Türkeş’le
EMEP’in Kavala konusunda aynı şeyi söylemesi, önemli bir göstergedir. Bu
göstergenin, Moody’s isimli kuruluşun göstergelere bakarken başvurduğu akılla
bir alakası vardır. Mesele, EMEP’le Türkeş’i aynı hizaya sokan iradedir. O
sermayeyle buluşmamıza mani oluyor diye devlete kızana-küsene bugün “solcu”
denmektedir. Bu solculukla dövüşülmelidir.
Bu
Türkeş’in babasının, geçmişte “memleketin ebru veya mozaik gibi” olması
gerektiğini söyleyenlere “ne mozaiği, mermer mermer!” demişliği vakidir. Asıl
önemli olan, ebru/mozaik ve mermer arasındaki koşutluğu görmektir. Bu açıdan,
“yeryüzü bölünmez bütündür” sözü de “vatan toprağı ülke bölünmez bütündür”
sözüyle bağlantılıdır. Ebru ve mermer, o bütüne hizmet eder. Başka bir anlamı
yoktur. Esas olan, efendilerin düzeninin bütünlüğü ve sürekliliğidir. Sosyalist
hareket, bu bütünlük ve süreklilik adına kıvama getirilmiştir.
Sosyalist
hareket iki parçalıdır: Bir taraf, sermayenin devleti; diğer taraf, devletin
sermayesi adına, o olarak konuşmaktadır.
Liberalle
faşist arasındaki bağı göremeyenler, her momentte bunlar arasında tercihte
bulunmayı siyaset zannedenler, komünist olamazlar. Solculuk, komünist hareket
olmasın diye vardır. Bu sebeple varolduğunu iyi bilir.
* * *
Bugünkü
evcil hayvan meselesi, dijital, yeşil ve kentsel dönüşüm bağlamında ele
alınmalıdır. İlgili dönüşümler, devletin sermayesi ile sermayenin devleti
arasındaki gerilim üzerinden tanımlanmalıdır. Yirmi yıldır tek siyaseti,
Demokrat Parti geleneğine örgütlenip AKP’nin burayı tümden kendisine
bağlamasına mani olmak olan, bu anlamda, o geleneğe yakınlaşan solcuların
dönüşümleri ve gerilimleri anlaması mümkün değildir. Onlar, bir oyunun ve
illüzyonun kurbanıdır. Artık bu solculara AKP gösterilerek her şeyi yaptırmak,
her şeyi söyletmek mümkündür.
“Beton”dan
şikâyet edenlerin[1], duyguların, düşüncelerin ve kavgaların üzerine beton
döktükleri görülmelidir. Bu solcular, başkaldıranın başını kestiler, o başları
postçuluğun betonuna gömdüler. Dik duranı hiyerarşiyi imlediği, iktidar
manyaklığını somutladığı için öldürdüler. Bu birikim, düşman karşısında
tüm sosyalist hareketi lal ve kötürüm bıraktı.
Dün
Karayalçın’ın dağıttığı lüks dairelere kendi davalarını, örgütlerini satanlar,
zenginlerle ilişkileri üzerinden kitap sansürleyenler, bugün hâlâ solculuk
yapabiliyorlar. Bu solculuk, o dairelerin izin verdiği kadar. Bugün göbek
bağları, belediye kasalarına bağlandı. Konuşamazlar. Elektrik çarpıp ölenin
ayağına bağlanan kabloyu, o kabloyla çekilen gövdedeki başın asfalta çarpışını
yazamazlar. Ancak olay yerini kırmızıya boyayıp süsleyebilirler. Sol, betona
düşülen süs olduğunu çok iyi bilmektedir. O ancak AKP’ye “MHP’den ayrıl, beni al”
diyebilir. Bunu derken, öncesinde AKP’leştiğini görmez.
* * *
Kara
Panter Partisi lideri Huey Newton, anılarında[2] partiyi kurmazdan önceki
arayış sürecini anlatıyor. Bir ara üyesi olduğu dernekten bahsediyor.
Anne-babası oğullarına, derneğinin kurucusunun “kendi avukatlık bürosunu kurup
geliştirmekten başka bir şeyle ilgilenmediğini, ondan uzak durmasını
gerektiğini” söylüyor. Sonra belediye meclisinde derneğin tartışıldığı
toplantıda bu dernek başkanı, “ben Siyahları miskinlikten, sosyal yardımlar
peşinden koşmaktan kurtarmakla vs.” ilgileniyorum, başka bir derdim yok” diyor.
Bunun üzerine Huey Newton, dernekten ayrılıyor.
Bugün
sol örgütleri işte bu tür avukatlar, böylesi tom amcalar, beyaz olmaya özenen
güya zenciler yönetiyorlar. Geçmişte halka ve faşizme “biz dergi çevresiyiz,
siz bizi gözünüzde fazla büyütmüşsünüz” diyenler, aynı soya mensup. Bu kişiler,
bugün dijital, yeşil ve kentsel dönüşümle sadece avukatlık bürolarını güçlü
tutmak için ilgilenebilirler. Başka bir dertleri bulunmuyor. Sonra iş, o büroyu
politik mekânmış gibi satmaya kalıyor. Sadece hukuki metinler kaleme
alabiliyorlar. Siyaseti ancak kendilerinden kurabiliyorlar. Kurulmayana siyaset
demiyorlar.
Bunların yoldaşı, buradaki şirketlere Dünya Ekonomi Forumu ve Klaus Schwab adına çevre sertifikası dağıtır, ama kendileri “sosyalizm” isimli sitelerinde “Schwab eleştirisi” yayınlar, eleştirinin içini boşaltır, tecimin konusu kılar. Pandemide “TTB ne derse o” der, ama pandemi eleştirisinin ekmeğini yemeye çalışır. Her şey, büro ve kariyer içindir.
Sermayenin devleti ile
devletin sermayesi arasındaki gerilimde sosyalist hareket, bu tür kişiler
şahsında, belirli bir içerik ve biçim kazanmaktadır. Bu içerik ve biçim, reddedilmelidir.
* * *
Devletin
sermayesi, yekpare-mermer ülke; sermayenin devleti, yekpare-ebruli bir dünya
talep ediyor. İnsanla hayvan, erkekle kadın arasındaki sınırlar siliniyor.
Hiyerarşi, yok ediliyor. İnsanı temel alan, insanı merkeze koyan ne varsa
ortadan kaldırılıyor. Pürüzler, çapaklar yok ediliyor. Evcil hayvan tartışması,
bu düzlemde gerçekleşiyor. Bu düzlem, Türkeş’le EMEP’i yan yana getiriyor.
İkisi de Suriye’yi yağmalamak istiyor. O yüzden, EMEP’in lideri, İngiltere’de
“din düşmanlığı” ve “yeni ateizm” dersleri veriyor. Suriyeliler, buranın sokak
köpekleri gibi görülüyorlar. EMEP, sahip çıkıyor, Özdağ “sopayla kovalayalım”
diyor. Sokak köpeği olarak görme konusunda ortaklaşıyorlar. İnsan ve erkek,
hiyerarşi eleştirisi üzerinden, efendilerin arenasında yem ediliyor.
Türkeş,
özünde “Kavala bir simge. Ona vurdukça bu ülkeye sermaye gelmiyor” diyor. Merih
Demiral’ın kurt işareti de bu gerilimde gündem oluyor. Selahattin Demirtaş, “domatesi
ben içerideyim diye pahalıya yiyorsunuz” diyor. “Beni çıkartın ki sermaye
gelsin” tavsiyesinde bulunuyor.
Sosyalistlere
“din ve milletten arınmış, saf, burjuva bireyleri Allah bilmek” düşüyor. O
birey, evcil hayvanlara yoksuldan, proleterden ve ezilenden daha fazla değer
veriyor. O hayvanlarla buradan empati kuruyor. Her şeyden arınmışlığın tanrısı
hâline geliyor. Köpekleri buranın sömürü-zulüm ilişkilerinde bir paravan ve
silâh olarak istismar ediyorlar. Onun önünde eğiliyorlar. Hatta biricikliğin,
özel oluşun, tanrısıyla halvet olma, cima etmeyi arzuluyorlar. Avrupa’da kendi
evcil hayvanıyla cinsel ilişki kurma hakkının yasalaşmasını isteyenler,
buralara emirler yağdırıyor. O emirlerin sahipleri, kendi bütünlükleri adına,
diniyle ve milletiyle bütünlenenleri “terörist” ilân ediyorlar. Tasfiye
sürecinin çarkları kanla dönüyor.
* * *
Aslında
ebru ve mozaik de tıpkı mermer gibi gerilim, çatışma, kavga olmasın diye var.
Bugün Sera Kadıgil ile Perihan Koca, halkın ve işçi sınıfının değil,
patronların vekili oldukları, sermayenin devletine hizmet ettikleri için 10
yaşındaki kızını toprağa vermiş kadına bağırmayı kendilerine hak görüyor. Onu
aşağılık, zararlı bir böcek olarak değerlendiriyor. Bu anlamda, Filistinli
anaya “sen şov yapmak için çocuğunun ölümüne sebep oldun” diyen Siyonist’in
yanına oturuyor.
Bunların
derdi, kedi-köpek değil, insanı aşağılayan, aşağı çeken, düzleyen, içeriksiz
kılan düzene hizmet etmek. Bu tür solcuların vantrologu, Moody’s ve patronları.
Duyduğumuz ses, NATO askerlerinin postal sesi.
İnsanla
hayvan, erkekle kadın arasındaki sınırların kalkması, kâr oranlarının düştüğü
momentte bizatihi sermayenin emri. Bir anlamda, sermaye, yürüyüşü esnasında
ayağına taş değmesin istiyor. Ayrıca, üç kuruşluk şeyi pahalıya satma, çok
değerli olanı değersizleştirme imkânına kavuşuyor. İnsanın değeri aşağıya
çekiliyor. O postallar adına konuşanları bu gerçekler zerre ilgilendirmiyor.
Onlar, ticaretin aktığı limanın (Mersin) veya ticari malların yeni düzene uygun
üretildiği model şehrin (Gaziantep’in) vekili olmanın gereklerini yerine
getiriyorlar.
Sermayenin
isteği, iradesi, solcularda somutlaşıyor, bedenleniyor. Solcular, kendi
bedenlerini sermaye olarak görüyorlar. Sermaye, “herkesin zihnini fabrika
dâhilinde kontrol edeceğiz, kimse greve çıkamayacak” dese, “işte üretici güçler
gelişiyor, bugün komünistlik, bu zihin kontrolünü savunmaktır!” diyecek birçok
solcu var ortada. Bunlara kılıç sallamak gerekiyor.
* * *
“Proletarya”
denilen kılıçla, proletaryanın kılıcını ayırmak gerekiyor. Ayrıca burada bir
üçkâğıda son vermek şart. Marx’ın da ifade ettiği gibi, küçük burjuva solcular,
küçük burjuvalığı “proleterlik” olarak tanımlıyorlar. Sonra da utanmadan, tüm
dinsizlikleri ve ahlaksızlıklarıyla, “Proletarya, Şangay İşbirliği Örgütü’nden
yana olamaz” diyorlar.[3] “Modern işçi sınıfının büyümesinin, yeni teknik
donanımların ve petrole bağımlılığın azaltılmasının” sınıfsallığını nedense
sorgulama gereği duymuyorlar. Hemen kapitalizmden yana hizalanıyorlar. Aslında
dert, BRICS veya ŞİO değil, NATO’dan yana olmak! Bunlar, “Ukrayna savaşında
Rusya suçlu, sözde cumhuriyetleri bahane edip ülkeyi işgal etti” dediler. Solda
NATO’culuk, iliklere tüm sinsiliğiyle işliyor.
Bazı
sol örgütler, mermer gibi ülke üzerinde duranlar, devletin sermayesinden yana
olanlar, aslında “yerli NATO”dan yana saf tutuyorlar. Çünkü diyalektiğin ve
materyalizmin emri gereği, işçi-köylünün “ordu”sunu inşa etmeyenler, döne
dolaşa, ya yerli ya da beynelmilel NATO’ya kul oluyorlar. Bugün NATO,
kendisini, sermayenin pürüzsüz ebruli dünyası için formatlanmış insanın,
bireyin ve yurttaşın yegâne savunucusu ve kurtarıcısı olarak satıyor. Bu satış
işleminde kapı kapı dolaşıp insanları ikna etmek, solculara düşüyor.
Egemenlerin
bütünlük kurgularına ideolojik planda teslim olanlar, onlara yaranmayı siyaset
zannediyorlar. Siyaseti bu yaranma faaliyetine indirgiyorlar. Proletaryanın
kılıcı da bir kılıç olarak proletarya da anlamsızlaşıyor. Herkes, Sam Amca
karşısında Tom Amcalaşıyor, ev kölesi oluyor. Tarla kölelerini kontrol etmek,
susturmak, öfkelerini toprağa akıtmak için uğraşıyor. Kendilerine verilen
görevi ifa ediyor.
O
bütünlük ve süreklilik anlayışının karşısına proletaryanın bütünlük ve
süreklilik anlayışı çıkartılamıyor. Burjuvazinin anlayışı göklere,
proletaryanınki yerin dibine gönderiliyor. Aslolansa yerin dibinde birikmiş
olanı açığa çıkartmakta.
Eren Balkır
21 Temmuz 2024
Dipnotlar:
[1] Tanıl Bora, “Beton”, 23 Ağustos 2023, Birikim.
[2]
Huey P. Newton, Revolutionary Suicide, Penguin Books 2009.
[3]
Erhan Nalçacı, “Türkiye ŞİÖ’ye Girebilir mi?”, 20 Temmuz 2024, Sol. Nalçacı ve partisi, “NATO,
demokrasinin kalesidir” diyen CHP’nin emrinden çıkamaz. Tarihi 27 Mayıs
darbesinden başlatanlar, emir eri olmaktan kurtulamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder