Comaroff ve Comaroff, Theory from the South; ve Chakrabarty, Provincializing Europe.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder